Sizce bizler mi kadere yön veriyoruz....?yoksa?

Kaderimiz allah belirliyo biz alnımıza yazılanı oynuyoruz. tıpkı bi film senaryosu gibi.
asla deişmez kader. mesela vaden ne zaman dolduysa o zaman ölüyosun..
HAYIR VE ŞERRıN ALLHATAN GELDıGıNE ıNANMAK.
.
kader deişmez.asla..
herşey nasip kısmet
 
yazdığım mesajı iki kere yolladığım için; birini siliyorum :)))
 
Son düzenleme:
Bu konu aslında çok çetrefilli bir konu..
Yine de, öğrendiklerim sonucunda düşüncelerimi paylaşmak isterim...

Yeryüzünde iki türlü irade vardır:
1 ) Külli irade
2 ) Cüz'i irade

Külli irade: Tasarrufu tamammen yaratıcıya ait olan, bizim yön veremeyeceğimiz kaderi içine alır...
Yani Allah'ın dileyip istemesiyle olan olaylardır...
Sel felaketi, depremler, afetler, ölüm, yaşam, engelli olmak gibi...

Cüz'i irade ise: Bizim yapıp ettiklerimiz neticesinde ortaya çıkan olaylardır...
En basitinden, elimizi kaldırmamız gibi...
Eğer hırsızlık yaptığımızda, sonucunda yakalanıp hapse atılıyorsak; bu bizim yön verdiğimiz bir kader çeşiti olur...
Aynı şekilde adam öldürme, sdaka verme, gülümseme vs. hepsi bizim isteğimiz neticesinde oluşan kaderdir....

Tabi ki her şeyin yaratıcısı Allah'tır... Ama biz bir eyleme niyet ettiğimizde, o eylemi gerçekleştirme gücünü yaratan Allah'tır..

Aksi olsa; yani kader, tamamen Allah'ın elinde olsa, o zaman yaptıklarımız yüzünden bizi hesaba çekmesi mantıksız ve adaletsiz olurdu ki; bunu da Allah'a yakıştıramayız...

Ama çok ince bir noktayı belirtmek isterim:
Mesela ölüm...
Bazı ayet ve hadislerde, sadaka vermenin ömrü uzatacağı yazılıdır...
O halde, sadaka vererek ömrü uzatma imkanımız var mı? Bu durumda, kadere müdahale etmiş olmuyor muyuz?

İşte içinden çıkılmaz gibi düşünebileceğimiz bir olay!

Ama, bu konunun açıklaması şu şekilde yapılabilir:

Allah, bizi daha yaratmadan önce, yapacaklarımızı bilmekteydi....
Bizler; Allah'ın geçmiş ve gelecekte olacak olan bütün her şeyi bildiğini biliyoruz...
Allah'ın bilgisi ezelidir...

Yani, Allah bizi daha dünyaya getirmeden önce dahi, ne zaman ne yapacağımızı bilmekteydi...
Öyle olmasını istediği için değil, bildiği için....

Biz daha dünyaya gelmeden, bizim sadaka vereceğimizi de biliyordu elbette...
Ve kaderimize yön verirken buna göre yön verdi...
Yani ömrümüzü, ona göre tayin etti...

Bu konuda, daha çok konuşulacak şey olduğunu düşünüyorum, ama şimdilik görüşlerim bu kadar....
 

bende sana teşekkür ediyorum. karşındakini yeri gelnce dinlemesini bilen insanlarla yaptığım bilgi alışverişlerine, tartışmalara herzaman varım, zevk duyarım. zaten senin düşüncelerinle benimkilerin ortak paydası var kannatindeyim.

kısaca allah herkese kaderin en güzelini versin canım. yerimseniben
 


dur hemen kaçmak yok öyleyasakkelime benim gibi kaderi kafaya acaip takmış aynı şeyleri düşünmüş bir kul olarak seni kolay kolay bırakmam canımkaydirigubbakcemile


duygucum sana gelinceÇok üzgünüm çoook ne iyi ettin de bu konuyu açtın koca hafta sonumu kaderi araştırmakla geçirdim:mymeka:


kızlar kafayı oynatmama-tatlicadiarzu- az kaldı ...

şimdi bir alta ıslam Hukuku Profesörü Faruk Beşer'in KADER açıklamasını getiriyorum...

okuyup okuyup sindirmeye çalıştımCADIARZU ve sindirme anlama çabalarıma sanırım uzun bir müddet daha devam etmem lazım:bbo: cidden çok karışık ve anlaşılması hemen hemen imkansızkafamçokkarıştı
 
Kaderin anlaşılması bir yönüyle çok kolaydır, bir yönüyle de çok zordur ve kader adeta imanın sihirli şifresidir. Kaderin imanla anlaşılması, akılla anlaşılmasından daha kolay olsa gerektir. Ya da sonuç aynı kapıya çıksa da, kaderi inanarak anlamak, onu anlayarak inanmaktan daha kolaydır. Ama yine de aşağıda vereceğimiz bilgilerle kaderin akılla ilgili yönünü bir nebze anlayabileceğimizi sanıyorum:

Kader kelime anlamı bakımından, miktar, ölçü ve muktedir olma/güç yetirme demektir. Yani her olan şey, bir ölçüye ve hesaba göre, planlanarak olmakta ve muktedir birisi tarafından oluşturulmaktadır. Hiçbir şey rast gele, kendiliğinden, ölçüsüz ve hesapsız olmamaktadır. Her şey önceden yapılan bir hesapla ve bir sebeple olmakta ise, demek ki Allah (cc), olacak olan her şeyi biliyor, her şeye gücü yetiyor. Hiçbir şey O´nun bilgisi ve isteği dışında olamaz.

Şimdi buna göre bütün varlık aleminde olup biten şeyleri düşünelim: Bunların yüzde doksan dokuzdan fazlası hep bizim irademizin ve gücümüzün dışında doğup gelişen ve bizim hiçbir dahlimizin olmadığı şeylerdir. Yağmur, fırtına, gece, gündüz, dünyanın ve yıldızların seyirleri, otların, canlıların büyümesi, dağlar, denizler, iklimler, bitki ve hayvan çeşitleri gibi daha aklımıza gelen ve gelmeyen milyarlarca varlık ve varoluş tamamen bizim irademizin ve gücümüzün dışında olan varoluşlardır. Bunlara biz ya hiç müdahale demiyoruz, ya da hesaba katılmayacak kadar az müdahale edebiliyoruz.

Şimdi de irademizin kısmen karıştığı dünyaya bakalım. Mesela uçakla uzun bir yolculuğa çıktığımızı düşünelim. Hareketimiz uçağın içi ile sınırlıdır. Oysa uçağın geniş bir planlanması vardır. Rotası, hızı ve yüksekliği bellidir. Havanın kaldırma gücü ve uçağın bunu kullanması, bunun için çalışan motorlar hep yolcular olarak bizim dışımızda olan şeylerdir. Yani biz uçakta iken bu büyük devinimin içinde ancak küçücük hareketler yapabilmekteyiz. Şimdi uçağın yerine dünyayı koyalım, onda olup bitenlere bizim katkımızın o kadar da olmadığını göreceğiz. Ya da asansörle on beş katlı bir binaya çıktığımızı düşünelim. Biz asansörün içerisindeyiz ve onun belli bir çalışma sistemi vardır. Bu sistem bizim dışımızda, bize göre güçlü ve bilen birileri tarafından kurulmuş ve kendi düzeneğine göre çalışmaktadır. Biz asansöre bineriz, gideceğimiz katın düğmesine basarız, asansör de orada durur. Ama onun çalışmasında ve orada durmasında bizim katkımız sadece düğmeye basmaktan ibarettir. Ya da bir bilgisayar oyunu düşünelim: Oyunu hazırlayanlar, bizim tercihlerimize diyelim ki, yüz tane ihtimal koymuş olsunlar. Biz hangi düğmeyi tıklarsak bu ihtimallerden birisi gerçekleşir. Yani bir bakıma onlardan birisini seçmek bizim elimizdedir, ama bu ihtimallerin dışına çıkma şansımız ve gücümüz olmadığı gibi, seçtiğimiz ihtimali oluşturmak da bizim elimizde değildir. Biz sadece onun oluşması için bir tercih kullanıp düğmeye basmışız hepsi okadar. O dümeye bastığımızda o sonucun oluşması bile önceden belirlenmiş ve düzenek ona göre kurulmuştur.

Şimdi de kendi vücudumuza gelelim: Orada olup biten şeylerin de çoğundan bizim haberimiz yoktur ve çoğu bizim elimizde olmadan olup bitmektedir. Kanımızın deveranını, gözümüzün görmesini, hücrelerimizde olup biten ve bizim farkında olmadığımız milyonlarca eylemi, acıkmamızı, korkmamızı, hatta yediğimiz yemeğin sindirim sistemindeki seyrini düşünelim. Yediğimiz bir lokmanın bile, kendi irademizle ağzımıza koyup yutmamız dışında, başına gelen serencamı bilmiyoruz ve bunu biz kendimiz yönlendirmiyoruz, yönlendiremiyoruz. Bunların ve bunlara benzer sonsuz oluşumun, bizim irademiz ve katkımız olmadan gerçekleştiğini görüyoruz. Bütün bu olup bitenler hep bir kadere ve bir ölçüye göre olmakta ve hepsi Allah tarafından, taa ezelden bilinmektedir. Sadece bilinmekte değil, aynı zamanda hep O´nun tarafından planlanmış ve birer sebebe bağlanmışlardır. Her bir olay bu plan ve takdire göre oluşmaktadır. ışte kaderin bir anlamı budur. Buna inanmamız ya da inanmamamız bu oluşumu hiç değiştirmez. Ama bütün bunların her şeye gücü yeten bir Allah tarafından ve bir hesap ve kitapla gerçekleştirildiğine inanmak insanı mümin kılar, ona huzur verir, onu kaostan ve belirsizlikten kurtarır. Onu tedbir almaya ve bu oluşumun sırrını çözmeye sevkeder. Bu sebepledir ki, “men âmene bil-kader emine mine´l-keder”, “kadere inanan kederden kurtulur” demişlerdir.

Bizim irade alanımıza gelince; orada olmasını ya da olmamasını istediğimiz ve irademizi ve gücümüzü buna göre kullandığımız şeylerin oluşması da sadece bizim irademize bağlı değildir. Bunların da başka pek çok sebebi vardır ve bizim irademiz ve gücümüz bu sebeplerden sadece birisidir. Bu yüzden bizim irademizi kullanmamıza ve istememize rağmen, istediğimiz gibi olmayan pek çok şey vardır. Ama elbette istediğimiz ve irademizi yönlendirdiğimiz şeylerin öyle sonuçlanmasının bir sebebi de biziz ve biz, işte sadece irademizi öyle yönlendirmemiz ve gücümüzü öyle kullanmamız sebebiyle hesaba çekileceğiz. Çünkü kaderin böyle oluşmasında bize Allah bir dileme ve müdahale edebilme gücü ve iradesi verdi ve iyi ile kötüyü de gösterdi. Ama yine de bu alanda olup bitenlerde bile bizim katkımız çok azdır ve bu tıpkı bir lambanın yanmasında düğmeye basmamız gibidir. Lambayı yakan, cereyanı oluşturan, ona o gücü veren, onunla aydınlatan biz değiliz, ama biz yine de onun yanmasında az da olsa bir irade ortaya koyduğumuz için bundan sorumluyuz. Çünkü irademizi düğmenin açılmasından yana kullanmasaydık lamba yanmayacaktı.

Durum böyle olmakla beraber yine de Allah ezelden beri bizim irademizi hangi yönde kullanacağımızı biliyordu ve bizim müdahale ettiğimiz olaylar dahi yine O´nun bilgisi dahilinde oldu. Çünkü zaman, sadece bize göre bir keyfiyettir ve Allah için gelmiş, gelecek diye bir şey yoktur. Bize göre her şekliyle zaman, O´nun önünde ezelden beri hep şu andır ve O her şeyi önünde şu an olarak görmektedir.

Şimdi tekrar düşünelim: Bizim sebebimizle oluşan şeylerin oluşma sebebi biz değil miyiz? Bu şeyleri biz öyle değil de böyle isteyemez miydik? Buna evet diyebiliyorsak, öyleyse biz bunlardan sorumlu olmalıyız? Allah´ın onları ezelden biliyor olması, bizi zorlayan sebep değildir ve biz her şeyin nasıl olacağını da bilmiyoruz: Şu halde irademizi kullanmak ve sonucun iyi olmasını belirlemek bizim hem imkanımız hem de görevimizdir. Görevimizi yapmaz ve imkanımızı kullanmazsak sonuçtan hesaba çekiliriz. Ama yine de bütün bunların hepsini Allah ezelden beri biliyor. Fakat O bildiği için biz öyle yapmak zorunda değiliz, aksine biz öyle yapacağımız için O öyle biliyor. Öyleyse bizim irade alanımız içerisinde kaderimizi, bir anlamda biz kendimiz belirliyoruz, Allah da (cc) da öyle yaratıyor demektir. Yani bizim yapıp ettiklerimiz dahi bir kader/ölçü ve sebeple oluşmaktadır. “

Kadere biz müdahale edemeyiz, Allah ne yazmışsa öyle olur. Olup bitenlerde bizim hiçbir dahlimiz yoktur. Biz çabalasak da çabalamasak da aynı şey olacaktır” şeklindeki bir kader anlayışını biz Cebriye diye isimlendirir ve bunun sapık bir inanış olduğunu söyleriz. Bunun Batıdaki karşılığı muhtemelen Deizm´dir ve Deizme göre tanrı kainatı yaratmış, onun içine mükemmel kanunlar ve sistemler yerleştirmiş ve onu kendi haline bırakmıştır. Artık tanrı ona hiç müdahale etmez ve o kendiliğinden, kurulduğu gibi çalışır. Çalışması tıpkı bir makine gibi mekaniktir.

Oysa sağlıklı kader anlayışında insanın gücü, iradesi ve katkısı vardır ve o bu katkıya göre sonuç bulacaktır.

Hz. Ömer´in çok basit gibi görünen şu cevabı aslında kaderi çok güzel anlatmaktadır: O ordusu ile bir seferde iken, salgın hastalık bulunan bir kasabadan uzaklaşılmasını ve oraya girilmemesini emretmişti. Bunun üzerine bir sahabînin: “Allah´ın kaderinden mi kaçıyoruz?” demesi üzerine de: “Evet, Allah´ın bir kaderinden diğer kaderine kaçıyoruz” diye cevap vermişti.

Şimdi de bizim irademize bağlı olan ve olmayan iki olayda, kadere inanmanın ve inanmamanın sonuçlarına bakalım: Diyelim ki karayoluyla Ankara´ya gidiyorduk ve bir yerde toprak kayması olmuş ve yol tıkanmış olsun. Bunda bizim irademizin, en azından yakın mesafede hiçbir dahli yoktur. Kadere inanıyorsak şöyle deriz: Takdiri ilahi böyle tecelli etti. Bu böyle olacaktı ve oldu. Bu olay bir tesadüf değildir, bunun belli sebepleri vardır ve Allah (cc) bu sebeplerle bu olayı şu anda ve bu şekilde gerçekleştirdi. Bunun aksinin olması mümkün değildi. O halde bağırıp çağırmamıza hiç gerek yok. Üzülmeyelim ve şu anda ne yapılması gerekiyorsa, bizim irademize bağlı olan, bize düşen neyse onu yapalım.

Kadere inanmıyorsak tepkimiz muhtemelen şöyle olacaktır: Allah kahretsin! Nereden geldi bu bela başımıza! Sana ben bu gün yola çıkmayalım demedim mi? Mahvolduk, Allah cezanı versin!

Şimdi de sorumuzu soralım: Bu olayı kadere bağlamının zararı nedir ve bu iki tavıralıştan hangisi insanın yararınadır?
Bir de bizim irademize bağlı bir olay düşünelim: Farzedelim ki, Adapazarı´nda temelleri, malzemesi ve işçiliği sağlam olmayan bir ev yaptık ve –Allah korusun- 6 şiddetinde bir depremle evimiz yıkıldı. Bu durumda kadere inanan bir insanın tavrı şu olur: Bu bir takdiri ilahi idi ve bu şartlarda olmaması mümkün değildi ve oldu. Şu halde dövünüp çığlık atmamıza gerek yok. Olayı geri götüremeyiz. Şimdi bize düşen şey, sabretmek ve Allah´tan gelen ne ise ona razıyız demek ve ona göre tedbir almaktır. Ancak bu kaderimizde bizim ihmalimiz vardır ve Allah bu kaderi büyük ölçüde bizim oluşturduğumuz sebeplere göre çizmiştir. Artık giden geri gelmez ama bir daha böyle bir kaderle karşılaşmamak için ihmal ettiğimiz görevlerimizi yapmalı ve bu musibeti sonuç veren sebepleri değiştirmeliyiz. Çünkü onları değiştirmek bizim elimizdedir. Ta ki Allah (cc) bize bundan sonra ihmalimize göre değil, dikkatimize göre bir kader versin.

Bu olayda kadere inanmayan bir insanın da tavrı şöyle olacaktır: Bunun adına kader diyorsunuz! ıhmallik edip evimizi başımıza yıktınız! Bundan daha büyük depremlerle bile Japonların evleri niçin yıkılmıyor? Bu bizim kaderimiz olamaz!

Şimdi de bu iki tavrı sonuçları bakımından düşünelim, hangi tavır daha faydalı ve akıllıcadır? Eğer burada kadere inanan insan, bu sonucu değiştirmek hiç bir surette mümkün değildir, Allah´ın takdir ettiği şey ne ise o olacaktır. Bizim bir şey yapmamız ya da yapmamamız sonucu değiştirmez diye inanıyor idiyse, bu zaten sapık bir kader anlayışıdır. Ama böyle değil de, bu olayda insan iradesinin, çabasının ya da ihmalinin böyle bir kaderin sebeplerinden biri olduğunu görebiliyorsa, bu insan geçmişe üzülerek yıkılmayacak ve geleceğin de tedbirini alacak demektir. Yani olana üzülmeyecek, sabredip sevap alacak, olacak olanın da gereğine bakacaktır. ınanmayan insan da muhtemelen geleceğin tedbirini alacak ama geçmişi hatırlayarak kahrolacak, dövünecek ve isyan edecektir. Sonuçta bunun zararı da yine kendisine dönecektir. Şimdi ahiret günündeki hesaplarını bir yana bırakarak düşünelim, sadece dünya ölçüleriyle bile kadere inanan mı, yoksa inanmayan mı daha kârlıdır? Öbür alemdeki kurtuluş ise inanmakladır, inanmayanın akibeti kötüdür.

Öyleyse kader vardır ve kadere inanmak, hiçbir bakımdan zararlı olmadığı gibi, ilave olarak insana huzur ve rahatlık verir. Bütün bunların ötesinde kadere sağlam ve olması gereken şekildi inanan insan, sadece tedbirinin ve sebeplere yapışmasının değil, bu imanının da karşılığını alacak ve dünyada dahi diğerinden fazla olarak Allah´ın yardımını yanında bulacaktır. Bunların öbür alemdeki sonuçları ise birbirleriyle kıyaslanamayacak kadar farklıdır. Öyleyse niçin kadere inanmayalım, ya da yanlış bir kader anlayışına saplanalım?


ıslam Hukuku Profesörü Faruk Beşer
 
kesinlikle kendi elimizde...düşün.. eğer allah bizi yaratırken herşey kurallı kaideli kaderle belirli olszydı allah bize bu kadar donanımlı bi aklı vermezdi.:enbuyukkk:
 
kesinlikle kendi elimizde...düşün.. eğer allah bizi yaratırken herşey kurallı kaideli kaderle belirli olszydı allah bize bu kadar donanımlı bi aklı vermezdi.:enbuyukkk:


haklısın senin gibi düşünüyordum fakat ayetler varCADIARZU


HÛD SÛRESı

107. Eğer Allah sana herhangi bir zarar verecek olursa, bil ki onu, O’ndan başka giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun lütfunu engelleyebilecek de yoktur. O bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.​


NAHL SÛRESı


53. Size ulaşan her nimet Allah’tandır. Sonra size bir sıkıntı ve zarar dokunduğu zaman yalnız ona yalvarır yakarırsınız.​





*************************************************

özellikle de bu ayet...

NEML SÛRESı

75. Gökte ve yerde gâib (gizli) hiçbir şey yoktur ki apaçık bir Kitap’ta (Levh-i Mahfuz’da) olmasın.
 
KAMER SÛRESı

49. Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık


HADÎD SÛRESı

22. Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.


23. Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye (böyle yaptık.) Çünkü Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez.



EN'ÂM SÛRESı

59. Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dahilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.
 
Son düzenleme:
"faber est suae quisque fortunae" = herkes kendi kaderini kendisi yaratır :1closedeyes:
varacağımız noktalar kendi seçimlerimizden ibarettir,
tabi her dinde ve her öğretide bu sorunun cevabı farklıdır, ama benim kişisel fikrim budur.
 
Sanırım bu konu da , gereksiz kavgalar yüzünden kapanacak...
Herkesin anlayışı kendine, kimse kimseye; inancı için çıkışamaz...
En iyisi, hiç uzatmamak...

Yorumlarım bu kadar...
 
Sanırım bu konu da , gereksiz kavgalar yüzünden kapanacak...
Herkesin anlayışı kendine, kimse kimseye; inancı için çıkışamaz...
En iyisi, hiç uzatmamak...

Yorumlarım bu kadar...

alkisalkisalkis Üçümüzde aynı fikirdeyiz.Yorumlarımız bitti sanırım diğer inançtaki arkadaşları dinleyelim biraz da :1hug:
 
benim dinime göre değil bence cevabım;

kaderi yaradan çiziyor; biz yön veriyoruz.
eğer öyle olmasa her gelen belaya, tersliğe kaderimizde var deyip kenara çekilip oturmalıydık.
ama savaşıyoruz, çabalıyoruz.
niye; kötü kaderi değiştirmek için...
 
Size öyle bir inanç yorumu yaparım ki inanın aklınız şaşar yeter yahu yeter inanın bıktım ...

hay lanet olsun ya

yahu hepiniz ne çok şeyler biliyormuşsunuz ? ne inançlının inaçsıza ne de inançsızın inana saygısı kalmamış.

evde canınız sıkılmış sitede konuyu nasıl dine bağlarımda ortamı gererim aha dini konu açtılar önce lafımı sokar sonra konuyu karıştırırım modundasınız.

dışarıdan görünen bu hep aynı kişiler hep aynı konular....

ciddi olarak baydınız artık allah kocanıza sabır versin....

yeter Allah aşkına yeter....
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…