Samimiyetle Allah'a bırakmak

Hayırlı bir kısmet için okumuştum daha doğrusu hayatımdaki insanın hayırlısıysa olması, hayırlısı değilse uzaklaşması için.

Netten aratabilirsiniz, çok içimi rahatlatmıştı.

Şimdi nişanlandık, bakalım umarım hayırlısı olmuştur hakkımızda :KK51:
 
Hayırlı bir kısmet için okumuştum daha doğrusu hayatımdaki insanın hayırlısıysa olması, hayırlısı değilse uzaklaşması için.

Netten aratabilirsiniz, çok içimi rahatlatmıştı.

Şimdi nişanlandık, bakalım umarım hayırlısı olmuştur hakkımızda :KK51:
maşallah canım Rabbim tamamına erdirsin düğün haberini de alalım inşallah beraber Fetih suresi ilk ayeti okumuştuk senle çok sevindim görünce :KK19:
 
maşallah canım Rabbim tamamına erdirsin düğün haberini de alalım inşallah beraber Fetih suresi ilk ayeti okumuştuk senle çok sevindim görünce :KK19:
Geçenlerde aklımdaydı o konuyu bulup yazacaktım ama düğünden sonraya bıraktım kısmet olursa:süslü:

romantikqueen romantikqueen müslümanın müslümana duası kabul olur derler, ederim tabi ki:KK54:
 
Beni yanlış anlamamanıza çok sevindim, o halde sizinle sohbet eder gibi devam etmek isterim.

Son cümleniz beni yine yaraladı, bir insanın henüz hayattayken "her iki dünyam da siyah" demesi öyle acı bir şey ki...

Allah-u Teala buyuruyorlar ki canı son nefesine gelmeyen her kul için tövbe kapısı açık, ne yaptığınızı sorgulamıyor bakın, "samimi bir tövbeyle seni tertemiz kabul ederim" diyor.

Örnekler verelim...

Her Cuma günü öyle bir an var ki kul halis bir niyetle neyi dilerse kabul buyuruluyor, bu kıyamete kadar her Cuma böyle.

Seher vaktinde güneşin doğmasına dakikalar kala, Miraç ve Berat gecelerinde, Zilhicce günlerinde, mübarek üç aylarda...

Sadece bu kadar da değil, gece namazına kalkan "Allahım bu saatte herkes sevdiğinin yanında, benim sevdiğim sensin, ben de sana geldim" diyen bir kul da Allahın sonsuz rahmetinden kısmetleniyor.

Hala bitmedi, kul abdest alırken küçük günahları suyla beraber ellerinden ayaklarından, namaza durunca rükuda, secdede vücudunun tamamından dökülüyor, bunun böyle olması için de bir şart var tabi, Allah Azimüşşan "Ben dünyayı sana hizmet etsin diye yarattım, içine faydalanasın diye çeşit çeşit hayvan, bitki koydum, gözüne hoş gelsin diye her renkten güzellik bahşettim, benim huzurumdayken bunların hepsini aklından çıkar, sadece beni düşün" diyor çünkü namaz kulun miracıdır, Peygamberimiz (Sav) nasıl göğe yükseldiyse sadece Allaha teslim olduğumuz, aklımızda dünyevi hiçbir mevzu olmayan namazlarımız da bizi Allahın ulvi huzuruna çıkarıyor, böyle bir anda da halis niyetli dualar kabul buyuruluyor.

Yani Allahın dualarımızı kabul edeceğini buyurduğu sayısız an var mesele bu anlarda bizim için gerçekten hayırlı olanı istemek ve Allah bize istediğimizi vermiyorsa bunda bir hikmet olduğunu hatta bu durumda bizim için kendi uygun gördüğü daha hayırlı bir takdir olduğunu anlamak, dünyevi istek ve beklentisi gerçekleşmeyen bir kul bu durum karşısındaki ahiretteki nasibini bilirse eline geçmeyen isteği için şükreder, Allahtan bu idraki, bu iman derecesini dilemek dünya ve içindeki her şeyden daha hayırlıdır.

Eğer kişi ahiretteki kısmetin dünyadaki tüm nasiplerden daha değerli olduğunu kavramazsa isyana düşmemesi mümkün değildir çünkü şeytanın en güçlü silahı Allahın kulunun isteklerini verme konusundaki tereddüdüne inandırmaktır, dünyadaki her şey cennettekilerin adi bir suretidir, şeytan bizi bu surete razı ederek asıl olandan mahrum olmamızı ister çünkü o bizim yüzümüzden, Hz Adem (as)e secde etmediği için yıllarca Allahın rahmetini tatmışken huzurdan kovulmuştur ve bir daha o ilahi mutluluğa ulaşamayacaktır, bize bu nedenle düşman olmuştur, istiyor ki onun elde edemeyeceğine biz de kavuşamayalım.

Şeytanın bu çabasını boşa çıkarma konusunda mahir kimselere Peygamberimiz (Sav) döneminden birkaç misal verecek olursak bir vakit namazını kaçırdığı için iki yüz bin dirhemlik arsasını bağışlayan, bir daha soğuk su içmemeye yemin eden sahabelere değinmeden olmaz, düşünebiliyor musunuz, bir vakit namazı kaçırınca nefslerini cezalandırmak için ne cezalar veriyorlar kendilerine, biz bir arkadaşımızla sohbetimiz bölünmesin diye yerimizden kalkmaya üşenirken onlar bir vakit namazı ihmal etme kabahati için varını yoğunu feda eden insanlar... Onlar öyle insanlar ki öldüklerinde cenazeleri yıkanırken sırtlarında morluklar ve nasırlar görülüyor, anlaşılıyor ki geceleri kimse görmeden, fakir, kimsesiz ve yetimlere nevale götürürken vücutlarında bu izler oluşmuş yani bir iyilik yaparken, sadaka verirken sağ elin verdiğini sol el görmeyecek ya, bu mübareklerin işlediği hayır ancak onlar ölünce anlaşılıyor, karşılığında da onlara cennet vaat ediliyor yani cennet o kadar ucuz değil, kendimizden, nefsimizden, isteklerimizden Allah için vazgeçmek gerekiyor.

Allah bu dünyadaki tüm güzellikleri sevmeyi öğrenelim diye yarattı, sevmeyi öğrenmemizi de sırf kendini sevmemiz için istedi çünkü buyuruyor ki "Ben seni fani olanı sevemeyecek kadar kusursuz yarattım" yani yüce yaratıcımız içimize öyle bir sevme potansiyeli koymuş ki sevdiğimiz birine ya da bir şeye bir sıkıntı gelince çok üzülüyoruz çünkü yaratılışımız gereği içimizdeki sevgi sonsuz, o nedenle Allah dışında neyi ya da kimi seversek sevelim acı çekeceğiz çünkü sonsuza kadar varlığı devam edecek olan bir tek O yani Allah, size dünyadaki en hayırlı eşi bile nasip etse diyor ki "Onu beni sevmeyi öğrenmek için sev, onu benim hediyem olarak gör çünkü o da fani", oysa şimdi evlenenler ne yapıyor, aradıklarını bulduklarını zannediyorlar, eşleriyle mutluluk pozları veriyorlar, ibadetlerini eksiksiz yapanlar ilâhî bir şey yaşadıklarını sanıyorlar ama hayır, ilâhî bir sevgi yalnız Allahla yaşanır ve nasıl buradaki her nimet cennettekinin bir suretiyse en hayırlı karı kocanın sevgisi bile Allaha duyulması icap eden sevginin ancak çok az gelişmiş bir kopyasıdır, hiçbir lezzet Allahı sevmenin hazzını veremez çünkü bizim yaratılış gayemiz Ona kulluk ve içimize kendi ruhundan üflediği için anne, babamızdan, eşimizden, kardeşimizden hatta kendimizden çok sadece Onunla tamam olabiliriz.

Yazdıklarımı Allaha inanan her kul bilir ama herkes bunları içinde hissedip uygulayamaz çünkü bu bir nasip işidir.

Mesela "namaza başladım" diyor biri, hayır Allah namaz kılmayı nihayet nasip etti ya da "namazı bıraktım" diyor bir başkası, oysa namaz onu bıraktı yani Allah onu huzurunda görmek istemedi, namaz, dua, bunlar tamamen nasiple olur.

Peygamberimiz (Sav) buyuruyor ya "Ne şeytanda insanı yoldan saptıracak bir kudret ne de bende kişiyi ilahi yola getirmeyi sağlayacak bir hidayet var, biz sadece telkin ederiz, Allah dilerse olur".

İslamı araştırma zahmetine girmeyenler bu durum için şöyle der "Madem Allah saptırıyor ya da doğru yola iletiyor, öyleyse kulun buradaki iradesi ne, cennete ve cehenneme gönderen Allah ise kul ne yapsın?"

İşte İslamın mucizesi burada başlıyor, Allah-u Teala kuluna "Bana bir adım gelene ben bir adım gelirim" diyor, mübarek gecelerde, seher vakitlerinde "affedilmek isteyen yok mu mağfiret edeyim, hidayet isteyen yok mu nasip edeyim" diye semalarda tecelli ediyor büyük Allahım... Yani bizler gün içinde Onun emir ve yasakların riayet edersek, Onun buyurduğu gibi salih kullar olma gayreti gösterirsek, kimsenin hakkını yemez, Onun uygun gördüklerini yaparsak o zaten bizim kalbimizi istikametine çeviriyor.

"Herkeste, her şeyde beni gör" diyor, "Biri sana yardım mı etti, bil ki ben seni sevdim, biri sana kötü mü davrandı, bil ki ben senin bir hatanı gördüm affetmek için onunla cezalandırdım, biri senden bir şey mi istedi, bil ki ben senin iyilik edip sevap kazanmanı istedim, o kuluma verdiğin şey ondan önce benim elime düşecek ve senin dereceni yükselteceğim, birine aşık mı oldun, bil ki beni sevmeyi öğrenmen için sana beşeri aşkı gönderdim, onu benim rızamı kazanmak için sev"...

İşte Allah-u Teala her gün başımıza gelen her durumda bizimle böyle iletişim halinde, bunu idrak edip Onu sevince insanda öyle bir aşk başlıyor ki dünya için bir şey dilemek aklınıza bile gelmiyor, hani demişsiniz ya 'bari ömrümün geri kalanı gönlüme göre olsa' ben sizin için bunun aksine ahiret saadeti dileyeceğim, olur ya sizin istediğiniz yani bu önünüzde kaç yıl kaldığı belli olmayan belki yarına yetmeyecek ömrünüze hayırsız bir kul musallat olacaktır, siz bilmezsiniz, Allah bilir, inşallah daima ebedi âlemin mutluluğunu ömrünüzün geçmişine ve kalanına tercih edecek kuvette bir idrak ve imana sahip olursunuz, bu da size başınıza gelen ya da gelmeyen her şeye koşulsuz bir rıza gösterme zevki yaşatır, kurumunuzda fetöden dolayı işten çıkarılanlar varmış mesela, eğer suçlularsa ne mutlu cezalarını bu dünyada çekip ahirete temiz gidecekler, masumlarsa ne mutlu, yok yere işlerinden oldukları için ahirette büyük mükafat sahibi olacaklar yani konunun ne olduğu hiç önemli değil, İslamda böyle bir harikuladelik var, başınıza gelen iyiyse de kötüyse de sizin hayrınıza oluyor çünkü Allah kuluna daima en iyisini nasip eder, kul bunu kavrayıp sabır ya da şükür sevabı alabilir ya da Allahın takdirini idrak edemez isyana düşer, bu da Allahın gazabına sebep olur ki bize koskoca kainatı bahşeden, ebedi saadeti vaat eden Rabbimize isyan ne çirkin bir kabahattir.

Allahım nasip ederse "Buyur ya kulum, gir cennetime" dediğini duyduğumuzda bu dünyada gerçekleşmediğine üzüldüğümüz, uğruna ağladığımız her şey için çok mahcup olacağız, şu an bu mahcubiyet birçokları için bir şey ifade etmez çünkü cenneti görmediler, görseler inanırlardı ama gördükten sonra herkes inanacak zaten Allahın vaadi de Onu, cennetini ve peygamberlerini görmeden görmüşçesine sevip inananlara, Allah hepimize o seçkin kullardan olmayı nasip etsin inşallah...

Rabbim sizden ve sizi böylesine güzel yetiştiren ailenizden razı olsun...
dizinizin dibine oturup saatlerce anlattiklarinizi dinleyebilirim
Ne güzel anlatmış ve aciklamissiniz
dinime bir kez daha aşık oldum sayenizde
 

Rabbim sizden ve sizi böylesine güzel yetiştiren ailenizden razı olsun...
dizinizin dibine oturup saatlerce anlattiklarinizi dinleyebilirim
Ne güzel anlatmış ve aciklamissiniz
dinime bir kez daha aşık oldum sayenizde


Allah sizden de razı olsun, yazdıklarım herkesin bildiği şeyler ama sadece Allahı gerçekten seven, Onun istediği ve izin verdiği kullar bunları idrak ve tefekkür eder, Ona bir kez daha aşık olur.

Bu tıpkı özellikle sabah namazını kılabilmenin nasip işi olması yani sadece Allahın dilediği kullarının kılabilmesi gibi...

Kul ne kadar istese de gündüz kalp kırar, Hakka ters davranır, Allahın yasaklarını çiğner, emirlerine uymazsa, gece yatarken niyet de etse, tellal da tutsa sabah kalkamaz çünkü huzurda istenmez ama o bunu idrak edemez, "uykum ağırdı, rüya görüyordum, alarmı duymadım..." gibi bir sürü şey sıralar oysa sabah namazı şahitlidir, inanılmaz kıymetlidir, Allahın günlük himaye mührüdür ve Onun rızasına ters amelleri olan kullar o mührü hak etmedikleri için on tane de saat kursalar, o namaz onlara nasip olmaz.

Allahın her takdirinde akıl almaz hikmetler vardır, sözde iman edenler buna hak verir ama başlarına istemedikleri bir şey gelince hemen şikayete başlarlar, olanı sorgularlar, bu kimseler aldıkları bir eşya bozulsa üretici firmayı aramayı akıl ederler de insanı yaratan, onu bir damla meniden olağanüstü bir varlığa dönüştüren Allahın kendi yarattığının en iyi şekilde nasıl mutlu ve huzurlu olacağını takdir edeceğini düşünemezler, eşya için en iyi müdahaleyi onu yapan aciz bir firmadan bekleyen noksan insan aklının arşın sahibi Allahın bizzat yarattığı insan için neyi uygun gördüyse doğru olanın o olduğunu şeksiz şüphesiz kabullenmesi lazımdır.

Bu kabulleniş bile yeterli değil.

Hz. İsa (as) bir peygamber...

Diğer tüm peygamberler gibi Hak aşığı, kurtuluşa bizlerden çok daha yakın ve layık...

Hal böyleyken Allahın "dünyaya kıymet vermeyin" emrinin en güçlü muhataplarından...

Bir gün yere uzanıyor, başının altına da bir taş koyuyor.

Bildiğimiz yerde, bizim ayakkabıyla üstünde dolaşıp o ayakkabıyı temizlemeden eve sokmadığımız toprağın, çamurun üstünde uyuyacak...

Şeytan sesleniyor, "Ey İsa, bakıyorum da, nihayet sen de Allahın vaatlerinden yüz çevirip dünyaya gönül verdin" diyor.

Hz. İsa (as) şaşkın, ne yaptığını soruyor, şeytan da başının altındaki taşa işaret ediyor.

Hz. İsa (as) hemen doğrularak başının altından alıp atıyor o taşı, "seni de, taşı da, dünyayı da istemiyorum" diyerek tekrar uzanıyor yere.

Allahı gücendirme korkusunun güzelliğine bakar mısınız, Onun için yasakları aşıp mübah olanlardan bile vazgeçmenin yüceliğine, Onun nezdinde sinek kanadı kadar değeri olmadığını buyurduğu dünyayı nasıl da kaldırıp atmamız gerektiğine... Onun için vazgeçtiğimiz her şeyin daha hayırlı bir karşılığı olacağı buyruğuna iman etmek ancak böyle olur, biz annelerimizin istemediği yerlere gitmekten çekinen evlatlarız, Allahın adi ve zelil kıldığı dünyada rahat ve gamsız yaşarsak ayıp etmiş olmaz mıyız...

Bu dünyanın kıymetsizliğine, buradaki cefanın ötelerin sefasını ispat ettiğine bir örnek daha verelim.

Bizim yüce peygamberimiz Hz Muhammed (Sav)...

Üç günlük açlıktan sonra bitkin düşünce Hz Ayşe (r.a) elini karnına koyarak artık hasta olacağını, bir şeyler yemesi gerektiğini söylüyor.

Peygamberimiz (Sav) buyuruyor ki "Benden önceki kardeşlerim çok çile çekti, her çile onların derecesini yükseltti, ben her eziyete katlanıp onlara kavuşmak isterim, kendimi düşünüp onlardan ayrı mı düşeyim..."

Bırakın onun gibi aç kalmayı kaçımız Allahın gözünde ulaşacağı mertebeyi düşünerek maaşını alınca "Bu da etrafımdaki yoksulların hakkı" diyerek düzenli olarak her ay bir miktar ayırıp parasını onlarla bölüşüyor, en sevdiği yemeği sevdiğiyle, evladıyla herkes paylaşır, kim "Allah yolunda neyi feda ederseniz fazlasıyla size geri ihsan edilir" buyruğuna göre en sevdiğini belki hiç sevmediği birine ya da tanımadıklarına veriyor?

Tersine örnekler bol...

Artık giymediği, beğenmediği, sevmediği kıyafeti yoksula verip yaptığı hayırı ballandıra ballandıra anlatanı mı ararsınız...

Allahın gözünde derecesi nedir umursamazken arkadaş grubunda popüler olmak için büyük günah demeden söz taşıyıp bir de bunu kikirdeyerek "gıybet vakti" diye şakaya vuracak kadar hadsizleşeni mi.

Pas tutmuş kalpler Hz. Muhammedin (Sav) güzel ahlakını örneklendiren olayları duyunca "ama o bir peygamber, biz Onun gibi olamayız" diyor, evet o bir peygamber ama bize örnek olsun, nasıl kulluk edilir, Allahın rızası nasıl kazanılır öğrenelim diye yaratılmış, gelmiş geçmiş en mübarek insan, biz Onun gibi olamayız evet ama Onun izinden gitme gayretine bile ne mükafatlar veriyor Allah Azimüşşan, bunu da görmezden gelemeyiz...

Her şey bir yana "Onun gibi olamayız" diye nefsinin ipini gevşeten bir sürü insan kısıtlı bütçesine bakmaz komşusuna haset eder, onun kılık kıyafet ve eşyalarının aynılarını almak için sayısız kredi kartı kullanır, bankaları besler, krediye girip faize bulaşır, aynada Allahın yarattığını beğenmez, televizyondan bir kadını gözüne kestirir, kozmetikçilerde, estetikçilerde ömür çürütür, Peygamberimizi (Sav) en azından taklit ederek ruhunu değiştirmeyi imkansız gören insan, iş bedenini ve evini değiştirmek olunca imkansızı mümkün kılmak için varını yoğunu harcar, bıçak altına yatıp hayatını tehlikeye atar çünkü vadesi bitip eceli geldiğinde bir harabe olacak evi ve ölümünden kısa bir süre sonra kokmuş bir leş olacak cesedi nefsinin gözünde kıymetlidir, Allahın değer verdiği ruha yatırım yapma gereğine muhalefet eden insan uğruna ömrünü verdiği her şeyi toprağın üstünde bırakmanın ebedi acı ve özlemini çekmekle ve sesine kulağını tıkadığı ruhunun derin azaplar görmesiyle toprağın altına girerek cezalandırılır, böyle bir cezaya layık oluş da nefsinin kölesi olmuş insan aklının ne kadar noksan olduğunun ispatıdır.

Allah bizlere bu ve benzeri noksanlıklarımızı tamamlamayı nasip etsin, ömür sermayesi çok kıymetli, perdeler kalkıp ebedi azaba bizzat şahit olunca "Taş olaydım, toprak olaydım" diye feryat edeceği buyurulan insanlardan olmamak için bu dünyayı taş gibi, toprak gibi yani idraksiz ve akılsız gibi yaşamamak lazım, Allah hepimizi böyle şuursuz hallerden korusun, bu sınavdan bizleri alnımızın akıyla çıkarsın inşallah.
 



Allah sizden de razı olsun, yazdıklarım herkesin bildiği şeyler ama sadece Allahı gerçekten seven, Onun istediği ve izin verdiği kullar bunları idrak ve tefekkür eder, Ona bir kez daha aşık olur.

Bu tıpkı özellikle sabah namazını kılabilmenin nasip işi olması yani sadece Allahın dilediği kullarının kılabilmesi gibi...

Kul ne kadar istese de gündüz kalp kırar, Hakka ters davranır, Allahın yasaklarını çiğner, emirlerine uymazsa, gece yatarken niyet de etse, tellal da tutsa sabah kalkamaz çünkü huzurda istenmez ama o bunu idrak edemez, "uykum ağırdı, rüya görüyordum, alarmı duymadım..." gibi bir sürü şey sıralar oysa sabah namazı şahitlidir, inanılmaz kıymetlidir, Allahın günlük himaye mührüdür ve Onun rızasına ters amelleri olan kullar o mührü hak etmedikleri için on tane de saat kursalar, o namaz onlara nasip olmaz.

Allahın her takdirinde akıl almaz hikmetler vardır, sözde iman edenler buna hak verir ama başlarına istemedikleri bir şey gelince hemen şikayete başlarlar, olanı sorgularlar, bu kimseler aldıkları bir eşya bozulsa üretici firmayı aramayı akıl ederler de insanı yaratan, onu bir damla meniden olağanüstü bir varlığa dönüştüren Allahın kendi yarattığının en iyi şekilde nasıl mutlu ve huzurlu olacağını takdir edeceğini düşünemezler, eşya için en iyi müdahaleyi onu yapan aciz bir firmadan bekleyen noksan insan aklının arşın sahibi Allahın bizzat yarattığı insan için neyi uygun gördüyse doğru olanın o olduğunu şeksiz şüphesiz kabullenmesi lazımdır.

Bu kabulleniş bile yeterli değil.

Hz. İsa (as) bir peygamber...

Diğer tüm peygamberler gibi Hak aşığı, kurtuluşa bizlerden çok daha yakın ve layık...

Hal böyleyken Allahın "dünyaya kıymet vermeyin" emrinin en güçlü muhataplarından...

Bir gün yere uzanıyor, başının altına da bir taş koyuyor.

Bildiğimiz yerde, bizim ayakkabıyla üstünde dolaşıp o ayakkabıyı temizlemeden eve sokmadığımız toprağın, çamurun üstünde uyuyacak...

Şeytan sesleniyor, "Ey İsa, bakıyorum da, nihayet sen de Allahın vaatlerinden yüz çevirip dünyaya gönül verdin" diyor.

Hz. İsa (as) şaşkın, ne yaptığını soruyor, şeytan da başının altındaki taşa işaret ediyor.

Hz. İsa (as) hemen doğrularak başının altından alıp atıyor o taşı, "seni de, taşı da, dünyayı da istemiyorum" diyerek tekrar uzanıyor yere.

Allahı gücendirme korkusunun güzelliğine bakar mısınız, Onun için yasakları aşıp mübah olanlardan bile vazgeçmenin yüceliğine, Onun nezdinde sinek kanadı kadar değeri olmadığını buyurduğu dünyayı nasıl da kaldırıp atmamız gerektiğine... Onun için vazgeçtiğimiz her şeyin daha hayırlı bir karşılığı olacağı buyruğuna iman etmek ancak böyle olur, biz annelerimizin istemediği yerlere gitmekten çekinen evlatlarız, Allahın adi ve zelil kıldığı dünyada rahat ve gamsız yaşarsak ayıp etmiş olmaz mıyız...

Bu dünyanın kıymetsizliğine, buradaki cefanın ötelerin sefasını ispat ettiğine bir örnek daha verelim.

Bizim yüce peygamberimiz Hz Muhammed (Sav)...

Üç günlük açlıktan sonra bitkin düşünce Hz Ayşe (r.a) elini karnına koyarak artık hasta olacağını, bir şeyler yemesi gerektiğini söylüyor.

Peygamberimiz (Sav) buyuruyor ki "Benden önceki kardeşlerim çok çile çekti, her çile onların derecesini yükseltti, ben her eziyete katlanıp onlara kavuşmak isterim, kendimi düşünüp onlardan ayrı mı düşeyim..."

Bırakın onun gibi aç kalmayı kaçımız Allahın gözünde ulaşacağı mertebeyi düşünerek maaşını alınca "Bu da etrafımdaki yoksulların hakkı" diyerek düzenli olarak her ay bir miktar ayırıp parasını onlarla bölüşüyor, en sevdiği yemeği sevdiğiyle, evladıyla herkes paylaşır, kim "Allah yolunda neyi feda ederseniz fazlasıyla size geri ihsan edilir" buyruğuna göre en sevdiğini belki hiç sevmediği birine ya da tanımadıklarına veriyor?

Tersine örnekler bol...

Artık giymediği, beğenmediği, sevmediği kıyafeti yoksula verip yaptığı hayırı ballandıra ballandıra anlatanı mı ararsınız...

Allahın gözünde derecesi nedir umursamazken arkadaş grubunda popüler olmak için büyük günah demeden söz taşıyıp bir de bunu kikirdeyerek "gıybet vakti" diye şakaya vuracak kadar hadsizleşeni mi.

Pas tutmuş kalpler Hz. Muhammedin (Sav) güzel ahlakını örneklendiren olayları duyunca "ama o bir peygamber, biz Onun gibi olamayız" diyor, evet o bir peygamber ama bize örnek olsun, nasıl kulluk edilir, Allahın rızası nasıl kazanılır öğrenelim diye yaratılmış, gelmiş geçmiş en mübarek insan, biz Onun gibi olamayız evet ama Onun izinden gitme gayretine bile ne mükafatlar veriyor Allah Azimüşşan, bunu da görmezden gelemeyiz...

Her şey bir yana "Onun gibi olamayız" diye nefsinin ipini gevşeten bir sürü insan kısıtlı bütçesine bakmaz komşusuna haset eder, onun kılık kıyafet ve eşyalarının aynılarını almak için sayısız kredi kartı kullanır, bankaları besler, krediye girip faize bulaşır, aynada Allahın yarattığını beğenmez, televizyondan bir kadını gözüne kestirir, kozmetikçilerde, estetikçilerde ömür çürütür, Peygamberimizi (Sav) en azından taklit ederek ruhunu değiştirmeyi imkansız gören insan, iş bedenini ve evini değiştirmek olunca imkansızı mümkün kılmak için varını yoğunu harcar, bıçak altına yatıp hayatını tehlikeye atar çünkü vadesi bitip eceli geldiğinde bir harabe olacak evi ve ölümünden kısa bir süre sonra kokmuş bir leş olacak cesedi nefsinin gözünde kıymetlidir, Allahın değer verdiği ruha yatırım yapma gereğine muhalefet eden insan uğruna ömrünü verdiği her şeyi toprağın üstünde bırakmanın ebedi acı ve özlemini çekmekle ve sesine kulağını tıkadığı ruhunun derin azaplar görmesiyle toprağın altına girerek cezalandırılır, böyle bir cezaya layık oluş da nefsinin kölesi olmuş insan aklının ne kadar noksan olduğunun ispatıdır.

Allah bizlere bu ve benzeri noksanlıklarımızı tamamlamayı nasip etsin, ömür sermayesi çok kıymetli, perdeler kalkıp ebedi azaba bizzat şahit olunca "Taş olaydım, toprak olaydım" diye feryat edeceği buyurulan insanlardan olmamak için bu dünyayı taş gibi, toprak gibi yani idraksiz ve akılsız gibi yaşamamak lazım, Allah hepimizi böyle şuursuz hallerden korusun, bu sınavdan bizleri alnımızın akıyla çıkarsın inşallah.

Amin...
Allah razı olsun...
gerçekten gözünüzün içine bakarak dinlemek isterdim anlattıklarınızı.


evim küçük diye çok dert ediyorum, zayiflayamiyorum diyede.
Hep bi borç hep bi yokluk diye düşünürken, anlattıklarınız beni çok utandirdi
elhamdulillah Müslümanım diyorum ama tam teslim olamamışım rabbime
 
X