Konu biraz daha ilerlemiş, ne güzel.
İnsanın Allahtan, Onun lütuflarından bahsedecek mecra bulabilmesi ne harika, bunu nasip eden de Allah, öyleyse bunun şükrünü eda etmiş olalım Onun fazlı kereminden bahsedelim.
İşini Allaha bırakma samimiyeti konusunda sorun yaşayan insan maalesef teslimiyette zayıftır yani nefsine esir olup bu esaretle dünyayı kendine zehir eden bir biçareye dönüşmüştür.
Şöyle örneklendirelim...
Henüz küçük bir çocuğuz, ısrarla bir oyuncak istiyoruz fakat bizim istediğimiz oyuncak oldukça pahalı, babamız bize aybaşı gelmediği için onu alamayacağını söylüyor.
Biz ayaklarımızı yerlere vurarak, bağırıp ağlayarak ısrar ediyoruz.
Bu halimize üzülen aslında belki de bizi susturmaktan başka gayesi olmayan babamız bize istediğimiz oyuncaktan daha küçük, daha renksiz bir şey almayı teklif ediyor.
Bizim çığlıklarımız daha da artıyor çünkü kendi isteğimiz olan ışıl ışıl, diğer çocukların ağzını açık bırakacak oyuncağa kafayı takmışız bir kere.
Fakat babamız da bir o kadar kararlı, parası olmadığını, onu alamayacağını söylüyor.
Pes eden biz oluyoruz, aybaşı gelsin, babamız maaşını alsın da hayalini kurduğumuz oyuncağa kavuşalım diye gün sayıyoruz.
Sahiden de maaşını alınca babamızın ilk işi o oyuncağı almak oluyor ve akşam eve gelince kucağına atlayarak oyuncağımızı istiyoruz ondan, beklediğimize değiyor, iyi ki onun teklif ettiği küçük hediyeye razı olmamışız diyoruz...
İşte bu misal dünya hayatında bizim arzu ve isteklerimizden, onlara kavuşana kadarki halimizden bir kesit.
Çünkü Allah-u Teala dualarımıza şöyle icabet ediyor.
Eğer dua ettiğimiz mevzu bir başkası için sorun teşkil etmeyecekse ve hayırlı bir istekse;
1- istediğimizi veriyor.
2- istediğimizi vermiyor ama Ondan bir şey istemek için dua ederek Onun lütfu ve rahmeti karşısında acziyetimizi dile getirmemiz karşısında ihsanda bulunarak daha evvel işlediğimiz bir günahı affediyor.
(Allahım, ne harika bir lütuf, normal şartlarda ahirette gazabıyla bizi cezalandırabileceği bir günahımızı bu dünyada istediğimizi mesela bir tencere tava setini vermeyerek affediyor.)
3- istediğimizi vermeyi ahirette daha büyük bir karşılıkla ödüllendirmek üzere erteliyor.
(Allahım, bu nasıl bir lütuf, dünyayla kıyaslanamayacak derecede çetin, annenin yavrusundan hak ister korkusuyla kaçtığı bir günde bize rahmet etmek için bu dünyanın ne fani, ne boş bir isteğini geri çeviriyor büyük Allahım.
Orada duası kabul edilmeyenlere verilen karşılıkları görünce kulların "ah, bizim de dünyada duamız kabul olmasaydı da bu lütfa erişseydik" diyecekleri buyuruluyor.
Tıpkı bu dünyada hasta, engelli ya da müzmin bir derdi olanlara ahirette yapılacak ihsanları görünce "ah, bizim de dünyada derilerimiz makasla kesilseydi de biz de bu rahmeti görseydik" diyecekleri buyurulduğu gibi.)
Bu kabilden bakınca bu kıymetsiz ve fâni dünya için aynı fânilikte dünyevi bir isteği olan kulun duası kabul olduğunda kişi kârda mıdır, yoksa zararda mı?
Doğarken yanımızda olmamış ve yine ölürken yanımızda götüremeyeceğimiz dünyevi bir istek kabul görürse yarına garantisi olmayan ve muhakkak sonu bulunan ömrümüzde elde edeceğimiz kazanç, mana aleminde Allahın lütfunu kesin şekilde vaat ettiği teslimiyet ve sabır sevabıyla kıyaslanabilir mi?
Allah Azimüşşan bize katiyetle buyurmuş, "Dünya saadeti isteyenlerin ahirette nasibi yoktur" çünkü mümin dünyada saadete eremez, en sevdiğinden ayrı düşmüştür, nasıl mutlu olsun?
Bizler Kalu Belada söz verdik, Allah-u Teala buyurdu "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" diye, biz de "Evet, Rabbimizsin" dedik, bu sadece Ona kulluk edeceğimizin yeminiydi, biz dünyaya bu yeminin gereğini yerine getirmek için geldik, ne iyi bir iş, ne iyi bir eş, ne gözümüzün nuru olan çocuklarımız, hiçbiri bu dünyaya geliş amacımız değil hatta onlar nedeniyle Allaha kulluk etme görevimizi aksatırsak helak oluyoruz.
Mesela kişi işinde başarılı ama namaz kılmıyor, ahirette ilk sorgu namazdan, bu kul işinde en yüksek derecelere gelse ne olur?
Kadın harika bir anne, evlatlarını sağlıklı yetiştirmiş, gelişimlerini düzenli takip ediyor, çocukları en iyi okulları kazanmış ama Allahı tanımıyor ya da namaz kılmayı bilmiyor, ahirette yüce Allahtan evvel evlatları yapışacak hanımın yakasına "Bana neden dinimi öğretmedin" diye.
Bir başkası sevdiği adamla dillere destan bir düğünle evleniyor, herkes onlara imreniyor, örnek çift deniliyor, evde süslü masalarda şık davetler veriliyor ama Kuran'ı Kerim'in yeri bilinmiyor, sosyal medya hesaplarında "Hayırlı eş huzurun başlangıcıdır" yazıyor ama ilâhî huzura çıktıklarında hesabı verilecek ibadetlere tatillerden, gezmelerden sıra gelmiyor, cennette bir arada olma isteği fotoğrafların altına yazılıyor ama cennete götürecek ameller işlenmiyor, o hâlde hangi hayırlı eşten, hangi huzurdan, hangi cennetten bahsediliyor?
Yineliyorum biz bu dünyaya Allaha kulluk etmek için gönderildik ve bunu yapacağımıza dair söz verdik.
O dünyadan buraya doğduk, daha anne rahmine düşüşte, bebeklik ve ilk çocuklukta bu ahdimizi unuttuk sadece Allahın peygamberleri ve salih kulları bu ahde vefa gösterebiliyorlar çünkü onların kalbi gaib aleminden ayrı değil, biz ise nefsimizi azgın bir hayvan gibi besliyoruz, herkesin Allaha inancı sözde tam ama namaz kılarken bile akıllarımızda çocuğumuzun süt dişi, sevdiğimiz delikanlı, bir dahaki ay alacağımız kolye ya da tartıştığımız komşu...
Allah-u Teala yine de bize merhamet buyurmuş ve bizi bize bırakmayarak "Kalpler ancak Allahı anmakla huzur bulur" diyerek tek ve mutlak ruhi sıhhat yolunu bildirmiş.
Yani buyuruyor ki "Çocuğunun süt dişi çıkar, sonra bağırsağı bozulur, sevdiğin delikanlıya kavuşursun, sonra tartışmalar, maddi sıkıntılar başlar, bir dahaki ay alacağın kolyeyi takarsın ama üç gün sonra ondan da hevesin kaçar"...
Sahiden öyle olmuyor mu, hangi isteğimize kavuşunca yeni bir arzu filizlenmiyor içimizde?
Hayatımızda kaç kez "Şu bi olsun Allahtan başka bir şey istemem" dedik ve yine istemedik?
Yine sayısız kereler bir derde düşünce "Allahım bu bir sınav biliyorum, bunu bi atlatayım çok dikkatli olacağım, emrinden çıkmayacağım" dedik ama Allah o isteğimizi lutfettiyse kalp kırmaya devam ettik, gıybet ettik, "kızma" buyurulmasına rağmen çocuğumuza, eşimize, kardeşimize bağırdık ki bazen haddi aşıp fazlasını da yaptık, Allah affetsin.
Mana aleminden buraya doğduk, burada ne amel işler, ne kadar ibadet ve infak eder, Allahın yarattıklarında Onun tecellisini görerek ve her şeyi Ondan bilerek yaşarsak, yasaklarından kaçınırsak o kadar kârdayız.
Bu teslimiyette olmayan kişi en çok parası, en yakışıklı eşi, en büyük evi olanı şanslı addeder yani dünyevi istekleri gerçekleşenleri kıskanır, onların yerinde olmak ister, "benim niye dualarım kabul olmuyor" diye dövünür.
Oysa nasıl o alemden buraya doğduysak öldüğümüz vakit tekrar orada zuhur edeceğiz yani dünya denen bu geçici duraktan ayrılıp tekrar orada, sonsuz yurdumuzda doğacağız, biz zaten oranın yerlisiyiz.
Bu doğumda fâni dünyanın ne parasının, ne eşinin, ne işinin, ne de evinin bize bir faydası olacak.
Kabul olunmayan hayırlı duaların misliyle karşılığı, sabah akşam edilen ibadetlerin ödülü, gizli gizli yapılan iyiliklerin bizzat Allah tarafından teşekkürü orada nasip olacak.
Bundan bir saniye dahi şüphe eden insan iman lezzetini tadamaz ve o hal üzerine ölürse gaibe iman etmemiş olur ki Allah korusun itikadını kaybetme riski vardır ve bundan bir saniye bile şüphe etmeyen kimse duası kabul edilmedi diye düşünmez, üzülmez çünkü kabulün makbulünün ancak ahiret yurdunda olacağını bilir.
O ilahi hesap günü Allahın lütuf ve gazabını görünce her şey için çok geç olacak lütfen yüce Allahımızı anne babamızdan, binbir emekle aldığımız evimiz ve arabamızdan, süt kokulu yavrumuzdan ve hatta kendi varlığımızdan çok sevelim, herkes Onu o kadar sevdiğini iddia eder ama seven sevdiğinden bir şey beklemez, istediği olmayınca gücenmez, sevdiği istediğini verirse bunu bir lütuf, vermezse imtihan olarak görür.
Yazdıklarımı içi boş olarak değerlendirmemeniz açısından kendi durumumu ifade edeyim, zor bir sınavdan geçtim, geçiyorum ama Allahımı o kadar seviyorum ki başıma bunlar gelmeseydi samimiyetle Ona teslim olma istek ve gayretimi gösteremezdim diye yaşadığım acı bana bal gibi geliyor, Allah-u Teala sızlattığı kalbin sahibi isyana düşmezse onu mükafatını vermeden bırakmayacağını vaat ediyor, bana bütün kainatı verdiği, hani derler ya mandalinayı bile soyup kabuğuna yerleştirdiği yetmezmiş gibi bir de verdiği acıya karşılık lütuf nasip edecek, bana, milyarlarca kulundan birine, beni bu sınava layık görmüş, öylesine, amaçsız bir hayat yaşatıp ahireti unutturabilecek, istikametini kaybettirebilecekken büyük bir imtihanla kendi yoluna döndürmüş, insan bu yücelik karşısında nasıl erimez, akıl Onu övmekte aciz kalıyor, Allahım ne büyüksün...
Allah bizi vesveselerden, mantığımızı Onun rahmetini anlama aczinden korusun ve bizim Onu çok sevdiğimiz gibi O da bizleri sevdiği ve razı olduğu kullar haline getirsin inşallah.