E
EU1
Ziyaretçi
- Konu Sahibi EU1
- #1
Ekonomik Dönüşümün Ana Hatları:
Haziran 1989 parlamento seçimleri, "Yuvarlak Masa" müzakerelerinin neticesinde komünistlerin kendilerine Sejm'de biçimsel çoğunluğu garantilemelerine rağmen ("Dayanışma" ise Senato'da salt çoğunluk kazanmıştır) Polonya'nın savaş sonrası tarihinde dönüm noktasını oluşturmuştur.
Bu yılın sonbaharında, Başbakan Tadeusz Mazowiecki'nin başkanlığında, savaş sonrasındaki ilk komünist olmayan hükümet kurulmuştur. Ancak bu hükümet, önceki sistemden bozulmuş bir ekonomik yapıyı miras olarak almıştır. Bu ekonominin özelliği ise kamu mülkiyetinin hakimiyeti, ağır sanayinin üstünlüğü ve tüketim malları üretimi ile hizmet sektörünün zayıf gelişimiydi. Özellikle yatırım alanında iktisadi planlama ve ekonomik kararların merkezden alınma mekanizmaları, üretimin tekelleşmesine ve yüksek derecede yoğunlaşmasına sebep olmuştur ve de tüm bunlar rekabet ortamının gelişmesini zorlaştırmıştır. Bu vaziyet gittikçe zayıflayan girişimcilik tarafından büyük boyutlara ulaşarak sonuçta her şeyin devlete dayalı olduğu kanaatiyle kendini ifade eden Sovyet mentalitesinin yerleşmesi ile daha da ilerlemişti. Kamu kontrolündeki fiyatların çarpıtılmış yapısı, onlara bir taraftan kaynak tahsisi sürecinde doğru rolü oynamalarına müsaade etmemiş, diğer taraftan ise pazar eksikliği yaratmıştır. Bu mucize, müteşebbislerin "hafif bütçe sıkıntıları" olarak adlandırdığı olay tarafından güçlendirilmiştir. Ekonomi, büyük ölçüde dünyadan izole edilmiştir. Bunun özelliği ise, ihracatın az gelişmişliği, yabancı sermayenin ve dış dünya ile üretim bağlantılarının eksikliğidir. Bütün bunlar, ekonomi yönetiminin düşük verimliliğine yansımış ve düşük hayat standardı ve piyasadaki malların sürekli kısıtlılığı da buna eşlik etmiştir. Dahası, 1989 yılının ikinci yarısında hiper enflasyon da baş göstermiş; bu dönemin fiyat artışları - önceki hükümetin seçim öncesinde yürüttüğü umursamaz fiyat ve mali politikası yüzünden - %1.500'ü aşmıştır. Bu durum piyasayı daha da sarsmıştır ve kendini "boş raflar" mucizesi olarak göstermiştir. Komşu ülkelerdeki ekonomik çöküş ve CMEA'nın dağılışı, dış ticaret ve sanayi üretimindeki sıkıntıları daha da ağırlaştırmıştır.
Bu şartlarda, 1989 yılının sonunda yeni hükümet ve parlamento, Maliye Bakanı Leszek Balcerowicz'den sonra onun ismiyle anılan, kanunlar ve ekonomik politika ölçütleri paketini içeren "Balcerowicz Planı"nı kabul etmiştir. Bu "şok tedavi", ülkenin ekonomik sistemini ve ekonomi politikasını değiştirmiştir. Uygulama, ekonominin merkeziyetçi planlanmasına ve kumandalı ekonomiye bir nokta koymuştur. 1989'dan 1990'a geçilirken başlayan Polonya ekonomisinin dönüşümü ikili bir rol oynamıştır. Mevcut derin piyasa dengesizliği açısından, sonraki ekonomik dönüşümün temeli olan dengeyi öncellikle sağlamak gerekirdi. Ancak bundan sonra hükümet, pazar ekonomisine geçişi garantileyen sistematik dönüşüm programını uygulayarak, uzun dönem ve daimi büyüme için şartları koruyarak ilerleyebilecekti. İstikrarın adımları, aşağıdaki üç ana faaliyet hattından oluşmaktadır.
İlk önce, fiyatlar serbest bırakılmıştır (liberalleşme), bu da - sadece bir kaç istisna dışında - merkez kararları ile sabit tutulan fiyatlardan, piyasa tarafından belirlenen fiyatlara geçiş şeklinde olmuştur. İkinci sırada, mali politikanın - son komünist hükümetin sorumsuz seçim öncesi kararları ile ülkenin abartılı büyütülen bütçe açığında sürekli bir azalmayı sağlaması vardı.
Eşzamanlı olarak, bütçe açığının kapatılması prensipleri de değiştirilmiştir; bunun Merkez Bankası tarafınca finanse edilmesi yasaklanmıştır, bu da önceki döneme ait enflasyonist bir uygulama olan "karşılıksız" para basımından vazgeçilmesi anlamına geliyordu. Buna ilaveten, yerli üretimin ve tüketimin sübvanse edilmesi önemli ölçüde azaltılmıştır.
Üçüncü olarak, yüksek pozitif reel oranlara ulaşmak için nominal faiz oranları önemli ölçüde yükseltilerek para politikası radikal olarak değiştirilmiş, bu da kredi genişlemesini azaltmıştır.
Böylece, merkezden planlanan ekonomide kamu girişimcilerinin iç talep artışının ve pazar eksikliğinin nedeni olan "hafif bütçe sıkıntıları" ortadan kaldırılmıştır. Yerli para biriminin aşırı devalüasyonundan sonra istikrar programı sabit döviz kuru şeklinde bir "çıkar yola" dayandırılmıştır. Bütün bu adımlar neredeyse bir gecede, komünist sisteminin tipik özelliği olan kısıtlılıklar dolu ekonomiden ayrılışı ile sonuçlanmıştır. Sadece tüketim malları için değil, sermaye malları ve üretim girdileri için piyasa dengeleri sağlanmıştır. Daha önce girişimciler için karar verme aşamasında önemsiz bir parametre olan fiyatlar, kaynak tahsisinin şekillendirilmesinde önemli faktör durumuna gelmiştir. Stokların tutulmasına artık gerek duyulmadığından onların yönetimi de daha rasyonel hale gelmiştir.
"Şok tedavi" olarak adlandırılan ve bazen haksız olarak olumsuz sosyal etkilerinden dolayı eleştirilere maruz kalmasına rağmen bu uygulamanın neticesinde, ekonomik büyüme açısından Polonya, tüm post-sosyalist ülkeler arasında en az acıyı duymuştur; 1990-1992 arasında GSMH sadece %15 oranında azalmıştır. Böylece Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri arasında, dönüşüm neticesinde ortaya çıkan resesyonu yenebilen ve istikrarlı ekonomik büyüme yoluna girebilen ilk ülke olmuştur. Sürekli ekonomik istikrar, merkezi planlama ekonomisinden piyasa ekonomisine geçiş için zemini oluşturarak sistemin temel ve yapısal değişikliklerinin başlangıcı için imkan sağlamıştır. Bunun anlamı, ilk olarak ekonominin yeni yerli ve yabancı teşebbüsler için açılması ve iflasın yasal ve kurumsal çerçevelerinin oluşturulmasıydı. İkinci olarak, mevcut kamu müesseselerinin özel teşebbüslere satılması dahil olmak üzere çok geniş çaplı özelleştirme imkanı sağlanmıştır. Üçüncü olarak, devletin ekonomideki rolü radikal ölçüde sınırlanmıştır, bu da merkezden planlanmış sistemden vazgeçilmesinin başlangıcı olmuştur ve devlet bütçesinin yeniden dağılımı fonksiyonunun artış sürecini durdurmuştur.
Dördüncü sırada, 1980'li yıllarda başlatılan ve Merkez Bankası'nın fonksiyonlarını ticari bankalarınkinden ayırt eden iki kademeli sistemin oluşturulmasından ibaret olan bankacılık sistemi reformlarının etkili ve uyumlu sürekliliği gerekli görülmüştür.
Beşinci olarak, hem tamamen liberalleşmiş dış ticaret konusundaki devlet tekelinin kaldırılması ve bu sektörde tüm teşebbüslere serbest faaliyet gösterebilme imkanın sağlanmasıyla dış ticaret açısından, hem de özel yabancı sermaye açısından ülkenin ekonomisi dünyaya açıldı.
Altıncı sırada, komünist ekonominin ana özelliği olan, üretimin tekelleşme ve yoğunlaşmasından vazgeçilmeye yönelik değişimlere izin verildi. Planlı ekonomi sisteminden kaynaklanan üretimin yoğunlaşması neticesinde sağlıksız ekonomi yapısı, bir tarafta büyük sanayi tesislerinin baskınlığı, diğer taraftan ise az gelişmiş küçük ve orta ölçekli müesseseleri olan ve "ters piramit" olarak adlandırılan şekilde yapılandırılmıştır.
Sistematik uygulanan reformlar, ekonominin hem sektörler hem de onları dallarının yapısında kademeli olarak yapısal değişikliklerin yapılabilmesine imkan sağlamıştır. İthalatın liberalizasyonunda benzeri şekilde piyasadaki rekabetin artışına ve post-komünist sanayi devlerinin tekel gücünün sınırlandırılmasına katkısı olmuştur.
Ancak bu sürekli değişim, "Dayanışma paradoksu" olarak adlandırabilecek çok karışık sosyo-politik durumda yer almıştır. Polonya'daki değişim, diğer post-komünist ülkelerdeki gibi değil, kökleri öncelikle büyük sosyalist sanayi tesislerinde (tersane, kömür ocakları vs s. gibi) çalışan işçi sınıfından başlayan ve "Dayanışma" harekatı şeklinde oluşan, açıkça tarif edilebilir siyasi muhalefet tarafından ortaya çıkartılmıştır. Bu şekilde komünizm, onun doktrinine göre sistemin başlıca dayanağı olması gereken büyük sanayi tesislerinin işçileri tarafından kaldırılmıştır. Fakat her nedense ilk olarak, büyük ve verimsiz sanayi dinozorları, kendilerini piyasadaki reformlar sürecinin kurbanları gibi hissetmişlerdi. Ondan dolayı dayanışma hükümetleri içinde ikiye ayrılırlar; bir taraftan sistemin ve yapısal reformların ihtiyacının bilincindedirler, diğer taraftan ise onların siyasi temelini yıkan bu reformların sosyal açıdan neticelerini idrak etmektedirler.
Haziran 1989 parlamento seçimleri, "Yuvarlak Masa" müzakerelerinin neticesinde komünistlerin kendilerine Sejm'de biçimsel çoğunluğu garantilemelerine rağmen ("Dayanışma" ise Senato'da salt çoğunluk kazanmıştır) Polonya'nın savaş sonrası tarihinde dönüm noktasını oluşturmuştur.
Bu yılın sonbaharında, Başbakan Tadeusz Mazowiecki'nin başkanlığında, savaş sonrasındaki ilk komünist olmayan hükümet kurulmuştur. Ancak bu hükümet, önceki sistemden bozulmuş bir ekonomik yapıyı miras olarak almıştır. Bu ekonominin özelliği ise kamu mülkiyetinin hakimiyeti, ağır sanayinin üstünlüğü ve tüketim malları üretimi ile hizmet sektörünün zayıf gelişimiydi. Özellikle yatırım alanında iktisadi planlama ve ekonomik kararların merkezden alınma mekanizmaları, üretimin tekelleşmesine ve yüksek derecede yoğunlaşmasına sebep olmuştur ve de tüm bunlar rekabet ortamının gelişmesini zorlaştırmıştır. Bu vaziyet gittikçe zayıflayan girişimcilik tarafından büyük boyutlara ulaşarak sonuçta her şeyin devlete dayalı olduğu kanaatiyle kendini ifade eden Sovyet mentalitesinin yerleşmesi ile daha da ilerlemişti. Kamu kontrolündeki fiyatların çarpıtılmış yapısı, onlara bir taraftan kaynak tahsisi sürecinde doğru rolü oynamalarına müsaade etmemiş, diğer taraftan ise pazar eksikliği yaratmıştır. Bu mucize, müteşebbislerin "hafif bütçe sıkıntıları" olarak adlandırdığı olay tarafından güçlendirilmiştir. Ekonomi, büyük ölçüde dünyadan izole edilmiştir. Bunun özelliği ise, ihracatın az gelişmişliği, yabancı sermayenin ve dış dünya ile üretim bağlantılarının eksikliğidir. Bütün bunlar, ekonomi yönetiminin düşük verimliliğine yansımış ve düşük hayat standardı ve piyasadaki malların sürekli kısıtlılığı da buna eşlik etmiştir. Dahası, 1989 yılının ikinci yarısında hiper enflasyon da baş göstermiş; bu dönemin fiyat artışları - önceki hükümetin seçim öncesinde yürüttüğü umursamaz fiyat ve mali politikası yüzünden - %1.500'ü aşmıştır. Bu durum piyasayı daha da sarsmıştır ve kendini "boş raflar" mucizesi olarak göstermiştir. Komşu ülkelerdeki ekonomik çöküş ve CMEA'nın dağılışı, dış ticaret ve sanayi üretimindeki sıkıntıları daha da ağırlaştırmıştır.
Bu şartlarda, 1989 yılının sonunda yeni hükümet ve parlamento, Maliye Bakanı Leszek Balcerowicz'den sonra onun ismiyle anılan, kanunlar ve ekonomik politika ölçütleri paketini içeren "Balcerowicz Planı"nı kabul etmiştir. Bu "şok tedavi", ülkenin ekonomik sistemini ve ekonomi politikasını değiştirmiştir. Uygulama, ekonominin merkeziyetçi planlanmasına ve kumandalı ekonomiye bir nokta koymuştur. 1989'dan 1990'a geçilirken başlayan Polonya ekonomisinin dönüşümü ikili bir rol oynamıştır. Mevcut derin piyasa dengesizliği açısından, sonraki ekonomik dönüşümün temeli olan dengeyi öncellikle sağlamak gerekirdi. Ancak bundan sonra hükümet, pazar ekonomisine geçişi garantileyen sistematik dönüşüm programını uygulayarak, uzun dönem ve daimi büyüme için şartları koruyarak ilerleyebilecekti. İstikrarın adımları, aşağıdaki üç ana faaliyet hattından oluşmaktadır.
İlk önce, fiyatlar serbest bırakılmıştır (liberalleşme), bu da - sadece bir kaç istisna dışında - merkez kararları ile sabit tutulan fiyatlardan, piyasa tarafından belirlenen fiyatlara geçiş şeklinde olmuştur. İkinci sırada, mali politikanın - son komünist hükümetin sorumsuz seçim öncesi kararları ile ülkenin abartılı büyütülen bütçe açığında sürekli bir azalmayı sağlaması vardı.
Eşzamanlı olarak, bütçe açığının kapatılması prensipleri de değiştirilmiştir; bunun Merkez Bankası tarafınca finanse edilmesi yasaklanmıştır, bu da önceki döneme ait enflasyonist bir uygulama olan "karşılıksız" para basımından vazgeçilmesi anlamına geliyordu. Buna ilaveten, yerli üretimin ve tüketimin sübvanse edilmesi önemli ölçüde azaltılmıştır.
Üçüncü olarak, yüksek pozitif reel oranlara ulaşmak için nominal faiz oranları önemli ölçüde yükseltilerek para politikası radikal olarak değiştirilmiş, bu da kredi genişlemesini azaltmıştır.
Böylece, merkezden planlanan ekonomide kamu girişimcilerinin iç talep artışının ve pazar eksikliğinin nedeni olan "hafif bütçe sıkıntıları" ortadan kaldırılmıştır. Yerli para biriminin aşırı devalüasyonundan sonra istikrar programı sabit döviz kuru şeklinde bir "çıkar yola" dayandırılmıştır. Bütün bu adımlar neredeyse bir gecede, komünist sisteminin tipik özelliği olan kısıtlılıklar dolu ekonomiden ayrılışı ile sonuçlanmıştır. Sadece tüketim malları için değil, sermaye malları ve üretim girdileri için piyasa dengeleri sağlanmıştır. Daha önce girişimciler için karar verme aşamasında önemsiz bir parametre olan fiyatlar, kaynak tahsisinin şekillendirilmesinde önemli faktör durumuna gelmiştir. Stokların tutulmasına artık gerek duyulmadığından onların yönetimi de daha rasyonel hale gelmiştir.
"Şok tedavi" olarak adlandırılan ve bazen haksız olarak olumsuz sosyal etkilerinden dolayı eleştirilere maruz kalmasına rağmen bu uygulamanın neticesinde, ekonomik büyüme açısından Polonya, tüm post-sosyalist ülkeler arasında en az acıyı duymuştur; 1990-1992 arasında GSMH sadece %15 oranında azalmıştır. Böylece Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri arasında, dönüşüm neticesinde ortaya çıkan resesyonu yenebilen ve istikrarlı ekonomik büyüme yoluna girebilen ilk ülke olmuştur. Sürekli ekonomik istikrar, merkezi planlama ekonomisinden piyasa ekonomisine geçiş için zemini oluşturarak sistemin temel ve yapısal değişikliklerinin başlangıcı için imkan sağlamıştır. Bunun anlamı, ilk olarak ekonominin yeni yerli ve yabancı teşebbüsler için açılması ve iflasın yasal ve kurumsal çerçevelerinin oluşturulmasıydı. İkinci olarak, mevcut kamu müesseselerinin özel teşebbüslere satılması dahil olmak üzere çok geniş çaplı özelleştirme imkanı sağlanmıştır. Üçüncü olarak, devletin ekonomideki rolü radikal ölçüde sınırlanmıştır, bu da merkezden planlanmış sistemden vazgeçilmesinin başlangıcı olmuştur ve devlet bütçesinin yeniden dağılımı fonksiyonunun artış sürecini durdurmuştur.
Dördüncü sırada, 1980'li yıllarda başlatılan ve Merkez Bankası'nın fonksiyonlarını ticari bankalarınkinden ayırt eden iki kademeli sistemin oluşturulmasından ibaret olan bankacılık sistemi reformlarının etkili ve uyumlu sürekliliği gerekli görülmüştür.
Beşinci olarak, hem tamamen liberalleşmiş dış ticaret konusundaki devlet tekelinin kaldırılması ve bu sektörde tüm teşebbüslere serbest faaliyet gösterebilme imkanın sağlanmasıyla dış ticaret açısından, hem de özel yabancı sermaye açısından ülkenin ekonomisi dünyaya açıldı.
Altıncı sırada, komünist ekonominin ana özelliği olan, üretimin tekelleşme ve yoğunlaşmasından vazgeçilmeye yönelik değişimlere izin verildi. Planlı ekonomi sisteminden kaynaklanan üretimin yoğunlaşması neticesinde sağlıksız ekonomi yapısı, bir tarafta büyük sanayi tesislerinin baskınlığı, diğer taraftan ise az gelişmiş küçük ve orta ölçekli müesseseleri olan ve "ters piramit" olarak adlandırılan şekilde yapılandırılmıştır.
Sistematik uygulanan reformlar, ekonominin hem sektörler hem de onları dallarının yapısında kademeli olarak yapısal değişikliklerin yapılabilmesine imkan sağlamıştır. İthalatın liberalizasyonunda benzeri şekilde piyasadaki rekabetin artışına ve post-komünist sanayi devlerinin tekel gücünün sınırlandırılmasına katkısı olmuştur.
Ancak bu sürekli değişim, "Dayanışma paradoksu" olarak adlandırabilecek çok karışık sosyo-politik durumda yer almıştır. Polonya'daki değişim, diğer post-komünist ülkelerdeki gibi değil, kökleri öncelikle büyük sosyalist sanayi tesislerinde (tersane, kömür ocakları vs s. gibi) çalışan işçi sınıfından başlayan ve "Dayanışma" harekatı şeklinde oluşan, açıkça tarif edilebilir siyasi muhalefet tarafından ortaya çıkartılmıştır. Bu şekilde komünizm, onun doktrinine göre sistemin başlıca dayanağı olması gereken büyük sanayi tesislerinin işçileri tarafından kaldırılmıştır. Fakat her nedense ilk olarak, büyük ve verimsiz sanayi dinozorları, kendilerini piyasadaki reformlar sürecinin kurbanları gibi hissetmişlerdi. Ondan dolayı dayanışma hükümetleri içinde ikiye ayrılırlar; bir taraftan sistemin ve yapısal reformların ihtiyacının bilincindedirler, diğer taraftan ise onların siyasi temelini yıkan bu reformların sosyal açıdan neticelerini idrak etmektedirler.