28 Ocak 2021, ASLAN Burcu’nda DOLUNAY; DOĞUM SANCISI…
28 Ocak 2021 günü, İstanbul’a göre 22:15 itibariyle DOLUNAY adını verdiğimiz AY – Güneş karşıtlığı tam halini alıyor. DOLUNAY haritasını yorumlarken aşağıdaki göstergeleri dikkate alıyorum;
- AY Aslan Burcu’nun 9 derecesinde ve haritanın 11’inci evinde,
- Güneş Kova Burcu’nun 9 derecesinde, haritanın 5’inci evinde, Jüpiter ve Satürn ile kavuşum halinde,
- Kova’nın yöneticisi Uranüs, Mars ve Lilith Boğa Burcu’nda kavuşum halindeler ve Güneş – AY ikilisine 8’inci evden T-Kare yapıyorlar.
- Haritanın Yükselen Noktası 27 derece Başak. Yöneticisi Merkür, Kova Burcu’nun 26 derecesinde ve retro gölgesinde. MC Noktası ile üçgen, ASC ile 150’lik açı yapıyor.
- AY, Chiron, Selena ve Güneş arasında uçurtma formasyonu var.
- Oğlak Burcu’ndaki Pluto Venüs kavuşumu ASC ile üçgen açı yapıyor.
MEALİ; Genel itibariyle çatlak patlak bir enerji dolanıyor ortada :))) Uçtan uca savrulan hava koşulları, genel gerilim hali, yoğun kazalı yollar, Merkür tam retroya girmeden baş gösteren elektronik arızalar, bu enerjiyi çok açık ortaya koyuyor…
Bireysel hayatlarımızda ise aslında yeni bir ”oluşum” esintisi var… Ama biz bu oluşumun ayak seslerini bünyemizdeki bir rahatsızlık, içimizdeki bir huzursuzluk, nasıl baş edeceğimizi bilemediğimiz bir gerilim gibi deneyimliyoruz.
Bu hale bir tür DOĞUM SANCISI demek de mümkün!
Adeta içimizde ortaya çıkmak için kıvranan fikirler, farkındalıklar, kararlar var da biz onları doğurmak için risk olarak gördüğümüz ve biraz da canımızı yakan bir yolculuğu göze almak zorundayız! Vücut bulmak ya da ortaya çıkacak yol yaratmak için bizim beden, zihin ve gönül sınırlarımızı zorlayan, hayat alışkanlıklarımıza meydan okuyan bu idrak veya eğilimler, aslında tam anlamıyla yeni de değiller… Tıpkı bir bebeğin yavaş yavaş doğuma hazır hale gelmesi gibi içimizde oluştukları, bizi zaman zaman dürtüp kendilerini fark ettirdikleri zamanlar olmuştu. Şimdi ise bariyerleri tam anlamıyla yıkıp ifade veya can bulmak için hazır hale geldiler.
Bugüne dek güçlü, cesur ve yeterli görünmek, hayatla baş edebileceğimizi herkese göstermek ya da aranır, istenir, arzulanır olmak için bir şekilde başkalarının beklenti ve kriterlerine uygun davrandığımız yerlere bir göz atmak lazım illaki… Bu görüntüyü oluşturmak için aslında kendimizi inkar ettiğimiz, kolay ya da kabul edilir bulup yaptığımız, bir türlü HAYIR diyemediğimiz, geri çekilirsek ya da bildiğimiz gibi yaparsak başrolü kaybetmekten, gözden düşmekten korktuğumuz konuları bir elden geçirmek lazım… Zira böyle davranmış olmak aslında bizi içten içe incitti! ”Acımadı ki!” desek de, olduğumuz gibi kabul edilmeme korkusu ile büründüğümüz halleri sürdürmeye çalışmaktan ruhumuz yoruldu.
Şimdi bizi biz yapan nitelikleri fark edip, onları atıl bıraktığımız, divan altına süpürdüğümüz yerlerden gün ışığına çıkartmak gerek!
Evet bu bir doğum ve her doğum gibi biraz sancılı olacak. Evet etrafımızdakilerin bizden beklediği gibi olmayacağız. Ya da beklentileri ”her zamanki gibi” karşılamaya çalışırken, birden bunun saçma olduğunu, bizi kahraman ya da yıldız gibi gösteren, sevilip yüceltilmemize neden oluyormuş gibi duran şeylerin, aslında bize zarar verdiğini, bizi gereksiz bir sıkıntıya soktuğunu fark edeceğiz.
Sevilme, onaylanma, seçilme, takdir alma, vazgeçilmez olma, yeteneklerini sergileme gibi konularda, SIRADAN ya da BEKLENTİYE UYGUN olmanın ya da böyle olduğunu SANDIĞIMIZ şeyleri yapmanın bize istenen sonucu vermediğini ya da aldığımız sonuçların bizde istediğimiz tatmini oluşturmadığını görmemiz pek mümkün…
Bu bazılarımız için ”kendimi ne kadar zorlasam da yine kaybettim” gibi bir acıyı yaşarken ortaya çıkacak. Ve tam o noktada hiç bir şeyin ”zorla” olmayacağını, ancak doğallıkla sürdürülebilir olan şeylerin kendi yolunu bulup akacağını anlayacağız…
Bazılarımız, GÜÇLÜ, HATASIZ, MÜKEMMEL görünmeye çalışmak yerine gerçek olmanın, hatalarımızı, zorlandığımız yerleri, eksiklerimizi önce kendimize sonra başkalarına itiraf etmenin kaçınılmaz olduğunu anlamaya başlayacak. Düşme, açık verme, zayıf görünme kaygımız nedeniyle en çok istediğimiz şeylerden uzağa düştüğümüzü, küçük bir beceriksizliği örtmeye çalışırken daha büyük gaflar yaptığımızı ve bunu kendimizden bile saklamaya çalışırken bir sürü gereksiz acı çektiğimizi fark edeceğiz. Bazılarımız ise ”bu kadar zorlanmayı gerektirecek bir şey olmadığını” şaşkınlıkla görecek! Duruma başka bir açıdan bakmanın, başka bir tutumla davranmanın onca sıkıntıyı gereksiz hale getireceğini, bizim BASKI olarak algıladığımız şeyin aslında taşınması gerekmeyen bir yük olduğunu ve bu yükü kendi sırtımıza bizzat vurduğumuzu idrak edeceğiz.
Aslında yıkım yok… Aslında kayıp yok… Aslında zorlanma yok… Gerekli olan tek şey korkuyu bir yana bırakıp bir nefes ötede duran hale geçmek. Hissettiğimiz kaygı sadece yeni bir başlangıcın ayak sesi. Evet evet bu tam bir doğum sancısı
Bize ”hayat kavgası” diye bir şey olduğunu öğrettiler… Bu bizi etrafımızla ama en çok da kendimizle kavgalı hale getirdi! Hayatta, ayakta ve güçlü kalmak, takdir görmek için, kendimizden vazgeçmemiz ve oyunu başkalarının kurallarına göre oynamamız gerektiğini sandık. Bu yüzden her şeyi bir meydan okuma gibi gördük ve hep bir şeyler ispat etmeye çalıştık. Bu bizim asıl gücümüzü ve bizi ayırt edici kılan nitelikleri fark etmemize, takdir etmemize ve geliştirmemize engel oldu.
Hayat bir sahne değil… Biz de performans kaygısıyla ortada dolanan oyuncu adayları değiliz. Bize bunu böyle anlatanlar çok yanıldılar. Biz içimizdeki çocuğa ait olmadığı sahnelere, rahat etmediği rollere çıkmak için bir takım kıyafetlerle donattık. Ama seçmeleri buna rağmen kaybettik ya da elde ettiğimiz başarının bedeli kendimizden vazgeçmek, kendimizi aşırı hırpalamak oldu. Aslında bizi tam olmamız gereken yere taşıyacak tek şey alabildiğine SAMİMİ davranmaktı. Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmeli, olduğumuz gibi ortaya koymalı, gösteriş ve güç kaygısını bir yana bırakmalı, uyumsuzluk ya da zayıflık olduğunu sanıp gizlediğimiz şeylerdeki saf güzelliği işlemeli, gerçekte neysek onun en iyisi olmalıydık.
İçinizdeki cevheri sevin. Kendinizi uyumsuz ve anlaşılması mümkün olmayan bir dahi ya da her role uygun bir aktör gibi görmeyi bırakın. Zayıf ya da ”değişik” olmaktan korkmayın.
Değişik ve özel olan yanlarınızı, becerilerinizi, eğilimlerinizi, tasarımlarınızı ortaya koyarken ise onları karşınızdakilerin ihtiyaçlarına uygun hale getirin. Sıradışı olanı anlamayanları düşman ya da umutsuz vaka olarak görmeyin… Onlara ”onlar gibi olmadan” faydalı olun ama siz de onları itmeyin ve dışlamayın.
Kalbinizin sesini dinleyin ve duyurun.
Sevilmemekten değil sevmemekten korkun! Sevgiyi bir meydan okuma, kazanılacak bir başarı, bir madalya gibi görmeyin. Zira o dıştan gelen ve alınan bir şey değildir. İnsanın özünde bulduğu en değerli cevherdir. Kendinizi ne kadar çok sever ve kabul ederseniz, diğer insanları ve hayatı da o kadar kolaylıkla ve cesaretle kucaklayacağınızı bilin. Ancak kendisine ve sevgisine kıymet veren biri onu özenli ve ölçülü bir şekilde paylaşır. Ancak kendini tanıyan, kabul eden ve seven biri dürüst ve içten olmayı, gönülden vermeyi, ancak gereksiz gösterilerden, abartılı fedakarlıklardan, anlamsız mücadelelerden uzak durmayı bilir. Ancak yaptığı şeyi seven biri ona yüreğini koyar. Ancak hizmet ettiği ya da hitap ettiği insanları seven biri kendi cevherini, becerisini, bilgisini, onların da anlayacağı ve faydalanacağı şekilde ortaya koyar.
Ancak SEVGİ içinizdeki çocuğu doğurma, büyütme ve ışığını yayma cesaretini verir size…
Güzel yüreklerinize çok iyi bakın!
Junoastroloji