Polonya Cumhuriyeti Ankara Eski Konsolos ve Kültür Ataşesi

E

EU1

Ziyaretçi
XIX. Yüzyıl Osmanlı Ordusunda Polonyalılar​

Polonya - Türkiye ilişkilerinin tarihi çok zengin bir tarihtir, ayrıca birçok ilginç olay ve onlara eşlik eden bir çok tarihi kişilikle bu zenginliği daha da artmaktadır. Dönemin Polonyalı tarih yazarı Jan Dlugosz’un notlarına göre, ilk Polonya elçiliği, Osmanlı’ya 1414’de ulaşır: Elçiler Skarbek ve Grzegorz Ormianin, Osmanlı Devleti’nin yeni başkenti Bursa’ya giderler. Hemen burada şunu da belirtmek gerekli; XV. yüzyıl başında Polonya, Türkiye ile diplomatik ilişkiler kurarken bunu yapan ilk Avrupa ülkesi oluyordu.
O dönemde kimse, XVIII. yüzyıl sonlarında nelerin olabileceğini öngörebilecek bir durumda değildi. 1414’ü izleyen dönemin karşılıklı ilişkilerinde dostça ve barışcıl yaklaşımlar, düşmanlık ve silahlı çatışma dönemleriyle iç içedir. Polonya - Türkiye ilişkilerinde dönüm noktası, XVIII. yüzyıldır, zira Türkler ve Polonyalılar Rusya’nın artan gücüne karşı ortak çözümler bulmaları gerektiğinin farkına varmışlardır. Her iki devlet de egemenliklerini önemli bir tehlikenin tehtid ettiğini hissetmişlerdir.
Türkiye, onsekizinci yüzyılın doksanlı yıllarında Polonya’nın Avrupa haritasından silinmesine yol açacak işgalleri Çarlık Rusyası’nın, Prusya’nın ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yayılmacı amaçlarının bir kanıtı olarak değerlendirmiştir. Türkiye, Polonya’nın parçalanmasını asla tanımamıştır. Sultan’ın sarayında, hakkında "şimdi gelemediler, ama Boğaz’a teşrifleri daha sonra olacak" denilen Lehistan sefiri için boş bir koltuk bırakıldığı, herkesce bilinir.

Türkiye’ye Polonya’dan siyasi göçün başlangıcı, Kral Stanislaw Leszczynski’nin tahtan çekilmesi ve Bar Konfederasyoncuları’nın yenilgisini izleyen olaylara dayanmaktadır. Ancak bu dönemdeki göç, arkası gelen, sürekliliği olan bir olgu değildir. Bundan çok daha önemli bir göç dalgası, Türkiye’ye XIX. yy. başlarında gelir. Gerçi, XIX. yüzyılın ilk yılları, olayların böyle bir seyir izleyeceğini düşündürmemektedir. Polonyalılar, bağımsızlıklarını geri kazanmayı hayallerken I. Napolyon’a ve 1815 Viyana Kongresi kararlarının bir sonucu olarak kurulmuş Polonya Krallığı’na büyük umutlar bağlamışlardır. Ne var ki, 1830 Kasım Ayaklanması’nın yenilgiyle sonuçlanmasının ardından Polonya aydın ve yönetici sınıfı, çok zor bir seçim yapma durumuyla karşı karşıya kalmıştır: Ya göç edecek ya da baskılara boyun eğecektir (zira ayaklanmanın yenilgiye uğraması Polonya Krallığı’nın Rus topraklarına katılması sonucunu getirmiştir). Sonunda, 1831 yılı başında Polonya’dan, ülkenin "entellektüel kesimini" temsil eden yaklaşık 10 bin kişi göç etmiş; böylece "Büyük Göç" adı verilen göç dalgası başlamıştır. Bu göç dalgası, özellikle çeşitli Avrupa ülkelerinde (bunların başında İngiltere, Fransa ve Belçika gelir) kendisine sığınacak yer bulmuştur. Siyasi önderlerin ve ihtilalcilerin bir bölümü ise Türkiye’nin "Polonya meselesi" ile ilgilenmesini sağlamayı ve Osmanlı İmparatorluğu’nundan siyasi oyunlarda ve işgalcilere karşı, özellikle de Rusya’ya karşı verilecek silahlı mücadelede faydanlanmayı hedefleyen girişimlere başlarlar. Bu süreçte, başında Prens Czartoryski’nin bulunduğu Lambert Oteli grubunun etkinliği, özellikle önemlidir. Lambert Oteli, İstanbul’da bir Doğu Ajansı açmış; ajansın (1842-1850 yılları arasındaki) yöneticiliğini de Michal Czajkowski (İslam’a geçtikten sonraki adıyla Mehmet Sadık Paşa) üstlenmiştir.

Bu Doğu Ajansı’nın açılması ve 1842’de Türkiye’de, Adampol’de (bugünkü adıyla Polonezköy’de) bir Polonya köyünün kurulması, Polonya’nın Türkiye’deki askeri göçmenlik tarihinin ana hatlarının gösterimine bir giriş noktasıdır.
Burada yapılacak çözümleme, önemli bir ölçüde, XIX. yy. Türk ordusunda görev yapmış ya da Türk topraklarında Polonya askeri birliklerinin oluşturulmasına katılmış Polonyalıların tanıtılmasını hedeflemektedir. Hazırlanış aşamasında, Polonya’da ulaşılabilecek kaynaklar kullanılmıştır.
 
2. XIX. Yüzyılda Polonya ve Türkiye - Birkaç Önemli Tarih

1. Polonya için XIX. yy., Polonya halkının yüz yüze kaldığı en ağır deneyim dönemi ve Polonya tarihindeki en trajik sayfadır. Polonya devletinin, 123 yıl süreyle Avrupa haritasından silinişinin başlangıcı bu yüzyıldır. Polonyalılar, özgürlüklerini kazanmayı birkaç kez denerler. Ayaklanmalar birbirini izler: 1830 Kasım Ayaklanması, 1846 Galiçya Ayaklanması, 1848’de "Halkların Baharı", 1863 Ocak Ayaklanması.

Başarısızlıklara karşın, "Polonya meselesi", işgal edilmiş topraklarda yaşayan Polonyalılar ve çeşitli ülkelere, bu arada da geri döndürülemez şekilde çöküşe doğru giden Osmanlı İmparatorluğu’na da dağılmış Polonyalı göçmenler tarafından, bu yüzyılın tamamında, hep diri tutulur. 2. XIX. yüzyılda Türk yöneticiler, toplumsal sistemi ve devletin ekonomik yapısını düzeltmeyi birkaç kez denerler. Özellikle, birbirlerini izleyen padişahların Nizamı Cedid (1792-1796), 1826’da "Yeniçeri Ocağı"nın tasfiyesi ve düzenli orduya geçiş, 1839-1878 yılları arasında Tanzimat Devri gibi reform çabalarında, bu durum kendini gösterir.

Bu reform çabalarına paralel olarak Türkiye, gittikçe daha fazla cesaretle ilerlemesini sürdüren Rusya’ya karşı, yüksek maliyetli savaşların (1787-1792, 1828-1829, 1853-1856 Kırım Savaşı, 1877-78) içindedir ve bir yandan da Osmanlı İmparatorluğu’nun taşra bölgelerinde sık sık alevlenen ayaklanma ve isyanların bastırılmasıyla meşguldür.

XIX. yüzyılda Türkiye’ye gelen, asker kökenliler de dahil olmak üzere kalabalık Polonyalı göçmen grubunun etkinliği, işte böyle bir tarihi fon üzerine yerleşir.

 
3. Büyük Göç: XIX. Yüzyıl Polonya Siyasi Göçmenleri ve Türkiye Politikaları

Kasım Ayaklanması’nın (1830/1831) yenilgiyle sonuçlanmasının ardından Fransa ve İngiltere, Polonyalı göçmenlerin ve onların siyasi etkinliklerinin ana merkezleri olmuşlardı. Dönemin Fransa Dışişleri Bakanı Horace Sebastiani, Polonyalı göçmenleri Fransa’ya resmi olarak davet etmişti. Böylece bu ülke, en kalabalık göçmen grubunun yurt edindiği yer olmuştur. Göçmenlerin, Germanya Konfederasyonu ülkelerinde de sıcak karşılandığının altını çizmek gerekir. Ancak bu yaklaşımda, işgalci ülkelerin devlet başkanlarının 1833’de Munchengratz’da yaptıkları kongrede alınan bir kararla çok önemli değişiklikler meydana gelmiş; söz konusu karara uygun olarak Polonya Krallığı ve Rusya arasındaki savaşlara katılmış Polonyalılar Germanya topraklarından çıkartılmıştır. Aynı uygulamayla Polonya topraklarının tecrit edilmişliği de arttırılmıştır. Göçmenlerin anavatanla bağlantı kurmaları güçleştirilmiştir.

Bu şartlarda, Polonya topraklarıyla ilişkinin Türkiye üzerinden sürdürülmesi denenir. Bu görüşün taraftarı, Polonya’nın özgürlüğe kavuşturulması için yöntem arayışında Osmanlı’dan ve "Şark meselesi" denilen durumdan yararlanılabileceğini ilk işaret etmiş olan, Lambert Oteli etrafında birleşmiş ve başında Prens Adam Czartoryski’nin bulunduğu Paris grubudur.

Bu yönde ilk (ama başarısız) adımlar, Türk-Mısır anlaşmazlığı (1832/1833) sırasında atılmıştır. Czartoryski, bu sözü edilen savaşı uluslararası ilişkileri istikrarsızlaştıracak bir faktör olarak değerlendirmiştir. Polonyalıların savaşan taraflardan her ikisine de angaje olmasının, Polonya meselesinin hatırlanmasını ve Avrupa’nın büyük devletlerinin ilgisinin Polonyalı göçmenlerin yazgısı üzerine yönelmesini sağlayacağını düşünüyordu. Bu dönemde Polonyalı göçmen-askerlerinin durumu gerçekten çok zordu. Prens Czartoryski, hem Polonya Hükümeti sabık başkanı hem de göçmen topluluğunun önderi olarak kendisini bu kötü gidişi düzeltebilecek yöntemler bulmak sorumluluğunda görüyordu. Burada oluşturulan siyasi tutumun hedefinde, Polonyalı askerleri yabancı ordulara, özellikle de Avrupa ordularına yerleştirebilme olanaklarının araştırılması vardı. Bu yönde girişimler yapıldı, ancak ne Fransa’da ne Belçika’da ve ne de Portekiz’de sonuç alınamadı. Prens Adam, Türkiye’nin Polonyalılara ve Polonya’nın özgürlüğü meselesine karşı aldığı iyi niyetli tutumu bilerek Türk hükümetiyle bağlantı kurma kararı aldı. Buna ek olarak; o dönemde Avrupa’nın güçlü devletlerinin çıkarları Türk toprakları üzerinde yoğunlaşıyordu. A. Lewak, söz konusu bu yönelimlerin ilgi çekici karakteristiğini "Türkiye’de Polonya Göçmenleri Tarihi, 1831-1878 /Dzieje emigracji polskiej w Turcji, 1831-1878/" adlı çalışmasında şöyle ortaya koyar:

"Nüfusu kalabalık Avrupa, göçmenlerini Asya’ya yönlendiriyordu ve Afrika’nın kolonizasyonuna başlamıştı. İngiltere, Mısır, Suriye ve Karadeniz üzerinden Hindistan yolunu garantiye almak istiyordu; Avusturya, Apennin Yarımadası’ndaki etkisini pekiştirmeyi ve Balkan Yarımadası’nı ele geçirmeyi hedefliyordu; Fransa, Akdeniz’de hakimiyet kurmaya hazırlanıyordu ve nihayet Rusya da Karadeniz’e el koymaya ve başkentini Petersburg’dan Konstantinopol’e taşımaya can atıyordu."

Böyle bir durumda her an bir Avrupa savaşı çıkabilir, bu da Polonya’ya bağımsızlığını kazanma şansı getirebilirdi.

Prens Adam Czartoryski’nin Türk hükümet yetkilileriyle ilk buluşması, 1833’de Londra’da oldu. O dönemde sürmekte olan Türk-Mısır Savaşı, Türkiye’yi, Mısır kuvvetlerinin saldırısını durdurabilmek için, İngiltere’de yardım arayışına itmişti. Sultan elçisi Namık Paşa, Prens’in Polonyalı asker ve göçmenlerin Türk ordusuna katılması ve Türk topraklarında askeri nitelikli koloniler kurulması önerisiyle ilgilendi.

Bu öneriyi getirirken Prens, Polonyalı general ve subayların Türk silahlı kuvvetleri bünyesine eğitmen, örgütleyici ve karargah komutanları olarak katılabilmelerinin bir yöntemini bulmanın, en önemli mesele olduğunun altını çizmişti. Türk ordusunun en büyük eksiği topçu, istihkam sınıfı ve hekim subaylarının azlığıydı. Türk tarafıyla yapılan görüşmelerin ana konusu, Türk komutasına bağlı bir Polonya lejyonu oluşturulması ve askeri nitelikli Polonya kolonileri kurulmasıydı.

Londra’da bir bağlantı kurulmuş olmasına karşın, yukarıda belirtilen konularla ilgili görüşmelerin arkası gelmedi. Mısır’la yaptığı savaşın ardından Türkiye’nin uluslararası konumu hiç görülmedik şekilde zayıflamıştı. İstanbul’da devleti yöneten padişah değil, ama Rus elçisiydi.

Bu durum karşısında Czartoryski taktik değiştirip kalabalık bir Polonya subayları grubunu Mısır paşası Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın ordusuna yerleştirme girişimlerine başladı. Ama bu girişimler de sonuçsuz kaldı. Topu topu birkaç subay, XIX. yüzyılın 30’lu ve 40’lı yıllarında Mısır Ordusu’nda görev yapabildi. Çar hükümetinin Suriye elçisinin etkili faaliyeti ve Kavalalı ile yapmış olduğu anlaşma, Prens Adam’ın büyük planlarını boşa çıkartmıştı.

Polonya’nın göçmen önderleri, kaybetmeyi kabullenmediler. Prens Czartoryski, Rusya’nın Türkiye’deki tehlikeli etkinliğine karşı İngiliz ve Fransız hükümetlerinin desteğini alabilmek için her türlü yolu denedi. İngiltere’nin Türkiye’deki büyükelçiliğine askeri danışman olarak General Wojciech Chrzanowski’nin gönderilmesini önerdi. Generalin Türkiye’deki görevi, Türk ordusunun yeniden örgütlenmesine destek olmak ve örnek teşkil edecek nitelikte bir Türk askeri birliği oluşturmaktı.

Moskova’nın müdahalesi, bu planın da gerçekleştirilmesi önünde bir engeldi. Sonuç olarak, İngiltere Kraliçesi’ne bağlı General Chrzanowski, Türkiye’deki ikinci kalışında (1837) Küçük Asya’ya Hafız Paşa’nın danışmanı sıfatıyla gönderildi. Hatta padişah, Türk ordusu başkumandanlığını kabul etmesini önermişti, ancak General İslam’a geçmeyi kabul etmemişti.

Chrzanowski, Türk topraklarında Fransa ve İngiltere işbirliği yanlısıydı. Türkiye’nin Rus etkisinden kurtulmasını istiyordu. Mısır paşasının isyanını, bu hareketiyle Türkiye’yi zayıflattığı ve Rusya’nın bölgedeki öneminin artmasına yol açtığı için, eleştiriyordu.

Rusya’ya karşı Fransa ve İngiltere’nin işbirliğini sağlamak mümkün olmayınca, Prens Czartoryski bir sonraki planını devreye soktu, ki burada amaç Osmanlı’nın Polonya meselesiyle doğrudan ilgilenmesini sağlamaktı. Wladyslaw Zamoyski’nin 1837’de Londra’da, Kraliçe Viktoria’nın taç giyme törenleri sırasında, Ahmet Fethi Paşa ile (tahtaki II. Mahmud’un eniştesi) ve ardından Rus düşmanı, reform yanlısı ve ileride vezir de olacak Mustafa Mehmet Reşit Paşa ile 1838’de sayısız kez buluşmasının ve yaptığı görüşmelerin hedefi buydu. Zamoyski, 1839’da Reşit Paşa’ya, Czartoryski’nin Şark meselesi konusundaki uyarılarını içeren bir rapor ulaştırır. Raporda padişahın Hıristiyan tebaası ile ilgili meselenin kısa sürede çözümlenmesi gereğine dikkat çekilmektedir. Rusya’nın Boğdan, Sırbistan ve Eflak bölgeleri üzerinde, İmparatorluğun bu bölgelerini Türkiye’ye karşı ayaklandırarak, büyük bir etkiye sahip olduğu gerçeği de dile getirilmekteydi. Ayrıca, Türkiye’nin Kafkas halklarını (askeri ve mali açılardan) çok daha kararlı şekilde desteklemesi gerektiğinin altı çizilmişti. Bu raporu kaleme alanların görüşüne göre, Kafkaslar’a Polonyalı subayların gönderilmesi de bir gereklilikti. Metnin geri kalanında Polonya’nın rolü şu şekilde belirleniyordu:

"Şartlar icabı Lehistan, Türkiye’nin müttefikidir; bir oldukları vakit, Moskova’ya karşı mukavemetli bir harp için büyük bir sahayı fevkalade teşkil ederler; bir başına değil, lakin bir olarak harbe girmek lüzumludur. Türkiye’nin Moskova’ya karşı son harbi ve 1831 senesindeki Leh-Rus harbi, şayet ardı ardına değil, ama bir arada olsa idiler, seyirleri başka cenaha cereyan edebilerdi."

1839’da Türkiye’deki Polonya kampanyasını, iki Polonyalı göçmen yürütmüştür: Yukarıda da adı geçen W. Chrzanowski ve Fransa bağlantılı, başta Kafkaslarla ilgili sorunlar olmak üzere her türlü konuya Paris’ten aldığı direktifler doğrultusunda yaklaşan Aleksander Wereczynski. Wereczynski’nin önerisi, "Çarın Lehleri" oluşumundan kaçan askerlerden Kafkaslar’da bir Polonya müfrezesi oluşturulmasıydı. Bu askerler, Çerkezler elinde esir tutulmuşlardı ve sayıları (1831 sonrası rakamla) birkaç bin kişiydi. Polonya askerleri, Türk pazarlarında adam başı 500 "Piastra"dan3, ki bu da yaklaşık 125 Fransız Frankı ediyordu, satılıyorlardı. Kafkaslar meselesi ve yeni yeni filizlenmekte olan ulusçu-bağımsızlıkçı Güney İslavlar hareketinden faydalanabilmek, XIX. yüzyılın kırklı yıllarında Prens Czartoryski grubunun faaliyetlerinin temelini oluşturmaktaydı.
 
4. Polonezköy’ün Kuruluşu ve Türkiye’deki Polonya Kolonisi

Bu dönemde, Osmanlı tahtına geçen Abdülmecit tarafından "Gülhane Hattı Şerifi" adını taşıyan bir dizi reformun ilanı (Kasım 1839), Polonya’lı göçmenlerin Türkiye’deki faaliyetleri için uygun şartlar yarattı. Söz konusu reformlar ekonomiye, askeriyeye ve eğitime ilişkindir. Türk yöneticiler, Türkiye’nin uğradığı itibar kaybının yegane ilacının, Batılılaşmaya devam edilmesi olduğu görüşündeydiler. "Gülhane Hattı Şerifi"nin en önemli maddesi, tüm imparatorluk tebaasını milliyet ya da inanç farklılığı gözetmeksizin kanun önünde eşit sayan maddedir. Bunun dışında 1841 Londra Anlaşması, Rusların Türkiye’deki etkilerinin kısmen de olsa sınırlandırılmasına yol açmıştı.

İşte bu nedenlerden ötürü Osmanlı İmparatorluğu, Polonyalı göçmenlerin o güne kadar olduğundan daha etkin bir faaliyet sürdürebilecekleri bir yer olmuştu.

1841’de Prens A. Czartoryski’nin talimatıyla Michal Czajkowski Türkiye’ye gelir. Prusya Ordusu subayı olan ve birkaç yıldan beri de Türk ordusunda eğitimenlik yapan Kuczkowski’nin yardımlarıyla Czajkowski, Hüsrev Paşa ve Rıza Paşa gibi etkili Türk siyasetçilerine ulaşmayı başarır. Ayrıca, kısa bir süre içerisinde Polonyalı göçmenler arasında da tanınan ve saygı duyulan bir kişi olur. Polonyalı göçmenler, yürüttükleri faaliyetleri Czajkowski’in etrafında birleştirirler. Prens Adam, işte bu son durumu takdir edip Czajkowski’ye Polonya Doğu Ajansı yöneticiliği görevini verir. Czajkowski, baş ajan sıfatıyla Paris’teki merkez bağlıdır. Ajansı 1850 yılına kadar yönetmiştir.

Czajkowski’nin Türkiye’deki ilk ve en önemli operasyonu, Boğaz’ın Anadolu yakasında, İstanbul’un yaklaşık 30 km. dışında bir Polonya kolonisini kurmak olmuştur. İstanbul’da da bir tarikat evleri bulunan Lazaryen keşişler, Kasım Ayaklanması’na katıldıkları için aldıkları ceza kapsamında Çar ordusunda askerlik yapmak üzere Kafkaslar’a gönderilip sonra kaçan Polonyalıların içinde bulundukları kötü durumu, baş ajan Czajkowski ve Prens Czartoryski’ye iletirler. Lazaryenler, pazarlarda satılan Polonyalı askerlerin yaşadıkları sefaleti görüp onları tarikatlarının, İstanbullu bir bankerin eşi olan Rause Galvani adına alınmış, arazisine yerleştirme önerisini getirmişlerdir. Prens Czartoryski’nin böyle bir çözüme sonuna kadar kararlı olmamasına karşın, Czajkowski 3 Mart 1842’de Lazaryenler’in İstanbul’daki lideriyle bir anlaşmaya imza atar. Koloniye, (Prens Adam’dan hareketle) ADAMPOL (Polonezköy) adı verilmiştir. Yalnızca özgürlükleri satın alınan Polonyalılar değil, ama bir süre Viyana ve Moskova ajanlarından gizlenerek yaşamak zorunda kalmış göçmenler de Adampol’de sığınacak bir yer bulurlar . Koloni, İstanbul’daki Polonya ajansının faaliyetlerine gerçek anlamda yardımcı olur.

 
5. Halkların Baharı ve Macar İsyanı’nın Bastırılması. Şumnu Grubu Polonyalı Göçmenlerin Tarihi

XIX. yüzyılın 40’lı yıllarında Czartoryski’nin İstanbul bölgesinde çalışan iki ajanı vardı: Michal Czajkowski ve Aleksander Wereszczynski. Czajkowski, İslavlar ve Türk hükümet yetkilileriyle işbirliğinden; Wereszczynski ise Kafkaslar ile ilgili meselelerden sorumluydu.

İşte bu dönem, Polonyalı göçmenlerin Türkiye’deki faaliyetlerinin iyice hareket kazandığı dönemdir. Tüm Avrupa’yı saran özgürlükçü hareketler dalgası, Polonyalı göçmenlerde Avrupa’nın güçler dengesinin değiştirilebileceğine dair yeni bir umut doğurmuştu. "Halkların Baharı"na bağlı gelişen olaylar sonucunda Prens Czartoryski, Avusturya - Macaristan’ın bu iç karışıklığını Polonya meselesi lehine kullanmayı denemiştir. Ne var ki, 1849’da Macar İsyanı’nın bastırılması tüm bu planlara nokta koyar. General Gorgey komutasında çarpışan çok sayıda Polonyalı gönüllü, Macaristan’ı terk eder. Böylece, yeni bir asker-göçmen dalgası Türkiye kıyılarına vurur. 1849 Ağustosunda Vidin’deki kampta bulunan Macar ve Polonyalı askerler arasında dört de Polonyalı general bulunuyordu: Jozef Bem, Henryk Dembinski, Jerzy Bulharyn ve Jozef Wysocki. Toplam olarak 250’den fazla subay ve yaklaşık 800 kadar astsubay ve er, yazgılarını belirleyecek kararı bekliyordu. Askerler, Türk hükümetinin onlara kişisel özgürlüklerini garanti edecek bir resmi belge vermesini talep etmişlerdi. Ancak Babıali, bir şart ileri sürüyordu: Padişahın himayesinde olmak için İslam’ı kabul etmeleri gerekliydi. Wladyslaw Zamoyski, buna kesin bir dille karşı çıktı. Czajkowski ise lejyoncular arasında bir referendum yapılması taraftarıydı. Tartışmaların uzaması, Çar I. Mikolay’ın ve Rusya’nın İstanbul’daki büyükelçisinin göçmenlerin Rusya’ya verilmesi talebinde bulunmalarına yol açtı. Türkler, Vezir Reşit Paşa ile Ruslara karşı bir oyalama taktiği uyguluyorlardı.

Sonunda iş, Rusların ültimatomuna kadar uzadı: Ya Polonyalı göçmenlerin kendilerine teslimi ya savaş. Czajkowski, Rusya’nın bu tavrı ardındaki tehlikeyi görüp, Zamoyski’yi inatçılık ve durumu değerlendirememekle suçlayarak gittikçe daha fazla Türklerin çizgisine gelmeye başlamamıştı. Savaşın kaçınılmaz olduğunu ve Polonyalıların İslam’a geçişlerinin siyasi yapıda değişiklik yapabilecek tek şey olduğunu savunan Vezir-i Azam Reşit Paşa’nın buradaki tavrı da çok önemliydi. Rusya ile olan anlaşmazlığı, imparatorluk tarihinde daha önce de örneği bulunan, İslam’ı savunmak için verilecek bir din savaşına dönüştürmek istiyordu. General Seweryn Bielinski’nin günlüklerindeki notlara göre, vezirin görüşü şuydu: "Polonya’nın çöküşü, Türkiye’nin de düşüşünü getirmişti. Bu yüzden Polonya’nın varlığı Türkiye için bir gereklilikti. Polonyalılar, o güne değin hep Batı’ya yaslanmışlar, ama Batı onları aldatmış ve dışlamıştı. Öyleyse, Polonyalılarla Türkler arasında doğal bir bağ, niçin hem biri hem diğeri için de yararlı olmasındı?" Bu ifadelerde, Reşit Paşa’nın Prens A. Czartoryski ile daha önce yapmış olduğu ve Polonya’nın bağımsızlığını kazanmasının Türkiye’nin güvenliği için temel bir şart olduğu düşüncesinin birçok kereler ortaya atıldığı görüşmelerin izleri belirgindir. Polonya meselesinin büyük bir Türk siyasetçisi tarafından bu biçimde sunulması, Otel Lambert’in yürüttüğü Doğu siyasetinin büyük bir başarısıydı.

Sonunda lejyoncuların büyük bir çoğunluğu (J. Wysocki ve W. Zamoyski generallerin görüşlerine uygun olarak) din değiştirmeyi reddettiler. Bu durumda Osmanlı’ya yalnızca İngiltere ve Fransa’nın yardımına başvurmak kalmıştı. Her iki süper güç de, Rusya’ya göçmenlerin kendileri tarafından cezalandırılacakları (yani ya imparatorluk topraklarından sürüleceklerini ya da belli bölgelerde gözaltında tutulacakları) önerisini getirdiler. Buna paralel olarak Padişah da Çar’a, Macaristan’dan gelen ordunun Türkiye’de durdurulacağı ve bir huzursuzluk kaynağı olmasına asla müsaade edilmeyeceği garantisini vermişti. Bu arada (Ekim 1849’da) İngiliz ve Fransız filosu Çanakkale Boğazı’na ulaştı. Filonun gölgesi altında, Polonyalı askerlerin durumu iyice tehlikeli bir hale dönüştü.

Türklerin Polonya yanlısı tutumu, Polonya ve Macar askerlerinin geldiği ilk andan başlayarak Osmanlı’nın birçok Avrupa ülkesinin yapmayacağı bir biçimde davrandığının altını çizen Zamoyski’nin gözünde büyük bir saygı uyandırmıştı. Aynı dönemde Türkler, Polonyalıların İslam’a geçmelerini şart koşmayı da bırakmışlardı. Hz. Muhammed’in dinine topu topu birkaç Polonya subayı ve askeri geçmişti. Ama diğer taraftan Osmanlı, Rus talepleri karşısında bazı geri adımlar da atmış ve Polonyalı göçmenleri Vidin kampından alıp Şumnu’ya götürmüştü (Kasım 1849); ardından da Rusya ile bir anlaşma imzalamıştı (29.12.1849), ki bu anlaşmanın sonucunda Polonyalıları teslim etmeyi kabul etmemiş olsa dahi, Rusya’nın Polonyalı önderlerden birkaçının (başta J.Wysocki, H. Dembinski ve J. Bem generaller olmak üzere) gözaltına alınmaları yönündeki talebini kabul etmek zorunda kalmıştı. 1850 Şubatı başlarında Padişah komiseri Ahmet Efendi, sözleşmenin hükümlerini yerine getirmek üzere Şumnu’ya geldi.

Gözaltına alınanların ilk grubu, Kütahya’ya gönderilir (bunların arasında Jerzy Bulharyn, Adolf Grochowalski, Tadeusz Idzikowski, Peder Jozef Niewiadomski, Wladyslaw Tchorznicki, Jozef Woroniecki, Jozef Wysocki gibi isimler vardır). Gen. Jozef Bem (Murat Paşa), D. Zarzyckiego (Osman Paşa) ve J. Woronieckiego (Yusuf Paşa) çok daha uzak bir bölgeye (Haleb’e) sürülürler. Fransız vatandaşlığı olan Zamoyski, hiçbir yere sürülmez, ancak Türkiye’yi terk etmek zorunda bırakılır. Şumnu kampında geriye kalan Polonyalı göçmenlere ise ya Türkiye’de bir yere yerleşmeleri ya da Türkiye’yi terk etmeleri önerisi getirilir. Türkiye’de kalma kararı vermiş olanlara bir defaya mahsus olmak üzere 250 Piastra tutarında yardım parası verilir. 400 küsur Polonyalı, bu olanağı değerlendirip, bugünkü Türkiye sınırları içine ya da Dobruca’ya ve İslav ülkelerine yerleşmişlerdir. Örneğin Albay Przewlocki 600 morga4 toprak satın alır, Koziobrodzki bir içki fabrikası inşaatına yatırım yapar. Diğerleri ise - M. Czajkowski’nin destekleriyle - çeşitli devlet dairelerinde (yol yapımında, doktor ya da zanaatkar vb. sıfatlarla) işe başlarlar. 1850 Martında 124 Polonyalı, Sultanın özel firkateyninin güvertesinde Malta’ya götürülür. Bunlardan bir grup İngiltere’ye yerleşmek isteğindedir, diğerleri ise Belçika Kralı Leopold’un ordusuna katılmayı tasarlamaktadır.

Zamoyski Türkiye’yi terk ettikten sonra Şumnu kampıyla Osmanlı arasındaki irtibat noktası, Wladyslaw Koscielski oldu. Bu dönem, 30 kadar Polonyalı subayın din değiştirme zorunluluğu olmadan ve ne Avusturya ne de Rusya’nın protestolarına aldırmadan, Osmanlı ordusuna katıldığı dönemdir.

Şumnu’deki Polonyalıların durumu, gittikçe gergin bir hal alıyordu. Kavgalar çıkıyordu. Askerleri açlık tehlikesi tehdit etmeye başlamıştı. Avusturya’da bir genel af ilan edildi ve 100’den fazla Polonya askeri Polonya topraklarına dönme kararı aldı. 1851 başlarında 230 Polonya askeri daha Türkiye’yi terk edip Liverpool üzerinden Birleşik Devletler’e gitmiştir. Buna karşın, Kütahya’da sürgünde bulunan Polonyalı subaylar ise Bursa’ya alınırlar.

Şumnu’daki diğer Polonyalılar, yavaş yavaş İstanbul’a gelmeye başlamışlardır. Ama içindeki bulundukları durum gittikçe güçleşmektedir. İş bulmakta büyük güçlükle karşılaşırlar. Prens A. Czartoryski de bir tereddüt dönemi geçirir. Halkların Baharı’nda Polonyalıların büyük çabası, Rusya’yı zayıflatıcı bir etki yapmamıştır. Böylece, Polonya’nın bağımsızlığını kazanabilme perspektifi de uzaklaşmıştır. Prens Czartoryski, hedeflediği amaca uluslar arası ölçekte ulaşamamıştır. Bu dönemde, diğer halklar arasında ve Batılı devletlerin yöneticilerinde Polonyalılara dair intiba, "isyancılar" gibi bir belirlemeyle, XIX. yüzyılın ilk yarısında oluşturulan Avrupa siyasi düzeni için yıkıcı devrimcilerle eşanlamlıdır.

Bütün bunlar, İstanbul’daki Doğu Ajansı’nın işleyişine yansımıştı. Aralık 1851’de ajansı W. Koscielski’ye devreden Czajkowski, bundan birkaç gün sonra İslam’a geçti. Bu kararını W. Zamoyski’ye yazdığı mektupta şöyle açıklıyordu: "Fikrimce mantıklı ve teorik değil, ama pratik düşünen bir Polonyalı, eğer Müslüman Türkiye ile birlikte olmak istemiyorsa, Moskova’nın İslav ayaklarına kapanmak zorundadır; içinde bulunduğumuz şartlarda başka çare yoktur". Bununla birlikte, Polonya meselesi ve ajansın varlığını sürdürebilmesi için duyduğu endişenin kendisini İslam’ı kabul etmeye götürdüğünün de altını çizmiştir. Böylece, Osmanlı için Czajkowski, Prens Czartoryski’nin Boğaz’daki temsilcisi olarak kalmıştır. Ne var ki bu durum, W. Koscielski’nin ajans yöneticiliğini görevinden çekilmesiyle radikal şekilde değişir. Bunun olduğu tarihte (yani 17.104.1852’de) Prens Czartoryski, ajansın faaliyetlerini askıya almıştır.

Bu dönemi (1848-1852) değerlendirirken tarihçiler, Osmanlı’nın niçin bu denli kesin bir biçimde Polonyalı ve Macar askerlerin tarafını tutmuş olduğu sorusunu sorarlar. Bu dönemin büyük Türk siyasetçisi Reşit Paşa, Rusların peşinde olduğu şeyin, yalnızca bir avuç Polonyalı ve Macar’ın iadesi olmadığını mükemmel anlamıştır. Onlar, çok daha önemli bir şeye erişmek istemektedirler. Ruslar, çöküş sürecine girmiş Osmanlı İmparatorluğu’nun iç işlerine karışma hakkına sahip olduklarını dosta düşmana kanıtlamayı istiyorlardı. İşte bundan dolayı Osmanlı, Polonyalı ve Macar göçmenlerin haklarını bu denli büyük bir kararlılıkla savunmuştu; zira bu, onun bağımsızlık ve egemenliğiyle eşanlamlıydı. Prens A. Czartoryski grubunun İngiltere ve Fransa’nın bu konuya olumlu yaklaşmalarını sağlama yönündeki çabaları, Türk devlet erkanının takdirlerini kazanmıştı. Türkler, Polonyalılarla diplomatik ve askeri alanda işbirliğini sürdürecekleri ve Türkiye’de sığınacak yer bulmuş, ayrıca Türk ordusu saflarını güçlendirmiş Polonyalıların bu kapsamda yardımcı olabilecekleri umudundaydılar.


 
6. 1853-1856 Kırım Savaşı ve Tanzimatın Büyük Reformlarının İkinci Dönemi


Kırım Savaşı’nın çıkmasının doğrudan bahanesi, Hz. İsa’nın mezarı tartışması olmuştu. Hıristiyan kültüne ait yerlerin bakımını o tarihe değin, aslında (Fransız Devrimi’nden bu yana) etkisi bayağı azalmış olan Fransa üstlenmekteydi. Öte yandan Ortodoks Kilisesi’nin önemi artmıştı. 1853’de Rusya, Osmanlı’dan Kutsal Gömüt’tün bakımının Çar tarafından korunması hakkının kabulünü talep eder. Türkiye, bu öneriyi İngiltere ve Fransa ile değerlendirdikten sonra reddetmiştir. Haziran 1853’de Rus orduları Tuna Prensliği’ne girer. 4 Ekim 1853 tarihinde Türkiye, Rusya’ya karşı savaş ilan eder. Avusturya’nın girişimleriyle Rusya kısa bir süre içerisinde ordularını Tuna Prensliği’nden çeker ve böylece Balkanlar savaş bölgesinin dışında kalmış olur.

Karadeniz’de Rus kuvvetleri, Sinop Limanı’ndaki Türk donanmasını yenerler (30.11.1853). 1854’ün Mart ayında İngiltere ve Fransa, Türkiye’nin yanında savaşa girerler. Başlangıçta Balkanlar’da savaşması gereken ittifak orduları (120 bin asker), Kırım’a gönderilir ve yaklaşık bir yıl, 1855 Eylülünde teslim alınmasına kadar, Sivastopol Kalesi kuşatmasında çarpışırlar. İngiltere ve Fransa’nın temel amacı Rusya’yı tamamen yenmek değil, ama bazı tavizler koparabilmek için Çar I. Mikolay’a baskı yapmaktır. Türk kuvvetleri aynı zamanda Kafkas cephesinde de çarpışırlar.

Savaşın gidişatı, müttefikler arasında gittikçe büyüyen karşıtlıkları ortaya çıkarmıştır. Ana hedef, Rusya’nın güçsüzlüğünü gizleyen maskeyi indirmektir ve bu hedefe de ulaşılmıştır. Ancak geri kalan konularda fikir ayrılıkları ortaya çıkmaktadır. Fransa, İngilizlerin Türkiye’de konumlarını güçlendirmelerine sıcak bakmamakta, hele İngiltere’nin planladığı şekliyle savaşın Kafkaslar’a kaydırılmasını hiç istememektedir. Aracı rolünü Avusturya üstlenmiş, İngiltere ve Fransa’nın önerdiği gayet ılımlı anlaşma şartlarını Rusya’ya iletmiştir. Sonuçta, 1856’da Paris Muahedesi imzalanır. Bu anlaşma temelinde Osmanlı İmparatorluğu, bir Avrupa imparatorluğu sayılıyor ve toprak bütünlüğü Avrupa devletleri tarafından güvence altına alınıyordu. Karadeniz silahsızlandırılacak, savaş gemilerine kapalı , ama ticaret gemilerine açık olacak, bununla birlikte Boğazların rejim ve idaresi 1841 Londra Anlaşması sınırları içinde tutulacaktır. Bu anlaşmayla Osmanlı’nın sınırlarında da ufak düzeltmeler yapılmıştı. Tuna üzerindeki gemi seferlerine uluslar arası bir kontrol getirilmişti. Osmanlı’nın bütün tebaasına din ve köken ayrımı olmaksızın adalet ve eşitlik sağlama yönünde yürüttüğü reformların, yine bu anlaşma çerçevesinde Avrupa imparatorluklarına kesin bir dille bildirilmiş olduğunu ve Avrupa imparatorluklarının bu reformlara resmen onay verdiğini vurgulamaya da değer.

Bu barış anlaşmasının Türk tarihi için önemli bir anlamı vardır. XVII. yüzyıldan o güne aralıksız toprak kaybı sürecinin önüne bununla geçilmişti ve hatta ufak bir toprak kazanımı da olmuştu. Üstelik iki yüzyıldan bu yana ilk defa bir anlaşma, galip devletlerin Osmanlı’ya dikte ettirdikleri bir şey değil, ama Türkiye’nin diğer imparatorluklarla eşit haklara sahip olduğu, onlardan biri sayıldığının ilan edildiği görüşmeler neticesinde şekillenen bir anlaşma olmuştu. Başlarında Mustafa Reşit’in olduğu Tanzimat önderleri, bunu bir zafer olarak değerlendirdiler. Türkiye’nin pozisyonundaki bu güçlenmenin reformların bir meyvesi olduğu, ilişkilerin Avrupaileşmesinin de Türk diplomasini Avrupa diplomasi salonlarına, eşit bir taraf olarak soktuğu kabul edildi.

Yeni Ceza ve Ticaret Kanunnamesi’nin hazırlanmasını, ayrıca Polonezköy’deki Polonyalı göçmenlerin kaderi için çok büyük bir önem taşıyan Arazi Kanunnamesi’nin çıkartılmasını, Tanzimat’ın bu dönemdeki en önemli başarıları olarak kabul etmek gerekir. Ziraat Kanunnamesi (1856), göçmenlere büyük kolaylıklar sağlamamış, bunu izleyen 1867 nizamnamesi yabancıların arazi alımı ve tarım faaliyeti yürütmeleri konusundaki tüm sınırlamaları kaldırmıştır. Ayrıca yine bu dönemde çok temel idari reformlar da yapılmıştır. 1864’de ülke, Fransız modeli örnek alınarak vilayet, sancak, kaza ve nahiye sıralamasıyla idari bölgelere ayrılmıştır.

Türk devleti ekonomik reformlar yapmaya da çalışmaktadır. Padişah hükümeti, her türlü yöntemle yabancı sermayeyi Türkiye’de yatırıma çekmek uğraşındadır. Tren yolu inşaatları için birçok imtiyazlar verilir. Aynı zamanda yeni yollar ve telgraf hatları inşa edilmiştir. Bu işlerde birçok Polonyalı göçmen de çalışmıştır. Bunlardan birçoğu, Türkiye’nin medenileşmek uğraşında üstlendikleri işleri bir çeşit ulusal ödev gibi kavramışlardır. Zira, Polonya göçmenlerinin bağımsızlığa ulaşma planlarında Türkiye’nin modernleşmesi, Türkiye’yi Avrupa’ya bağlayacak, onu güçlendirecek ve ondan bir Rusya düşmanı, ama Polonya müttefiki yaratacak çok önemli bir faktördür.



Yedinci bölümüne devam etmek için tuşla 7.Türkiye’de Polonya Askeri Birlikleri Kurma Girişimleri (1853 - 1857)
 
8.Kırım Savaşı’ndan Sonra Türkiye ve "Polonya Meselesi"


Kırım Savaşı ve onun Türkiye açısından olumsuz sonuçları, Gülhane Hattı Hümayunu (1839) kapsamında Türk hükümetince yürütülen reformların yetersiz kaldıkları kanıtlıyordu. Osmanlı Devleti’nin Avrupalılaşması yönünde yasama alanında yapılan yeni bir takım değişiklikler (1840-1858), sanki krizin alt edileceği umudunu doğurmuşlardı, ama imparatorluğun XX. yüzyıl başındaki çöküşüne kadar uzanacak dağılma sürecinin önünü alamayacaklardı. Kırım Savaşı ile bir sonraki Türk-Rus Savaşı arasında geçen süre içinde, Osmanlı sınırlarında büyük değişiklikler oldu.

1861’de Lübnan, özerklik kazanır. Balkan yarımadasında ardı ardına çıkan çatışmalar (1858 Karadağ Savaşı, 1862’de Hersek Ayaklanması, 1862’de Sırp-Türk çatışması, 1866’da Romanya’nın kurulması) devam etmektedir. Bunlardan başka 1866’da Girit’te bir ayaklanma patlak vermiştir. Savaşın yeni odağı Yemen olur. Kürtler de gitgide daha sık seslerini yükseltmeye başlamışlardır. İmparatorluk sınırları, hızla ufalmaya başlamıştır.

Haziran 1866’da Türk-Sırp Savaşı patlak verdi. Harekatlarda Türk birlikleri saflarında Polonyalılar da (bakınız: Biyografi Notları - Mareşal Freund - Mahmut Hamdi Paşa ve General Konstanty Borzecki - Mustafa Celaleddin Paşa) çarpışmıştı. 1877’de ise Rusya, Osmanlı İmparatorluğu tarafından esir edilmiş İslavların savunucusu rolüne bürünerek Türkiye’ye savaş ilan etti. Birkaç savaş alanında aldığı mağlubiyetler neticesinde Türkiye, önce bir ateşkes anlaşması (Edirne, Ocak 1878), ardından da bir barış anlaşması (Ayastefanos, Mart 1878) imzalamak zorunda kaldı. Türk devletinin yeni sınırlarının kesin şekilde belirlenmesi ise, Berlin Kongresi’nde (Haziran-Temmuz 1878) Avrupa’nın süper güçleri tarafından gerçekleştirildi. Böylece Sırbistan ve Karabağ tam bağımsızlık kazanıyordu. Rusya ve Romanya sınırlarını genişletmişti. Mısır ise, tıpkı daha önce Kıbrıs örneğinde de görüldüğü gibi, kendisi İngiliz mandası altında bulmuştu. Fransa da, Tunus’u işgal etmişti.

XIX. yüzyılın XX. yüzyıla dönüm noktasında, bir zamanların devasa imparatorluğu Osmanlı’nın parçalanması gerçekleştirildi.

XIX. yüzyılın ikinci yarısında Türkiye’deki gelişmeler, Polonya göçmenlerine ne yazık ki umulmadık sonuçlar getirdi. Kırım Savaşı, Polonya göçmenlerinin, Polonya meselesinin çözümünde Türkiye’nin rolüne biçtiği önemin çok temel şekilde değişmesine yol açmıştı. Polonya’nın yeniden kurulmasının gittikçe güç kaybetmekte olan bir Osmanlı İmparatorluğu’nun imkanlarıyla sağlanamayacağını dile getiren, kuşkucu sesler yükselmeye başlamıştı. Umutlarını Sadık Paşa’nın Kazak birliklerine bağlamış olan diğer göçmen grubuna göre ise, Avrupa’daki yeni çatışmaları Polonya meselesi lehine kullanmak şansı hala vardı.


 
9.Ocak Ayaklanması (1863) ve Türkiye’de Yeni Polonya Birlikleri Kurma Girişimleri

Polonya’da Ocak Ayaklanması’na girişildiği haberleri, Polonyalıların bağımsızlık umutlarına yeniden hayat verdi. Türk ordusunda görev yapan Polonyalılar, Polonya topraklarındaki bu savaşa katılmak isteğindeydiler. Sadık Paşa’nın, Polonya’ya faal bir destekte bulunulması ricasıyla resmi kanallarla Osmanlı’ya başvurması istenmişti. Ancak bir Türk generali olarak Sadık Paşa, bunu yapmadı. Bu tansiyonu yüksek dönemde, Sadık Paşa’nın Kazak - Dragon Tugayı’ndan yaklaşık 1200 askeri, Tesalya’da, Yunan sınırına yakın bir bölgede konuşlandırılmıştı. Polonyalı asker ve subaylar, Vistül kıyısında bir isyanın başlatıldığı haberini de orada almışlardı. Polonya’dan gelen haberlere tepkisiz kalınmış olmasına (yani tugay komutanının tepkisizliğine) karşı bir isyan başlatıldı. Subaylardan birkaçı, görevlerinden istifa ettiler.

Sonradan (1863’de) Ulusal Hükümet’in Türkiye’deki temsilcisi olacak Zygmunt Milkowski de, 1859’dan beri Osmanlı İmparatorluğu topraklarında (Boğdan’da) bulunuyordu ve Polonyalı gönüllülerden, ayaklanmacılara yardım üzere Polonya topraklarına gidecek bir kuvvet oluşturmuştu. Türk yetkililerin ve Boğdan Prensi A. Cudza’nın destekleyici tutumlarına rağmen, bu hareket sonuçsuz kaldı.

Ocak Ayaklanması’nın bastırılması ve böylece Ulusal Hükümet’in yenilgisinden sonra, Z. Milkowski’nin halefi, Fransa - Prusya Savaşı (1870-1871) sırasında Osmanlı’ya yeni bir Polonya kolordusu kurulması önerisini sunan, Tadeusz Oksza-Orzechowski de, İstanbul’daki misyonunu tamamlamış oluyordu. Orzechowski, 1877’de Vezir-i Azam Mithat Paşa’nın girişimleriyle, Polonya ordusunun Türkiye’de yeni bir birliğini oluşturmak amacıyla yapılan görüşmelere katılmıştı. Mithat Paşa, bu görüşmelerle eşzamanlı olarak Avusturya hükümetine, Polonya’nın bağımsızlığını kazanmasını sağlamak amacıyla Rusya’ya karşı ortak harekete geçilmesi önerisini götürmüştü. Buna karşılık olarak Avusturya’ya Tuna prensliklerinin iadesini önermişti. Polonya tahtına ise Habsburg hanedanlığından birinin oturtulmasını tavsiye etmişti.

Sonunda, yeni Polonya gönüllüler birliğinin oluşturulmasına 1877 Nisanında başlandı; Haziranda Polonya Birliği, İstanbul’dan ayrılarak Şumnu’ya geçti. Birliğe yaklaşık 200 gönüllü başvurmuştu. Türk ordusu üniformaları ve üzerlerinde beyaz kartal amblemi bulunan kırmızı Krakow kepleriyle donatılmışlardı. Al rengi sancaklarına ay-yıldızla beraber beyaz kartal da işlenmişti. Şumnu’da lejyonun kadrosu 86 asker ve 24 subaydan oluşuyordu. Polonya lejyonu (hem kadro sıkıntısından hem de Avusturya ve Prusya’nın aslında öngörülen itirazlarından dolayı) Türk alayı içerisinde dağıtılıp eritilmişti.

Lejyon, 1877 Türk-Rus Savaşı’na katıldı. Kızılar’da gösterdiği cesaretle nam saldı. Kazanılan zafere rağmen, lejyon büyük kayba uğramıştı. Türk kuvvetlerinin geri çekilişi sırasında, Yeniköy önlerindeki çatışmalarda ise neredeyse tümden yok edildi (Aralık 1877’de, yani Polonya Ulusal Hükümeti’nin dağıldığı tarihte, Polonya lejyonu da Türkiye tarafından resmen tasfiye edilmiştir). Polonyalı gönüllülerden kurulu diğer birlik, imparatorluğun Asya topraklarında çarpışmıştı. Erzurum’dan çekildikten sonra Polonyalı askerler İstanbul’a geri döndüler, aralarından bazıları Şumnu’daki Abdullah Kerim Paşa kolordusuna gönderildiler (kolorduda toplam olarak yaklaşık 60 Polonyalı görev yapmıştır). Türk-Rus Savaşı sırasındaki çatışmalarda, bir zamanlar Sadık Paşa’nın komuta ettiği Kazak birlikleri de tümüyle yok edildiler. Bu birlikleri, 1877’de Plevne yakınlarındaki Dubnik müstahkem mevkii savunurlarken Rus topçu ateşi darmadağın etti.

Rus Savaşı’nın son aşamasında Türk yetkililer Polonya ile ilgili meselelere pek de büyük bir ilgi göstermediler. Bu savaşta Türkiye’nin aldığı yenilgi, Polonyalı göçmenlerin Polonya devletinin bağımsızlığını kazanmak için Türkiye ile beraberce yapılacak bir savaşa bağladıkları umutların, kesin şekilde sonunu getirmişti.

Artık bağımsız Polonya hayalleri, gerçekleşmek için 1918 yılını beklemek zorundaydı.

 
X