• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

ata1a.jpg
 
Olayların Gidişine Bağlı Kalamazdık

Baylar, düşmanların İstanbul'u eylemli olarak işgalinden aşağı yukarı yirmi gün önce açığa vurulan bu görüş ve düşünce, incelenmeye değer. Ben yalnız bir noktaya dokunmakla yetineceğim. O nokta olayların akışına bağlı kalma gibi bir işi Tanrı'ya bırakmadır. Biz elbette, kendimizi böyle bir kaderciliğe bırakamazdık. Tersine, olayların nasıl gelişebileceğini önceden gerçeğe yakın olarak kestirip karşı önlemlerini düşünmek ve zamanında duraksamadan uygulamak yanlısıydık. İşte bundan ötürüdür ki, daha önceden düşünceleri yoklamaya başlamıştık .

Baylar, milletvekili Mazhar Müfit Bey'in bir mektubuna verdiğim yanıtı olduğu gibi bilginize sunarsam, Kâzım Karabekir Paşa'nın görüşlerine verilmesi gereken yanıt da kendiliğinden anlaşılmış olur. Mazhar Müfit Bey'ín mektubunda yazdıklarını yinelemeyeceğim. Onu gerekirse kendileri yayımlarlar. Benim verdiğim yanıt şu idi:

Ankara, 25/26.2.1920

Hakkâri Milletvekili Mazhar Müfit beyefendiye

Efendim Hazretleri, 14.2.1920 günlü ayrıntılı mektubunuzu ancak dün aldım ve yarınki postaya yetiştirmek üzere karşılığını şimdi yazıyorum. Yüce Meclisi Milli'nin ve Felahı Vatan adındaki grubun gerçek durumunu anlatan yüksek sözleriniz beni üzdü. Açıklama ve nitelemelerinize gözümün önünde beliren görünüş acı vericidir. Zavallı ulus; yaşamını, varlığını, geleceğini savunmak, korumak ve güven altına almakla yükümlü bildiği sayın milletvekillerinin, gerçek ulusal ve yurtsal ödevlerini ilk anda ve ilk adımda unuttuklarını görüyor. Batılıların ve bütün düşman dediğimiz ulusların; Türkiye' de, Türklerde yetenek olmadığı gerekçesiyle her şeyin, bizim için olumsuz olan her şeyin uygulanmasına göz yumdukları biliniyorken ve her birimiz ayrı ayrı bu sanının çürüklüğünü ortaya koymaya kararlı olduğumuzu ileri sürerken, çıkarcı duygularımız, bencil tutkularımız, bize her şeyi unutturabilir. Önce gelen milletvekilleri şöyle yapacakmış, sonra gelen milletvekilleri böyle yapmış; Heyeti Temsiliye şunu kendine yakın görmüş, bunu bayağı görmüş... Bunları söyleyenler, koca Türk ulusunun sayın milletvekilleri öyle mi? Bu ruhsal durum ve bu ahlak niteliği karşısında şaşkınlıktan donakalırım. Yeni grup ya da parti örgütünden söz ediliyor... Sevgili dostum Mazhar Müfit Bey, açıkladığınız anlayışta ve yaradılışta olan adamların kuracakları gruptan da, partiden de ben, yurdu kurtarıcı sağlam bir sonuç alınabileceğine inanamıyorum. Ben ve Heyeti Temsiliye adı altında özveri ile ödev yapan arkadaşlar, bu yurdun kurtarılması, ulusun esenliği için ölünceye dek çalışmak isterken, sayın milletvekillerinin, durumlarından, davranışlarından ve aymazlık uçurumuna yuvarlanışlarından anlıyorum ki, buna da izin vermeyeceklerdir. Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyetinin örgütüne ve bu örgütün meydana getirdiği Kuvayi Milliye'ye dayanmanın gereği kalmadığını, çocukçasına ve aymazcasına davranışları ve eylemleri ile belli eden Meclisi Mebusan'ın ve Felâhı Vatan Grubunun bu konudaki kesin kararının soruşturulup öğrenilmesini ve bize bildirilmesini Rauf Bey'e yazdık. Bu kararın tezlikle elde edilmesi için sizin de yardımınızı rica ederiz. Bu kararı verirken sayın milletvekillerinin, toplantı yeri olan İstanbul'da, kırk bin Fransız, otuz beş bin İngiliz, iki bin Yunan ve dört bin İtalyan kara kuvvetinin yığınak yaptığını ve İngiliz Akdeniz donanmasının Fındıklı Sarayı'na karşı demir atmış olduğunu göz önünde bulundurmaları gerektiğini hatırlatırım.

Mustafa Kemal
 
Akbaş Cephaneliği ve Köprülülü Hamdi Bey

Baylar, Rauf Bey'e yazdığımız son şifrede Akbaş cephaneliği ndeki cephaneden bir kısmının İngilizlere verilmesine yardım ettikleri yolunda bir dokundurma vardı. Bu konuyu biraz açıklayayım. Rumeli kıyısında, Gelibolu yakınında Akbaş denilen yerde bir cephane deposu vardı. Orada, Fransızların gözaltında tuttukları pek çok silah ve cephane bulunuyordu. Hükümet İtilâf Devletlerine bütün bütüne boyun eğmiş görünmeyi yararlı saydığından, sözünü ettiğim cephanelikteki silah ve cephaneden bir kısmını İtilâf Devletlerine bırakmaya söz vermiş. Onlar da Vrangel (Wrangel) ordusuna göndereceklermiş. Rusya'ya götürmek için bir Rus vapuru da Gelibolu'ya gelmiş. Hükümet daha önce, İstanbul'daki örgütümüz başkanlarının olurunu ve yardımını da sağlamış...

Oysa baylar,Köprülü Hamdi Bey adında yiğit bir arkadaşımız, Kuvayi Milliye'den bir birlik ile, 26-27 Ocak 1920 gecesi sallarla Rumeli kıyısına geçti. Akbaş cephaneliklerine el koydu. Depoyu bekleyen Fransızları tutukladı ve haberleşme yollarını kesti. Silahların tümünü, cephanenin bir kısmını, bekçi Fransız erlerini de gözaltında Lapseki'ye getirdi. Silahlarla cephaneyi içeriye yolladıktan sonra Fransız erlerini geri gönderdi. Akbaş deposunda sekiz bin Rus tüfeği, kırk Rus ağır makineli tüfeği, yirmi bin sandık cephane olduğu kestiriliyordu. (belge: 239)

Bu olay üzerine İngilizler Bandırma'ya iki yüz kişilik bir kuvvet çıkardılar. Biz İtilâf Devletleri askerlerinin, bulundukları yerlerdeki ve ulusal savaş bölgeleri gerilerindeki depolarda bulunan silah ve cephaneyi başka yere götürebileceklerini, kullanılmayacak bir duruma getirebileceklerini ya da depoların bulunduğu yerleri ele geçireceklerini düşünerek, bütün komutanlara verdiğimiz buyrukta kimi önlemler öğütlemekle birlikte hepsinin tam kararlı ve kesinlikle davranmaları gereğini de bildirdik. (belge: 240)

 
Anzavur'un Ulusal Cephemizi Arkadan Vurmaya Çalışması

Baylar, hemen gene o günlerde Anzavur , Balıkesir ve Biga dolaylarında oldukça önemli ve korkulu durumlar yaratmayı başarabilmişti. Balıkesir'de ulusal cephelerimizi arkadan vurmak istiyordu. Başına pek çok adam toplamıştı. Karşısına gönderilen Kuvayi Milliye ile Biga'da kanlı bir savaş oldu. Anzavur yendi. Kuvvetimizi dağıttı. Toplarımızı ve ağır makineli tüfeklerimizi ele geçirdi. Erlerimizi ve subaylarımızı tutsak ve şehit etti. Akbaş olayının yiğidi Hamdi Bey de bu şehitler arasında idi. Bundan sonra Ahmet Anzavur, kendi adıyla andığı Ahmediye Cemiyeti adı altında, alçaklığını genişletti durdu.

Baylar, 3 Mart 1920 günü çekilen ve bize olağanüstü haberler ulaştıran bir şifre aldım. Bu tel, İstanbul'dan,İsmet Paşa 'dan geliyordu. İsmet Paşa, ben Ankara'ya geldikten sonra, Ankara'ya yanıma gelmişti. Birlikte çalışıyorduk. Fakat Cemal Paşa'dan sonra Harbiye Nazırlığına Fevzi Paşa Hazretleri geldi. Fevzi Paşa'nın özel isteği üzerine ve özellikle çok önemli bir amaç için kendisini sözkonusu günlerden birkaç gün önce İstanbul'a göndermiştim.

Önemli olarak gördüğümüz nokta şu idi: Yunanlılar saldırıya hazırlanıyorlardı. Buna karşı, akla yakın davranış, bütün kuvvetleri hazırlayarak düzenli bir savaşa girmekti. Özellikle Fevzi Paşa Hazretleri, bu gereği ve bu zorunluğu anlamakta idi.

İşte bu hazırlığı yapmak üzere İsmet Paşa'nın İstanbul'da bulunması ve dahası, Genelkurmay Başkanlığına resmi olarak atanıp çalıştırılması çok yararlı olacaktı. Bu düşünceyle onun İstanbul'a gitmesini gerekli görmüştüm. İsmet Paşa'nın telyazısı şudur:

Harbiye, 3.3.1920
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne


Alınan bilgiye göre, İstanbul'da bir dernek kurulmuş ve bu dernek, İngilizlerle birlik olarak şu kararları almış: Şimdiki hükümetin düşürülmesi ve bilinen bir hükümetin kurulması, Meclisin dağıtılması, İzmir ve Adana'nın işgalini sağlamak için Kuvayi Milliye'nin ortadan kaldırılması, dünyaya barış ve esenlik getirmek üzere İstanbul'da Müslümanlararası bir halifelik danışma kurulu kurulması, Bolşevikliğe karşı fetva çıkarılması. Nazır Paşa, bu derneğin giriştiği işlere önem veriyor. Anadolu'da Anzavur'un girişimleri bu çalışmalara dayandığı gibi, İngilizlerin hükümete en çok baskı yapmaları da, buradan gelmektedir. Bilgi olarak sunmamı istediler. (İsmet)

Harbiye Nazırlığı Başyaveri Binbaşı
Salih
 
Ali Rıza Paşa Kabinesinin Çekilmesi,İstanbul'un İşgali ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin Toplanması

Ali Rıza Paşa Hükümetinin Çekilmesi


Baylar, biliyorsunuz ki İngiliz temsilcisi, Yunanlılar da içinde olarak İtilâf kuvvetlerine karşı savaşa son verilmesini hükümete önermişti ve bu sağlanırsa, İstanbul'un Osmanlı Devleti'ne bırakılacağı yolunda yaldızlı bir söz de vermişti. Fakat İstanbul'da bu öneri yapılırken, Şubatın 18'inci, l9'uncu ve 20'nci günlerinde, Yunanlıların da İzmir'e yeni kuvvet, taşıt, pek çok cephane getirdiğini ve cephelere yollayarak yeni bir saldırıya hazırlandığını biz biliyorduk. Bu bilgimizi -hükümet işlerine karışmayınız yaygarasına bakmaksızın- İstanbul Hükümetine de duyurarak dikkatini çekmekten geri kalmadık.

Yunanlılar böylece saldırıya hazırlanırlarken Ali Rıza Paşa Hükümeti başka bir öneri karşısında kalıyor:

"Yunanlılar karşısında bulunan Kuvayi Milliye'yi üç kilometre geri aldırmak!"

Ali Rıza Paşa Hükümetinin, bunu yapamayacağı besbelliydi. Ama amaç, onun düşürülmesi idi. Sadrazam, ister istemez, bu önerinin yerine getirilemeyeceğini, yanıt olarak bildirmiş.

3 Mart 1920 günü Yunanlılar saldırıya başladılar. Gölcük yaylasıyla Bozdağ'ı ele geçirdiler. İşte bu olay üzerine Ali Rıza Paşa'nın düşünebildiği tek çıkar yol, yerinde daha fazla kalmaktan vazgeçerek hemen çekilip bu sorumlu işten yakayı sıyırmak olmuştur. Çünkü, ulusal eylemi durdurma konusunda yapılan öneriyi yerine getirmeye çalışmış, ama başaramamış olan Ali Rıza Paşa, bu kez de öneriyi uygulattıracağım diye söz verip de bunu başaramazsa İtilâf Devletlerince sorumlu tutulması olasılığı da akla gelemez miydi?

Harbiye Nazırı Cemal Paşa, Başkomutan Mister Corç Miln'in buyruklarını uygulattıramadığından ötürü en sonunda hükümetten çıkarılmak durumunda kalmamış mıydı? Ali Rıza Paşa için de böyle bir işlem yapmaya kalkışılırsa, kendisini Padişahın koruyabileceğine güvenebilir miydi? Böyle bir durumda, ulusal isteklerin tek belirme yeri olduğunu söylediği İstanbul'daki Meclisi Milli'ye güvenebilecek miydi? Ulusal irade adına konuşmasının ve isteklerde bulunmasının artık yeri ve olanağı kalmadığını söyleyerek cezalandıracağım diye gözdağı verdiği Heyeti Temsiliye'ye dayanmaya gönül indirmeli miydi? Demek ki, kendisi için çekilmekten daha uygun bir şey olamazdı. İşte o da öyle yapmıştır. (belge: 241) Ali Rıza Paşa, hükümete ilk saldırıldığında çekilmesi gerektiği yolundaki uyarmamızı kabul etmedi. Yerinde durmakla yurda yararlı olacağını söyledi. Meclisi Milli de bu bilgisizce görüşü uygun bularak onu yerinde tuttu. Acaba yapılması söz konusu olan ödev, Yunanlılara, saldırı hazırlıklarını tamamlayarak yurdun kutsal topraklarından daha bir kısmını çiğnemek ve pek sevgili yurttaşlarımızdan daha bir kısmını süngüler altında inletmek için gerekli fırsatı hiç ses çıkarmadan bağışlamak mıydı?


 
Padişah, İşin ve Durumun Gereğine Göre Bir Kişiyi Sadrazamlığa Seçeceğini Bildiriyor

3 Mart 1920 günlü şifrelerle Rauf ve Kara Vâsıf beyler hükümetin çekilme işini haber verirken, Felâhı Vatan Grubu Başkanının, Meclis başkanı vekillerinin saraya gönderildiklerini de bildiriyorlardı. Bu başkanlar, Padişah katına kabul olunmamışlar. Başyazman ve Başmabeyinci ile görüşmeleri buyrulmuş. Grup Başkanı, ulusal örgütün Padişaha bağlılığını bildirmiş. Sözü hükümetin çekilmesine getirmiş. Padişah, başyazman aracılığı ile şu buyruğu bildirmiş: "Bütün milletvekillerine selam. İşin ve durumun ağırlığını ben de onlar kadar anlıyorum. İşin ve durumun gereğine göre bir kişiyi sadrazamlığa seçeceğim. Onun yetkisine el uzatarak arkadaşlarının seçimine karışamam. Ancak, ona, çoğunluk grubuyla anlaşmasını öğütleyeceğim."
 
Beni İşlere Karıştırmak İstemeyenler Benden Hemen Sonuç Verecek Önlem Bekliyorlar

Başkanlardan meydana gelen kurul, teşekkür ederek ayrılmış. (belge: 242) Verilmekte olan bilgiler arasında şunlar da vardır: "Milletvekilleri telaşlı; ama, isteğe uygun bir hükümet kurulacağına güveniyorlar. Yabancıların, Hürriyet ve İtilâfçılarınve Nigehbancıların, düzenledikleri gerici hareketlerde başarıya ulaşabilmek için, Ferit Paşa'yı ya da yakınlarından birini iş başına getirmeleri de olasıdır. Meclisi, elbette dağıtacaklardır. Padişah katında etkili olacak önlemlerin oraca alınması buyruklarınıza sunulur".

Baylar, tuhaf değil midir ki, bugün bunları bildirenler, daha birkaç hafta önce: "Meclis resmi olarak açıldığına göre, bundan sonraki buyruklarınızın bana bildirilmesini ve görüşlerinizin her yerde gereği gibi savunulacağına güvenmenizi" diye yazan kişilerdir. Birkaç hafta önce, İstanbul Hükümeti ile görüş birliğine vararak beni, işlere ve yürütüme karışmaktan alıkoymak isteyen kişiler, bugün İstanbul'da hiçbir şey yapmaya güçleri yetmediğini açığa vurarak, buradan, Heyeti Temsiliye'den etkili önlemler bekliyorlar.

Biz, bu isteği de yerine getireceğiz. Ama bu kişilerin isteği olduğu için değil; bunu, yurdun yararı böyle buyurduğu için...

Baylar, 3 Mart günü ve 3/4 Mart gecesi, İstanbul'la haberleşmek ve oradaki durumu anlatmakla geçti. 4 Mart günü, gerek İsmet Paşa'dan ve gerek öbür kişilerden aldığım bilgiler üzerine durumu, genelge ile bütün ordularla örgüt merkezlerimize ve ulusa bildirdim. (belge: 243, 244) Meclisi Mebusan Başkanlığına şunu yazdım:

Ankara, 4.3.1920

Meclisi Mebusan Yüce Başkan Vekilliğine

İtilâf Devletlerinin işlerimize sürekli karışmaları karşısında artık Ali Rıza Paşa Hükümetinin çekilme kararını Meclise bildirdiği üzüntüyle haber alınmıştır. Aydın cephesinde, kutsal yurdumuzu ele geçirmeye çalışan düşmanla Kuvayi Milliye çarpışmakta ve yurdun her karış toprağına, içten bağlı ve özverili çocukları gömülmektedir. Hiçbir güç, hiçbir yetki, tarihin buyurduğu bu görevden ulusumuzu alıkoymayacaktır. Ulusal ve yurtsal bağımsızlığımızın sağlanması uğrunda her türlü özveriye hazır bulunan ulusumuzun kutsal coşkusunu, ancak ulusun tam güvenebileceği bir hükümetin iş başına getirilmesi yatıştırabilir. Bütün ulus, bu tarihsel günlerde, ulusal iradenin koşulsuz vekilliğini üzerlerine almış bulunan milletvekillerinin kesin kararlarını sabırsızlıkla beklemektedir. Yurda ve tarihe karşı yüklendiğimiz büyük sorumluluğu ve bütün dünyanın, kürsünüze çevrili olan dikkatli bakışlarını düşünerek, ulusun özverili dayancına uygun kararlar alacağınıza güvendiğimizi ve yurtseverce çalışmalarınızda bütün ulusun sizinle birlik ve size destek olduğunu bilginize sunarız efendim.

Heyeti Temsiliye adına
Mustafa Kemal


Padişaha da şu teli çektim baylar:

Ankara, 4 Mart 1920

Padişah Hazretleri'ne

İtilâf Devletlerinin, bağımsızlığa ve onura dokunan saldırılarına ve Ateşkes Anlaşmasına uymayan karışmalarına ve davranışlarına daha çok dayanamayan hükümetin çekilmesiyle yüce devletinizde yeniden bir hükümet bunalımı belirmesi, ulus kamuoyunda derin bir heyecan uyandırmıştır. Yüce Padişahlık ve Halifeliğinizin çevresinde düşünce ve ülkü birliğine vararak, yüce bağımsızlığınız ve dokunulmazlığınız ve yüce devletinizin ülke bütünlüğü için son özveriyi göze almış olan bütün uyruklarınız, düşmanlarca yönetilen bazı karıştırıcılık ve kargaşa düzenlerinden dolayı öteden beri üzgün ve kaygılı bir durumda olup, hükümet bunalımının elden geldiğince çabuk giderilmesini ve ulusal amaçları gereği gibi gerçekleştirebilecek saygın bir hükümet kurulmasını beklemektedir. Meclisi Milli'nin çoğunluk grubunda yoğunlaşan ulusal istek ve eğilimlerin yüce katınızca da destekleneceğine, bütün uyruklarınız gibi Kurulumuz da inanmaktadır. Ancak, içteki ve dıştaki bin türlü tutkunun kabarması üzerine dirliği ve esenliği bozulma korkusu geçiren ülkemizin, ulusal vicdana güven veremeyecek bir hükümet başkanına bir dakika bile katlanamayacağını ve Tanrı esirgesin, böyle bir durum ortaya çıkarsa bunun Osmanlı Devleti tarihinde benzeri görülmeyen acı olaylara yol açacağını, yüce Padişahlık katının bilgilerine sunmayı bir yurt ödevi sayarız. Buyruk Padişahımızındır.

Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk
Cemiyeti Heyeti Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal


Bu telin birer örneğini, bilgi için Meclisi Mebusan Başkanlığına ve kolordu komutanlarına yollamakla birlikte, birer örneğini de İstanbul gazetelerine ve Matbuat Cemiyetine (Basın Derneği) vermesini İstanbul telgrafhanesine buyurduk. Bundan başka baylar, komutanlara, valilere, mutasarrıflara ve Müdafaai Hukuk merkez kurullarına ayrıca şu genelgeyi de yolladık:

4 Mart 1920

İtilâf devletlerinin katlanılmaz bir duruma gelen karışmalarından ve baskılarından ötürü hükümet, dünkü 3 Mart günü çekilmiştir. Aldığımız sağlam haberlere göre hükümet, Ferit Paşa'nın ya da ona benzer birinin iş başına getirilmesini ve İstanbul'da yabancıların isteklerine hizmet edecek bir halifelik danışma kurulu kurulmasını sağlamak üzere dış düşmanlarca yönetilen ve karşıcıl partilerin aracılığıyla kurulan bir komitenin çalışmalarının sonucu olarak düşürülmüştür. Açıkça, komitenin çalışmasına yol açmak için İtilaf devletleri, ilkin hükümeti çekilmeye zorlayacak baskılar yapmışlardır. Durumun bu ağırlığı karşısında elbette Meclisi Mebusan gereği gibi etkin girişimler yapmaktadır. Ancak, bu girişimlerin eylemli olarak desteklenmesi için, ulusal amaçları gerçekleştiremeyecek bir hükümet başkanına ulusun katlanamayacağını çok sert bir dille Padişahlık katına, Meclisi Mebusan Başkanlığına ve basına bildirmek gerekir. Bu tel alınınca, dakika bile geçirilmeksizin, bu yolda telyazıları hazırlanarak bu gece her halde çekilmesinin sağlanmasını, buraya da yarın sabaha dek bilgi verilmesini önemle rica ederiz.

Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk
Cemiyeti Heyeti Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal


 
Salih Paşa Sadrazam Oluyor

Sonunda, 6 Mart günü, kim ve ne olduğunu anlayamadığımız bir kişiden şu haberi aldık:

İstanbul, 6 Mart 1920

Heyeti Temsiliye'ye

Sadrazamlık görevinin Bahriye Nazırı Salih Paşa'ya verildiği bilgilerine sunulur.

Müdafaai Hukuk Cemiyeti
Genel Yazman Vekili
Halit


Bu telin ardından şu tel geldi:

Meclisi Mebusan, 6 Mart 1920
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne


Kutlu Halife Hazretleri, şimdi Meclisi Mebusan Başkanını yüksek makamlarına buyur ederek sadrazamlık görevini, Ayan üyelerinden eski Bahriye Nazırı Salih Paşa'ya verdiklerini bildirmişlerdir. Salih Paşa da hükümeti kurma işiyle uğraşmakta olduğundan bunalımın yarın akşama dek büsbütün ortadan kalkacağı bildirilir.

Meclisi Mebusan Başkanı
Celalettin Arif


Baylar, Rauf Bey'in de o gün, fakat daha hükümet başkanı belli olmadan verdiği bilgiler vardır. Dikkate değer olduğu için bu bilgileri veren telyazısını olduğu gibi sunuyorum:

Kişiye özel, çok ivedidir.
Dakika geciktirilemez.


Harbiye, 6 Mart 1920

Ankara'da Yirminci Kolordu Komutanlığına

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne: 1- Dün gece İzzet ve Salih Paşalarla görüştüm. Her ikisine de sadrazamlık önerilmemiştir. Vekillik eden hükümet de kimin olacağını bilmiyor. Eski Dahiliye Nazırı Reşit Bey'in Saray ile Fransa ve İngiltere elçilikleri arasında gidip gelmekte olduğu sağlam yerden öğreniliyor. Bir söylentiye göre, kendisinin sadrazamlığa getirileceği sanılıyor. Önceki gece Padişah Hazretleri, Tevfik Paşayı kabul etti. Daha sonra Ferit Paşa'yı kabul ederek, saat beşten on sonraya dek görüştü. Dünkü Cuma günü Balta Limanı'nda Ali Kemal ve eski Dahiliye Nazırı Mehmet Ali'nin de bulunduğu bir toplantıda uzun görüşmeler oldu. Daha sonra Rahip Fru da katılarak Ali Kemal'in evinde görüşmeler sürdürüldü. Celâlettin Arif Bey, dün saat dört sonrada Padişah katına kabul olundu. Durumun şimdiki bunalımın sürüp gitmesini kaldıramayacağından yurdun ve Millet Meclisinin güveneceği bir hükümetin bir an önce işbaşına getirilmesi için Celâlettin Arif Bey'in birkaç kez ileri sürdüğü dileğe karşı Padişah Hazretleri, durumun inceliğini onun gibi anladığını ve Kuvayi Milliye'nin gerekliliğine inandığını bildirdikten sonra, içeride ve dışarda güven sağlayabilecek bir kişinin çabuk atanamayacağı ve pazara dek düşünmek gerektiği yolunda karşılık vermişler. Daha önce bilginize sunduğum olaylardan sezinlediğime göre Padişah İngilizlerle konuşup haberleşmektedir ve Londra' dan gelecek yanıtı beklemektedir. Herhalde durum pek bunalımlıdır. İngilizlerden umutlu olurlarsa, Ferit Paşa'nın Sadrazamlığa getirilmesi bile uzak görülemez. Kısacası, şimdiye değin Padişah doğrudan doğruya Tevfik ve Ferit Paşalardan başka kimseyi kabul etmemiş ve Ferit Paşa ile görüşmesi de gizli olmuştur. Saray adamlarından güveninizi kazanmış olduğunu bildiğim bir kişi, Perşembe günü, Padişahın pek yakınları adına beni özel olarak gördü ve düşüncemi sordu. Sorusuna yanıt olarak, Padişahlık yararına, devlet ve ulus yararına işleri yoluna koyacak kişinin siz olabileceğinizi; fakat şu sırada işgalde bulunan İstanbul'a dönemeyeceğinize göre, İzzet Paşa'nın sadrazam olması gerektiğini açık bir dille söyledim. Salih Paşa Meclisin kapatılabileceğini de sezdiriyor. Birinci Başkan Vekili Hüseyin Kâzım Bey'in de, Sarayla ve İngilizlerle Meclis adına dolaplar çevirdiği anlaşılıyor. Bilgilerinize sunulur.

Celâlettin Arif Bey bugün saraya gidecek. Durumu çok açık olarak Padişaha anlatacak, karşıcılları iş başına getirirse, Anadolu'daki örgütlerin sarsılacağını, böylece, Doğudaki kendileri için dokuncalı olan ilkelerin ülkemize gireceğini ve Halifeliğin Müslümanlar gözünde ne duruma düşeceğini açıklayacak ve Anadolu'dan, ulusal örgüt merkezlerinden bu konuda gelen bütün telyazılarını gösterecek ve bununla ilgili olarak ayrıca yazılı bir rapor sunacaktır. Rapor birlikte yazılmıştır. Örneğini sonra sunarız. (Rauf) 2- Bu tel, 6.3.1920 günü saat 17.15 sonrada Harbiye Telgrafhanesine verilmiştir.

Harbiye Nazırlığı Başyaveri
Salih


Baylar, Rauf Bey'in, sadrazam bulmak söz konusu olurken benden söz açması elbette gereksizdi. Aramızda hiç böyle bir söz konuşulmuş değildi. Ben aslında İstanbul Hükümetinin yaşayacağından umutlu değildim. Osmanlı Devleti'nin yaşamını bitirdiğine ise çoktan inanmıştım. Osmanlı Devleti'nin sadrazamlığını üzerime almak gibi cılız ve anlamsız bir düşüncenin benim kafamda yeri olamayacağı kuşkusuzdu. Ben, doğal bir biçimde geçmekte olan devrim evrelerini soğukkanlılıkla izlerken, yarının önlemlerinden başka bir şey düşünmüyordum.

Rauf Bey, sözkonusu ettiği Celâlettin Bey'in raporu örneğini de gönderdi. (belge: 245) Hükümet kurulduktan sonra da şu bilgiyi verdi :

Harbiye, 8.3.1920

Yirminci Kolordu Komutan Vekilliğine Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne:

1- Hükümet şöyle kurulmuştur: Sadrazam Salih Paşa, Şeyhülislam yerinde, Dahiliye yerinde, Hariciye Safa Bey yerinde, Harbiye yerinde, Bahriye Salih Paşa vekil olarak, Nafıa Tevfik Bey asıl olarak, Maliye Tevfik Bey vekil olarak, Devlet Şûrası Abdurrahman Şeref Bey vekil olarak, Maarif Abdurrahman Şeref Bey asıl olarak, Evkaf eski Şeyhülislam Ömer Hulûsi Efendi asıl olarak, Adliye Celâl Bey, Ticaret Defterhane Emini Ziya Bey. 2- Celâl Bey'in tutumunu bilmiyoruz. Bu kuruluş, Damat Ferit Paşa'ya zaman kazandırmak için Sarayın bir düzenidir. Salih Paşa, bir bunalımı önleyerek bu yolda yurda yararlı bir hizmet gördüğü inancındadır. Bizim düşüncemiz bu hükümete güvenoyu vermemektir ve bunu, Grupta sağlamaya çalışıyoruz. Ferit Paşa tehlikesi şimdi de vardır. Buna göre durumun güven altına alınması buyruklarınıza sunulur. 3- Dikkate değer olarak şunu da bilgilerinize sunalım ki, Salih Paşa, Meclisi Mebusan'dan nazır alamayacağı anlaşıldıktan sonra, dışardan alacağı kişileri seçerken Grubun görüşünü soracaktı. Oysa, şimdi bundan da vazgeçerek adları bildirilen kişilerle hükümeti kendiliğinden kurmuştur efendim. (Rauf)

Harbiye Başyaveri
Salih


 
Trakya'da Cafer Tayyar Bey'in İzlediği Yanlış Bir Görüş

Baylar, İstanbul bunalımı üzerine verdiğim açıklama epeyce uzadı. Aslına bakılırsa, İstanbul'da öteden beri sürüp giden duruma yeniden daha birçok olayların eklendiğine tanık olacağız.

İzin verirseniz, yeniden İstanbul'a dönmek üzere, biraz da Edirne dolaylarındaki duruma göz atalım. Şimdiye değin genel olarak söylediklerim arasında yeri geldikçe Trakya'yı da hiçbir zaman örgütlerimizin ve tasarılarımızın dışında tutmadığımızı anlatmış olduğumu umarım. Edirne ile ilişkimiz ve haberleşmemiz, yurdun her yeri ile olduğu gibi sürdürülmekte idi.

Yaptığımız yazışmalardaki dikkate değer bazı noktaları yüce topluluğunuza açıklayarak bildirmek uygun olur.

Birinci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey , 31 Aralık 1919 günlü çok ayrıntılı bir raporunda, Trakya'da ve özellikle Batı Trakya'da, Yunanlıların yaptıkları girişimleri ve çalışmaları eksiksiz açıklıyordu. Bu olağanüstü çalışmalarına karşı kendisinin gereği gibi düzenleme yapamadığından yakınıyordu.

"Kolordusunun, bu durum ve gelecekte çıkabilecek olaylar karşısında uygun bir konum almasına General Miln'in olmaz dediğinin yazışma sonunda anlaşıldığını" bildiriyordu. (belge: 246)

General Miln'in gerekli düzenlemeleri yapmamıza olmaz diyeceği elbette kuşku götürmezdi. Bu açık gerçeği yazışma yoluyla sorup anlamaya bilmem nasıl bir düşünce ve usa vurma ile kalkışılmıştı?

Cafer Tayyar Bey'e 3 Ocak 1920'de verdiğim yönergede, gönderdiğimiz gizli yönetmeliğe göre silahlı birlikler kurulmasını yeniden hatırlattım: "Askeri durumu değiştirmekle elde edilemeyen yararların böylece karşılanması gerekir." dedim. (belge: 247)

Harbiye Nazırı bulunan Cemal Paşa'ya da gene o gün durumu bildirerek, Yunanlıların Doğu Trakya'da olsun, hazırlıklarına engel olmasını yazdım. (belge: 248)

Trakya-Paşaeli Cemiyetinin gönderdiği raporlarda gereği gibi örgütler kurulamadığından söz ediliyor ve kimi yüksek görevlilerden yakınılıyordu. (belge: 249) Bu gibi görevlilere öteden beri bazı uyarmalarda bulunuyordum. (belge: 250)

Yakınmanın önemlisi Cafer Tayyar Bey'den gelmeye başladı. Örneğin, bu konu ile ilgili olarak okuyacağım şu mektup bir fikir verebilir sanırım:

26 Ocak 1920

Sayın Paşam,

Arif Bey'in, Trakyalılarla ilgili olarak, sözlerini doğrularım. Trakya Cemiyeti, silah gücü ile desteklenmemiştir. Ne yazık ki, Cafer Tayyar hepimizi aldatmış; hiçbir örgüt kurmamış, bir tek tüfekle olsun, silahlandırma işine girişmemiştir. Cafer'i, yalnız kendisini düşünmekle suçlarım. Bulgaristan durumundan da büsbütün habersiz, tam bir aymazlık içindedir.

Son günlerde Cafer'in, tümenlerine yazdığı bir buyruk bir rastlantı ile elimize geçti. Yunanlıların yaptıklarından ve düşüncelerinden söz ettikten sonra, bu durum karşısında artık Müdafaai Hukuk Cemiyetinin yönergesine göre ulusal örgütler kurmaya başlamak gerekirse, bu işte subaylar aracılığı ile halka yardım edip etmemek konusunda ne düşündüklerini komutanlardan soruyor. Artık düşününüz... Tanrı ulusal işlerde aldatanları yok etsin. Ama, yazık aldanmış olanlara!

Sonuç: Bulgar askerleri Batı Trakya'yı boşaltarak gittikleri ve beş on memurla 150-200 jandarmadan başka kuvveti bulunmadığı halde bile, ayaklanarak ve savaşarak yurdu savunacağını beklediğimiz Trakya, bir şey yapamadı. Cafer bu durumda bir acı duydu mu bilmem? Bunun için, artık Topçu İhsan'ı, Veteriner Rasim'i (zeki, canlı, ılımlı pek güvenilir bir arkadaş) örgüt kurmak üzere Trakya'ya göndereceğiz. Buradan silah da göndereceğiz. Körolası Cafer, yalnız bunları serbest bıraksın, gölge etmesin başka bir bağış istemeyiz.

Edirne kesimini İngilizler, katıksız İngiliz olan erlerle teslim alıyorlar. Yunanlılar Hadımköy, Çorlu, Lüleburgaz'da toplanıyorlar. Bulgaristan kaynaşıyor. Yunan haydutluğu çok. Halkın sızlanması karşısında Vali, elini ovuşturmakta. Cafer güçsüzlüğünü göstermekte. Trakya'nın bolşevikliğe karşı yabancı kuvvetlerin yığınak yeri olacağı, Bulgarların harekatına uğrayacağı umulur. Orada güçlü bir pençe ve kafa gerek. Ne Cafer, ne Vali bu işe yeterli ve özverili değillerdir. İşte gidiş ve durum budur. Ben bunlarla çok uğraşıyorum. Geçen gün bir şifrenizi almış, pek üzülmüş ve şifre ile açıklama isteğinde bulunmuştum. Karşılık alamadım. Paşam, kişisel bir siyasa güttüğümü mü sanıyorsunuz? Yoksa, amacı kavramayacak, durumu anlamayacak şaşkınlardan olduğumu mu kestiriyorsunuz? Her iki hali de protesto ederim. İnancım ve ereğim birdir. Hiç sapmadan yürüyorum. Yalnız, başka bir şey düşünüyor ve bana söylemek istemiyorsanız ona bir şey demem. Açıkça bildirmenizi rica ederim. Sert ve azarlayıcı sözlere pek çok üzülürüm. Bu, beni çalışmaktan alıkoymaz. Beni karşılıcılığa sürüklemez. Ama arada senlik benlik işini ortaya çıkarması elbette beklenebilir. Buna göre dikkatinizi çeker ve gerçek iyice belirmeden ve benim neler çektiğimi anlamadan girişimlerde bulunmanızın, sizden beklenen ve hiç savsaklanamayacak olan incelik ve soğukkanlılık gereği olduğunu şuracıkta söylememe izin veriniz. Saygılarımla başarı dileklerimi sunarım paşam.

Vâsıf

Baylar, Edirne'den gelen yazılardan, raporlardan, bence yanlış bir siyasal görüş üzerinde durulduğu anlaşılıyordu. Şimdi okunan mektupta da, bu yanlış görüşün uygun bulduğunu gösteren cümleler vardır. Bu yanlış ilkeyi düzeltmek için öteden beri ileri sürdüğümüz düşüncemizi 3 Şubat 1920 günü bir kez daha Cafer Tayyar Paşa'ya ve İstanbul'da Rauf Bey'e bildirdim.

Yinelediğim düşünce şu idi:

"Doğu ve Batı Trakya'nın ulusal bir bütün olarak tasarlanması ve söylenmesi doğru bir siyasa değildir. Doğu Trakya'nın, yurdumuzun bir parçası olduğuna karşı gelinemez ve bu tartışılamaz. Batı Trakya ise, bir antlaşma ile daha önce bırakılmış bir topraktır.

Olsa olsa, Doğu Trakya, Batı Trakya'yı kurtarmaya çalışanların bir toplanma ve yönetim yeri olabilir.

Doğu ve Batı Trakya'nın birliğini üsteleyerek ileri sürmek, Doğu Trakya'da da bazı isteklerin ileri sürülmesine yol açabilir.

Bulgarların da, Adalar Denizi'nde (Ege Denizinde) iktisadi bir çıkış yeri istemeleri ayrıca üzerinde durmayı gerektirir. Bulgaristan'da bu bakımdan çalışılmalıdır. (belge: 251)

Cafer Tayyar Paşa da görevlilerden ileri gelen kişilerden, halktan yakınıyordu. 7/8 Mart 1920 günlü bir şifresinde: "Bizde halk her işi hükümetten beklemekte, yüksek sivil görevlilerin tarafsız durumu takınmaları yüzünden ulusal örgütler istekleriniz üzere kurulamamaktadır. İl içinde sık sık yapmakta olduğum denetlemelerde özellikle köylülerle sıkı ilişki kuruyorum ..................... Ama, her köye gidemiyorum ................. İşin, köklü ve yaygın olması hepimizce istenilmekte olup bunun da bildirilen sakıncaların ortadan kaldırılmasına çalışılmakla gerçekleştirilebileceğini bilginize sunarım." diyordu. (belge: 252)

Baylar, General Miln, Cafer Tayyar Paşa'ya askeri konumunu değiştirtmiyor. Vali ve mutasarrıflar tarafsız kalıyor ve her işi hükümetten bekleyen halka ulusal örgüt kurmada önderlik ve kılavuzluk etmiyorlar. Bu sakıncalar kalkmadıkça, işin köklü ve yaygın olamayacağı kanısında bulunuluyor.
 
Karakol Cemiyeti İstanbul'da Örgütünü Genişletmeye Çalışıyor

Baylar, bir ara bir Karakol Cemiyetinden ve onun çalışmalarını yasaklama konusundaki girişimlerimizden söz etmiştim. Bu cemiyetin İstanbul'da örgütünü daha da geliştirmeye çalıştığı anlaşılıyor. Yeniden şöyle bir uyarmada bulunmak gerekti:

Yazı ile

12 Mart 1920


Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Albay Şevket Beyefendi'ye

İstanbul'da bulunan örgütümüzün, amacı gerçekleştirmeye yetmediği anlaşılmaktadır. Çeşitli zamanlarda ve hele bugünlerde Ankara'ya gelen ve durumu bilen kimi kişilerin verdikleri bilgiye göre, bu işteki başarısızlığın nedeni Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti örgütü adı altında Karakol Tüzüğünün uygulanmasına çalışılması olduğu anlaşılmıştır.

Karakol Tüzüğü, birçok kimseleri örgütlerimizle ilişki kurmaktan ürkütmüştür. Bundan ötürü, örgütlerimizi Müdafaai Hukuk Örgüt Tüzüğüne göre kurmak, özellikle İstanbul için yeter. Çünkü, İstanbul'da asıl gücü, düşünce akımlarını birleştirmekte aramalıdır. İstanbul'da eylemli hareketler ve özel girişimler için kurulacak silahlı örgüte bile, Müdafaai Hukuk Tüzüğü Eki'nin uygulanması yeter. İstanbul Merkez Kurulu ve ona bağlı örgütler yönetim kurullarının açıktan çalışmalarında sakınca görülüyorsa, bu kurullarda görev alacak kişiler, kimliklerini gizli tutabilirler. Bu yolda kurulmuş ve kurulacak olan örgütlerin ve bunların merkez kurulları ile yönetim kurullarında görev alan kişilerin adlarının güvenli bir araçla bildirilmesi yolunda yüce yardımları pek çok rica olunur efendim.

Heyeti Temsiliye adına
Mustafa Kemal


 
İstanbul'daki Kuvayi Milliye İleri Gelenlerinin Tutuklanması İçin Londra'dan Gelen Buyruk

Şimdi isterseniz, yeniden İstanbul'a dönelim. 11 Mart 1920 günlü bir telde Rauf Bey şu bilgiyi veriyordu: 10 Mart l920 günü öğleden sonra İtilâf temsilcileri toplanmışlar. Londra'dan gelen ve İstanbul'daki Kuvayi Milliye ileri gelenlerinin tutuklanması ile ilgili olan bir buyruk içeren sorun üzerinde görüşmüşler ve buyruğu yerine getirmeye karar vermişler. Bu bilgi, güvenilir bir kişiye sağlam bir yerden gizlice verilmiş ve bu gibi kimselerin bir an önce İstanbul'dan uzaklaşmaları gerektiği bildirilmiş. İlgililer, bu konuyu çeşitli olasılıklara göre inceledikten sonra, işin sonuna dek İstanbul'da kalarak namus ödevini yapmaya karar vermişler. Sadrazam Salih Paşa, bile bile bu duruma yol açmakta imiş. Onun için hükümeti düşürmeye çalışacaklarmış. Başaracaklarına güveniyorlarmış. (belge: 253)

Rauf Bey'in bu telinin arkasından, gene o gün gelen kısa bir telinde: "Son bildirdiklerimize karşı ve hükümetin durumu üzerine hiçbir düşünce bildirmediğiniz için, telin size varmamış olmasından ve sağlığınızdan haklı olarak kaygılıyım. Cevabınızı gözlüyoruz" denilmekte idi. Rauf Bey'e ve bilgi için On Beşinci ve Üçüncü Kolordulara 11 Mart günü şu bilgiyi vermiştim:

11 Mart 1920

Dün akşam, yani 10/11 Mart 1920'de Ankara'da Fransız Temsilcisi Yüzbaşı Buazo'nun (Boizeau) dilmacı olup bize öteden beri gizlice haber ulaştıran bir kişi, Ankara'daki İngiliz Temsilcisi Vitel'in (Withall), aldığı bir tel üzerine, eşyası, ağırlıkları ve yanındaki adamlarıyla birlikte bugün Ankara'dan ayrılarak İstanbul'a gideceğini ve bu trenden sonra İngilizlerin, demiryolu ulaştırmasını durduracaklarını bildirdi. Adı geçen Vitel, gerçekten bugün, habere uygun olarak, yola çıktı. Bu bakımdan, demiryolu ulaştırmasının da durması kuvvetle umuluyor. Bu işin, İtilâf devletlerince İstanbul'da alınan önlemlerle ilgili bulunduğu kuşku götürmez.

Mustafa Kemal

Rauf Bey'in son yazısına da şu yanıtı vermiştim:

"Hükümete güvensizlik oyu vererek sizlerin atılış yapmanız o denli güçlü bir nedene bağlanamayacaktır. Grubun dayanışma ve direnme gücü ve işbirliğindeki kesin tutumu üzerine açık bir görüşe ve kanıya varmadıkça, Salih Paşa'nın Grup Yönetim Kurulu ile görüşmeksizin iş görmesini bir meşrutiyet sorunu yapma yolundaki kararınız üzerine hiçbir düşünce ileri süremem. İngilizlerin tutuklama kararına karşı Meclisin, sonuna değin yiğitçesine görevini yapması pek yararlı ve parlaktır. Ancak, sizinle birlikte, varlıkları ilerideki girişimlerimiz ve eylemlerimiz için çok gerekli olan arkadaşların, sonunda bize katılabilmeleri kesin olarak güven altına alınmalıdır. Yoksa, Grubun birlik ve kararlı olarak iş görmesini düzenleyebilecek kişileri şimdiden görevlendirerek sizlerin hemen buraya gelmeniz çok gereklidir. Buraya gelecekler arasında ülkeyi temsil niteliğinde olanlarla, gerekince hükümet kurmaya ve yönetmeye yeterli kişilerin bulunması önemlidir. İtilâf Devletlerinin zorlama önlemlerine başvuracakları kuşku götürmez.... vb. Mustafa Kemal." (belge: 254)

Baylar, Rauf Bey'i ve öteki kişileri tam zamanında çağırmış olduğumuz, olaylarla, hem de üç dört gün geçmeden belli oldu. Ama ne yazık ki, bu çağrımız gerektiği kadar önem ve ağırlıkla dikkate alınmadı. Rauf Bey, Vâsıf Bey gibi kişiler, en sonunda tam bir uysallıkla Malta'ya gittiler. Bunu biliyorsunuz.

Son dakikaya değin Anadolu'ya geçmek ve Ankara'ya gelmek yolunun ve önlemlerinin kimi arkadaşlarca hazırlandığı ve sağlandığı bana anlatılmıştır. Eğer böyle idiyse, bu kişilerin Ankara'ya gelmeyi kabul etmeyip İngilizlere teslim olmayı ve Malta'ya gitmeyi yeğlemelerindeki neden ve özür, gerçekten incelenmeğe değer. Doğrusu, Türkiye durumunun ve geleceğinin kuşkulu, karanlık, ölümcül görüldüğü kuramına göre, bu karanlık tehlike içine atılanların, korkunç ve ürkünç bir sonuçla karşılaşmaları kuruntusunun etkisi altında, en sonunda herhangi bir zindanda bir süre kalmak üzere düşmana teslim olmayı yeğleyebilecekleri uzak görülemez. Bununla birlikte, ben burada böyle ağır bir yargıya varmaktan çekinirim. Bu düşünce iledir ki, bu kişileri Malta zindanlarından kurtarmak için her yola başvurarak, elden gelen girişimleri yapmaktan geri durmadım.
 
İstanbul'un İşgali

Baylar, İstanbul'da Onuncu Tümen Komutanından Ankara'da Yirminci Kolordu Komutanlığına 9 Mart 1920 gün ve 465 sayılı, şifre ile kapatılmış bir yazı, 14 Mart 1920 günü geldi. Açılmışı şu idi:

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne

İngilizlerin Türk Ocağına el koymaları üzerine, Milli Talim ve Terbiye binasına taşınan Ocağın bu yeni taşındığı yer de dün öğleyin gene İngilizlerce yeniden işgal edilmiştir efendim. 9 Mart 1920. (Hâdi)

Baylar, 1920 yılı Martının 16'ncı günü öğleden önce saat onda, makine başında şöyle bir tel verildi:

İstanbul, 16.3.1920

Ankara'da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne

Bu sabah Şehzadebaşı'ndaki Mızıka Karakolu'nu İngilizler basıp, oradaki askerlerle İngilizler çarpışarak, sonunda, şimdi İstanbul'u işgal altına alıyorlar. Bilgilerinize sunulur.

Manastırlı
Hamdi


Ben bu telin altına kurşun kalemiyle "Tez elden Kolordulara benim imzamla, M. Kemal" işaretini koyduktan sonra, bu teli verenden açıklayıcı bilgi almaya başladım. Manastırlı Hamdi Efendi durmadan bilgi vermeyi sürdürdü:

Bizim en güvendiğimiz bir arkadaşımız var ki, yalnız o değil herkes, yani gelenler söylüyorlar. Şimdi de Harbiye'ye girdiklerini haber aldık. Dahası, Beyoğlu telgrafhanesinin önünde İngiliz erleri olduğunu öğrendik; fakat telgrafhaneyi işgal edip etmeyecekleri belli değildir.

Bu sırada baylar, Harbiye telgrafhanesinden görevli Ali, bilgi vermeye başladı:

Sabahleyin İngilizler basarak, altı kişi şehit oldu; on beşe yakın da yaralı var. Şimdi İngiliz erleri dolaşıyor. Şimdi, işte İngiliz erleri Harbiye Nazırlığına giriyorlar. İşte içeri giriyorlar. Nizamiye kapısına. Teli kes! İngilizler buradadır.

Yeniden Manastırlı Hamdi Efendi bizi buldu:

Paşa Hazretleri, Harbiye telgrafhanesini de İngiliz deniz erleri işgal edip teli kestiği gibi, bir yandan da Tophane'ye giriyorlar. Bir yandan da zırhlılardan asker çıkarılıyor. Durum ağırlaşıyor efendim. Sabahki çarpışmada 6 şehit, 15 yaralımız vardır. Paşa Hazretleri, yüce buyruklarınızı bekliyorum.16 Mart 1920.

Hamdi

Hamdi Efendi teli şöyle sürdürdü:

Sabahleyin bizim erler uykuda iken, İngiliz deniz erleri karakola gelip giriyor. Erlerimiz uykudan şaşkın kalkınca çarpışmaya başlanılıyor. Sonunda bizden altı kişi şehit oluyor, on beş kişi yaralanıyor. Bunun üzerine, önceden bu alçaklığı tasarlamışlar ki, hemen zırhlıları rıhtıma yanaştırıp Beyoğlu bölgesini ve Tophane'yi işgal etmişler. Bir yandan da Harbiye Nazırlığını işgal etmişler. Dahası, şimdi ne Tophane ve ne de Harbiye telgrafhanesi bulunamıyor. Şimdi de haber almış olduğuma göre, Derince'ye dek yayılıyorlarmış efendim.

İşte Beyoğlu telgrafhanesi de yok. Orasına da el koydular sanırım. Tanrı korusun. Buraya da gelmesinler. İşte Beyoğlu telgraf görevlileri, müdürleri geldiler. Kovmuşlar.

Bir saate dek burası da işgal olunacaktır. Şimdi haber aldım efendim.

Rahmetli Hayati Bey, ilk haberi veren telyazısı üzerine benim yaptığım işarete uygun olarak verilen bilgileri özetlemiş. Rumeli ve Anadolu'daki bütün komutanların adreslerine çektiriyordu. Bir an önce İstanbul üzerinden Edirne'ye çektirilmesini söylemiştim. (belge: 255) Hamdi Efendi :

Yüce buyruklarınız yerine getiriliyor. Edirne'ye yazıyorum, bütün merkezleri hazır ettirdik.

diye bildirdi. Hamdi Efendi'den:

Milletvekilleri için bir haber aldınız mı? Meclisi Mebusan telgrafhanesi ile haberleşme oluyor mu?

diye sordum. Hamdi Efendi:

Evet oluyor. On Dördüncü Kolordu Komutanı hazır. Paşa istiyordu, verelim mi?

Baylar, bundan sonra artık Hamdi Efendi'nin sözünü işitmedik. İstanbul telgraf merkezinin de işgal edilmiş olduğu kanısına vardık.

 
Manastırlı Hamdi Efendi

Bu yurtsever ve yiğit Manastırlı Hamdi Efendi olmasaydı, İstanbul'da geçen bu acı olayları öğrenmek için kimbilir ne zamana dek bekleyip duracaktık? İstanbul'da bulunan nazır, milletvekili, komutan ve örgütümüz adamları içinden bir kişi çıkıp da zamanında bize haber vermeyi düşünememiş olduğu anlaşılıyor. Demek, hepsini heyecan ve çarpıntı kaplamıştı. Bir ucu Ankara'da bulunan telin İstanbul'da bulunan ucuna yanaşamayacak denli şaşkın bir duruma gelmiş oldukları yargısına varmak, bilmem ki doğru olur mu? Telgraf memuru Hamdi Efendi sonradan Ankara'ya gelerek karargâhımız telgraf memurluğunu yapmıştır. Kendisine borçlu olduğum teşekkürü burada açıkça söylemeyi ulus ve yurt ödevlerimden sayarım.

Baylar, bu durum üzerine her şeyden önce doğabilecek bir kötülüğün önüne geçmek için şu buyruğu verdim:

Telyazısı, ivedidir.

Ankara, 16 Mart 1920

Bütün Vali ve Mutasarrıflara
Sivas'ta Üçüncü Kolordu, Bandırma'da On Dördüncü Kolordu,
Ankara'da Yirminci Kolordu, Erzurum'da On Beşinci Kolordu,
Konya'da On İkinci Kolordu, Diyarbakır'da
On Üçüncü Kolordu Komutanlıklarına,


İzmir Cephesinde Refet Beyefendiye,
Balıkesir'de Altmış Birinci Tümen Komutanlığına,
Bütün Müdafaai Hukuk Merkez ve Yönetim Kurullarına


Bugünkü duruma göre ulusumuz, uygarlık dünyasının insanca duygularla dolu olan vicdanlarına ve bütün İslam dünyasının ruhsal birliğine güvenmekle birlikte, bir süre için, dost olsun, düşman olsun, bütün resmi dış dünya ile geçici olarak değinemeyecektir.

Bu günlerde yurdumuzdaki Hıristiyan halka karşı göstereceğimiz insanca davranışın değeri pek büyük olduğu gibi; hiçbir yabancı hükümetin eylemli ya da görünüşte kalan yardımını görmeyen Hıristiyan halkın dirlik ve düzenlik içinde yaşamaları, soyumuzun yaratılışında bulunan uygarlık yeteneğine en kesin bir kanıt olacaktır. Yurt yararına aykırı çalışmaları görülenlerle dirlik ve düzenliği bozanlar için hangi din ve soydan olduklarına bakılmayarak, yasa buyruklarının eşitlik ve sertlikle uygulanmasını; bulundukları yerdeki hükümet örgütüne bağlılık gösteren ve uyrukluk ödevlerini eksiksiz yapanların korunup esirgenmesini önemle diler ve bu dileğimizin bütün ilgililere tez elden bildirilmesini ve bütün ulusa uygun görülecek araçlarla duyurulmasını rica ederiz efendim.

Müdafaai Hukuk Heyeti Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal
 
İtilaf Devletlerinin Yurda Telle Yapmak İstedikleri Resmi Bildiri

Baylar, İtilâf kuvvetleri, İstanbul telgraf merkezlerini işgal ettikten sonra yurda telle bir resmi bildirim yapmak istediler. Uyarmamız ve anımsatmamız üzerine, bu resmi bildirim -kimi merkezler dışında- hiçbir yerden alınmadı. Alanlar ve yanıt verenlerden belli başlıları şunlardır: İzmit Mutasarrıfı Suat Bey (belge: 256), Konya Valisi Suphi Bey. (belge: 257)

Resmi Bildirim

Beş buçuk yıl önce Osmanlı ülkesinin alınyazısına her nasılsa el koyan İttihat ve Terakki Cemiyetinin ileri gelenleri, Almanların aldatıcı sözlerine kapılarak Osmanlı Devletini ve ulusunu Genel Savaşa soktular. Bu haksız ve uğursuz siyasanın sonucu bilinmektedir. Osmanlı Devleti ve ulusu, bin türlü felaket geçirdikten sonra, öyle bir yenilgiye uğradı ki İttihat ve Terakki Cemiyetinin ileri gelenleri bile bir Ateşkes Anlaşması yaparak kaçmaktan başka çıkar bir yol bulamadılar. Ateşkes Anlaşması yapıldıktan sonra İtilâf devletlerine bir görev düştü. İşbu görev, eski Osmanlı ülkelerindeki bütün halkın, soy ve din ayırmaksızın yarınki mutluluklarını, gelişmelerini, toplumsal ve iktisadi hayatlarını güven altına alacak bir barışın temellerini atmaktı. Barış Konferansı, bu görevi yapmakla uğraşırken, kaçak ittihat ve Terakki ileri gelenlerinin düşüncelerini yürüten kimi kişiler, "Ulusal Örgüt" takma adı altında bir düzen kurarak ve Padişah ile İstanbul Hükümetinin buyruklarını hiçe sayarak savaşın acı sonuçlarıyla büsbütün tükenmiş olan halkı askerlik için toplamak, çeşitli halk toplulukları arasında geçimsizlik yaratmak, ulusal yardım diye halkı soymak gibi işlere kalkıştılar ve böylece, barış değil, sanki yeni bir savaş dönemini açmaya giriştiler. Bu özendirme ve kışkırtmalara karşın, Barış Konferansı görevini sürdürdü ve sonunda İstanbul'un Türkler elinde kalmasına karar vermiştir. İşbu karar, Osmanlıların gönlünü rahatlatacaktır. Ancak, bu kararlarını İstanbul Hükümetine bildirdikleri zaman, uygulanmasının ne gibi koşullara bağlı olduğunu da hatırlattılar. İşbu koşullar, Osmanlı illerinde bulunan Hıristiyanların canlarını tehlikeye düşürmemek ve bugün İtilâf devletlerinin askeri güçlerine karşı durmadan yapılmakta olan saldırılara son vermekti. İstanbul Hükümeti bu uyarmaya karşı, bir ölçüye dek iyi niyet göstermiş ise de, "Ulusal Örgüt" takma adı altında iş gören kimseler, ne yazık ki, dürtükleme ve kışkırtmalarından vazgeçmek istemediler. Tersine, hükümetin kendileri ile işbirliği yapmasını sağlamaya giriştiler. Herkesin sonsuz bir istekle beklediği barış için büyük bir tehlike yaratan bu duruma karşı İtilâf devletleri, yakında karara bağlanacak barış hükümlerinin uygulanmasını sağlayabilmek için, gerekli önlemleri düşünmek zorunda kaldılar. Bunun için bir tek çıkar yol buldular. Bu da, İstanbul'u geçici olarak işgal etmek idi. Bu karar bugün uygulandığından, kamuoyunu aydınlatmak için aşağıdaki noktalar açıklanır:

1- İşgal geçicidir.

2- İtilâf devletlerinin isteği, Padişahlığın erkini kırmak değil, tersine Osmanlı yönetiminde kalacak ülkelerde o erki desteklemek ve sağlamlaştırmaktır.

3- İtilâf devletlerinin isteği, yine Türkleri İstanbul'dan yoksun etmemektir. Ama, Tanrı korusun, taşrada genel karışıklık ve kırım gibi olaylar çıkarsa, bu karar değiştirilebilir.


4- Bu sıkışık zamanda, Müslümanlar olsun, Müslümanlardan başkaları olsun, herkesin ödevi, kendi işine gücüne bakmak, güvenliğin sağlanmasına yardım etmek; Osmanlı Devletinin yıkıntısından yeni bir Türkiye yaratmak için yaptıkları delilikle son bir umudu da yok etmek isteyenlerin aldatmalarına kapılmamak ve şimdi de padişahlık başkenti olarak kalan İstanbul'dan verilecek buyruklara uymaktır.

Yukarıda sözü edilen kışkırtmalara katılan kimselerin bazıları, İstanbul'da yakalanmışlardır. Onlar elbette kendi yaptıklarından ve sonra o yaptıklarının sonucu olarak ortaya çıkabilecek olaylardan sorumlu tutulacaklardır.

İşgal Kuvvetleri

Bu bildirim dolayısıyla hemen şu genelgeyi yayımladım:

16 Mart 1920 Bütün Vali ve Komutanlara ve Müdafaai Hukuk Kurullarına İstanbul'un, İtilâf devletlerince, çarpışma ile ve zorla işgali gerçekleşmiştir. Haince ereği olan birçok kişiler, bu suikasttan yararlanarak ulusu aldatmaya kalkışabilirler. Nitekim, resmi bildirim biçiminde, imzasız kimi bildiriler yayımlanmak istendiğini öğreniyoruz. Yanlış davranışlara yer vermemek ve gerçek duruma aykırı heyecanlar yaratılmamak üzere, bu gibi söylentilere kesinlikle önem verilmemesi gereklidir. Gerçek durumu izleyen Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti, ulusu aydınlatacaktır.

Mustafa Kemal
 
Yabancı Devletlere Yaptığım Protesto

Baylar, o gün türlü araçlarla şu protestoyu gönderdim :

16 Mart 1920

Protesto

İstanbul'da İngiliz, Fransız, İtalyan Siyasal Temsilcilerine, Amerika Siyasal Temsilcisine, Bütün Tarafsız Devletler Dışişleri Bakanlıklarına ve Fransa, İngiltere, İtalya Millet Meclislerine verilmek üzere Antalya'da İtalyan Temsilciliğine

Ulusal bağımsızlığımızı temsil eden Meclisi Mebusan ile birlikte İstanbul'da bütün resmi daireler İtilâf devletlerinin askeri güçlerince resmen ve zorla işgal edilmiş; bu arada, ulusal amaçlara uygun iş gören birçok yurtsever kimselerin tutuklanmasına da girişilmiştir. Osmanlı ulusunun siyasal egemenliğine ve özgürlüğüne indirilen bu son yumruk; hayatımızı ve varlığımızı, ne pahasına olursa olsun, savunmaya kararlı olan biz Osmanlılardan çok, yirminci yüzyıl uygarlık ve insanlığının kutsal saydığı bütün ilkelere; özgürlük ve ulus duygusu gibi bugünkü insan topluluklarının temeli olan bütün ilkelere ve bu ilkeleri ortaya koyan insanlığın genel vicdanına indirilmiş demektir.

Biz, haklarımızı ve bağımsızlığımızı savunmak için giriştiğimiz savaşımın kutsallığına ve hiçbir gücün bir ulusu yaşamak hakkından yoksun bırakamayacağına inanıyoruz. Tarihin bugüne dek yazmadığı nitelikte bir yağınma olan ve Vilson ilkelerine göre düzenlenmiş bir Ateşkes Anlaşması ile ulusumuzu savunma araçlarından yoksun etmek gibi bir düzene dayanılarak yapıldığı için, ilgili ulusların şeref ve onurlarıyla da bağdaşmayan bu davranış üzerine yargıya varmayı, resmi Avrupa ve Amerika'nın değil, bilim, kültür ve uygarlık Avrupa ve Amerika'sının [Amerika'ya altı çizilen kısım yazılmamıştır. Yalnız "Amerikanın" sözü yazılmıştır. (Atatürk'ün notu)] vicdanına bırakmakla yetinir ve bu olaydan doğacak büyük tarihsel sorumluluğa son olarak bir daha dünyanın dikkatini çekeriz. Davamızın yasallığı ve kutsallığı, bu güç zamanlarda, Tanrı'dan sonra en büyük desteğimizdir.Anadolu ve Rumeli Müdafaai HukukHeyeti Temsiliyesi adına

Mustafa Kemal

O günün gecesinde şu yönergeyi genelge ile bildirdim:


Şifre

16 /17.3.1920

Bütün Vali ve Komutanlara

İstanbul'un ve resmi dairelerin, özellikle Meclisi Mebusan'ın, İtilâf devletlerince resmen ve zorla işgal edilmiş olması ve bu eylemin, Ateşkes Anlaşması ile ulusu silahından yoksun ettikten sonra yapılması söz konusu edilerek, İtilaf devletleri temsilcilerine ve bütün tarafsız devletler dışişleri bakanlıklarıyla İtilâf devletlerinin Millet Meclisi başkanlıklarına protesto telleri çekilmek üzere gösteri toplantıları yapılması gerekli görülmektedir. Protesto tellerinde özellikle, bu saldırının, Osmanlı egemenliğinden daha çok, yirmi yüzyıllık bir uygarlık ve insanlığın ortaya koyduğu özgürlük, ulusçuluk ve yurtseverlik ilkelerini vurmak olacağı ve Osmanlı ulusunun varlığını ve bağımsızlığını savunma konusundaki dayanç ve inancına bu olayın hiçbir etki yapamayacağı, yalnız uygar ulusların bu saldırıya göz yummakla büyük bir tarihsel sorumluluk altına girmiş olacakları belirtilmelidir. Tarafsız devletlerin dışişleri bakanlarıyla Millet Meclisi başkanlıklarına çekilecek teller, İstanbul'da ilgili makamlara verilmekle birlikte, Antalya'daki İtalyan Temsilcisi aracılığıyla da verilmelidir. Protesto tellerinin birer örneğinin de buraya gönderilmesini rica ederiz.Heyeti Temsiliye adına

Mustafa Kemal


Şifre

16.3.1920

Albay Refet Bey'e

Son olaylar dolayısıyla her yerde yapılan gösteri toplantıları sonunda çekilecek protesto tellerinin birer örneğinin de İtilâf Devletlerinin toplantı halinde bulunan Millet Meclisi başkanlıklarına ve tarafsız devletlerin de dışişleri bakanlıklarına gönderilmesini yararlı sayıyoruz. Antalya'daki İtalyan Temsilcisinin bu işe yardımını sağlamanızı rica ederiz.Heyeti Temsiliye adına

Mustafa Kemal
 
Ulusa Yayımladığım Bildiri

Baylar, gene o gün ulusa şu bildiriyi yayımladım:

16.3.1920

Bildiri

Bütün Komutanlara, Vali ve Mutasarrıflara ve Müdafaai HukukCemiyetlerine, Belediye Başkanlıklarına, Basın Derneğine İtilâf devletlerinin şimdiye dek ülkemizi bölüşmeye yol bulmak için giriştikleri çeşitli önlemler biliniyor. Önce, Ferit Paşa ile anlaşarak ulusu savunmasız bir durumda yabancı yönetimine tutsak etmek ve yurdun çeşitli önemli yerlerini savaşı kazanan devletlerin sömürgelerine katmak düşünülmüştü. Kuvayı Milliye'nin, ulusun genel desteği ile bağımsızlığı savunmada gösterdiği dayanç ve direniş bu düşünceyi altüst etti. İkincisi, Kuvayı Milliye'yi aldatarak ve ondan izin alarak doğuda üstünlük sağlama siyasası gütmek için Heyeti Temsiliye'ye başvuruldu. Kurul, ulusun bağımsızlığını ve ülkenin bütünlüğünü sağlamadıkça ve özellikle düşman elindeki yerlerin boşaltılmasına girişilmedikçe, hiçbir türlü görüşmeye yanaşmadı. Üçüncüsü, Kuvayi Milliye ile işbirliği yapan hükümetlerin işlerine karışarak ulusal birliği sarsma ve haince karşı koymaları özendirip daha çok kötülüğe sürükleme yolu tutuldu. Ulusal birliğin meydana getirdiği direnme ve dayanışma karşısında bu saldırılar da eridi. Dördüncüsü, yurdun alınyazısı üzerine kaygı verici kararlar alındığından söz edilerek kamuoyuna baskı yapılmaya başlandı. Namusu ve yurdu koruma uğrunda her türlü özveriyi göze almış olan Osmanlı ulusunun dayancı ve direnci önünde, bu korkutmalar da işe yaramadı. En sonunda, bugün İstanbul'u zorla işgal ederek Osmanlı Devletinin yedi yüzyıllık hayat ve egemenliğine son verildi. Açıkcası, bugün Türk Ulusu, uygarlık yeteneğini, yaşama ve bağımsızlık hakkını ve bütün geleceğini savunmaya çağrıldı. İnsanlık dünyasının beğenisi, İslam dünyasının kurtuluş dilekleri, yüksek halifeliğin yabancı etkilerden kurtarılmasına ve ulusal bağımsızlığın geçmişteki şanımıza yaraşır bir inançla savunulup sağlanmasına bağlıdır. Giriştiğimiz bağımsızlık ve yurt savaşında Ulu Tanrı'nın yardım ve kayırıcılığı bizimledir.Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk CemiyetiHeyeti Temsiliyesi adına

Mustafa Kemal


Baylar, bir yandan da bütün İslâm dünyasına seslenerek bu saldırıyı bir bildiri ile ayrıntılı olarak çeşitli araçlarla ilan ettik. Baylar, olay üzerine daha çok bilgi almayı beklemeksizin, telgrafçı Manastırlı Hamdi Efendi'nin verdiği bilgiden ve bu bilgiyi destekleyen, İşgal Kuvvetleri bildiriminden durumun içyüzünü anlayarak, gerekli gördüğüm ivedi önlemleri, açıklandığı üzere, hemen işgal günü aldım ve uyguladım. İstanbul'un işgali ve yapılan tutuklamalar üzerine çeşitli kaynaklardan birbirini tutmaz ve şişirilmiş bilgiler gelmeye başladı. Biz de çeşitli yollarla soruşturmaları sürdürdük. Yasama görevlerini yapmaya olanak göremeyerek dağılan milletvekillerinin ve kimi kişilerin İstanbul'dan kaçıp Ankara'ya gelmekte oldukları anlaşıldı. Yolculuklarını kolaylaştırmak için geçecekleri yerlerdeki ilgililere gerekli buyrukları verdim.
 
Back