Cumhuriyetin İlanıyla Boşa Çıkan Umutlar
Bilirsiniz ki bu Anayasaya göre Meclis Başkanı, Meclis adına imza atmaya, Bakanlar Kurulu kararlarını onaylamaya yetkili ve Bakanlar Kurulunun doğal başkanıdır; ama, devletin başkanı olduğunu belirtir açık bir yasa buyruğu yoktur. Bu Anayasanın yapıldığı günlerdeki genel koşullar ve görüşler düşünülürse, önemli ve köklü bir noktanın yasada açıklanmamış olmasındaki zorunluk kendiliğinden anlaşılır. Bu belirsizlik, Meclis ve Meclis Hükümeti bulunmakla birlikte devlet başkanlığının, bireysel saltanat kaldırıldıktan sonra, halifelik makamında belirdiği düşünce ve inancında bulunanları, cumhuriyetin ilanı gününe değin umut içinde yaşattı. Buna göre Rauf Bey'in, en doğru olduğunu ileri sürdüğü hükümet biçiminde, devlet başkanlığını halifenin üzerinde gördüğü kuşku götürmez. İşte cumhuriyetin ilanı üzerine Rauf Bey'i ve kendisi gibi düşünenleri kaygıya ve çırpınmaya sürükleyen gerçek neden, devlet başkanlığı katına cumhurbaşkanının getirilmiş olmasıdır. Gerçekten: " Cumhurbaşkanı devletin başkanıdır." denildikten sonra, halifeye verilecek kimliği ve yetkiyi sağlamak için uğraşan ve onun yakınlık ve gönül almalarını Tanrı vergisi sayarak kıvananların umut kırıklığına uğramalarını ve üzülüp kaygılanmalarını olağan görmek gerekir.
Rauf Bey'in, cumhuriyete karşı olduğunu açık söylememekle birlikte, cumhuriyetin ilan edildiği bir günde, onun beğenilip kalımlı olabilmesi için, birtakım koşulların gerçekleştiğini tanıtlamak gereğinden söz etmesi, cumhuriyet yönetimi ile ulusun mutluluğunun sağlanacağına güveni olmadığını açıkça göstermiyor mu?
Rauf Bey, yapılan işin yalnız bir ad değiştirmekten ve üst tabakada biçim değiştirmekten başka bir şey olmadığını söyleyerek cumhuriyeti ilan etmenin, çocukça ve ivedili bir davranış olduğunu anlatmaya çalışmakta ve: "Cumhuriyet yönetimiyle gerçek gereksemelerin karşılanmış olacağını sanmak... çok büyük bir yanılgı olur" demekle, cumhuriyet yönetimine ne denli ilgisiz ve ondan ne denli uzak olduğunu tanıtlamıyor mu? Rauf Bey, son kanısını pekiştirmek için "en yakın bir geçmişte gördüğümüz en acı denemeler"i hatırlatıyor. Baylar, bu hatırlatma ile kamuoyuna ne anlatılmak isteniyor? Ulus neden sakındırılmak isteniyor? Bunu anlamak zor değildir sanırım. Rauf Bey, aklınca, devlet başkanlığı makamına halifenin oturması sağlanıncaya dek bu makama başka bir sanla, başka birinin oturmamasını güven altına almak; başka biri oturmuş olduğuna göre de, bu işten dönülmesini sağlamak için kamuoyunu gericiliğe özendiriyor. Cumhuriyet yönetim biçiminin kabulünde, çok büyük yanılgı olabileceğini ileri süren kişiye göre, yanılgının neresinden dönülürse kazanç sayılmalıdır. Rauf Bey, cumhuriyet yönetiminin kabul ve ilan edilmesi noktasına değindiği zaman şöyle diyor: "... Görüşleri dağıttılar. Sonra, cumhuriyetin bir günde kararlaştırılıp ilan edilmesi üzerine halkta, sorumsuz kişilerce düzenlenen bir yönetim biçiminin bir olupbittiye getirildiği düşünce ve kaygısı uyandı. Bu kaygı, pek doğal görülmeli ve bundan, halkımızın geçmiş olaylardan ders aldığını ve uyanıklık kazandığını anlayarak kıvanç duyulmalıdır. Ben kendim kıvanç duyuyorum."
Baylar, cumhuriyet biçimini bir günde yasalaştıran ve ilan eden, Rauf Bey'in de pek güzel tanımlayıp nitelediği üzere: "Bağımsızlık Savaşımızın biricik temel taşı olan ve ulusal egemenliği sınırsız ve koşulsuz olarak yürütmekte yüksek güç ve yetenek gösterip eylemli sonucu ile tanıtlanan, Büyük Millet Meclisi" idi. Söz konusu ettiği sorumsuz kişi, eğer Meclis kamuoyunu cumhuriyet ilanına yönelten ve Meclise bu konuda öneride bulunan kişi ise, o, ben idim. Onun ben olduğumu; herkesten daha iyi Rauf Bey'in anlayabileceğini kabul etmekte yanlışlık yoktur. Eğer bunda yanlışlık varsa, "yıllardan beri aramızda sürüp giden arkadaşlık ve kardeşlik duygularından başka, karşılıklı güven de bulunduğunu ve bana karşı yüksek saygı beslediğini" söyleyen Rauf Bey'in, beni hiç tanımamış olduğu yargısına varmak gerekir.
Benim girişimlerimi ve yaptığım işleri, halkta kaygı uyandırıcı nitelikte saymak; sevinç gösterilerinde bulunan halk adına, gereksiz olarak, tersini söylemek, halka bu kaygıları yapay olarak aşılamaya kalkışmaktır. "Halkın geçmiş olaylardan ders aldığını ve uyanıklık kazandığını anlayarak kıvanç duyulmalıdır. Ben kendim kıvanç duyuyorum." diyen Rauf Bey'e bundan yararlanarak bir noktayı hatırlatabilirim. Halkta uyanıklık duygularını geliştirmeye ömrünü adamış bir kişiye karşı böyle konuşulmazdı; yine halkta, bu duyguların belirtilerini görmekle kendisinin benden çok kıvanç duyduğunu söylemeye ne hakkı ve ne de yetkisi vardı. Rauf Bey, düşmanların bütün yurdu işgal etmesine yol açabilecek Mondros Ateşkes Anlaşmasının asker güdümü ile ilgili maddesini olupbitti biçiminde kabul ettiği zaman, ulusun ne denli içten yaralandığını ve kaygılandığını duydu mu? Son zamana değin, cumhuriyetin ilanının ertesi günü bile, resminin altına, kendisini tutanlarca "Mondros Ateşkes Anlaşmasını imzalayan ama Lozan Antlaşmasıyla da öcünü alan Rauf Bey" sözleri yazılarak boyuna propagandası yapılan bu kişi, Türk Ulusunun gerçek isteklerini, içten gelen duygularını bizden daha çok anladığını, o istekler ve duygularla bizden daha çok ilgili olduğunu savlayacak kertede ileri varmamalıdır.
Rauf Bey, demecinin bir yerinde diyor ki: "Sorumlu devlet adamları, bu gerçekler (yani cumhuriyet ilanının gerekçesi) üzerinde en yetkili görüşme ve karar katı olan Yüce Meclis aracılığı ile ulusu aydınlatacak ve zihinleri doyuracaktır; çünkü bunu bilmek kamunun doğal bir hakkıdır."
Baylar, bu sözlerde mantık yoktur. Önce, Rauf Bey de demiyor mu ki: "Ulusal egemenliği sınırsız ve koşulsuz olarak yürüten Meclistir." Öyleyse hangi sorumlu devlet adamları, Millet Meclisini, pek yasal ve yüksek bir karar alıp onu gerekçesiyle birlikte yayımlamış olmasından dolayı sorguya çekecektir? Bir ülkede, bir toplumda, bir devrim yapıldığı zaman elbette onun gerekçesi vardır. Ancak o devrimi yapanlar, inanmak istemeyen direngen karşıcıllarını inandırmak zorunda mıdır? Cumhuriyetin elbette yandaşları da, karşıcılları da vardır. Yandaşlar, niçin ve ne gibi inançlara ve düşüncelere dayanarak cumhuriyeti kurduklarını, karşıcıllara anlatarak inançlarının ve yaptıkları işlerin yerindeliğini tanıtlamak isteseler de, onları, isteyerek yaptıkları bu direnmeden vazgeçirebilecekleri kabul olunur mu? Elbette yandaşlar, ellerinden gelirse ülkülerini herhangi bir yolla; ayaklanma ile, devrimle ya da kamuca beğenilecek başka yollarla gerçekleştirirler. Bu, ülkü devrimcilerinin ödevidir. Buna karşı, direnmeler, yaygaralar ve geriletici girişimler de, karşıcılların yapmaktan geri durmayacakları davranışlardır. Cumhuriyet yönetimimizin ilanında, Rauf Bey ve benzerlerinin yaptıkları gibi.