- 20 Haziran 2007
- 4.250
- 27
- 45
" Esas dogal yapımız mutluluksa, biz neden mutlulukdan bu kadar uzagız ? "
Bu sorunun cevabını bulmak için önce çevremize bakmamız, kendimize bir soru sormamız gerekir.
Biz ne kadar dogalız ?
Kuşlara bakarız, dogal yapıları uçmakdır. Balıklara bakarız, dogal yapıları yüzmekdir. Çiçeklere bakarız, dogal yapıları açmakdır.
Kendimize bakarız, bizim dogal yapımız nedir ?. Bozulmadan kalabilmişmidir ?..
Buna iyimser bir cevap verebilmek malesef mümkün degildir, ancak çocuklarda bu dogal yapıyı görebilmek hala mümkün olmaktadır.
Çocuklar yürürken, koşarken hatta düşerken bile dogaldırlar, ard düşünceleri yoktur. Yemek yerken, yutmayı oyun haline getirirler. Sakin bir akla sahipdirler, günlük kaygı ve streslerden uzak, mutludurlar.
Annenin " yemegini ye " feryatları belkide ilk mutlulugu bozandır. Çocuk annenin bu tutumu karşısında hızla tanışır. Anneyi memnun etmek yada feryatlarından kurtulmak için kendisini hızla yemek yemeye alıştırır. Büyüdükce hızlı yemek yemek için bahaneler artar, bulurda muhakkak yapılacak bir işi yada yetişilecek bir yeri vardır.
Çocugun Prana' sı denge içindedir. Oyuncaklarına dalınca saatlerce onlarla oynar kendisini mutlu his eder. Yaptıgı işin düzenine degil kendisine mutluluk vermesine odaklanır. Yaşı ilerledigi zaman çevresininde etkileri ile mükemmeliyetciligi ve gelişir, yanlış yapmakdan korkar olur, sakinligi kaybolur yerini endişe alır, mutlulugu uçup gitmiştir.
Yaşı ilerledikce sahip oldugu eşyaların varlıgından haberi olur ben ve benim duyguları gelişir, sahip olduklarını kaybetme korkusu içine düşer, elde etmek istediklerine ulaşmaya çabalar. Egosunun acımasız çarkı içine düşmüştür, içsel dengesi bozulur, Prana' nın sabit dengesi kaybolur, mutlulugunuda peşinden sürükler artık o toplumun bir ferdidir, kurallar içinde yaşayacak onların arasında kaybolacak kendi dogal halinden uzaklaşacakdır.
Doguşda sahip oldugumuz mutlulugumuzun ellerimiz arasından kaçıp gitmesinin macerası budur. Malesef biz onu kolayca kaybederiz, kıymetini bilemeyiz, kaybettigimiz zamanda kolay kolay geriye getiremeyiz. Sonradan kazandıklarımızın bizim için daha degerli oldugunu düşünerek yaşantımıza devam ederiz, hatta dogal durumumuzun bu olmadıgını fark bile etmeyiz, sadece özlemini çekeriz.
Bu konuyu ortaya koymak için şöyle bir fıkra anlatılır.
Zengin bir adam ormandan geçerken eşkiyalar yolunu kesmiş. Mutat oldugu üzere " Ya canını, ya malını almaya geldik " diyerek zengin adamı tehdit etmişler. Zengin adam durmuş düşünmüş. " Ben bunları kazanabilmek için ne kadar çok çaba sarf ettim bilemezsiniz, böyle bir sözünüzle onları size vermek dogru gelmiyor " demiş ve ardından ilave etmiş " Siz benim canımı alın, o zaten bana bedavadan geldi ".
sevgilera.s.
Bu sorunun cevabını bulmak için önce çevremize bakmamız, kendimize bir soru sormamız gerekir.
Biz ne kadar dogalız ?
Kuşlara bakarız, dogal yapıları uçmakdır. Balıklara bakarız, dogal yapıları yüzmekdir. Çiçeklere bakarız, dogal yapıları açmakdır.
Kendimize bakarız, bizim dogal yapımız nedir ?. Bozulmadan kalabilmişmidir ?..
Buna iyimser bir cevap verebilmek malesef mümkün degildir, ancak çocuklarda bu dogal yapıyı görebilmek hala mümkün olmaktadır.
Çocuklar yürürken, koşarken hatta düşerken bile dogaldırlar, ard düşünceleri yoktur. Yemek yerken, yutmayı oyun haline getirirler. Sakin bir akla sahipdirler, günlük kaygı ve streslerden uzak, mutludurlar.
Annenin " yemegini ye " feryatları belkide ilk mutlulugu bozandır. Çocuk annenin bu tutumu karşısında hızla tanışır. Anneyi memnun etmek yada feryatlarından kurtulmak için kendisini hızla yemek yemeye alıştırır. Büyüdükce hızlı yemek yemek için bahaneler artar, bulurda muhakkak yapılacak bir işi yada yetişilecek bir yeri vardır.
Çocugun Prana' sı denge içindedir. Oyuncaklarına dalınca saatlerce onlarla oynar kendisini mutlu his eder. Yaptıgı işin düzenine degil kendisine mutluluk vermesine odaklanır. Yaşı ilerledigi zaman çevresininde etkileri ile mükemmeliyetciligi ve gelişir, yanlış yapmakdan korkar olur, sakinligi kaybolur yerini endişe alır, mutlulugu uçup gitmiştir.
Yaşı ilerledikce sahip oldugu eşyaların varlıgından haberi olur ben ve benim duyguları gelişir, sahip olduklarını kaybetme korkusu içine düşer, elde etmek istediklerine ulaşmaya çabalar. Egosunun acımasız çarkı içine düşmüştür, içsel dengesi bozulur, Prana' nın sabit dengesi kaybolur, mutlulugunuda peşinden sürükler artık o toplumun bir ferdidir, kurallar içinde yaşayacak onların arasında kaybolacak kendi dogal halinden uzaklaşacakdır.
Doguşda sahip oldugumuz mutlulugumuzun ellerimiz arasından kaçıp gitmesinin macerası budur. Malesef biz onu kolayca kaybederiz, kıymetini bilemeyiz, kaybettigimiz zamanda kolay kolay geriye getiremeyiz. Sonradan kazandıklarımızın bizim için daha degerli oldugunu düşünerek yaşantımıza devam ederiz, hatta dogal durumumuzun bu olmadıgını fark bile etmeyiz, sadece özlemini çekeriz.
Bu konuyu ortaya koymak için şöyle bir fıkra anlatılır.
Zengin bir adam ormandan geçerken eşkiyalar yolunu kesmiş. Mutat oldugu üzere " Ya canını, ya malını almaya geldik " diyerek zengin adamı tehdit etmişler. Zengin adam durmuş düşünmüş. " Ben bunları kazanabilmek için ne kadar çok çaba sarf ettim bilemezsiniz, böyle bir sözünüzle onları size vermek dogru gelmiyor " demiş ve ardından ilave etmiş " Siz benim canımı alın, o zaten bana bedavadan geldi ".
sevgilera.s.