Mutluluun iinde mutsuzluu yaamak

"mutluluğun içinde mutsuzluğu yaşamak"

beni anlatıyor malesef

malesef dedim çünkü mutlu olduğum anda bile birşeyi takıp yine de mutsuz olabiliyorum

bundan dolayı da kendime acıyorum

acıyorum çünkü böyle gidersen hayattan zevk alamayacam ömrüm kısalacak.......
 
o kadar haklısın ki canım okadar haklısın ki..senmutlu mutlu gidersin..halbuki hiçbişey olmamıştır hayatında ama karakterindir mutlu olmak...seni bozar,üzer,laf koyar..vs...
o kadar faydasız olmuşlardır ki artık kendilerine hayrı yoktur..sadece tekamaçları mutsuzluklarını paylaşmaktır..
işi vardır evi vardır..sağlığı yerindedir...
ama mutsuzdur...
hiçbir sosyal faaliyetleri yoktur...
aman alahım çok şükür halimee...
 
ben mutsuzluğun ta kendisiyim şu sıralar.ama bu günüme şükürler olsun yinede.herşeyi yolunda giden insanlardan değilimdir gerçekten.bu benim fikrim değil çevremdekilerde aynı şeyi düşünür,şanssız,bahtsız derler benden için.23 yaşındayım.bu yaşıma kadar pek bişeyler yolunda gitmedi ama ben sabırla bekliyorum.umutsuz değilim.ALLAH sabrın karşılığını herzaman verir.
 
Canım benim,sözünü ettiğin kişi senin yakınında biriyse,belki onun adına üzülüyorsun.:çok üzgünüm:Ama senin mutsuz olmana neden olmuyorsa,onu kabullenmekten başka yapacak bir şey yok.Değiştirmek çok zor,bazı şeyleri.:1no2:Bense tam tersiyim.Öylesine sıkıntılar yaşadığım halde,hep pozitif baktım hayata,asla umudumu yitirmedim ve en önemlisi şükretmeyi bildim.:Saruboceq:Ne yazıkki bazı insanlar,dediğin gibi sanki mutsuz olmak için çaba sarfediyorlar.:dilcikar:Sonuçta hem kendilerini,hemde çevrelerini mutsuz ediyorlar.Aslında tam olarak ,kimden bahsettiğinide anlayamadım.:sm_confused:Bide bazan insan sıkıntılarını söylemez,ketum olur.Gerçektede bi derdi olabilir,içinde saklıyo olabilir.Seni etkilemediği sürece,yapılacak en doğru şey,gerçekten bi sorunu yoksa,fazla üzerinde durmayıp,olduğu gibi kabullenmek.kaydirigubbakcemile5Yoksa sonuçta sen,dert sahibi olabilirsin.Kendinide düşünmek zorundasın.:1hug:


canımsın ya...ne guzel yazmısın...bende pozıtıf bakmaya calısıyorum...aslında oyle bırı yok ama...
dedıgın gıbıde baı seyler soylenmıyor...ınsan sukretmeyı bılmelı...ve kendı mutsuzluguylada başkalarını uzmek zorunda olmadıgının farkına varmalı...
en azından bunu denemelı...dogru soyluyorsun ınsan bırazda kendını dusunmelı...
 
Her musibet bir saadetin habercisidir, deniliyor. Musibet nasıl saadet getirir?

“Ağrısız baş, sancısız diş olmaz” derler ya hani, bu âlemde her şey arzu ettiğimiz gibi olmuyor. Her şey planladığımız gibi gitmiyor.

Hepimizin hayatı biraz inişli çıkışlı, acılı tatlılı, hüzünlü sevinçli, sıkıntılı neşeli...

Huzuru, mutluluğu, saadeti ve sevinci hepimiz hoş karşılarız. Ama musibeti, dertleri, hastalığı, hattâ bir adım ötesi belâyı hoşça karşılayabiliyor muyuz?

Karşılaştığımız her musibetin içinde saadetin varlığını, derdin içinde dermanın bulunduğunu, hastalığın önünde şifanın yer aldığını, belânın içinde sefanın, cefanın içinde vefanın olduğunu görebiliyor muyuz?

İşte o zaman hayat kolaylaşır, sıkıntılar azalır, musibetler küçülür, hastalıkların acısı ve elemi hafifler.




Bütün bunlar nasıl olacak, diyebilirsiniz

Birincisi: Her şeyden önce başa gelen her musibetin ve içine düştüğümüz her derdin daha büyüğü vardır. “Allah beterinden saklasın, daha acısı ve daha dayanılmazı olabilirdi” demek, musibeti küçültüyor, neredeyse, “Bu kadarına şükür” diyesi geliyor insanın. Büyük değil de, küçüğünün başa gelmesi bir yerde nimet bile olabiliyor.

Yola çıktınız, gidiyorsunuz, diyelim ki, arabanızla bir kaza geçirdiniz, bir iki hasarla atlattınız, “Cana geleceğine mala gelsin” dediniz. Cana da zarar gelebilirdi, ama atlattınız. Veya bir iki sıyrıkla geçiştirdiniz, daha kötüsünden kurtuldunuz.



İkincisi: Hayat musibetlerle, sıkıntılarla, hastalıklarla pekişiyor, güçleniyor; insanın dayanma gücü artıyor, olgunlaşıyor.

Dertler ve sıkıntılar insanı hayata bağlıyor, pes ettirmiyor, teslim olmuyor insan, direnci ve azmi artıyor, neredeyse güç üzerine güç kazanıyor.

Hiç dert görmemiş, hasta olmamış bir insanla, çekmediği sıkıntı kalmamış bir insanın hayatı kavrayışı aynı mıdır?

Birisi için felaket olan bir olay, diğeri için sıradanlaşıyor. Birisi şok ve panik yaşarken, ötekisi soğukkanlılıkla karşılıyor başına gelenleri...

Dertler insanı pişiriyor, olgunlaştırıyor, mücadele gücünü arttırıyor, başarısını kamçılıyor, çok zaman istediği hedefe bile ulaştırıyor.

Sıradan bir hayat, tekdüze bir ömür, gecesi gündüzü aynı geçen bir gün, sabah kalk, akşam yat felsefesi insanı tembelleştiriyor, hayattan beklentilerini tüketiyor, yaşamanın cezbesini, cazibesini, bütün çekiciliği törpülüyor.

Zaten dertsiz baş olmuyor; sıkıntısız, üzüntüsüz, elemsiz, ıstırapsız bir insan yoktur, önemli olan bütün bunlara hazırlıklı olmak, gelecek için bir atlama taşı olduğunu kavramaktır.

Önemli bir nokta da şu: musibeti gözümüzde büyütmemeli, küçük görmeliyiz.

Musibetin içinde boğulup kalmamalı, bir çıkış yolu aramalıyız. En kestirme çıkış yolu da, musibeti küçültmektir.

Hani, bazen gece vakti, karanlık bir ortamda insanın gözüne bir hayal ilişir. Bir köşede sallanan bir ipe bakar durur, baka baka o ipi yılan sanmaya başlar, sonunda kendi kendini korkutur.

Veya bir bahçe kenarında otururken az ilerideki ağaca baktıkça ve rüzgarın çarpmasıyla ağacı sallanır halde gördükçe, ağacı, üzerine doğru gelen bir canavar zannetmeye başlar.

Halbuki ne o ip yılandır ve ne de o sallanan ağaç canavardır. Olayı gözünde büyütmüş, sonunda boş yere kendi kendini korkuya kaptırmıştır.

Biraz cesaret göstererek gidip o ipi eliyle tutsa veya o ağacın yanına gitse, ne bir korku kalacaktır üzerinde, ne de bir endişe…

Başa gelen musibetler de öyle. Gözde büyütüldükçe büyür, geleceğini karartır, ümidini yitirir, korku ve telaş içinde hayatını alt üst eder.

Ancak bilse ki, musibetler ne olursa olsun geçicidir, ilk anlardaki, ilk günlerdeki gibi ağırlığı kalmaz, azalır.

Bunun için başa gelen her musibeti küçültmeye çalışmalı, basitleştirmeye gayret etmeli, bütünüyle hayatımızı etkisi altına almasına müsaade etmemelidir.

Üçüncüsü: En büyük nimetler ve saadetler çok çeşitli ve büyük musibetlerin arkasından gelmiş. Varlık da öyle, servet de öyle. Yattığı yerden kim ne kazanmıştır?

Yusuf Aleyhisselâm bunun için çok çarpıcı bir örnek.

Aklı, idrakı, babasına bağlılığı, efendiliği, fizik ve ruh güzelliğiyle kardeşlerinin önüne geçmiş. Haklı olarak kıskanmışlar kardeşleri onu... Gözden düşürmek, aralarından uzaklaştırmak istemişler bir an önce...

Birgün alıp götürmüşler, kuyuya atmışlar. Kurtulduk diye sevinmişler üstelik...

Kuyudan çıkartılmış, esir pazarında köle diye satılmış. Saraya alınmış, bu sefer sarayın hanımı göz koymuş güzelliğine...

İftiraya kurban gitmiş Yusuf Peygamber, ama iffetine sahip çıkmış, sonunda kendini zindanda bulmuş.

On dört sene hapiste kalmış. Çekmediği eza, görmediği cefa kalmamış. Gençliği hapishanede geçmiş. Ama orayı bir okula çevirmiş, insan eğitmiş, gönüller yapmış kaldığı süre içinde orada... Bunun için hapishaneye “Medrese-i Yusufiye” denmiş, “Yusufiye okulu” anlamına.

Ama sonunda ne olmuş Hazret-i Yusuf? Mısır’a sultan olmuş, ülkenin hazinesi eline geçmiş, tek söz sahibi olmuş her konuda memlekette...

İnsana ve insanlığa himmet etmiş, destek olmuş ve sonunda peygamberlik şerefiyle şereflenmiş. Herkes ona koşmuş, ona ulaşmış, onun eline el vermiş.

Sonunda yıllar boyu görmediği, göremediği ve hasretleriyle yandığı annesiyle babasıyla ve kendisini yok etmeye çalışan kardeşleriyle buluşmuş. Kardeşlerini ise bağışlamış severek...

Ve gele gele bir insanın dünyada ulaşabileceği en yüksek saadete ve nimete kavuşmuş.

Ama bununla da kalmamış, her konuda zirvede olduğu bir sırada, maddi ve manevi feraha ve refaha ulaştığı bir esnada dünyanın geçici nimetleri tatmin etmemiş onu; bitip tükenmeyen sonsuz saadet nimetini istemiş, Rabbine kavuşmuş. Ebedlere geçmiş, bekaya ulaşmış.

Evet, musibetler içinde ne saadetler gizlenmiş, musibetleri Vereni tanıyınca...


alıntı yaptığım bu yazı umarım hoşuna gider dualarım seninle duygucum
 
benim kardeşim tam bukaydirigubbakcemile
herşeyi problem edip kendini mutsuzluğa iter:mymeka:
yok saçım az aman saçımda beyaz çıkmış
saçım güzel değil
ben güzel değilim:1closedeyes:
boyum kısa:kızgın:
adını beğenmiyodu o kadar ısrarlarımıza rağmen annemler bişey yapamadı adını istediği ad olarak değiştirdi
halada böyle
ne yapsak onu bu mutsuz karamsar durumdan kurtaramadık-tatlicadiarzu-
üniversite sınavına hazırlanıyo lise son
şimdilik ergenlik psikolojisi diyoruz ama
umarım bunlardan kurtulur
böyle kişilerle beraber olmak ise insanı sıkıntıyo sokuyo
belki mutsuzda ediyoCADIARZU


oysaki hayat bu inişleride çıkışlarıda olacak sıkıntılarımızı kolay atlatabilip mutlu olmaya çalışsak
mutsuz hiç zaman geçmiyo bırakın hayatı
mutsuzluğa neden olacak yaşadığım şeyler var ama hep kendimi çıkarmaya çalışıyorum
 
Bu yazıyı okuyunca oğlumun söylediği bir söz aklıma geldi.Eşimel tartışmıştık ben çok sinirliydim.Oğlum o küçücük yüreğiyle yetişkinlerin bile farkında olmadığı bir söz söyledi.Anneciğim biliyorum sen çok sinirlisin ama babamda sinirli.Sen üzülüyrsun demekki bu durumdan dolayı babamda üzgün.O an şunu düşündüm, sinirli ve çevreyle iletişimde sorunlar yaşayan bir nevi muhalefet ve hep diklenen kişiler aslında iç dünyalarında mutsuzlar.Böyle insanları şükürsüz ve kırıcı yani zor insanlar olarak nitelendiririz biz.Bu yargıya varmaktan sa onların yardıma ihtiyacı olduğu gerçeğini neden es geçeriz.Mutluluğun içinde mutsuz hissedileceğine ben kesinlikle inanmıyorum.Olaya tek taraflı bakmak yerine, karşı tarafın istek ve ihtiyaçlarının karşılanmadığını neden düşünmeyz?neden onları bu şekilde hissettiren olgulara inmeyiz?Belki bize göre hayatımızda her şey yolunda gidiyor.Çünkü bize göre isteklerimiz karşılanmış.Ama karşımızdakinin istekleri, ihtiyaçları acaba karşılanıyormu?Örn.eşim evliliğimizin en mutlu on evlilik arasına gireceğine bahse bile girer.Çünkü onun beklentileri tamamdır ya benim? elbette hayata ve insanlara pozitif yaklaşmak, olaylara kötü değilde iyi taraftan bakmak gerekir.yani bardağın dolu tarafını görmek gibi.Ama ya bu yetersiz geliyorsa bize? ya bize göre ortada gerçekte bardak bile yoksa?
 
X