Marlon Brando

okypete

Nirvana
Kayıtlı Üye
28 Mart 2008
84.870
40.715
Marlon Brando (3 Nisan 1924 - 1 Temmuz 2004) 20. yüzyılın en önemli sinema oyuncusu olarak gösterilen, Oscar kazanmış Amerikalı aktör.


"Godfather" (Baba). Küçük yaşta tiyatroya başlamış olan aktör, New York'ta Lee Strassberg, Elia Kazan ve Emir Zahirovic'den senelerce oyunculuk dersi almıştır. Ancak kendisi üzerinde en önemli etkiyi Stella Adler'in (dolaylı olarak ünlü Rus tiyatrocu Stanislavski'nin) yapmış olduğunu ısrarla belirten Brando, Actors Studio'nun kurucularından olmasa da 1952'den itibaren stüdyonun dünya çapında ün kazanacağı dönemde başında bulanan Lee Strasberg'in kendini hocaların hocası gören kibirli tavrı karşısında hep muhalif olmuştur. Oyunculuk hayatı üzerinde, bir zamanlar Henry Fonda'yı sahnelere kazandıran tiyatrocu annesinin etkisi olduğunu da yadsımaz. "Hala Hollywood'da bulunmamın tek nedeni parayı reddedecek ahlaki cesaretimin olmayışıdır" diyecek kadar cesur, 1974'te The Godfather filmiyle aldığı Oscarı reddedecek kadar da asi biriydi. 2. Oscarını Amerika'nın Kızılderililere karşı uyguladığı politikayı protesto etmek için ödülü almaya dahi gelmemiştir. On the Waterfront (Rıhtımlar Üzerinde) ile gerçekleştirdiği performansla tüm zamanların en iyi oyuncularından biri olduğunu kanıtladı; ama Brando'nun yakın dostu Elia Kazan'ın da bu başarıda rolü vardı. Elia Kazan film için başta Frank Sinatra ile anlaşmış olmasına rağmen, yapımcı Spiegel'in de etkisiyle Brando'yu başrole koymuştur. Kült filmler arasına giren bir diğer filmi ise "Last Tango in Paris"'te Bertollucci ile çalışmıştır. Brando ülkesinde Kızılderili ve siyahların hakları için aktif olarak çalışmış, bu yollarla pek çok düşman edinmiştir. Oğlunun mahkemesinde kendisini 'ateist' olarak tanımlasa da, dini inancı bulunduğunu hayatının akışında pek çok yerde belirtmiş, özellikle kızılderili manevi inançlarına kendini yakın hissettiğini belirtmiştir.



Brando'nun A Streetcar Named Desire filminin setinde Carl Van Vechten tarafından çekilmiş bir pozu (1948)The Men (1950)
A Streetcar Named Desire (1951)
Viva Zapata! (1952)
Julius Caesar (1953)
The Wild One (1953)
On the Waterfront (1954)
Désirée (1954)
Guys and Dolls (1955)
Operation Teahouse (1956) (kısa metraj)
The Teahouse of the August Moon (1956)
Sayonara (1957)
The Young Lions (1958)
The Fugitive Kind (1959)
One-Eyed Jacks (1961) (aynı zamanda yönetmeni)
Mutiny on the Bounty (1962)
The Ugly American (1963)
Bedtime Story (1964)
Morituri (1965)
The Chase (1966)
The Appaloosa (1966)
Meet Marlon Brando (1966) (kısa metraj)
A Countess from Hong Kong (1967)
Reflections in a Golden Eye (1967)
Candy (1968)
The Night of the Following Day (1968)
Burn! (1969)
King: A Filmed Record... Montgomery to Memphis (1970) (belgesel)
The Nightcomers (1972)
The Godfather (1972)
Last Tango in Paris (1972)
The Missouri Breaks (1976)
Raoni (1978) (belgesel) (sunucu)
Superman (1978)
Apocalypse Now (1979)
The Formula (1980)
A Dry White Season (1989)
The Freshman (1990)
Hearts of Darkness: A Filmmaker's Apocalypse (1991) (belgesel)
Christopher Columbus: The Discovery (1992)
Don Juan DeMarco (1995)
The Island of Dr Moreau (1996)
The Brave (1997)
Free Money (1998)
The Score (2001)
Superman Returns (2006) - Ölümünden sonra yayınlanmış, arşiv görüntülerinden Jor-El karakteri kullanılmıştır
Superman II: The Richard Donner Cut (2006)

alıntıdır


bew38186F.jpg
 
Son düzenleyen: Moderatör:
18864798.jpg


Sinema tarihinin en gizemli oyuncularından Marlon Brando, method oyunculuk kavramına getirdiği yenilikler kadar her rolü kabul etmemesi, 'yıldız'lık sıfatından herdaim kaçması ve politik meseleler hakkında yaptığı çıkışlarla da tanınır. Nebraska doğumlu Brando'nun asi kişiliği, genç yaşta askeri okuldan atılmasıyla kendisini haberliyordu. Hendek kazmakla geçirdiği günlerin ardından, babası oğlunun oyunculukla ilgilenmeye başladığını anladı. Annesi yerel bir tiyatro grubunda çalışıyordu. Brando, annesinden gelen çalışma isteğiyle New York'un yolunu tuttu ve burada, Stella Adler'in kanatları altında Stanislavsky methodunu öğrendi. Daha sonra Lee Strasberg'le, Actors Studio'da çalıştı ve Method oyunculuğa karşı ilgisi iyice belirginleşti. 1943 yılında ilk tiyatro deneyimini yaşadı ve bundan sonra, birçok Broadway prodüksiyonunda rol aldı. 1946 yılında "Truckline Café"deki rolüyle eleştirmenler tarafından "Broadway'in en başarı vaadeden oyuncusu" ilan edildi. Asıl gerçek çıkışı, bir yıl sonra, Tennessee Williams'ın "A Streetcar Named Desire" ile oldu. Bu başyapıtın gerektirdiği karmaşık, çekici ve etkileyici performansı fazlasıyla sergileyen Brando, kısa sürede Hollywood'un ilgisini çekti. Ancak stüdyoların sıradan işleriyle ilgilenmeyi reddetti. Uzun süre direndi ve sonunda 1950 yılında, Stanley Kramer prodüksiyonu "The Men"de rol aldı. "A Streetcar Named Desire"ın film versiyonu için Elia Kazan'la görüştü ve filmde rol aldı. Akademi ödülü kazanan bu filmdeki performansıyla oyuncu dalında bu ödüle aday gösterildi. 1952 yılında yine Elia Kazan'la edebiyat uyarlaması "Viva Zapata!"da, bir sonraki yılın büyük prodüksiyonlarından "Julius Caesar"da ve 1954 tarihli "The Wild One" filmlerinde rol aldı. Asi, sıradışı, özgür bir karakteri canlandırdığı bu filmin ardından "On the Waterfront"da birkez daha Elia Kazan'la çalıştı ve bu film kuşkusuz tüm kariyerinin en parlak işi oldu.
Oyuncunun daha sonra Hollywood endüstrisiyle bol kavgalı yılları geçti. Projeler reddetti, milyonlarca dolar zarar eden filmlerde rol aldı ve 1972 tarihli "The Godfather"a kadar bu düşüşü sürdü. Francis Ford Coppolla'nın filmindeki kusursuz ve unutulmaz performansıyla adeta kariyerinde bir 'rönesans' başlatmış oldu. Bernardo Bertolucci'nin "Last Tango In Paris" filminde rol aldı ve muhafazakarların yoğun eleştirisiyle karşılaştı. Akademi Ödül töreninde 'Onur' ödülünü almak için bir kızılderiliyi tören salonuna yolladı ve Amerikan hükümetinin kızılderileri katletmesini unutulmaz bir konuşma ile eleştirdi. 1978 yılında "Superman"de tam 3.7 milyon dolar karşılığında, kısa bir rolle izleyicileri selamladı. Artık Brando bir mitos'a, esrarengiz bir efsaneye dönüşmekteydi: yetmişli yılların sonunda Francis Ford Coppola'nın "Apocalypse Now"unun uğursuz çekimleriyle boğuştu ve 1980 yapımı "The Formula" filmindeki üç-sahnelik-rolünün ardından, on yıl boyunca hiçbir filmde oynamadı. 1989 yılında ırkçılık karşıtı "A Dry White Season"daki rolüyle En ıyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Akademi Ödülüne aday gösterildi ve bir yıl sonra "The Freshman"de "The Godfather"daki rolünün parodisini yaptı. 1995'de Johnny Depp'li "Don Juan DeMarco"da, 1996'da yeniden-çekim "The Island of Dr. Moreau"da, 1998'de "Free Money"de rol aldı.
Marlon Brando'nun özel yaşamı, doksanlı yıllarda çeşitli trajedilerle sarsıldı. Oğlu Christian, 1990 yılında hamile kızkardeşinin sevgilisini öldürdü ve hapse girdi. Bir süre sonra, kızı Cheyenne intihar etti. Parlak ve bol hareketli kariyeri, method oyunculuğa katkıları ve esrarlı yaşamıyla Marlon Brando, yedinci sanatın en kendine özgü kişiliklerindendir


alıntıdır.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
Gerçek Adı: Marlon Brando Jr.
Doğum Yeri: Omaha, Nebraska, ABD
Doğum Tarihi: 03.04.1924

Boy : 1.78 m
Takma Adı : Bud (çocukluğunda)

Onu Ünlü Yapan Ne? A Streetcar Named Desire (Arzu Tramvayı), (1951) filmindeki serseri ve maço Stanley Kowalski rolü

Ünlü olmadan önce bir süpermarkette asansör operatörü olarak çalışmıştı. Kadın iç çamaşırı katına gitmek isteyenlerden utandığı için işi dört günde bırakmıştı.
Üç kardeşin en küçüğü
Empire dergisinin "Film Tarihinin 100 Seksi Starı" listesine 14. sıradan seçilmişti (1995)
Pasifik kıyılarında Tetiaroa adıyla bilinen Polynesian mercan adalarında kendine ait adası var
1995'te Larry King Live'de konukken, Larry King'i dudaktan öpmüştü.
2001 yılında zatürreden dolayı Los Angelas'ta bir hastanede yatmıştı
Brando ismi Hollanda ismi Brandeis'dan geliyor.
Oğlu Miko Brando, Michael Jackson'ın korumalarından biriydi. Jackson ve Brando hep iyi arkadaştılar.
Kızı Cheyenne 1995'te intihar etmişti.
Oğlunun cinayet davası duruşmasında, ateist olduğunu söyleyip dini yemin etmeyi reddetmişti
Entertainment Weekly'nin "Tüm zamanların en iyi 100 eğlence adamı" listesine 12. sıradan seçilmişti (2000)
Superman (1978) filminde Süpermenin babası rolündeydi, filmde çok az gözükmesine rağmen başrol oyuncusundan (Christopher Reeve) daha fazla ücret almıştı.
Filmlerinde replikleri ezberlemeyi reddettiği için küçük pusula kartları kullanırdı. Superman (1978) filminde rolleri bebek bezlerine yazılmıştı.
Amerikan filmlerindeki "Method" aktörlük tekniğinin öncülerinden biriydi.
Brando Hollanda asıllı
The Man (1950) filmindeki Ken Wilcheck rolü için haftalarca tekerlekli sandalyeli gazilerle birlikte olmuştu.
Baba filminde büyük oğlu öldüğünde alnındaki damarın atması sahnesi kendi isteği üzerine filme eklenmiştir
8 kez Oskar'a aday gösterilen Brando, Amerikan yönetiminin ve Hollywood sinemasının Kızılderililere karşı tutumunu protesto etmek için 1972'deki Akademi Ödülleri törenine katılmamış, yerine Kızılderili bir kadını göndermiş ve ödülü almamıştı
Brando 1 Temmuz 2004'te Los Angeles’taki bir hastanede yaşama veda etti. Brando 80 yaşında idi.
 
A0000074.jpg

Tennessee Williams onun için : "Onu tanıdıktan SONRA , Stanley Kowalski'yi onun için yazmış olduğumu anladım ve kendisini o rolde izledikten sonra ben bu karakteri bu kadar güzel , bu kadar doğru yazmamış, yazamamış olduğumu anladım...." (1952)


Elia Kazan onun için :" Huysuzun tekidir. Onunla çalışmak çok zordu. Marlon o geniş göğsünün üzerinde açık bir Freud-Atlas'ı taşıyor gibidir. Etkisinden kendinizi alamazsınız.Yönetmenlik kariyerimin mihenk taşlarından biridir. Actor's Studio'nun efsane öğrencisi ve günümüzün efsane oyuncularındandır, ama bu onun bir baş belası olduğunun gerçeğini ortadan kaldırmaz! : ) " (1954)


Vivien Leigh onun için :" Çekim esnasında onu izlerken neye uğradığımı şaşırdım, ara ara oynamayı unutacak kadar! Ben Marlon Brando ile hiç tanışmadım. Ben Stanley Kowalski ile tanıştım. " (1952)
alıntıdır.
 
helal--------------------------------------------------------------------------------

Marlon Brando'nun Wounded Knee Katliamı Protestosu
Bu metin Marlon Brando tarafından Akademi Ödülleri töreni için hazırlanmıştır. 30 Mart 1973'teki törene, ödülü reddetmek üzere aktör adına katılan Apaçi Yerlisi Sacheen Littlefeather, görevliler tarafından engellendiği için metnin tamamını okuyamamış, sadece birkaç cümle edebilmiştir. Basına dağıtılan metin ertesi gün bütün büyük yayın organlarında yayımlanmıştır. Brando, o geceyle ve Wounded Knee Katliamını protesto etmek üzere kabul etmediği ödülle ilgili olarak otobiyografisinde şunları söyler: "Ama yine de büyük zorluklara rağmen Sacheen, Kızılderililer adına bir iki söz söylemeyi başardı; bu hareketinden ötürü onunla gurur duydum. O Oscar'a ne oldu bilmiyorum. Sinema Akademisi belki onu bana yollamıştır, ama öyle olduysa bile nerede olduğunu bilmiyorum."

200 yıl boyunca toprağı, yaşamı, ailesi ve özgür olma hakkı için savaşan Yerli halka şöyle dedik: "ındir silahını arkadaş, gel beraber oturalım. ındirirsen eğer silahını arkadaş, barıştan söz ederiz senle, anlaşırız senin hayrına."
Silahlarını indirdiklerinde ise onları katlettik biz. Onlara yalan söyledik. Onları topraklarından koparmak için kandırdık. Onları açlığa mahkûm ettik, ki hiçbir zaman sadık kalmadığımız ve adına antlaşma dediğimiz o kağıtları zorla imzalasınlar. Onları, yalnızca yaşamın anımsayabileceği kadar uzun bir süredir yaşam vermiş bu kıtada dilencilere döndürdük. Ve tarihi nasıl yorumlarsanız yorumlayın, ne kadar çarpıtırsanız çarpıtın: Biz doğru davranmadık. Ne adil davrandık ne de dürüst. Onlara ne haklarını iade etmek zorundaydık ne de antlaşmalarımıza sadık kalmak.. Çünkü gücümüzün üstünlüğü bize diğerlerinin haklarına saldırma, mallarını gaspetme, yalnızca yaşamlarını ve özgürlüklerini savunmaya çalışırken yaşamlarını ellerinden alma hakkını sağlıyordu. Onların erdemleri suça dönüşürken bizim ahlâksızlıklarımız erdem oluyordu.
Fakat bu sapkınlığın ulaşamayacağı bir şey var, o da tarihin büyük hükmü. Emin olun tarih bizi yargılayacaktır. Ama umurumuzda mı? Bu nasıl bir ahlâki şizofrenidir ki, tüm dünyanın işitmesi için ulusumuzun en tepesindeki sesle ciğerlerimiz patlayana kadar taahhütlerimizi yerine getirdiğimizi haykırırız da, tarihin tüm sayfaları ve Amerikan Yerlilerinin son 100 yıl boyunca geçirdiği tüm o aç, susuz günler ve geceler bu sesin dediklerinin tam tersini söyler.
Görülen o ki, bu bizim ülkede 'komşunu sev' ilkesi ve bu ilkeye saygı artık işlemez hâle gelmiş ve tüm yaptığımız, gücümüzle yapmayı başarabildiğimiz ancak ve ancak, dost da olsa düşman da, yeni doğan ülkelerin umutlarını yok edecek şekilde onlara bizim insancıl, uygar olmadığımızı ve sözümüzü tutmadığımızı göstermek olmuştur.
Belki de şu anda kendi kendinize, "hay aksi şimdi bunun Akademi Ödülleri ile ne ilgisi var canım!" diyorsunuz. "Bu kadın burada ne arıyor, hem akşamımızı berbat etti, hem de bizi ilgilendirmeyen konularla yaşamlarımıza girdi, üstelik umurumuzda bile değil. Zamanımızı ve paramızı harcadığı gibi bir de evlerimize istemeden girdi."
Sanırım bu sorulmamış soruların cevabı, sinema dünyasının da en az diğerleri kadar Yerlileri küçük düşürmekle, onları vahşi, düşmanca ve kötü göstererek karakterleriyle alay etmekle sorumlu olmasında yatıyor. Bu dünya çocukların büyümesi için zaten yeteri kadar zor. Yerli çocuğu televizyon izlerken film de izler ve soyunu filmlerde anlatıldığı gibi görünce o zihinlerin nasıl zedelendiğini bilmemiz mümkün değildir.
Geçenlerde bu durumu düzeltecek bir kaç sendeleyen adım atıldı, ancak çok az ve çok aksak.. Öyle ki, bu mesleğin bir üyesi olarak, bir Birleşik Devletler yurttaşı olarak bu gece bu ödülü kabul etmek içimden gelsin. Öyle düşünüyorum ki bu ülkede şu anda ödül almak ya da vermek, Amerikan Yerlilerinin durumları önemli oranda düzeltilmediği sürece uygun değildir. Eğer kardeşimizden sorumlu olamıyorsak en azından celladı olmayalım. Bu gece doğrudan sizinle konuşuyor olabilirdim ancak Yaralı Diz'e (Wounded Knee) gidip, ırmaklar aktıkça ve otlar büyüdükçe onursuz kalmaya devam edecek bir barışın kurulmasını engelleyebilmek için elimden gelen yardımı yapmakla daha yararlı olabileceğimi hissettim.
Ümit ederim ki şu anda dinleyenler bunu kabalık olarak addetmez de, yaşayan hafızanın ötesinden beri yaşamlarını destekleyen bu toprakların üzerinde tüm insanların özgür ve bağımsız kalma hakkı olduğuna inandığımızı söylemeye hakkımız olup olmadığı gibi önemli bir konuda dikkati çekmek için yapılmış samimi bir çaba olarak görürler.
Bayan Littlefeather'a gösterdiğiniz incelik ve nezâket için teşekkür ederim. Hepinize teşekkür ederim ve iyi geceler dilerim.

alıntıdır"
 
Son düzenleyen: Moderatör:
Marlon Brando'nun Serveti Söylentileri Asılsız Çıkardı
Beş kuruşsuz öldüğü söylenen ünlü aktör Marlon Brando, 20 milyon dolarlık mülk bıraktı. Los Angeles’te mahkemeye sunulan veraset belgelerinde Brando’nun Los Angeles’te büyük bir köşke ve Tahiti’de bir adaya sahip olduğu ortaya çıktı. Marlon Brando’nun, mirasının hayattaki 10 çocuğu tarafından paylaşılmasını vasiyet ettiği öğrenildi. Brando 1 Temmuz’da öldüğünde beş kuruşsuz olduğu, tüm servetini oğlu Christian’ın 15 yıl önceki cinayet davasında harcadığı ve son yıllarda kısıtlı emeklilik parasıyla ancak geçinebildiği söylenmişti
ALINTIDIR.
 
X