Mahalle baskısı: Ama illa ki kadın üzerinden
Bu tartışma daha kaç tencere su götürür? Götürdüğü o bütün sular pilavı pilav yapar mı? Ve bu pilav nihayetinde kimsenin yiyebileceği bir şey olur mu?
Sosyolog tarafım yenmeyecek diyor ama ben zaten sosyolog değildim di mi.. Tüh! Okuduğum branş bir türlü moda olmayacak galiba.. “Uluslararası ilişkilerci tarafım şunu diyor bunu diyor” diyemeyeceğim bir türlü..
***
Tartışıp durduğumuz şey esasen “kadın.”
Şu bir türlü “bayan” mı “kadın” mı “kız” mı “karı” diyeceğimize karar veremediğimiz şey.
Ki hepsi de aynı tartışmanın ürünü olan isimler.
Mahalle baskısı konulu her yazının, her mülakatın altından bir hayalet gibi “kadın” çıkıyor.
Ama hakikaten ne kadar derin bir “kadın” kaygısı güdülüyor?
***
Şu gerçek ki baskı varsa her iki tarafta da var.
Bir taraftaki “mahalle” kadına kapan, evde otur baskısı yaparken öbür taraftaki “mahalle” da zayıfla, güzelleş, SAKIN HA YAŞLANMA, daha da zayıfla, zayıf olman da yetmez selülitini de yok et diye baskı yapıp durmakta.
Öyle bir şey ki kapanmak da bir dert açılmak da.
Ve aynen Mehmet Barlas’ın dediği gibi “her mahallenin baskısı var. Mahalle baskısı, sadece kadınların örtünmelerine ya da insanların daha geleneksel tarzda yaşamalarına dönük baskılar yaratmıyor. Kadınları başlarından ziyade selülitlerine yönlendiren bir mahalle de var; mesela Bodrum’un Türkbükü, İstanbul’un Nişantaşı mahallesi gibi.”
***
Sopa yemiyoruz tabii ki selülitimiz olduğu için.
Şişman olanları da kırbaçlamıyorlar çok şükür.
Yaşlı kadınları da diri diri gömmüyorlar neyse ki.
Ya ne yapıyorlar?
Her Allah’ın günü şişmanlığın, yaşlılığın, selültin iğrenç şeyler olduğunu hatırlatıyorlar.
Her Allah’ın günü “bunlar gibi olun siz de” deyip zargana gibi kızları önümüze sürüp duruyorlar.
Her Allah’ın günü bu üçünün de tedavi edilmesi gereken bir “sakatlık”, “hastalık”, “leşlik”, “rezillik” olduğunu söylüyorlar.
Her Allah’ın günü böyle olursanız sevilmezsiniz mesajı veriliyor.
Her Allah’ın günü güzel olanı geçebilmek için sekiz kat iyi olman gerektiği öğretiliyor.
Her Allah’ın günü sekiz kat iyi olsan da fark etmeyeceğini öğreniyorsun.
Her Allah’ın dizisinde, her Allah’ın reklamında, her Allah’ın filminde tekrar tekrar vasat bir güzelliğin, fazladan on kilon, büyük bir burnun, düşük memelerin, çatlak çatlak bacakların varsa bir hiç olduğunu öğreniyorsun.
Her Allah’ın arka sayfa güzelinde asla giyemeyeceğin giysilerin moda olduğunu görüyorsun.
Her Allah’ın romanında yeterinde güzel ve zayıf değilsen sana aşık olunmayacağını öğreniyorsun.
***
Bu ne kadar iyi bir şey?
Bu özgüvenle ne kadar iyi hissetirebilir “normal” bir kadını?
Özgür müyüz gerçekten?
***
Hangi baskı daha hain tümüyle şüphe içindeyim.
Bildiğim tek şey medyanan kadınları üzerinden laikçi esnaflığı yaptığı.
Bir süre sonra geçecek bunlar ve biz gene spor salonlarında, estetik merkezlerinde, ameliyathanelerde ter ve kan dökeceğiz.
Kadın kaygısı mı dediniz? Geç..
Vatan gazetesi
Tuğçe Baran
Bu tartışma daha kaç tencere su götürür? Götürdüğü o bütün sular pilavı pilav yapar mı? Ve bu pilav nihayetinde kimsenin yiyebileceği bir şey olur mu?
Sosyolog tarafım yenmeyecek diyor ama ben zaten sosyolog değildim di mi.. Tüh! Okuduğum branş bir türlü moda olmayacak galiba.. “Uluslararası ilişkilerci tarafım şunu diyor bunu diyor” diyemeyeceğim bir türlü..
***
Tartışıp durduğumuz şey esasen “kadın.”
Şu bir türlü “bayan” mı “kadın” mı “kız” mı “karı” diyeceğimize karar veremediğimiz şey.
Ki hepsi de aynı tartışmanın ürünü olan isimler.
Mahalle baskısı konulu her yazının, her mülakatın altından bir hayalet gibi “kadın” çıkıyor.
Ama hakikaten ne kadar derin bir “kadın” kaygısı güdülüyor?
***
Şu gerçek ki baskı varsa her iki tarafta da var.
Bir taraftaki “mahalle” kadına kapan, evde otur baskısı yaparken öbür taraftaki “mahalle” da zayıfla, güzelleş, SAKIN HA YAŞLANMA, daha da zayıfla, zayıf olman da yetmez selülitini de yok et diye baskı yapıp durmakta.
Öyle bir şey ki kapanmak da bir dert açılmak da.
Ve aynen Mehmet Barlas’ın dediği gibi “her mahallenin baskısı var. Mahalle baskısı, sadece kadınların örtünmelerine ya da insanların daha geleneksel tarzda yaşamalarına dönük baskılar yaratmıyor. Kadınları başlarından ziyade selülitlerine yönlendiren bir mahalle de var; mesela Bodrum’un Türkbükü, İstanbul’un Nişantaşı mahallesi gibi.”
***
Sopa yemiyoruz tabii ki selülitimiz olduğu için.
Şişman olanları da kırbaçlamıyorlar çok şükür.
Yaşlı kadınları da diri diri gömmüyorlar neyse ki.
Ya ne yapıyorlar?
Her Allah’ın günü şişmanlığın, yaşlılığın, selültin iğrenç şeyler olduğunu hatırlatıyorlar.
Her Allah’ın günü “bunlar gibi olun siz de” deyip zargana gibi kızları önümüze sürüp duruyorlar.
Her Allah’ın günü bu üçünün de tedavi edilmesi gereken bir “sakatlık”, “hastalık”, “leşlik”, “rezillik” olduğunu söylüyorlar.
Her Allah’ın günü böyle olursanız sevilmezsiniz mesajı veriliyor.
Her Allah’ın günü güzel olanı geçebilmek için sekiz kat iyi olman gerektiği öğretiliyor.
Her Allah’ın günü sekiz kat iyi olsan da fark etmeyeceğini öğreniyorsun.
Her Allah’ın dizisinde, her Allah’ın reklamında, her Allah’ın filminde tekrar tekrar vasat bir güzelliğin, fazladan on kilon, büyük bir burnun, düşük memelerin, çatlak çatlak bacakların varsa bir hiç olduğunu öğreniyorsun.
Her Allah’ın arka sayfa güzelinde asla giyemeyeceğin giysilerin moda olduğunu görüyorsun.
Her Allah’ın romanında yeterinde güzel ve zayıf değilsen sana aşık olunmayacağını öğreniyorsun.
***
Bu ne kadar iyi bir şey?
Bu özgüvenle ne kadar iyi hissetirebilir “normal” bir kadını?
Özgür müyüz gerçekten?
***
Hangi baskı daha hain tümüyle şüphe içindeyim.
Bildiğim tek şey medyanan kadınları üzerinden laikçi esnaflığı yaptığı.
Bir süre sonra geçecek bunlar ve biz gene spor salonlarında, estetik merkezlerinde, ameliyathanelerde ter ve kan dökeceğiz.
Kadın kaygısı mı dediniz? Geç..
Vatan gazetesi
Tuğçe Baran