Kurgular

rabiayuksel

Aktif Üye
Kayıtlı Üye
2 Kasım 2006
90
0
Kurgular

Hani biliyorsun, hep bahsettiğim bir şarkı var.. Bir şarkı; aradığım, özlediğim, aslında nasıl, benim de bilmediğim.. İşte onu düşünüyorum bazen, hele yüreğime dokunan bir şarkı duyduğumda. "Bu, o mu acaba?" diye soruyorum kendime, korkak ve zavallı bir ruh haliyle. Korkak; çünkü ya o ise, bu kadar zaman, bu kadar hüzün sonrası ne olacak halim? Zavallı; çünkü ya o değilse, daha ne kadar zaman geçmesi gerekecek?

Bazen duyduğum bir şarkının, aradığım o şarkı olduğunu düşünüyorum ama her seferinde çatlak notalar veya detone bir vokal bozuyor her şeyi. "Hiç dinlememiş olsaydım" dedirtiyor insana. Öyle ki, acaba aramak mı hata, yoksa bulduğunu sanmak mı, onu bile bilemiyorum. Vazgeçeyim diyorum kendi kendime, ama insan kendinden vazgeçemiyor ki.. O etine batıp duran umut yok mu, kancasını derine saplamış, çıkarıp atamıyorsun içinden istesen bile. Çaresiz yürümeye devam ediyorsun ve aramaya, aradığını bilmeden, bulacağını ummadan..

Hani bir kez söylemiştim, "bu kadar zor mu olmalı bazı şeyler" diye sana.. Sen de bana kolay olursa kıymeti olmayacağını söylemiştin.. Aslında beni yanlış anlamıştın. Çünkü ben sadece "bazı" şeylerin kolay olmasını istemiştim, zaten diğer her şeyin zor olacağını biliyordum. Sadece bazı şeyler, belki küçük şeyler, ama insana devam etme gücü verecek minik, miniminnacık umut çiçekleri. Onlar bile bu kadar dikenli olmak zorunda mı? Olmalı mı? Ey Tanrım, ne çok vaktin var bizlerle eğlenmek için!

Hatırlıyorum, hep ellerinin ne denli yaralı olduğunu söylerdin.. Ben de seni iyileştirmek istediğimi.. Belki de bir şarkı değil aradığım, ne dersin? Belki de.. Hani küçükken okuduğumuz çizgi romanlar vardı.. Sonunda ne olursa olsun iyi ve yürekli kahraman tüm kötüleri yener ve güzeller güzeli sevgilisini kurtarır. Ama ilginçtir ki, sevgilisi kahramanın gerçekte kim olduğunu bilmez hiç.. Aslında onu tanımaktadır ama kostümü ile değil, bir kahraman olarak değil. İşte belki de ben o kahraman olmak istiyorum, sen de o sevgilisin, sevgilimsin. Bir şarkı değil belki de aradığım, bir kahramanlık hikayesi. Şarkı sadece o hikayenin tamamlayıcısı.

Aslında düşünüyorum da, ne önemi var? Şarkıyı bulsam ne olacak? Veya o kahraman olabilsem? Tüm dünya dizlerinin üstüne çöküp bana selam mı verecek? Her şey olduğu gibi kalacak, yeni olanlar ise eskiyecek ve farklılığını yitirecek. İşte, ne kadar böyle düşünsem de o bahsettiğim umut çiçekleri yok mu.. "Peki ya bu sefer farklı olursa, farklı kalırsa; senin kalırsa" diye çınlatan kulaklarımı. İşte o çiçekleri seviyorum ben. Biliyorsun, ben küçük ihtimallerin adamıyım; en sevdiğim ihtimal %1 benim, çünkü en kıymetlisi o. Aradığım o küçük ihtimal sanırım. Veya ben ne aradığımı bilmiyorum.. Umut çiçekleri bile çoktan solmuş veya hiç varolmamış; her şeye hakim olan ne şarkı, ne kahraman ne de küçük ihtimal; aslında benim deliliğim.

Peki, sen benim deliliğim olur musun?


Eray ÇINAR, 02/02/2007
 
Kurgular - 2

Delilik dedim de... Bildiğini sanıyorsun ne deli olduğumu, ama bir bilsen gerçekte nasıl birisiyim.. Bir bilsen şu fırtınaların ne denli güçsüz kaldığını, yüreğimde esen meltemlerle bile kıyaslandığında.. Yorgun görünüyorum, belki gerçekten çok yoruldum, ama içimde benim de bilmediğim bir çark dönüyor ve beni bir şekilde ayakta tutuyor, görebilsen..

Delilik dediğimiz acaba kendimize ve her şeye yabancılaşmamız mı, yoksa kendimize daha çok yaklaşmamız mı, kestiremiyorum. Bazen öyle yabancı geliyor hissettiklerim, sanki içimde biri var, beni reddeden, yadsıyan.. Bazen de ben içimden bakıyorum her şeye, en derinden, merkezinden.. Veya delilik, bu yazdıklarımı yazdıran halim mi, karar veremeyen, anlayamayan?

Durup düşünüce ne çok netice çıkartıyor insan küçük şeylerden aslında.. Mesela, deliliğim aslında sensin, sen oldun çoktan da ben farkına varamadım. Hangi gölgenin ardına baksam bir başka netice çıkıyor, ben de şaşırıyorum. Hepsinin içinde de sen varsın, o veya bu şekilde. Acaba bu, seni düşünerek delirdiğim anlamına mı geliyor?

Parmaklarım bile beni dinlemiyor; ben ne düşünüyorum, onlar ne yazıyor. Kötü bir his, insanın kendine hükmedememesi. Biraz yüzeysellikten vazgeçince bu durum öyle bariz görünüyor ki.. Kalbime hükmedemiyorum; beni takmıyor. Aklım zaten bir karış havada. Ayaklarım hep istemediğim yönlere yürüyor. Kulaklarım istemediğim her şeyi duyuyor neredeyse. Ağzımdan çıkanlar, söylemek istediklerim dersem yalan olur. Normal olarak parmaklarım da klavyede kendileri çalıp kendileri oynuyorlar. Delilik bu mu? Sen misin?

Eğer sensen, beni sever misin?


Eray ÇINAR, 02/02/2007
 
Kurgular - 3

Bu kuzgun gözler
Bu çatal yürek
Güneşe düşen gölge
Bu yaralı eller
Bu puslu akıl
Felsefe taşındaki gizem
Hangisi, hangimiz
Çılgınlık, salt çılgınlık
Akrep yelkovanın izinde
Ben ise deliliğin
Deliliğimin, senin.


Aklımıza sahip olmalıyız arada, ama nasıl yapacağız bunu? Sen nasıl yapıyorsun, bana da öğretir misin? Hangi kör kuyuda hapis kaldığımı unuttum.. Kapı yok ki anahtarın yerini bulayım. Bir ışık süzülüyor yukarıdan ama uzanmak ne mümkün çıkışa. Zaten çıksam ne olacak, dışarısı daha mı iyi sanki.. Kimbilir..

Sen biliyorsan, beni kurtarır mısın?


Eray ÇINAR, 02/02/2007
 
Kurgular - 4


"Özledim" deriz bazen.. Çoğunlukla "seviyorum"lar kadar hızlı ve kolay tüketiriz "özledim"leri, oysa ki ne büyük haksızlık ederiz bu kelimelere. Sert sessizler içermediklerinden belki, bir çırpıda çıkarlar ağzımızdan, sanki bir görev yerine getirmek için harekete geçmiş askerler gibi.. Basit, duygusuz, görevine odaklanmış askerler. Ama anlamları kendilerinden büyüktür bu kelimelerin, bilemeyiz kıymetlerini. Harcarız bozukluk gibi.. Kuru düşük bozukluklar gibi.

Ben özlüyorum biliyor musun? Hem de pek çok şeyi. Delilikten bahsetmiştim, bazen aklımın başında olduğu zamanları özlüyorum. Evet, dert ve tasa boğuyordu beni ama salt ehliyetsizlik de çok matah değilmiş. Belki de "farkındalık" özlediğim, bilmiyorum. Ne çok şeyi bilmiyorum, değil mi? Bilsem ne olacaksa.. Laf işte. Sanki bildiklerimden dolayı çok huzurluyum da...

Huzur dedim de, aklıma ne geldi bak.. Yahu, ben gerçekten huzuru özlüyorum. Hem de nasıl bir şey olduğunu bilmeden özlüyorum. Mutlaka huzurlu olduğum anlar olmuştur ama o kadar kısa sürmüşler ki, anlayamamışım. 3 yaşındaki bir çocuğun elindeki son model bilgisayar kadar anlamsız geçmiş benden huzur. Aslında gözlerim kapalı değildi; yani görsem tanırdım, bilirdim, hatırlardım. Hayat işte. İnsanı öyle bir hale sokuyor ki, hissettiklerini bile bilemez oluyorsun. Düşündükçe derinlere gömülüyor, gömüldükçe zırvalamaya başlıyorsun; başlıyorum. Halbuki şöyle huzurlu bir an yakalasam tüm uçuşan diğer anlar içinden, kimbilir ne kadar iyi bakardım o ana. Öper, okşar, kimselere vermezdim. Kıymetlim olurdu, hiç bırakmazdım. Ama nerede...

Hakikaten neredesin sen? Ben seni bu kadar özlerken, senin için aklımı yıkıp yeni baştan kurarken, sen neredesin? Çok mu uzaktasın, yoksa içimdesin de ben mi göremiyorum seni? Gözlerim kararıyor bak, sanırım iyi değilim son zamanlarda. Öyle çok özledim ki seni, "özledim" kelimesi çok zavallılaşıyor söylerken, benden bile çok.

Peki, sen de beni özledin mi?


Eray ÇINAR, 03/02/2007
 
Kurgular - 5


Sorular.. Cevapları olmayan sorular.. Ne çok yoruyor insanı. Gerçi cevabı olmayan soru diye bir şey olmadığını hepimiz biliyoruz; bu biz büyüklerin, kendini büyümüş sananların kendini kandırmasından ibaret. Sevmediğimiz cevapları yok saydığımızdan, soruların cevabı yokmuş gibi davranıyoruz. Oysa dev bir buzdağı gibi tüm gerçekliği ve soğukluğu ile dikiliyor cevaplar karşımızda. Sadece biz korkuyoruz o cevapları görmekten. Kendi cevaplarımızı, güneşli sahillerimizi yaratmak istiyoruz.

Sana söylediğim gibi, ben üşüsem de vücudum hep sıcak olur. Neden bilmem. Yani o buzdağları beni ürkütse de üşütemiyor aslında. Ama yine de pırıl pırıl bir güneşin altında, sadece tatlı meltem ile hafifçe danseden dalgaların sesinin duyulduğu, insanın ayaklarını okşayan o ipeksi kumların üzerinde, boynu bükük palmiyelerin altındaki o kumsalı tercih ediyorum soğuğa. Sebebi o kumsalı hiç görmemiş ve hep hayal etmiş olmam. Bahsetmiştim, özlediğim belki de huzur demiştim sana; işte o kumsalda huzurdan başka bir şey yok. Ölünce nereye gideceğimizi bilmiyoruz ama sanırım ben o kumsala gideceğim; tabi Tanrı'nın biraz vicdanı varsa.


Sessizliğin içinden yükselen çığlık
Sanki bir sakin tını
Aklımın sınırlarını zorlayan
Hangi güneş öldürdü beni
Ne zaman öldüm
Öldüm de dirilemedim bu kez
Korkuyorum, tut ellerimi.

Ben, kendi aklında tutsak
Kendi düşlerinde yaşayan
Çoktan ölmüş bir adam, Nemet.


Ölüm tüm sorularımızın cevabı olacak mı? Meksikalıların dediği gibi, bir son değil de bir başlangıç mı? Belki öyle, belki değil. Ama düşündükçe korkmak yerine bir rahatlama hissi yayılıyor içime, sıcacık bir his. Huzur dedikleri bu sıcak ve akışkan his mi? Eğer oysa, çok güzel bir his olduğunu söyleyebilirim, en azından kendini olmasa da geldiğini bile hissetmek güzel; çünkü kayıtsız bir hal alıyorum o anda. Kayıtsızlık..

Hiç üşümem dedim, üşüsem de sıcağımdır dedim ama...

Gerçekten üşürsem beni ısıtır mısın?


Eray ÇINAR, 05/02/2007
 
Kurgular - 6

Tereddütler.. Cevabı olmayan sorular kadar haince yaklaşıyorlar bize. Nasıl da kemiriyorlar ruhumuzu. Biz izin verdiğimiz için mi, yoksa gönülsüz mü kapılıyoruz onlara? Düşünüyorum da, tereddütlerim yok seninle ilgili. Bu kez bir şeylerin ruhuma zarar vermesini istemediğimden veya direndiğimden değil, sen çok berraksın. Evet, bir çok soru var kafamda ama cevabını bulacağımı biliyorum hepsinin. Kimileri beni veya seni öldürecek türden olsa bile; kimsenin ölmesine izin vermeyeceğim. Evet, berraksın; krem şantili dondurmanın üstünde duran ahududu tanesi kadar görünürsün. Garip bir benzetme değil mi? Ama ben çok yiyemesem de (biliyorsun tatlı ile aram yoktur çok) çok severim o tatlıyı. Nasıl Tac Mahal bir abidedir mimaride, işte üstü krem şantili, içinde meyve ve çikolata parçaları, üstünde ise bir tane ahududu olan karışık dondurma da öyledir tatlılar içinde. Gene deli yanım hakim oldu bana galiba, seni tatlının üzerindeki ahududu ile tasvir ediyorum, komik değil mi?

Bir saniye durmuyorum seni düşünürken.. Tereddüt etmiyorum seni özlerken.. İstediğim için, böyle olduğun için. Böyle olmanı istemedim senden ama belki de diledim gizliden gizliye. Diledim, çünkü eskisin istemedim aramızdaki hiç bir şey. Aslında duygular eskimiyor, biz eskitiyoruz onları. Kolaylıkla tükettiğimizden olsa gerek. Dediğim gibi, sıradan bir yemek sonrası alışkanlık ile söylenen "eline sağlık" gibi çıkıyor ağzımızdan "seni seviyorum" çoğu zaman. Ömrü de etkisi ve hissedilişi gibi kısacık oluveriyor. Sonra da eskiyip yıprandığından bahsediyoruz ilişkilerin, duyguların. Halbuki bizleriz onları eskiten; yaratıcıları biziz bir kere, kendiliklerinden nasıl azalsınlar? Biz flu bakıyoruz hislerimize, onlar flu değil aslında. Öyle ki, gözlerimize çektiğimiz o perdeden dolayı şeffaflaşıp görünmez olduklarını sanıyoruz bir süre sonra. Oysa ki başından beri hiç kontrastları yüksek olmamış ki onların.

"Mutlu aşk yoktur
Ama bu aşk ikimizin öyle de olsa"

Bunu söylediğini anımsıyorum. Zaten mutluluğun peşinde olan kim ki? Aşkın, tüketilemeyecek olan aşkın peşindeyim ben. Senin peşindeyim.

Bir cesur şövalye
Cydonia'nın surlarında duruyor
Yüreği zırhından güçlü
Aşkını bekliyor haşmetiyle.

Ben senin şövalyen olabilir miyim, tereddütsüz?


Eray ÇINAR, 05/02/2007
 
Kurgular - 7

"Hani derler, bilirsin mutlaka; gün mahşer günü, ortalığa düşmüş seni arıyorum..."

Bu sözünün üzerine düşünüyorum söylediğinden beri. Nedir bu arayışlarla alıp veremediğimiz? Neden bazı şeyler biz istemeden çıkıp gelemez ki? Neden sonu gelmez arayışların çilesini çekeriz durmadan? Bir şey istesek, aklımızdan geçirsek ve sihirli değnek değimiş gibi karşımıza çıkıverse? Çok mu imkansız? Aslında galiba biliyorum neden çıkmaz.. Tanrı hiç bir şeyi kolaylaştırmak istemiyor bize. Hep ölümden sonraki cehennemden bahseder dururuz, ama ya cehennem burası ise?

Ben çoktandır arıyordum seni, bunu ne kadar biliyorsun ki.. Mahşer gününü bekleyemedim, hem sadece bu yaşantımda da aramadım seni. Kaç yüz yıldır aradığımı ben bile unuttum. Anla çilemin ne denli ızdırap verici ve büyük olduğunu. Benim geçmişim ve tüm eski hayatlarım adeta kazığa oturtulmuş bir adamın son saatleri gibi geçti.. Bir an evvel ölmeyi dileyen.. Acısının bitmesi için yalvaran.. Öyle çok aradım seni, öyle umutsuzca. Mahşer günü dediğin nedir ki, ben her gün cehennemi yaşadım seni ararken. Kaç kez geçtim işkence sehpalarından bilsen.. Kaç kez diri diri yandım.. Kaç kez kemiklerim kırıldı ve kaç kez canlı canlı doğrandım.. Seni ararken.. Seni.

Cehennem dediğin nedir ki? Şeytan ne kadar zalim olabilir, seni ararken çektiklerimi düşünürsen? Hem melekler ağlamaz değil mi?

Olur da ağlarsam gözyaşlarımı siler misin?


Eray ÇINAR, 05/02/2007
 
Kurgular - 8

Sessizlik diyordun.. Gerçekten kötü, değil mi? Halbuki hep kalabalıktan, boş konuşmalardan, saçma sorunlar ve sorulardan sıkılıp kendi kabuğumuzun içine kaçmak isteriz.. Ama içimizdeki sessizlik bizi ne kadar boğacak bilemeyiz. Her zaman o sessizlik huzur vermiyor galiba. Hem ben verdiği zamanı da bilmiyorum, biliyorsun. Nedense o sessizlik yüreğimizi ferahlatan, derin bir nefes alabilmemizi sağlayan türden olmuyor. Tersine, daha da boğuluyor gibi oluyoruz. Düşündüm de, ben çok uzun zamandır derin nefes alamıyorum. İster sessizlikte, ister curcunanın orta yerinde olayım. Garip miyim ben sence? Amacım kendime eziyet edip bundan farkında olmadığım bir haz mı almak? Yoksa realist olmasa da mantıklı isteklerim mi var? Sen de haklısın; ben bilmiyorsam sen nereden bileceksin.

Sessizliğin bir kötü yanı da insanın kendi sesini fazlasıyla duyabilmesi sanırım. Hep o anlarda duymak istemediklerimiz muzur çocuklar gibi tepinmeye başlar kafamızın içinde. Ne kadar kovalasak da, muzurluk yapacaklar ya, kaçar gibi yapıp geri gelir "nanik" yaparlar yüzümüze. çaresiz kaçarız tekrar o bilindik kalabalıklara, karışmaya çalışırız her zamanki kakafoniye.

Ben ne isterdim biliyor musun? Kimselerin olmadığı o kumsalda seninle başbaşa olmayı.. Sessizliğin gölgesinde. Biz bile konuşmasak olur. Senin varlığın yeterli. Belki o zaman aradığım huzurdan fazlasını bulmuş olurum.. Belki o zaman senin aradığın olmuş olurum tastamam.. Belki aradığımızın "biz" olduğunu anlarız o zaman..

İstesem, benimle "biz" olur musun?


Eray ÇINAR, 06/02/2007
 
Kurgular - 9

Hangi düş idi aklımıza hakim olan? Hangi düş idi, gerçek olması için canımızı bile verebileceğimiz? Acaba herkesin böyle bir düşü var mıdır?

Benim pek çok düşüm var. Açıkçası hangisi için hayatımı verirdim, bilmiyorum. Çünkü her birisi ayrı ayrı öyle özel ki.. Kıymam mümkün değil hiç birisine.. Ayıramam yani diğerlerinden.

Kimi düşüm var, bir sabun köpüğü olmuşum, diyar diyar geziyorum kayıtsızca ve sonunda patlayıp evrene karışıyorum. Kimi düşüm var, olduğum yerde durmuşum, etrafımda dönen dünyayı izliyorum, koşuşturan insanlara bakıp onlar için üzülüyorum. Bir de düşüm var, o kumsaldayım, hani sana anlattığım. Onu çok sık görüyorum nedense. Her seferinde sen olmuyorsun yanımda, bazen yalnız oluyorum kumsalda, ama belli ki seni bekliyorum orada.

Bu düşler midir bizi ayakta tutan sence? Yoksa düşler sadece Tanrı'nın aklımıza oynadığı oyunlar mı? Ama kimisi gerçek oluveriyor, bu yüzden mi hepsinin bir gün gelip gerçekleşeceği umudunu taşıyoruz? Veya düşlerde, gerçek hayatta asla bulamadığımız mutlu anları bulabildiğimiz için mi onlara inanmak bizi cezbediyor? Yani, düşlerde mi yaşıyoruz aslında?

Ne çok soru sordum gene.. Ve farkındayım, neredeyse hepsi de cevapsız sorular, hani şu aklımızın içinde gezen muzur çocuk olanlardan. Ama sormak kötü sayılmaz, değil mi? Bir cevap bulamayacak da olsak, sormaya devam etmeliyiz, değil mi?

Peki sen benim gerçekleşen en güzel düşüm müsün?


Eray ÇINAR, 07/02/2007
 
Kurgular - 10

Hızlı adımlarla yürüdü
Onu bekleyen soğuk sonsuzluğa
Tereddüt etmedi bir an bile
Etrafındakilere baktı
Yüzünde tatlı bir gülümseme ile
"Üzülmeyin" dedi
"Yeniden doğuyorum"
Cellat sıcak ipi boynuna geçirdi
Ve kolu çekti,
Sessizlik.


Ben bir adım attım, sen de bir adım atasın diye değil; sana yaklaşmak için. Karşılık verirsin diye düşünmedim, inan. Hatta senin ne düşüneceğini bile düşünmedim; düşünsem bu adımı atmazdım belki de. Çünkü seni ne kadar zora soktuğumu biliyorum. Zordur birinden böyle bir adımı görmek, hele ki o kişinin seni sevdiğinden şüphen yoksa. Kalakalırsın, karşılık vermek istersin, ama senin adım atman öyle kolay değildir. Sanki bir uzvun mengeneye sıkıştırılmıştır ve görünmeyen birisi o mengeneyi sıktıkça sıkmaktadır. Ya bıraksınlar kurtulayım veya kopsun dersin; ama ne kurtulmak kolaydır ne de uzvundan vazgeçmek. Acı beynini kemirirken hangisinin daha iyi olacağını düşünmeye çalışırsın ama odaklanamazsın. Cellatına bırakırsın kararı isteksizce ama lanet olsun ki o da sadece işkenceyi uzatmaktadır. Ne yapacağını bilememek o anda, işte böyle acı verir.

Böyle hissedeceğini bile bile bu adımı neden attığımı sorma bana.. Benim de farklı bir acıyla iç içe olmadığımı nereden biliyorsun? Ben kurtuldum acımdan, bir an bile olsa. Bir bebek adımı yaklaştım sana. Hem bebek adımı atmak, kocaman ama yanlış adımlar atmaktan iyidir. Vaktim var, zaten beklediğim süreyi düşünürsen daha çok vaktim var.

Ben sana yaklaşırken sen bu adım karşısında ters yöne kaçabilirsin, bu ihtimali düşünmedim değil. Her ne kadar küçük de olsa bu adımıma karşılık bana yaklaşacak bir adım atma ihtimalin var; hep dediğim gibi, ben küçük ihtimallerin adamıyım. O küçük ihtimaller hep daha kıymetli benim gönlümde. Varsın, gerçek olmasınlar; ya olurlarsa?

Üzüldün; üzülme. İnsan böylesine sevdiğine kıyamaz; ben sana kıyamam. Şaşırdın; şaşırma. Sana ne zaman adım atacağımı söylemeyeceğimi söylemiştim. Sıkıldın; sıkılma. Seni sıkmak için atmadım bu adımı. Düşünüyorsun; düşünme. Ne yapacağını düşünme, hemen bir karar verme. Ne zor olduğunu biliyorum adım atmanın; o yüzden acele etme.

Ne garip değil mi? İnsan bu kadar isterken diğerini, bir adım nasıl da şaşırtıp elini bağlıyor. Halbuki hep bunu düşlemesine rağmen. İstemiyorsan da bırak, düşlerde yaşayalım. Ona da razı bu yorgun gönül.

Bu kez sana bir şey sormayacağım. Unutma; ne sen mahkumsun, ne de ben cellat.


Eray ÇINAR, 08/02/2007
 
Kurgular - 11

Adımlar.. Ne de zor gelir yeni ufuklara adım atmak.. Bir yanımız çok ister; yeni başlangıçları, yeni bir hayatı, yenilikleri.. Umut doludur yeni şeyler.. Ama bir yanımız da reddeder o adımları; o yanımız korkmaktadır haklı olarak, ya elimizdekileri de yitirirsek? Hangi yanımızın galip geleceği hiç belli olmaz, kaderde ne varsa o olur. Acaba? Kaderle mi ilişkilidir kimin kazanacağı, yoksa hangi yanımızın daha güçlü olduğuyla mı? Sanırım ikincisi daha doğru. Böyle düşünmem muhtemelen işleri kadere bağlamayı, yani kolaycılığı sevmediğimden. "Kader işte" dedikten sonra benliğimin ne anlamı kalıyor ki?. Nehre düşmüş bir yapraktan ne farkım kalıyor ki?. Suyun nereye isterse götürdüğü bir yaprak.. Başına gelenlere karşı koyamayan, kendinden başka her şeye boyun eğen.. Sanırım ben daha çok dalganın kendi olmayı seviyorum.

Ve Tanrı "öl" dedi yarattığına, "çünkü ben öyle istiyorum"...

Ne kuklayız, ne oyuncak.. Tanrı'nın da böyle olmamızı istediğini sanmıyorum. Sanmaktan öte, tersine inanmak istemiyorum. "Hür irade" yoksa yaşamın ne anlamı var? Bir simulasyon programındaki 2 Kb'lık yazılım parçacıkları olamayız, değil mi? Bunu bir Matrix paradoksuna dayandırmak çok kolay olur du, ki bu hem yaratıcıya hem de evrenin kendisine hakaret sayılmaz mı? O yüzden kaderi bir kenara bırakıp evrene küçük de olsa etkisi olan bireyler olduğumuzu düşünmek bana daha makul geliyor. Yani kader varsa bile o beni değil, ben onu şekillendirebilirim. Hayır, bu narsizm değil, varlığının ve kıymetinin farkında olmak bence.

Peki sen bu evrende benimle birlikte varolur musun? "Bir" olur musun?


Eray ÇINAR, 09/02/2007
 
Kurgular - 12

İnanmak... Ağızdan çıktığı kadar kolay yapılamıyor sanar çoğumuz. Ben öyle düşünmüyorum. Neden zor olsun ki? Birine, söylediklerine inanmak son derece kolaydır; yaptıkları söylediklerine uymasa bile. Esas olan onun söylediklerinden çok, senin neye inanmak istediğindir çünkü. Ha, ne zaman zordur? Karşındakinin söyledikleri ile yaptıkları ne kadar uyum sağlarsa sağlasın, eğer inanmak istediklerinle uyuşmuyorsa işte o zaman inanmak zordur. Bu arada farklı şekillerde ortaya çıkar, hep negatif bakmayalım. Karşındakinin söyledikleri ve yaptıkları uyumlu olabilir ve bunların tümü senin düşlediğin şeyler olabilir.. Ama o kadar uzun süredir düşlemişsindir ki, artık gerçek olabileceğine olan inancın kaybolmuştur; işte o zaman da karşındakine inanmayabilirsin. Karmaşık mı geldi? Gelmesin; bu senin de yaşadığı bir şey mutlaka ama benden duyunca garipsemiş olabilirsin. Bu yüzden inandırmak çok daha zordur inanmaktan.. Veya ispatlamak. Duyguların ispatı yoktur ki, olsa bile istenmesinden daha çirkin ne olabilir?

Ben bu yüzden tutmuyorum duyduklarımın ve gördüklerimin muhasebesini. Bırak her günü, her an bile hislerimiz öylesine fırtınalı olabiliyor ki, işin özünde hissettiğimiz değişmese bile su yüzüne çıkan o anlık görüntüsü farklılık gösterebiliyor. Bir beklenmedik davranışın her şeyi yıkmasına izin verebileceğiniz kadar basit midir o güne dek hissettikleriniz? Her şey basit olsa bile, o ana dek yaşananlar o denli basit midir? Ben bıraktım, muhasebeyi muhasebeciler tutsun. Benim işim yaşamakla, yaşamaya ve hissetmeye çalışmakla. Becerebildiğimce, izin verildiğince. Gerisini başkaları halletsin.

Bir ömür içinde bir anım olabilecekse, "işte bu an tüm ömrüme bedel" diyebileceğim, gerisinin ne önemi var ki?

Bu arada, sen o anın içinde olacak mısın?


Eray ÇINAR, 09/02/2007
 
Kurgular - 13

Basitlik.. Güzel şeydir, inan. Tabi, bayağılık anlamında kullanmıyorum. Her şeyi kolaylaştırır ve işin detayında kaybolmak yerine bütününü görmeye yardımcı olur. Her şeyde neden-sonuç ilişkisi aramamak, her duyguda sahtelik-gerçeklik teftişine gitmemek.. Olanı, insanı olduğu gibi kabul edebilmek; arkasında başka şeyler olabileceği ihtimaline kapılmamak.. 2+2=5 denklemini tüm saflığı ile kabul etmek. 2+2=4 iken, sonucun 5 olmasında saklı sebepler aramak yerine, 5'in güzelliğine bırakmak kendini...

Saf olmak değil bahsettiğim.. İnanmaktan bahsederken benzerini söylemiştim, hatırlarsın; neticede ya istediğimizi göreceğiz veya olanı. Olanı görmek daha basit; olduğu gibi kabullenmek başlarda zor gelse de sonradan göreceksin ki daha basit.

"Neden"lerde, "nasıl"larda, "veya"larda, "ama"larda, "çünkü"lerde, "rağmen"lerde kaybolmak maharet değil, biliyorsun. Yormaktan başka ne işe yarıyorlar insanı?

Salt teslimiyetten de bahsetmiyorum, ama tümüyle direnmenin de işleri değiştirdiğini söyleyemezsin bana, öyle değil mi? Hem bugüne dek direndin de eline ne geçti? Yolların yokuşu mu azaldı? Güllerin dikenleri mi döküldü? Ağzındaki acı tat mı uçup gitti? Ya yüreğindeki acı.. O azaldı mı?

Kendimi kandırmak basit, biliyorum.. Ama söylediğim bu da değil. Nasıl desem? Yaşadığım anın sonuna kadar keyfini çıkarabilmek. "O an"ı yaşayabilmek, hep özlediğim, hep istediğim. Son nefesimi verirken aklıma gelecek ve yüzümü güldürecek "o an".

"Tanrım; bir fındık kabuğuna hapsolmuş olsam da, kendimi hala sonsuz evrenin kralı sayabilirim" - Hamlet, 2, II / SHAKESPEARE

Ben artık ölmekten eskisi kadar korkmuyorum, söylemiş miydim sana? Eskiden çok korkardım, belki nasıl ve ne zaman olacağını bilmediğimden, belki de sonrası hakkındaki soru işaretlerinden dolayı. Artık öyle değilim. Sonrasını düşünmüyorum; Tanrı'nın bize hazırladığı sürprizleri vardır nasılsa. Yoksa da ne farkeder? Ölüm anım geldiğinde isyan etmeyeceğim; sevgiyle karşılayacağım onu.. Sanki sevgilisi ile buluşmayı bekleyen adam gibi, heyecanla. Arkamda kalacaklara da üzülmeyeceğim; onlara ve sana en güzel anları dileyeceğim. Vaktimi doldurmuş olduğumun, her ne kadar neden ve nasıl bilemesem de, bilincinde olacağım.. Olamasam da öyleymiş gibi davranacağım. Elinden tutacağım ölümün ve nereye götürecekse gideceğim, direnmeyeceğim. Basit bir denklemin parçasıyım; doğdum, yaşadım ve öleceğim. Bu denklemin başka bir neticesi yok. Direnmek ölümü kolaylaştıracak mı? Hayır. İşte o zaman dalganın kendi olmayı bırakıp, dalgada yüzen yaprak olacağım, basitçe.

Ölümü bile bu kadar basite alabiliyorum artık. Ama sanırım benim basitliğim sana karmaşık geliyor, alışık olmadığından belki de.

Şu an, neden bilmem, gözyaşları döküyorum, görüyor musun?


Eray ÇINAR, 10/02/2007
 
Kurgular - 14


"Oh my life is changing everyday
Every possible way
Though my dreams, it’s never quite as it seems
’cause you’re a dream to me
Dream to me"
The Cranberries


Zaman ne kadar hızlı akıyor değil mi? Önce saatler, sonra günler, sonra aylar derken yıllar.. Bizi çoğunlukla şoke eden şeyler sayesinde anlıyoruz ne denli hızlı aktığını. Saçımıza düşen ilk beyaz, sarkmaya başlayan göbeğimiz, alnımızdaki sinir bozucu kırışıklar, buruşan tenimiz.. Çok ağır insan bedeni, ruhumuzun yükü çok.

Hayat bu denli hızla akarken, arada durup etrafımıza baksak Bueller'in dediği gibi, ne çok şeyi farketme şansımız olur, kimbilir. Yaşadıklarımızı değil, yaşama şansımız olan ve kaçırdığımız diğer şeyleri görme şansımız. Belki de seninle defalarca aynı kaldırımda, farklı yönlere yürürken karşılaştık.. Hatta belki birbirimize adres sorduk.. Hayatın akışına kapıldığımızdan farketmedik birbirimizi hiç. Baktık ama göremedik. Duyduk ama dinleyemedik. Dokunduk ama hissedemedik.

O yüzden biraz yavaştan alayım istiyorum her şeyi. Nasıl anlatsam? Tadına vararak, hissederek yaşayayım her şeyi. Tabi ki gün içinde arabayla bir yere giderken alınacak büyük bir haz yok, ama arabada iken sol şeritte önümde 30 km/saat hızla giden gerizekalıya kızmak yerine dinleyeceğim bir şarkının bana keyif vermesini sağlayabilirim elbette. Veya gün boyu içtiğim 2 paket sigaranın en azından bir tanesini güzel bir kahve eşliğinde hiç bir sorunu düşünmeden içmek de mümkün. Ah, bunu çok severim özellikle; gece televizyonun karşısına çakılmış olmak yerine en azından yarım saat bile olsa balkona çıkıp yıldızları seyrederken bir kadeh içki içmek.. Bunun gibi küçük şeyler.. Minik ama beni rahatlatan, seni hatırlatan, seni düşünmeme fırsat bulduğum anlar.. Gerçekleştirmek üzere yeni hayallerimi planlayacağım anlar.

İtiraf etmeliyim, o anları hepsinin içinde sen olduğun için seviyorum muhtemelen.. Ama bunun ne mahsuru var ki? Sonunda hepsi beni daha özgür ve mutlu kılıyor, hatta korkmasam "huzurlu" diyeceğim. Kim bilir..

Peki, ben senin küçük mutlu anların olabilir miyim?

Eray ÇINAR, 13/02/2007
 
Kurgular - 15

Bunlara "kurgular" diyorum; bunlar ne hayal, ne gerçek, ne de başka bir şey. "Adını koyamadıklarım" da diyebilirdim.

"Peki bunları yazıyorsun iyi güzel de sen anını yaşayabiliyor musun?" diye sormana gerek yok, çünkü bu sorunun cevabı yok. En azından bende yok. Belki de olsaydı bunları yazmazdım.

Bu çelişkili bir durum da değil, çünkü kendi yaşamadığım bir hayatı veya korktuğum bir hayatı bir felsefe olarak sunma gayreti içinde değilim.

Bunlar bende; aklımda gezinen bir şeylerin parçaları.. Kimi zaman bir araya gelip daha gözle görünür oluyorlar ve ben de öyle zamanlarda onları ellerimde tutup dünyaya gösteriyorum. Başka bir deyişle, onlara dünyayı gösteriyorum. Hem dikkatli bakarsan bu küçük parçacıklar, birleştiklerinde bana çok benziyorlar.

Ben ne sorularıma cevaplar arayan bir umutsuzum, ne de başkalarının sorularına cevaplar vermeye çalışan bir ahmak. Gökyüzündeki milyonlarca yıldızdan birisiyim sadece.. Belki de rüyalarımda gördüğüm o kumsaldaki bir kum tanesiyim.

Hayat kurgularla yaşanmayacak kadar acımasız diye düşünebilirsin ve haklı da olabilirsin. Ama bu, benim aklımda gezinen şeyleri değiştirmiyor. Zaten herhangi bir ulvi amaç içinde de değilim ki, hayatın acımasızlığını kırmak veya dünyayı kurtarmak gibi bir niyetle anlatmıyorum bunları. Bunları anlatıyorum; çünkü sen ordasın ve beni dinleyebilirsin.. Eğer istersen. Çünkü ben anlatabilirim, sırf sen dinleyesin diye. Bir netice çıkartman gerekmez, beğenmeyebilirsin; gücenmem. Bunlar benim kırıntılarım sadece.. Şöyle söyleyeyim; bunlar bir delinin akıl defterindeki notlar.

Peki, sen o bütünün bir parçası olmak ister misin?

Eray ÇINAR, 13/02/2007
 
Kurgular - 16

Ne çok söyleyecek şeyimiz var aslında değil mi? Sanki yıllardır susturulmuşuz.. Sanki deliler gibi anlatmışız ama dinleyenimiz olmamış.. Ne çok şey birikmiş içimizde; ne çok şey bekler olmuş yüreğimizde, biri çıkıp onlara kıymet versin diye dua eden. Ama ne ilginçtir; ne kadar anlatırsak anlatalım karşılıklı, gene de yetmiyor. Sevda gibi, öyle uzun beklemiş ki kelimeler.. Farkında mısın, hiç bir konuyu konuşurken bitiremiyoruz. Hep bir başka konuya geçiveriyoruz. Birimiz diğerinin sözünü kesiyor sürekli. Ama kabalıktan değil. Beklemekten usanmışlıktan. Bir daha dinleyen bulamayız korkusundan.

Ne çok şeyim vardı anlatacak
Sonunda kelimeler bir oldu
Hep beraber
Seni aramaya çıktılar.

Belki de bu yüzden anlatmaktan vazgeçiyoruz.. Dinleyen olmadığından. Kızıyoruz; bilmiyorlar ne kadar da hevesliyiz dinlemeye. Ne anlatan var, ne dinleyen oysa ki. Ne kadar bencil bu insanlar.

Sevdanı anlatırsın, küçümserler.. Hüznünü anlatırsın, güler geçerler.. Sevincini paylaşmak istersin, yürür geçerler.. Yalnızlığını kırmak istersin, kullanırlar.. Her kelimenin, her dokunuşun, her öpücüğün, her damla gözyaşının bir bedeli olmalıdır onlar için.. Hiç bir şey karşılıksız olamaz sanki.. Oysa, karşılıksız dinleyen kıymetlidir gerçek yüreklerde. Karşılıksız anlatan özeldir.

Daha anlatacaklarım var desem, beni karşılıksız dinler misin?

Eray ÇINAR, 17/02/2007
 
Kurgular - 17

Sorgulamak... Nedense içimize işlemiş bir şeyleri sorgulamak. Kötü bir alışkanlık olmuş, aklımıza yerleşmiş. Hiç bir şeyi sorgulamadan kabullenemiyoruz.

Aslında çok basit cevapları var tüm soruların... Yeter ki sorgulamayı her seferinde aklımızla değil, arada işin içine yüreğimizi de koyarak yapalım.

"Neden?".. Çünkü ben öyle istiyorum.

"Nasıl?".. Ne önemi var; olması mı önemli, nasıl olduğu mu?

"Kim?".. Ben; bildiğin ben. Az biliyorsan, bildiğin kadarıyla ben.

"Ne zaman?".. Dün, bugün, yarın.

"Nerede?".. Ben nerede istersem, sen nerede istersen orada.

Sorular esasın önüne nasıl da geçiveriyor, değil mi? Halbuki önemli olan esasın kendisi; öyle olmasa söylenmezdi. En azından ben söylemezdim.

Duygularla ilgili kurulan hangi cümleyi sorgularsan sorgula, sonunda göreceksin ki o cümlenin tüm kıymetini hiçe sayıyorsun. Bırak, önce duy. Bir şey sorma. Sen çocuk değilsin artık; benim de çocuk olmadığımı anla. Veya beni bir çocuk say, yüreğindekileri tüm saflığıyla anlatan. Belki o zaman sorgulamadan dinlersin.

Sorgulama, duyduğunu hissetmeye çalış. Hesap yapma, direkt sonucu anlamaya çalış. Kurma, hazır kurulmuş verilen bütünü görmeye çalış.

Benden olanı, olduğu gibi kabullenebildiğin gün bazı şeylerin değiştiğini göreceksin. En azından duydukların daha da içten gelecek sana..

Sakın "kolayca inanırsam aldanır mıyım?" diye sorma kendine. Eğer böyle düşünürsen hep aradığını bulsan da farkına varamazsın. Hem zaten hayatın kendi bir yanılsama değil midir?.. Bir eksik, bir fazla farketmez. Ama gerçek olanı görememek?

Ben gerçeğim desem, bana inanır mısın?

Eray ÇINAR, 19/02/2007
 
Kurgular - 18

Bana ne kadar inanıyorsun bilmiyorum. Ama “seni göğsüme yatırıp saçlarını günler boyunca okşayabilirim; başka hiçbir şey yapmadan” derken çok ciddi idim.

Düşünüyorum da, ciddi olmaktan öte bir şeydi söylediğim… Yanağın göğsüme yaslanmış, kolun boynuma sarılmış, incecik parmakların omzuma tutunmuş bir bebeğin kararlılığı ile. Bir elimle sırtını okşuyorum, diğer elimle saçlarını.. Ve kokluyorum arada saçlarını, nasıl da içime çekiyorum kokunu. Arada sevgim taşıyor, başlıyorum saçlarını ve alnını öpmeye. Batıl inançtan mıdır bilmem, gözlerini öpmek istiyorum ama araya ayrılık girer diye korkuyorum. Kıyamıyorum da sana, o kadar hafif öpüyorum ki seni uyandırmamak için.. Sen uyanıyorsun arada.. Kafanı kaldırıp puslu gözlerinle bakıyorsun bana, sanki orda olduğumdan emin olmak ister gibi. Oradayım, merak etme. Sonra rahatlamış bir şekilde, iç geçirerek tekrar yatıyorsun ve küçücük, yorgun, uykulu bir öpücük konduruyorsun göğsüme. Dünya ayrı bir küçülüyor gözlerimde o anda.. Önemsiz kalıyor her şey o öpücüğün yanında.. İçime işleyen o öpücük.. Göğsüme adını kazıyan o öpücük. Ve kulağına usulca fısıldıyorum: “Seni ölesiye seviyorum”.

İşte bundan bahsediyorum sana. Bunu değil günler, aylar, yıllar boyu yapabilirim. Ve çok ciddiyim.

Peki sen de bana “ben de seni seviyorum meleğim” der misin? Senin meleğin olmamı ister misin?


Eray ÇINAR, 25/02/2007
 
Kurgular - 19

Hani, an olur, kelimelerin tükendiğini hissedersin.. Dilinin ucuna kadar gelir bir şeyler, ama dökülmez bir türlü ordan. Tereddütün sebebi bellidir; ne söylersen söyle, yetersiz kalacaktır. Susarsın, yapraklarını dökmüş bir çiçek gibi..

Hani, an olur, göğsün sıkışıverir, saç diplerin kaşınmaya başlar, alnına bir ağrı saplanır, ellerin soğuk soğuk terler.. Ve sen dünyadaki herkesin kaybolup gitmesini dilersin.. Herkes gitsin; bir sen, bir ben kalayım koca gezegende. Dileğinin gerçekleşemeyeceğini kendine hatırlattığın anda kalakalırsın, tüm ordusunu savaşta kaybetmiş bir kumandan gibi..

Hani, an olur, sahip olduğun her şeyi bir parça huzur için vereceğini düşünürsün.. Aklın ve ruhun rahat bir an geçirsin yeter ki. Sorunların, sorumlulukların, kuralların; hepsinin akan nehre karışmasını istersin. Bunlardan kaçamayacağını anladığında yüreğin ezilir; ama istediğin huzurun daha nasıl bir şey olduğunu bile bilmediğini farkettiğinde utanırsın, kabahat işlemiş bir çocuk gibi..

İşte o anlarda ne yapmak gerekir, bana söyler misin?

Eray ÇINAR; 26/02/2007
Tiflis/Gürcistan
 
Kurgular - 20

Hiç dokunulmamış gibi dokunulmak.. Hiç öpülmemiş gibi öpülmek.. Hiç sevilmemiş gibi sevilmek.. Hiç istenmemiş gibi istenmek.. Anlıyor musun? Anlaman mümkün değil, biliyorum. Bana yakıştıramıyorsun bunu ama öyle. Bana aynı böyle hissettiriyorsun. O yüzden diyorum sana; seni bir sen olduğun için, bir de bana hiç hissetmediklerimi hissettirebildiğin için bu kadar seviyorum belki de. Bunu okuyanlar bunun hayal olduğunu sanıyorlar. Belki de haklılar, adı üzerinde; kurgu bunlar. Ama kim bilebilir ki, hangi anlattığım gerçek, hangisi kurgu. Bırak onları, ben bile bilmiyorum. Dedim ya, deliyim. Aklımı benden sorulan hesaplara, beklenen sorunluluklara isyan ettiğim gün bıraktım bir çiçek tarlasının ortasına. O dinleniyor orada, ben deliriyorum burada. İkimiz de kendi halimizde avare.

Kimse dokunmadı bana böylesine be sevdiğim.. Sanki ellerin tenimin üzerinde değil de içinde geziyor her dokunuşunda. Öpücüklerin sadece dudaklarıma değil, kalbimin en nadide yerlerine dokunuyor her seferinde. Ben Tanrı'dan başkasının beni, her şeyimle beraber bu kadar seveceğine inanmamıştım hiç. Ve.. Ben bu kadar büyük bir arzu ile istesen, dünyalara sahip olurdun eminim; ama sen beni seçtin.

Bir kadeh, bir kadeh daha
Ölüme kadeh kaldırıyordum
Sonra sen çıkageldin
Şimdi tüm şaraplar senin için yıllanıyor
Ben de sevmeye içiyorum artık
Kabul, biraz da sevilmeye.

Seviyorum seni be kadın; ne kadar ben bilmiyorum, Tanrı bilir.. Yoksa sen de biliyor musun?

Eray ÇINAR; 26/02/2007
Tiflis/Gürcistan
 
X