İhsan Dağı-Zaman
Parti programından seçim beyannamelerine demokrasi, özgürlük, çoğulculuk dedi, hizmet siyasetini öne çıkardı. Sonuçta da milli görüş tabanının yanı sıra merkez sağ seçmenin de desteğini aldı. Bunda elbette merkez sağ siyasal aktörlerin 28 Şubat ve 27 Nisan süreçlerinde takındıkları militarist tutum da etkili oldu.
Böylece demokrasi ve kalkınma diline yaslanarak siyaset yapan Menderes ve Özalın yanına Erdoğanın resmi de ilave edildi. Dikkat edin o resimde Erbakan yoktur, ama Erdoğan vardır. Neden? Çünkü Erdoğanın yeni partisinin lider kadrosu milli görüşten de gelse tabanının büyük kısmı Menderes-Özal çizgisindeki insanlardan oluştu. Bu AK Partiye hem kitlesel bir destek hem de sistemsel bir meşruiyet sağladı. Bugün gelinen noktada tabandaki merkez sağ unsurlara duyarsızlık AK Parti için riskler taşıyor. İdeolojik ve çatışmacı bir siyaset anlayışı ile merkez sağ siyasal gelenek arasındaki uyuşmazlık sanırım gözden kaçırılıyor.
Bugün hem Başbakanın konuşmaları, hem bu konuşmalarda atılan sloganlar Menderes-Özal geleneğinden çok Erbakan çizgisine yakın. Üslup da içerik de merkez değil ideolojik bir partiyi andırıyor. Erdoğan on yıl önce meydanlarda böyle konuşsaydı yüzde 34ü, 47yi, 50yi görebilir miydi?
Bu durum AK Partide bir eksen kayması mı yaşanıyor? sorusunu gündeme getiriyor. Böyle bir algı oluşursa bu partinin tavandaki ve tabandaki koalisyonlarını nasıl etkiler? Demokrasi, özgürlükler, çoğulculuk, dünyaya açılma ve hizmet siyaseti ortak paydasında toplananlar nasıl bir karşılık verir? Siyaseten zor bir dönemden geçtiğini düşünen bir AK Partinin geçmişte olduğu gibi merkez kimliğini öne çıkarmasını beklerdim. Tam tersi oluyor; daha çok milli görüş çizgisinin siyasal söylemi ve tarzı canlanıyor. Bunun bir savunma refleksi olduğuna kuşku yok, ama yanlış.
Tabii ki hükümet bir anlamda rahat. Merkez sağ seçmeninin gidebileceği bir başka siyasal parti yok alternatifler arasında. Bunlar CHPye yönelmeyeceğine göre AK Parti daha dini ve milliyetçi bir dille dayanışma ve kenetlenme havası yaratmaya çalışıyor. Derin Anadolunun dini ve milliyetçi kimliğini öne çıkarıyor söylemlerinde. Böyle yapınca da 2002den beri kitlelere verdiği demokratikleşme ve sivilleşme mesajları artık işlevsiz görülüyor ve terk ediliyor. Ancak AK Partililerin yerinde ben olsam demokrasi, özgürlük, çoğulculuk söyleminin ve talebinin siyasal bir karşılığının olmadığını düşünmezdim. Unutmasınlar, AK Partinin farklı toplumsal ve siyasal çevrelerle koalisyonlar kurmasını sağlayan ve ardından da onu iktidara taşıyan demokrasi, özgürlük ve çoğulculuk dili ve ortak paydasıydı. Bu terk edilip ceberrut, devletçi ve otoriter bir dil konuşulmaya başlandığında bunun siyaseten sonuçları olacaktır. Değişimi, demokrasiyi, özgürlüğü, çoğulculuğu AK Parti savunmazsa savunacaklar elbette çıkacaktır. Siyasette boşluk olmaz ve bu talepler de boş şeyler değildir. Tecrübeyle sabit...
AK Parti bugün hâlâ güçlü. Bu güç ülkenin sivilleşmesi ve demokratikleşmesine yoğunlaşmalı. Ama aksi yönde bir sürü emare var maalesef. Tarafın dünkü haberine göre MİT ile yapılan bir protokol gereği MEB, THY ve Tapu İdareleri ve PTT, sistemlerindeki bütün işlemleri ve bilgileri MİTe aktarıyormuş. Bu, fiilen bütün insanların MİT tarafından fişlenmesi anlamına gelir. Doğruysa bu dehşet verici. Bunun literatürdeki adı muhebarat, yani istihbarat devletidir. Onca mücadeleden sonra varacağımız yer bu olamaz. AK Parti, böyle bir rejime izin veren, göz yuman veya bundan medet uman bir parti haline gelemez. Hem Gezi krizden çıkışın hem istihbarat devletinden sakınmanın yolu AK Partinin kuruluş felsefesine dönmesidir.
Parti programından seçim beyannamelerine demokrasi, özgürlük, çoğulculuk dedi, hizmet siyasetini öne çıkardı. Sonuçta da milli görüş tabanının yanı sıra merkez sağ seçmenin de desteğini aldı. Bunda elbette merkez sağ siyasal aktörlerin 28 Şubat ve 27 Nisan süreçlerinde takındıkları militarist tutum da etkili oldu.
Böylece demokrasi ve kalkınma diline yaslanarak siyaset yapan Menderes ve Özalın yanına Erdoğanın resmi de ilave edildi. Dikkat edin o resimde Erbakan yoktur, ama Erdoğan vardır. Neden? Çünkü Erdoğanın yeni partisinin lider kadrosu milli görüşten de gelse tabanının büyük kısmı Menderes-Özal çizgisindeki insanlardan oluştu. Bu AK Partiye hem kitlesel bir destek hem de sistemsel bir meşruiyet sağladı. Bugün gelinen noktada tabandaki merkez sağ unsurlara duyarsızlık AK Parti için riskler taşıyor. İdeolojik ve çatışmacı bir siyaset anlayışı ile merkez sağ siyasal gelenek arasındaki uyuşmazlık sanırım gözden kaçırılıyor.
Bugün hem Başbakanın konuşmaları, hem bu konuşmalarda atılan sloganlar Menderes-Özal geleneğinden çok Erbakan çizgisine yakın. Üslup da içerik de merkez değil ideolojik bir partiyi andırıyor. Erdoğan on yıl önce meydanlarda böyle konuşsaydı yüzde 34ü, 47yi, 50yi görebilir miydi?
Bu durum AK Partide bir eksen kayması mı yaşanıyor? sorusunu gündeme getiriyor. Böyle bir algı oluşursa bu partinin tavandaki ve tabandaki koalisyonlarını nasıl etkiler? Demokrasi, özgürlükler, çoğulculuk, dünyaya açılma ve hizmet siyaseti ortak paydasında toplananlar nasıl bir karşılık verir? Siyaseten zor bir dönemden geçtiğini düşünen bir AK Partinin geçmişte olduğu gibi merkez kimliğini öne çıkarmasını beklerdim. Tam tersi oluyor; daha çok milli görüş çizgisinin siyasal söylemi ve tarzı canlanıyor. Bunun bir savunma refleksi olduğuna kuşku yok, ama yanlış.
Tabii ki hükümet bir anlamda rahat. Merkez sağ seçmeninin gidebileceği bir başka siyasal parti yok alternatifler arasında. Bunlar CHPye yönelmeyeceğine göre AK Parti daha dini ve milliyetçi bir dille dayanışma ve kenetlenme havası yaratmaya çalışıyor. Derin Anadolunun dini ve milliyetçi kimliğini öne çıkarıyor söylemlerinde. Böyle yapınca da 2002den beri kitlelere verdiği demokratikleşme ve sivilleşme mesajları artık işlevsiz görülüyor ve terk ediliyor. Ancak AK Partililerin yerinde ben olsam demokrasi, özgürlük, çoğulculuk söyleminin ve talebinin siyasal bir karşılığının olmadığını düşünmezdim. Unutmasınlar, AK Partinin farklı toplumsal ve siyasal çevrelerle koalisyonlar kurmasını sağlayan ve ardından da onu iktidara taşıyan demokrasi, özgürlük ve çoğulculuk dili ve ortak paydasıydı. Bu terk edilip ceberrut, devletçi ve otoriter bir dil konuşulmaya başlandığında bunun siyaseten sonuçları olacaktır. Değişimi, demokrasiyi, özgürlüğü, çoğulculuğu AK Parti savunmazsa savunacaklar elbette çıkacaktır. Siyasette boşluk olmaz ve bu talepler de boş şeyler değildir. Tecrübeyle sabit...
AK Parti bugün hâlâ güçlü. Bu güç ülkenin sivilleşmesi ve demokratikleşmesine yoğunlaşmalı. Ama aksi yönde bir sürü emare var maalesef. Tarafın dünkü haberine göre MİT ile yapılan bir protokol gereği MEB, THY ve Tapu İdareleri ve PTT, sistemlerindeki bütün işlemleri ve bilgileri MİTe aktarıyormuş. Bu, fiilen bütün insanların MİT tarafından fişlenmesi anlamına gelir. Doğruysa bu dehşet verici. Bunun literatürdeki adı muhebarat, yani istihbarat devletidir. Onca mücadeleden sonra varacağımız yer bu olamaz. AK Parti, böyle bir rejime izin veren, göz yuman veya bundan medet uman bir parti haline gelemez. Hem Gezi krizden çıkışın hem istihbarat devletinden sakınmanın yolu AK Partinin kuruluş felsefesine dönmesidir.