Kıbrıs tüp bebek uzmanı Jin.Op.Dr. Mürüde Çakartaş Dağdelen ile tüp bebek hakkında herşey

Yumurta donasyonu(nakli) bir tüp bebek tedavi yöntemidir. Yumurta bağışı olarak da adlandırılır. Yumurta donasyonu ile tüp bebek tedavisi , özenle seçilmiş yumurta donörlerinden (bağışcısı) yumurta toplama yöntemi ile elde edilen yumurtaların, baba adayından alınan embriyo olmaya uygun spermler ile yumurtaların döllenme işlemine denir. Elde edilen yumurtalar ve spermlerin döllenmesinden sonra embriyo oluşur ve oluşan embriyo 3 ile 5 gün arasında anne rahmine transfer edilir.

Yumurta Donasyonu Tedavisine Ne Zaman Başvurulur ?
Yumurta donasyonu tedavisine, yapılan tüm testler sonucunda anne adayında embriyo olmaya uygun yumurta bulunmaması sonucunda başvurulur. Yani klasik tüp bebek süreci izlenmez. Böylelikle anne adayına tüp bebek sürecinde kullanılan ilaç ve iğneler kullanılmaz. Çünkü embriyo için gerekli yumurta başka bir yumurta bağışçısından toplanır. Bu yüzden klasik tüp bebek yönteminde kullanılan yumurta geliştirici iğne ve ilaçlar, yumurta bağışçısı yapacak bayana uygulanır. Bu süreç işlerken yumurta nakli yapılacak anne adayına, nakil yapılacak olan embriyoların rahim içine tutunmasını sağlamak için rahmin iç duvarını geliştiren ilaç tedavisi uygulanır.

Yumurta nakli sürecinde profesyonel tüp bebek ekibi tarafından %100 başarı amaçlanır ve bunun için olağanüstü bir çaba sarfedilir. Yumurta donasyonunda her nekadar da %100 başarı amaçlansa da , anne adayının yaşı , fiziksel ve hormonsal sağlığı başarı oranını çok etkilemektedir.
 
Kıbrıs Cinsiyet Seçimi

Cinsiyet seçimi, elde edilen embriyolardan (döllenmiş yumurtadan) alınan hücre (PGT) ile inceleme yapılarak o embriyonun kız mı erkek mi olduğunun belirlenmesi işlemine denir.

Cinsiyet Seçimi isteyen aileler normal yoldan hamile kalabilseler bile embriyodan (döllenmiş yumurtadan) örnek alabilmek için yine tüp bebek işlemi yapılması gerekir. PGT (preimplantasyon genetik tanı) işlemi İVF (in vitro fertilizasyon ) sırasında embriyoların (döllenen yumurtaların) gelişim sürecinde yapılan genetik test ile gerçekleştirilir.


Tedavi süresince uygulanacak işlemler:
  • 1 – Yumurta çoğaltma işlemi (ovulasyon indüksiyonu).
  • 2 – Hafif bir anestezi kullanarak olgunlaşan yumurtaları toplama işlemi (OPU).
  • 3 – Eşden alınan sperimlerle embriyoların elde edilme işlemi ve gelişen embriyoların 3 gün laboratuarda geliştirilmesi.
  • 4 – İyi gelişen embriyolardan 3. gün 1 veya 2 hücre çıkarılarak genetik inceleme yapılma (PGT) işlemi. Kromozomlardaki sayısal anomaliler FISH (Floresan In Situ Hibridizasyon) tekniği ile incelenirken, tek gen bozuklukları için PCR (polymerase chain reaction) kullanılmaktadır.
  • 5 – 5. gün istenilen cinsiyetteki sağlıklı embriyolar anne rahmine yerleştirilmesi (embriyo transferi).
  • 6 – 12 gün sonrasında ise kanda gebelik testi bakılır.
Cinsiyet seçiminde hasta yaşı ,yumurta rezervi yani kişinin doğurganlığı ,gelişen embriyoların kaçının istenilen cinsiyette ve kaliteli olduğu başarıyı etkileyen önemli faktörlerdendir.Özellikle 35 yaş altı hastalarda yumurta sayısı ve kalite çok yüksek olduğundan başarı ve cinsiyetin doğruluğu %99.9 dur.

Cinsiyet Seçiminde Başarı Oranı :
PGT yöntemleri arasında cinsiyet belirleme; yapılan en belirgin seçimlerdendir. Yüzde 99.9 oranında cinsiyeti belirlemede başarı sağlanabiliyor. XX kromozom kız, XY kromozom erkektir. Anne rahmine XX kromozom yerleştirildiğinde; kadın hamile kalırsa kesin kız çocuğu olur. XY yerleştirildiğinde de erkek çocuk dünyaya getirir. Ancak hastanın gebelik şansı tüp bebek uygulamalarındaki gebelik şansı kadardır. Kadının yaşı ve yumurta rezerviyle bağlantılı olarak değişebilir. Rahime yerleştirilen embriyo tutmayabilir. Ama tutarsa bebeğin cinsiyeti mutlaka seçildiği gibi; kız ya da erkek olur.

PGT’nin Avantajları :
  • – İleri yaşlardaki bayanlarda sağlıklı embriyoların seçilmesi ,
  • – Tekrarlayan implantasyon başarısızlıklarında sağlıklı embriyoların taransferi ile implantasyon oranında artış ,
  • – Çoğul gebelik oranında azalma ,
  • – Gebelik oluşmadan önce sağlıklı embriyo transferi ile gebelikte oluşacak sonlandırma işleminin önüne geçilmesi ,
  • – Klinik gebelik oranında artış.
 
Kıbrıs Sperm Donasyonu Nedir ve Nasıl Yapılır ?

Sperm Donasyonu sperm üretimi olmayan, az olan veya mevcut sperm yapısı kaliteli bir embriyo oluşturmak için uygun olmayan erkekler için uygulanan bir tüp bebek tedavi yöntemidir. Spermler bağış yapan sağlıklı bir bağışcıdan alınır. Anneden toplanan yumurta hücreleri ile laboratuvarda birleştirildikten sonra oluşan embriyolar anne rahmine yerleştirilir.

Sperm Bağışını Kimlere Öneriyoruz ?

  • – Doğuştan ya da sonradan gelişen bir nedenle sperm hücresi olmayan (azospermi) erkeklere,
  • – HIV gibi bulaşıcı hastalığı olan erkeklere,
  • – Tanısı konulmuş genetik geçişli hastalığı bulunan erkeklere
  • Mikro-TESE ,TESE,TESA yöntemi uygulanmasına rağmen sperm hücresi bulunamayan erkeklere
  • – Tek başına ebeveyn olmak isteyen kadınlara
  • – Spermin tespit edildiği fakat yapısal bozukluklarının saptandığı, yumurtayı dölleme yeteneğinin olmadığı durumlar
  • – Etkilenmiş RH uyuşmazlığı olduğu durumlar.
  • * Sperm Donasyonu öncesinde anne adayı ultrason ve jinekolojik muayene ile değerlendirilmelidir. Bunlar normalse çifte tarama testleri yapılmalı ve işleme hazırlanmaları sağlanmalıdır. Ultrason ve hormon testleri kullanılarak anne adayına yumurta takibi yapılır.
Sperm Donasyonu için Dikkat Edilecek Hususlar :
Spermler Amerika, Danimarka, İngiltere gibi sperm bankasının bulunduğu ülkelerden alınır.Bu spermler bağışçının tüm gerekli testleri yapılarak detaylı eğtim durumu , fiziksel , etnik ve tıbbi özellikleri kayıt altına alınarak sağlıklı fertil kişilerden alınır ve özel koşullarda dondurulur. Sadece Sağlık Bakanlığının özel izni ve onayı ile alınan sperimler uygulamada kullanılabilinir. Sperm Bankasına bağışta bulunan kişilere ;

  • ” HIV
  • ” Hepatit B
  • ” Hepatit C
  • ” Sifilis
  • ” Klamidya
  • ” Gonore
  • ” Karyotip (46 XY)
    taramaları yapıldıktan sonra testlerde herhangi bir problem tespit edilmezse donör programına kabul edilirler.
Sperm donasyonu yapılacak ülkenin yasalarına göre donörden ek testler istenebilir (talasemi,kistik fibrozis,sickle cell anemia vs.……). Sperm vericisinin kan grubu ve Rh tayiniyapılır. Vericinin spermleri dondurularak enfeksiyon hastalıkları, özellikle HIV açısından ikinci test yapılana kadar 6 ay beklenmelidir. Unutmayınız ki hiçbir tarama %100 değildir. Çok düşük de olsa enfeksiyon veya genetik hastalık riski vardır. Testlerin normal olması halinde verici haftada 1 veya 2 kez toplam 24 sperm örneği verir. Sonrasında gerekli testler normalse sperimler dondurularak saklanırlar.

Alıcının değerlendirilmesi
Annenin tıbbi öyküsü alınır , ultrason ve muaye , gerekli hormon testler (yumurtlamayı değerlendirmek için) ,kan gurubu ve Rh tayini istenir . Rahim ve tüplerin değerlendirilmesi için histerosalpingografi yapılır .
* Sperm donasyonu öncesi her iki çiftden yazılı izin belgesi alınmalıdır.
Alıcı için istenen tarama testleri :
HIV, hepatit B ve C gibi cinselyolla bulaşan hastalıkları her iki cçiftde araştırılır.anne adayında yapılan vaginal kültürlerde klamidya ve gonere , kan örneklerinde rubella ve sitomegalovirus immünazasyonu bakılır.
Sperm Donasyonunda Çift İçin Kullanılacak Spermin Belirlenmesi :
Uygun koşullarda saklanmış , çift ile olan uyumu gerekli şekilde araştırılan dondurulmuş banka spermi yumurta toplama aşamasında çözdürülür ,toplanan kaliteli yumurtalara mikroenjeksiyon işlemi uygulanır ve oluşan embriolar anne rahmine yerleştirilir.

http://tupbebekmerkezlerikibris.com/sperm-donasyonu/
 
Embriyo Donasyonu Nedir ve Nasıl Yapılır ?

Embriyo donasyonu ; kadının herhangi bir sebepten dolayı kendi yumurtaları ile gebe kalamayacağı tanısı konulmuş ve bir sebepten dolayı ancak sperm donasyonu ile bebek sahibi olabileceği saptanmış çiftlerde önerilen bir tüp bebek tedavi yöntemdir.

Embriyo nakli (bağışı) sırasında çiftin fiziksel özellikleri ile uyumlu olan tüm gerekli testleri yapılmış sperm bankasından alınan sperm ve donor yumurtasından mikroenjeksiyon (ICSI) yöntemi ile elde edilen embriyo alıcı bayana transfer edilir.

Bu işlem % 75 civarında bir başarıya sahiptir . İşlemde kullanılan yumurta ve sperm kişilerin kendi özelliklerine uyan farklı kişi ve bankalardan alınır.

Uygulamanın neden gerektiği tüm detaylarla birlikte çifte anlatıldıktan sonra eğer çiftler embriyo donasyonuna karar verdiyse alıcı çıft değerlendirilir. Alıcı bayana yönelik testler yapıldıktan sonra kullanacağı ilaçlar anlatılır ,ultrason takipleri yapılır ve bu takiplere göre embriyo transferinin zamanı çifte bildirilir.
Embriyo nakli genetik olarak çifte ait olmasada anneye hamilelik ve bebeğini emzirme duygusunu yaşatan, ailenin gebelik sürecini ve doğumu birlikte paylaşmasını sağlayan bir yöntemdir.


Embriyo donasyonu kimlere uygulanır?

Hem erkek hem de bayanda kısırlık problemi ılan durumlarda tercih edilir.

Kadında

– Rahmi olupta erken menapoza girmiş kadınlara,
– Menapozdaki kadınlara,
– Herhangi bir nedenden dolayı yumurtalıkları alınan kadınlara,
– Radyoterapi veya kemoterapi nedeniyle yumurtalık etkinliğini yitirmiş kadınlara,
– Yumurta sayısı azlığı ve düşük kaliteli yumurtaya sahip kadınlara,
– Devamlı suretle düşük yapan kadınlara,
– Genetik hastalığı olan ve bu hastalığını çocuklarına bulaştırma riski olan kadınlara,

Erkekte

Sperm örneğinde sperm olmayan (azospermi) erkeklere uygulanır. Bu erkeklere embriyo donasyonu öncesinde başka tedaviler denenmelidir.
– PESA (kanalların içinden ince bir iğne ile sperm aranmasıdır)
– PTSA (yumurtalığın çeşitli bölümlerinden iğne parça alınarak sperm aranmasıdır)
– TESE (yumurtalığın çeşitli bölümlerinden açık cerrahi parça alınarak sperm aranmasıdır) Bu tekniklerle hastaların yaklaşık % 60 ında sperm bulunabilmektedir. Eğer bu durumda da sperm bulunamıyorsa bu durumdaki erkekler embriyo donasyonu uygulanır.

Genetik hastalık taşıyan ve bunu çocuklarına geçirme riski olan çiftler:

– Huntington’s koreası,
– Hemofili,
– Duchenne’s muscular distrofisi gibi hastalıkları taşıyan çiftler,
– Kromozomal anormalliklere bağlı tekrarlayan düşükleri olan çiftler embriyo donasyonuna başvurabilirler.

http://tupbebekmerkezlerikibris.com/embriyo-donasyonu/

 
Preimplantasyon Genetik Tanı (PGT)

Preimplantasyon genetik tanı (PGT) hastalığa sebep olan geni veya kromozomal bozukluğu gebelik oluşmadan önce tespit ederek sağlıklı embrioların belirlenmesi işlemine denir. PGT tanı yöntemi olmakla beraber hasta çocukların doğan kardeşlerinden alınan HLA uyumlu kök hücreler ile tedavi olmasını da sağlamıştır.
Başarılı bir preimplantasyon genetik tanı (PGT)(Cinsiyet seçimi ve tayini) işlemi için başarılı bir tüp bebek (in vitro fertilizasyon (IVF) ) işlemi gerekir. PGT işleminden fayda sağlayabilmek için yeterli sayıda iyi embriyo (döllenmiş yumurta) gelişimi çok önemlidir.Başarıyı sağlamak amasıyla tüp bebek laboratuarında İCSİ (intra cytoplasmik sperm enjeksiyonu) veya tüp bebek yöntemlerinden biri yada her ikisi birden kullanılmaktadır.

Polar cisim dönemi (0-1.gün) , klıvaj dönemi (3.gün) veya blastosist dönemi (5-6.gün) olarak biopsi 3 farklı dönemde yapılabilir.bazen tanıyı doğrulamak için birlikte kullanılabilirler.

Preimplantasyon Genetik Tanı (PGT) Özetle ;
* Tüp bebek uygulamasının başarısını ve gebelik oranını artırır.
* Gebeliğin düşük riskini ve tıbbi sonlandırılma gerekliliğini azaltır
* Çoğul gebelik oranını azaltır.
* Tekrarlayan başarısız IVF denemeler sonucu oluşan gerek ekonomik vegerekse psikolojik yükleri azaltır.
* Aileye cinsiyet seçimi hakkı verir.

Kimlere Preimplantasyon genetik tanı (PGT) Yapılmalıdır?

– 36 yaş üstü anne adaylarında
– Tüp bedek uygulamalarında gebelik elde edilememiş çiftlere,
– Tekrarlayan erken gebelik kayıpları (düşükleri) olan çiftlere (translokasyon taşıyıcılığı dışı sebepli),
– Dengeli translokasyon taşıyıcısı çiftlere,
– Ailevi Akdeniz anemisi, Orak Hücre Anemisi, Kistik fibrozis, SMA gibi tanısı mümkün olan bazı tek gen hastalıkları yönünden risk taşıyan eşlere,
– Aile bireyleri ile HLA uyumlu embriyonun seçilmesi,
– Önceki gebeliklerinden genetik hastalıklı bir çocuk sahibi olan çiftlere,
– Anöploidili (kromozom bozukluğu bulunan) gebelik öyküsü olan annelere,
– Gonadal mozaism (İki yada daha çok aynı anormalliğe sahip doğum ürününe rağmen eşlerin genetik test sonuçlarının normal olması) olgularına,
– TESE olguları (şiddetli erkek infertilitesi ile birlikte olan olgular),
– Poor responder’lar (hiperstimulasyon protokolüne yetersiz cevap veren olgular),
– X kromozomuna bağlı geçiş gösteren hastalıklar açısından eğer söz konusu hastalığın direkt genetik tanısı yapılamıyorsa embriyonel seks tayini.

Embiyo Biyopsisi ve PGT Ne Kadar Güvenlidir?

PGT sırasında %0.3 embrioların zarara uğrama olasılığı vardır . Bu oran çok düşük bir orandır. PGT’nin Hatalı Sonuç Verme Oranı Nedir? %2-7arasında deyişmekle beraber PGT’nin hatalı sonuç verme oranı kullanılan yönteme bağlı olarak değişir.

“Tek Gen Hastalıkları” Ne Demektir?

Tek gen hastalıkları DNA üzerinde şifrelenmiş “gen” dediğimiz ünitelerin işlevlerinin bozulması ıle meydana gelen r genetik hastalıklar grubudur. Akraba evliliklerinde bu genetik hastalıklar daha sık karşımıza çıkar.
Tek hücre DNA analizi ile Tek gen hastalıklarının preimplantasyon genetik tanısı yapılabilir.Kistik fibrosis, Hemofili A1 ve B, Alpha L-1 antitripsin yetmezliği, Tay sach’s ve Sickle cell (orak hücreli) anemi, Retinitis pigmentoza, Talassemiler (akdeniz anemisi), Alport, Gaucher’s, Uzun zincir acyl-CoA dehidrogenaz eksikliği, Multiple epiphyseal displasia, Achondroplasia (cücelik), Neurofibromatosis, Epidermolysis bullosa, Myotonic dystrophy, X-linked hydrocephalus, Kanser predispozisyonu ve Fanconi anemisi gibi hastalıkların preimplantasyon genetik tanıları yapılabilmektedir.

http://tupbebekmerkezlerikibris.com/preimplantasyon-genetik-tani/

 
Polikistik Over Sendromu

Polikistik Over Sendromu (PCOS, PKOS); yumurtalıklarda irileşme ve bir çok küçük kist oluşumu ile karakterize olup kişide bir takım hormonal problemlere zemin hazırlayan ve günümüzde neden oluştuğu halen kesin olarak bilinmeyen bir durumdur.


Polikistik over sendromu olan kişilerde;

*Adet gecikmeleri (oligomenore)
*Sivilce (akne)
*Obesite (normalden fazla kilolu olma)
*Tüylenme (hirsutism)
*Yumurtlamanın düzgün olmaması (anovulasyon) sonucu kısırlık gibi problemler vardır.

Polikistik over sendromu olan kişilerdeki riskler;
– Endometriyal hiperplasiya: Uterusun (Rahmin) iç çeperini örten müköz membran olarak tanımlanan endometriyum, over hormonlarının etkisiyle değişiklikler göstermektedir. Bu değişiklikler döllenmiş bir ovumun implantasyonuna hazırlık amacına yöneliktir ve implantasyonun gerçekleşmemesi durumunda olay menstruasyonla sonlanır. Sağlam bir doku yönünde patolojik doku şekillenmesi olarak tanımlanan hiperplasiya ise yeni oluşan elementlerin şekilleri ve işlevleri bakımından kendilerini oluşturan dokulardan ayırt edilemeleri sonucunu doğurmaktadır.
– Endometriyal kanser (Rahim duvarı kanseri): Bu riskin doğrudan sendroma mı yoksa obezite, hiperinsulinemi (kandaki insülin düzeyinin aşırı yükselmesi) ya da hiperandrojenizme (androjenik yetmezlik) mi yol açacağı tam olarak belirlenememiştir.
– İnsülin direnci/Tip II diyabet,
– Yüksek tansiyon,
– Dislipidemi,
– Kalp rahatsızlıkları,
– İnme,
– Kilo alımı,
– Düşük,
– Kanda hormon ölçümleri yapıldığında çeşitli problemler saptanır; özellikle LH (Luteinizan Hormon) ve erkeklik hormonları (testosteron, DHEAS) yükselmiştir.

Bu sendromda; beyindeki hipofiz bölümünden salgılanan ve yumurtalık hormon üretimini düzenleyen, FSH ve LH hormonları arasındaki denge bozulmuştur. Bunun sonucu olarak yumurtalık hormon üretiminde anormal sapmalar ve yumurtlamada problemler oluşmaktadır.

Erkeklik hormonu yüksekliğine bağlı olarak vücutta (özellikle yüzde, göğüslerde, göbek etrafında ve bacaklarda) erkek tipi tüylenme artışı (kıllanma) olurken bazen köşelerde açılma şeklinde erkek tipi saç dökülmesi (lokal alopesi) de izlenmektedir.

Hastalığın bir diğer fenomeni olan yumurtlama olmaması (anovulasyon) sonucu progesteron hormonu üretimi olmamakta ve estrojen hormonu tek başına salgılanmaktadır. Estrojen hormonunun tek başına salgılanması ise rahim kanseri riskini arttırabilmektedir.

Hastalığın bulguları tipik olarak puberte ile başlar. İlk adetle birlikte adet düzensizlikleri, adet gecikmelerini takiben oluşan yoğun adet kanamaları ilk şikayetlerdir. Bu hastalar sıklıkla adet gecikmeleri şeklinde belirgin adet düzensizliklerinden yakınmaktadırlar.

Sonraki dönemde yıllar içersinde giderek artan erkek tipi kıllanma (hirsutism) izlenir. Daha önceleri çenede ve dudak üzerindeki tek tük, ince olan tüyler giderek kalınlaşır ve sayı olarak artarak estetik bir problem yaratır. Yetişkin yaşta bu yakınmalara ilave olarak “infertilite” yani çocuk olmaması problemi de eklenebilir.

Polikistik Over Sendromu (PCO sendromu) tanısı nasıl konulur?
PCO sendromu tanısı hastanın tipik şikayetlerine bakılarak konulabilir. Yapılan fizik muayenede erkek tipi tüylenme artışı (kıllanma) izlenir. Tüylenme artışına tıbbi literatürde “hirsutism” adı verilmektedir. Hirsutism artan erkeklik hormonlarının etkisine bağlı bir durumdur.

Ultrasonda yumurtalıkta hastalığa özgü 3-6 mm çapını geçmeyen bir çok sayıda kist ile ovulasyon yani yumurtlamanın olmaması izlenir. Yumurtlamanın olmamasına “anovulasyon” denir. Ayrıca yumurtalıkların hacmi de normale göre artmıştır, yani yumurtalıklar normalden daha iri görünüdedir.
 
Endometriozis

Endometriosis (endometrium) rahim içerisinde yer alan; her ay gebeliğe ev sahipliği yapacak şekilde hazırlanan ve gebelik olmadığı zaman, yeterli hormon desteğinden yoksun kalması nedeniyle menstruasyon kanaması halinde dökülen özel hücre tabakası olarak adlandırılır.

Bu hücre tabakası vücutta sadece rahim içerisinde yer almaktadır.

Bu hücrelerin vücutta rahim dışında başka bir alanda yer alması “endometriozis” hastalığı olarak tanımlanmaktadır.

Bu durum en sık olarak yumurtalıklarda, rahim arkası boşlukta (Douglas boşluğu), vajen ile barsağın son bölümü arasında, barsakların yüzeyinde, tüplerin üzerinde veya çevresinde, rahmi tutan bağların ve mesanenin üzerinde, veya karın zarı yüzeylerinde gözlenmektedir.

Endometriosis odakları, hormonların bir adet dönemi boyunca neden olduğu değişimleri aynen yaşar ve adet döneminde bu hücrelerde de kanama ve dökülme olur. Karın iç boşluğunda kanamayı sınırlamaya yönelik iltihabi savunma hücreleri, endometriozis odaklarını kuşatır. Bu bölgede iltihabi cevabın neden olduğu bir süreç başlar. İyileşme sırasında çevre dokulara yapışıklıklar oluşur ve her adet döneminde bu durum tekrarlanarak devam eder.

Endometriyozis tüplerde yumurtanın taşınmasından yumurtlama fonksiyonun bozulmasına, döllenen embrionun rahim içine yuvalanmasındaki bozukluklara kadar pek çok etkilerle kısırlık oluşturabilir. Kadınlarda kısırlık haricinde; ilişkinin sancılı olması (disparuni), sancılı adet görme (dismenore) ve kronik kasık ağrısı (pelvik ağrı) sebebidir.

Ayrıca endometriotik odaklar yumurtalık (over) içerisinde yer aldığında, her ay hormonların etkisi ile rahim iç zarına benzer şekilde kanamaya neden olduklarından, “endometrioma” adı verilen yumurtalık kistlerine neden olmaktadır.

Endometriozis herkeste farklı derecede hastalık yapar. Kimi durumda neredeyse kanserden ayrılamayacak derecede genital organlara, alt karın boşluğuna ve komşu organlara (barsak, idrar kesesi gibi) zarar verebilir. Bazen sadece hafif bir kistik hastalık veya minik odaklar şeklinde görülebilir. Kimde nasıl bir tablo yaratacağı önceden kestirilemez.

Çok şiddetli ve yaygın endometrioziste şiddetli belirtiler olmayabileceği gibi, çok hafif hastalık durumunda şikayetler ciddi ve dayanılmaz olabilir.

Endometriozis tahmin edilenden daha sık gözlenen bir rahatsızlıktır.

Tüm kadınların %3-5’inde, çocuk sahibi olmakta güçlük çeken çiftlerde ise %40’a varan oranlarda endometriozis varlığı saptanmaktadır.

Endometriozisin bilinen bir genetik bir kökene sahip olmadığı bilinmekle birlikte ailesel yatkınlık gösteren bir hastalık olması dikkat çekicidir.



Endometriosis Neden Oluşur?

Endometriosis hastalığına hangi faktörlerin sebep olduğu bilinmemektedir. Nedeni açıklamaya yönelik çeşitli teoriler öne sürülmektedir.

En fazla kabul gören görüş; genetik olarak yatkınlığı bulunan kadınlarda, karın içerisinde yer alan belirli yüzeylerde veya dokularda hücrelerin yapısal değişikliğe uğraması, endometrium dokusunun menstruasyon sırasında tüpler vasıtası ile karın boşluğuna geçmesinin bu değişimi kolaylaştırması ile yeni endometriozis odaklarının oluşması teorisidir.

Ayrıca immünolojik kökenli olarak kişinin bağışıklık sisteminin zayıf olmasının da endometriosise neden olabileceği ifade edilmektedir.

Teşhis Nasıl Konulmaktadır?

Kadında endometriozis şüphesi yaratan en önemli şikayetler Sancılı adet görme (Dismenore, ağrılı menstruasyon) , Ağrılı cinsel birleşme(disparuni) ve infertilite şikayetleridir.

Özellikle menstruasyonun başladığı yaşlardan daha sonra ortaya çıkan ve artan şiddeti zaman içerisinde artan adet ağrıları endometriozis konusunda uyarıcıdır.

Muayene ile endometriozisin tanımlanması oldukça zordur. Vajen ile rektum arasındaki dokuda yer alan odakların saptanması şiddetli bir endometriozis varlığını düşündürür.

Yapılan ultrason incelemeleri ile de endometriosis tanısı konulamaz. Bu şekilde yalnızca endometriosusa bağlı olarak gelişmiş over kisti olan endometrioma (çikolata kistleri) görülebilir.

Endometrioziste kesin tanı ancak laparoskopi ile direkt olarak görülerek konulmaktadır.

Endometrioma (Çikulata kistleri) Çikulata kistleri, rahimin içini döşeyen “endometrium” adı verilen zar tabakasının yumurtalıklarda bulunması ve her adet döneminde kanayarak kistleşmesi sonucunda oluşur.

Her adet döneminde kanayan kist içerisinde uzun süre kalan kan zamanla pıhtılaşıp eriyerek, çikolata rengi ve kıvamında bir sıvı halini alır. Bu nedenle bu kistler “çikolata kisti” olarak anılmaktadır.

Çukulata kistleri “endometriosis” denilen bir rahatsızlık ile beraber olup genelde etrafa yapışıklıklar gösterir. Çikulata kistlerinin görülmesi endometriozisin şiddetli olduğunu gösterir.

Ultrasonografide yumurtalık içerisinde yer alan yoğun granüllü kistik kitlelerin görülmesi ile tanısı konulabilir.

Ultrasonda bir bölmeli (septalı), iki bölümlü bir over kisti olan endometrioma’yı (çukulata kisti) görmektesiniz. (Yandaki resim, endometrioma, çikulata kisti) Genelde bu hastalar hekime kısırlık, ağrılı adet, ilişki esnasında ağrı ve fazla miktarda adet görme şikayeti ile başvururlar.

Endometriomaların ayırıcı tanısında yumurtalıklardan gelişen müsinöz kanserler bulunmaktadır.


Endometriozis Tedavisi
Endometrioma‘ların tedavisi cerrahi operasyonla kistlerin çıkartılmasıdır. Bu cerrahi operasyonlar için genelde laparoskopi yöntemleri kullanılmaktadır.

Çukulata kisti çıkartılan hastaların %50’si 6 ay içinde tedaviye gerek kalmadan hamile kalmaktadır.
4 cm’den küçük kistler ise beklenip izlenebilir veya bir takım ilaç tedavileri denenebilir.


Endometriosis İnfertilite İlişkisi

Şiddetli endometriozis varlığında, üreme organları arasındaki anatomik ilişkinin bozulması ve yapışıklıklar nedeni ile tüplerde meydana gelen tıkanıklıkların infertiliteye yol açtığı şüphe götürmez.

Minimal veya orta derecede endometriozisin ne oranda ve ne şekilde infertiliteye yol açtığı ise tartışma konusudur. Mutlak olan gerçek, endometriozis infertiliteye çok sık olarak eşlik ettiğidir.

Ancak genellikle bir arada görülen bu iki tablo arasındaki sebep-sonuç ilişkisini kurmak kolay olmamaktadır. İnfertilite sebebiyle yapılan laparoskopilerin %21-48’inde endometriozis varlığı gözlenirken, infertilite dışında başka bir sebeple (tüplerin bağlanması gibi) yapılan laparoskopilerde bu oranın %1.3-5 olduğu dikkati çekmektedir.

Diğer bir ilginç bilgi ise, şiddetli erkek faktör infertilitesi nedeniyle donör (başka bir verici) sperm kullanılarak yapılan aşılama tedavilerinde, endometriozise sahip kadınlarda gebelik şansının belirgin oranda düşük olduğudur.

Endometriosus’ da Cerrahi Tedavi:

Hastalığın ciddiyeti kadının infertilite öyküsü, gebe kalma isteği, yaşı cerrahi tedavinin biçimini ve ağırlığını belirler. Ne yazık ki, kadının rahminin bile çıkarılması % 30 hastada ağrının kalkmasını sağlayamaz.

Tüp-yumurtalık ilişkisinin bozulduğu hastalarda ilk cerrahi çok etkilidir, ancak tekrarlayan girişimler fertiliteyi düzeltmede daha etkisizdir.

Laparoskopi ile gerçekleştirilen en sık cerrahi işlemler; yumurtalık-tüp-rahimi çevreleyen yapışıklıkların kesilmesi, endometriotik lezyonlar, ovarian kistlerin çıkarılması, lezyonların yakılması, koterizasyon ya da vaporizasyonudur.

Laparoskopi ile rahimi arkadan asan “uterosakral sinirin yakılması ve kesilmesi (LUNA)” işlemi, ağrıyı özellikle adetler sırasında görülen şiddetli ağrıyı gidermede oldukça faydalıdır ve bu tür şikayetlerde % 85 oranında iyileşme sağlanabilmektedir.

Çok daha şiddetli ağrılarda ise “presakral nörektomi” dediğimiz işlemle bu bölgeye gelen sinirler kesilir.

Yumurtalıktaki endometriomalar mutlaka zarıyla soyularak çıkartılmalıdır. Aksi taktirde çok kısa süre içerisinde kistin tekrarladığı görülecektir. Kist duvarının tamamen çıkarılamadığı durumlarda kalan kist kapsülü argon ışını, CO2 laser ya da elektrik enerjisi ile tahrip edilmelidir.

Endometriosus’ da Tıbbi Tedavi

Tıbbi tedavide amaç yumurtlamayı baskılamak, adetleri uzun bir süre durdurmak ve hastalığı geriletmektir. Bu amaçla doğum kontrol hapları veya “GnRH analoğu” olarak adlandırılan ve yalancı menopoz hali yaratan ilaçlar (Danazol, Lucrin, Synarel, Zoladex, Decapeptyl, Suprefact) kullanılmaktadır.

Tedavide GnRH analogları yanı sıra ” danazol” isimli ilaç uzun zamandır kullanılmaktadır.

Maalesef hem GnRH analogları hem de Danazol kesildikten sonra odaklar yeniden alevlenmekte ve şikayetler yeniden artmaktadır. O yüzden bu ilaçlar ancak belli durumlarda uygulanabilmektedirler.

Sonuçta infertilite tedavisi başlanacaklarda, öncelikle endometriosis tedavisinin uygulanıp uygulanmayacağı veya cerrahi tedaviden sonra oluşan anatominin ovulasyon indüksiyonu + intrauterin inseminasyonu (IUI, aşılama) için uygun olup olmadığı, dış gebelik riski gibi sorular tartışılıp bir karara varılır.

Hastanın fertilite potansiyeli tekrar değerlendirilmeli ve tedavi “kişiye özgü” hale getirilmelidir.

Endometriosisde tedavi basamakları:

1. Bekleyip gebeliğin oluşup oluşmadığını görmek.(Ekspektan yaklaşım)
2. Cerrahi (Operatif) Laparoskopi
3. Ovulasyon indüksiyonu ve intrauterin inseminasyon (aşılama).
4. In Vitro Fertilizasyon (tüp bebek).

Çocuk istemi olmayan endometriozis olgularında en iyi korunma yöntemi doğum kontrol hapıdır. Çünkü doğum kontrol hapları endometriotik odakları baskılayarak özellikle şiddetli kasık ağrısı ve dismenore (sancılı adet görme) şikayetleri olan kişiler üzerinde tedavi edicidir. Gerek kısırlık gerekse tüylenme tedavilerinde izlenecek ilk yol bir diyetisyen eşliğinde kilo verilmesidir. Çünkü ancak kilo kaybı ile hormonal düzenin normal şekle girebildiği izlenmiştir. Buradaki neden, kilo artışına bağlı vücutta hormonal bir kısır döngü oluşmuştur ve bunu kırmanın tek yolu zayıflamaktan geçer. Ancak; bazı durumlarda ise PCO hastaları normal ve hatta zayıf kilolu olabilirler.

Polikistik over sendromunun tedavisindeki ilaçlar oldukça etkilidir. Ancak, bazen ilaçla tedavide başarı sağlanamadığında laparoskopik cerrahi ile yumurtalıklara cerrahi bir girişim (ovarian drilling) uygulanabilir.


PCO’lu hastalara hiçbir şikayetleri olmasa bile, artmış olan rahim kanseri riskini azaltmak amacıyla mutlaka tedavi verilmeli ve en azından aylık düzenli adet görmeleri sağlanmalıdır.

Polikistik over sendromunda tedavi oldukça uzun bir süre devam etmelidir. Çünkü yumurtalıklar üzerindeki baskı ortadan kaldırıldıktan sonra yumurtalıklar yeniden düzensiz hormon üretimine başlamakta ve şikayetler yeniden başlayabilmektedir.

 
Tekrarlayan Gebelik Kayıpları (Habituel abortus) ve Tedavisi

Tekrarlayan gebelik kaybı veya tıbbi literatürdeki ismiyle “Habituel abortus” ; gebeliğin ilk üç ayında ard arda en az iki kez ortaya çıkan ve kendiliğinden olan düşüklere verilen addır.

Çiftlerin yaklaşık % 2′ sinde bu sorun vardır. Bu durumun tanı ve tedavisi üremeyle ilgilenen tıp dallarının en güç konularından birini oluşturur.

Düşük (abortus), gebeliğin en sık rastlanan komplikasyonudur. Aslında bazı aylarda kadınlar daha gebe olduklarını bile farkına varmadan, adet kanaması ile “sessiz düşük” yapabilir. Yani her döllenme, sağlıklı gebelikle sonuçlanmaz.

Bazen döllenme olur, fakat döllenme ürünü rahim içine yerleşmez ve sessizce, adet kanaması ile birlikte düşer. Bu durum sadece gebelik testleriyle anlaşılabilir. Biz buna “kimyasal gebelik” diyoruz.

Tekrarlayan Düşük Sebepleri

  • 1. Uterus (Rahim) yapısal bozuklukları ve serviks (rahim ağzı) yetersizliği
  • 2. Endokrin (hormonal) bozukluklar
  • 3. Enfeksiyonlar
  • 4. Kromozomal bozukluklar
  • 5. Otoimmün hastalıklar (Bağışıklık sistemi hastalıkları)
  • 6. Çevresel ve diğer faktörler
olarak sıralayabiliriz.



1) Uterus (Rahim) anatomik bozuklukları ve serviks (rahim ağzı) yetersizliği

Rahim ağzı yetersizliği özellikle gebeliğin 4. ve 6. ayları arasında rahim ağzının sancısız bir şekilde açılması ve gebelik zarlarının yırtılmasıyla fetusun (bebeğin) dışarı atılmasıyla ortaya çıkan durumdur.

Tedavisi genellikle cerrahidir. Üçüncü ayın sonunda rahim ağzına usulüne uygun şekilde dikiş konulabilir (McDonald ve Shirodkar ameliyatları).

Uterusun yapısal bozuklukları ise myomlar, rahim içi yapışıklıklar (adezyonlar), rahim içinde bir bölmenin olması (Uterin septum), çift rahim (Uterus didelfis) ve diğer şekil bozukluklarıdır.

Tekrarlayan gebelik kaybı olanlarda bu bozuklukların sıklığı %10-15’tir. Bu bozukluklar; ya damarlanmayı kötü yönde etkileyerek ya da uterus boşluğunun boyutlarını küçültüp değiştirerek, fetusun yerleşeceği bölgeyi uygunsuz hale getirmektedir.

Bu anormalliklerin cerrahi olarak düzeltilmesi düşük oranlarını azaltmaktadır.

2) Endokrin (hormonal) bozukluklar

En sıklıkla üç tür bozukluk tekrarlayan gebelik kaybı nedeni olarak akla gelmektedir. Bunlar;

– Diyabet (Şeker hastalığı)
– Tiroid bezi hastalıkları
– Bir adet düzeni problemi olan “corpus luteum yetmezliği” dir.

Kontrol altındaki diyabet hastalığının düşük riskini arttırmadığı iyi bilinir. Yani gebe kalan bir diyabet hastasının kan şekeri iyi bir şekilde kontrol edilirse düşük ihtimali artmamaktadır.

Tiroid hastalığının gebelik kaybına neden olduğuna dair bilimsel kanıtlar yetersizdir. Bu nedenle tekrarlayan düşüğü olanlarda tiroid homonlarına bakılmasının şart olmadığı söylenmektedir.

Adet düzeniyle ilgili problemler çoğunlukla “ovulasyon” yani yumurtlamayla ilgili aksaklıklarda görülür. Özellikle gebeliğin devamı için gerekli olan “progesteron” hormonunun yetersizliğine yol açan bozuklukların tekrarlayan düşüklere neden olabileceği düşünülmektedir.

Adet düzeni ile ilgili problemlerin nasıl oluyor da düşüğe sebep olabildiğini daha iyi anlamak için normal fizyolojiyi anlatmakta fayda bulunmaktadır.

Yumurtlama olup yumurta atıldıktan sonra yumurtalıklarda kalan kalıntısal yapıya “Corpus luteum” veya renginden dolayı “sarı cisimcik” adı verilir. Corpus luteum’un görevi, döllenme sonrası gebeliğin devamını sağlamak amacıyla progesteron hormonunu üretmektir. Progesteron hormonunun görevi ise, yeni oluşan bir gebeliğin vücut tarafından reddedilerek atılmasını engellemektir.

Progesteron hormonunun salgılanma süresi, gebeliğin oluşmadığı durumlarda corpus luteum’un ömrü kadar, yani 14 gün olmasına rağmen gebeliğin oluştuğu durumlarda 3 aya kadar devam ederek daha sonrasında yerini plasentaya devreder.

Corpus luteum, gebelik oluşmasına rağmen daha kısa zaman içinde yaşlanır ve görevini plasentaya devredemeden yok olursa bu durumda “Corpus luteum yetmezliği” nden bahsedilir ve gebelik düşükle sonuçlanır.

Corpus luteum yetmezliğinin tanısı rahim iç zarından alınan biopsi (Endometrial biyopsi) ile konur.

Corpus luteum yetmezliğinin tedavisi ise eksikliğin ortaya çıkmaya başladığı dönemde progesteron hormonun ilaçlarla yerine konmasıdır. Bu tedaviye genellikle gebeliğin ilk üç ayında devam edilir.

3) Enfeksiyonlar

Virüs ve bakterilerin neden olduğu enfeksiyonların gebelik kaybına neden olabileceği düşünülmektedir.

Listeria monocytogenes, Toksoplasma türleri, Mycoplasma hominis, Ureaplasma urealiticum bu mikroorganizmalardan en sık görülenlerdir. Ne var ki bunların tek bir kez düşüğe neden olduğu bilindiği halde tekrarlayan düşük sebebi oldukları tam olarak kanıtlanamamıştır.

4) Kromozomal bozukluklar

Tekrarlayan düşüklerde çiftlerin %5’inde anne-babaya ait kromozomal bozukluk bulunmuştur.

Bu sıklık genel toplumdakinden belirgin bir şekilde yüksektir. Anne ile babanın taşıyıcı olduğu ve hastalık oluşturmayan genetik problemleri, gebelikte aşikar hale geçerek yaşamla bağdaşmayan düşüklerle sonuçlanabilmektedir.

Düşük tekrarını öngörmede çiftlerde genetik inceleme yapılması yardımcı olabilmektedir. Edinilen bulgular genetik danışmanlıkta dayanak oluşturmaktır.

Düşük materyalinin kromozomal analizi de tedavi yönteminin başarısızlığı araştırılırken yararlı olmaktadır.

5) Otoimmün hastalıklar (Bağışıklık sistemi hastalıkları)

1980’li yıllarda araştırmacılar anti-fosfolipid antikoru denen, vücutta normalden sapma sonucunda oluşan, savunma sisteminin düzenlenmesinde etkili olan fakat tam olarak tanımlanamayan bir faktörün uyarısıyla yapılan oluşumların tekrarlayan düşük nedeni olabileceğini öne sürmüşlerdir. Bu maddeler ile fetus ölümü arasında net ilişkiler saptanmıştır.

Bu maddelerin etki mekanizması; plasentanın yetersiz kanlanmasına yol açan damar bozuklukları oluşturmasıdır.

Bu tür hastaların bebek sahibi olabilmeleri için steroid tedavisi, düşük doz aspirin tedavisi “antikoagulan (pıhtılaşma engelleyici)” denen heparin adlı bir maddeyle tedavisi gerekebilmektedir.

6) Çevresel ve diğer faktörler

Gebelik kaybı anne yaşıyla artmaktadır. 35 yaş üzeri kadınlarda genç kadınlara oranla normal gebelik ihtimali büyük ölçüde azalır. 40 yaşın üzerindeki kadınlarda düşük riski %50’ye yaklaşır. Kadınlar bu riskler konusunda eğitilmelidir.

Kadınların işe başlamasının düşük riskini artırmadığı İskandinav ülkelerindeki çalışmalarda gösterilmiştir.

Bununla birlikte hastaların çalıştıkları yerde gebeliği riske sokacak kimyasallarla karşılaşmadıklarından emin olmak gereklidir.

Sigara ve alkol kullanımı düşük riskini artırmaktadır. Pasif sigara dumanının etkisi hakkında ise net bilgiler yoktur.

Psikolojik faktörlerin incelenmesi zor olduğu için tekrarlayan düşük nedeni olup olmadıkları net değildir.

Tekrarlayan Gebelik Kaybı Olan Hastaların İzlemi düşük riski, düşük sayısı arttıkça artar. Üst üste 4 düşükten sonra tekrarlama riski %50’ye kadar yükselmektedir. Tekrarlayan gebelik kaybı olan hastayı ele alırken en önemli yaklaşım eğitim ve destektir.

Hastalar çoğunlukla herhangi bir bulgu olmasa da kaybın anne yaşıyla birlikte artacağı konusunda eğitilmeli, erken doğum ve dış gebelik gibi diğer gebelik komplikasyonlarının artmış riski altında olduklarını bilmelidirler.

Sağlıklı bir gebeliğin zarar görmesinin zor olduğu ve normalde rahim kramplarının artmasına neden olan cinsel ilişki ve egzersiz gibi aktivitelerin sağlıklı bir gebeliği bozmayacağını söylemek yararlıdır.

Genellikle 35 yaş altındaki kadınlarda üç düşükten, daha ileri yaştakilerdeyse iki düşükten sonra laboratuar çalışmaları yapılmalıdır. Bu laboratuar yükünü ve sağlık hizmetlerinin maliyetini belli oranda azaltmak içindir.

Bununla birlikte bazen bir çift uzun bir zaman beklemek isterken bir başkası tüm araştırma programının ilk düşükten sonra uygulanmasını isteyebilir.

Düşük yapan çiftler tam bir değerlendirme ile başarılı bir tedavi sonrasında gebe kalınca ilk üç ayda yoğun doktor desteğine ihtiyaç duyarlar.

Son yıllarda ortaya atılan “Trombofili” durumunda ise plasentaya giden kan akımı oluşan küçük tıkaçlar sayesinde düşmekte ve rahim içindeki bebek kaybedilmektedir. Bu durumun tespiti sonrası kanda pıhtılaşmayı önleyici bazı ilaçlar ve “metioninden fakir diyet” tavsiye edilmektedir.

Tekrarlayan gebelik kayıpları ile karşılaşan aileler, bunun bir kader olmadığına inanmalıdır. Bu inançla ve sabırla doktoru ile işbirliği içinde gerekli önlemler alınmalıdır. Nedene yönelik tedavi sonrası, başarılı gebelik oranlarının çok yüksek olabileceği (%90) unutulmamalıdır.

Yine, ultrasonografik olarak 8. gebelik haftasında kalp atımının saptanmasının düşük riski %3-5’elere düşmektedir.
 

Menopoz Nedir ?
Nasıl Ortaya Çıkar ve Belirtileri Nelerdir ?

Menopoz tam olarak kelime karşılığı adetten kesilme olup, “menopoz yaşı” kadının en son fizyolojik adet kanamasının olduğu zamanı ifade eder.

Kadınlarda menopoza bağlı adetten kesilme, yumurtalıkların işlevlerinin sona erdiğini ve artık buralardan kadınlık hormonlarının salgılanamadığını işaret eder.
Menopoz, genel bilinenin aksine rahimin değil yumurtalıkların işlevinin sona ermesidir. Yumurtalıklarda yeni yumurta oluşumu gerçekleşememekte ve hormon üretimi yapılamamaktadır. Yeterince estrojen ve progesteron hormonları üretiminin olmamasına bağlı olarak adetten kesilme gerçekleşmektedir.



Menopoz ortalama yaşı nedir ?
Menopoz yaşı ortalama olarak 50 olarak kabul edilse de bu; 45 ile 50 yaş arası normal kabul edilir.
Menopoza girme yaşını belirleyen pek çok neden olmasına rağmen en önemli nedenler genetik (ırsi) özelliklerdir. Ayrıca aşırı sigara tüketimi de erken menopoza sebep olabilmektedir.

Premenopoz ve postmenopoz nedir ?

Adetten kesilmeden önceki döneme “premenopoz”, adetten kesilme sonrası döneme ise “postmenopoz” denmektedir.

Klimakteryum (perimenopoz) nedir ?

“Klimakterium” premenopoz ile postmenopoz dönmelerini içine alan ve genelde menopoz şikayetlerinin yoğun olarak yaşandığı bir dönemi ifade eder. Klimakterium genellikle 45 yaşında başlar ve 55 yaşına kadar sürer; bazen yaşlılık döneminin başladığı 65 yaşına kadar uzayabilir.
“Perimenopoz” kelimesi de klimakteryum dönemi ile eş anlamlı kullanılabilmektedir.

Premenopoz (Menopoz Öncesi Dönem) :

40 yaşından sonra genel olarak kadınlarda adet düzensizliği problemleri başlar. Hatta bu dönemde adetler devam etse de sıcak basması ve terleme yakınmaları da olabilir.

Bu dönemde adetler sıklıkla düzensizleşmiştir. Özellikle adet gecikmeleri, bazen da tam tersi olarak fazla miktarda adet görmeler ortaya çıkabilmektedir. Buradaki temel neden yumurtalıklardan salgılanan estrojen hormonunun zaman içinde azalmasıdır.

Sıcak basmaları ve adet gecikmeleri şikayetleri de estrojen hormonunun vücudun ihtiyacına göre daha az olduğunu göstermektedir. Dolayısı ile menopozdan sonra karşımıza çıkan “Osteoporos” (kemik erimesi) gibi durumlar aslında menopoz öncesi dönemde başlamaktadır.

Menapoz belirtileri nelerdir ? Menapoza girildiği nasıl tespit edilir ?
Menopoz öncesi dönemde yaşanabilecek bir önemli durum da geç farkedilen gebeliklerdir. Adet gecikmeleri her zaman menopozun işareti olmayabilir. Bu nedenle menopoza tam olarak girene kadar etkin bir doğum kontrolü yöntemi uygulanmaya devam edilmelidir.

Kural olarak adet gören her kadın, gebe kalma potansiyeline sahiptir. Yaşa bağlı bu olasılık gittikçe azalsa da teorik olarak hiçbir zaman sıfır değildir.

40 yaşını aşmış her kadında, adet gecikmelerinin olması durumunda öncelikle bir gebelik testi yapılmalıdır. Eğer gebelik yoksa menopoza geçiş durumu düşünülerek yumurtalık fonksiyonlarını ölçen bir takım hormon testleri yapılır ve bu şekilde bir menopoz durumunun olup olmadığı anlaşılabilir. Böyle bir kadın en az 6 ay boyunca adet görmemişse bu durum menopoz olarak kabul edilebilir.

Yani, kesin olarak menopoza girildiğini görmek açısından en azından 6 aylık adet kesilmesi şeklinde bir dönemin geçmesi gerekir.

Menepoz teşhisinde laboratuvar testleri nelerdir ?

Menepozun laboratuvar yönünden tanımlanması için kanda FSH, LH ve Estrojen hormonları (E2) değerlerine bakılır.
FSH ve LH artmış, Estrojen azalmışsa bu durum yumurtalıkların (overlerin) tükendiğini göstererek menopoz tanısını koydurur.

Overlerin (yumurtalıkların) yalnızca estrojen ve progesteron hormonlarını salgılamakla kalmadığı ve daha pek çok madde üretimi ile kadın fizyolojisinde yer aldığı son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalarda gözlemlenmiştir. Bir kadın için düzgün olarak çalışan yumurtalıklar en önemli organlardandır.

Cerrahi Menopoz Nedir ?

Cerrahi menapoz bir nedenden ötürü jinekolog doktorlar tarafından yumurtalıkların alımı sonrası gelişen menopozdur.

Yapılan ameliyatlarda yumurtalıkların alımı genel olarak rahimin de alımı (histerektomi operasyonu) ile birliktedir.

Çoğunlukla 45 yaşından sonra myom (rahimde ur) nedeniyle “histerektomi ameliyatına” alınan kadınlarda genellikle rahim ile birlikte yumurtalıklar da alınır. Yumurtalıkların alınmasının sebebi, ileride gelişebilecek olası yumurtalık kanserine karşı kişiyi korumaktır.

45 yaş ve altında yapılan rahim ameliyatlarında ise genellikle yumurtalıklar korunur. Çünkü rahim alınıp adetten kesilme durumu gerçekleşse bile yumurtalıklar belli bir süre daha görevine devam edeceği için bir menopoz durumu söz konusu olmaz. Yani, menopozun sıcak basma, ateş ve terleme gibi durumları olmayacaktır.

Yumurtalıkları alınarak adetten kesilme durumuna “cerrahi menapoz” denir.

Cerrahi menepozun normal şekilde girilen menepozdan ne farkı vardır ?

Cerrahi menepozda adetten kesilmenin verdiği sıkıntılar ve problemler normal menapoza göre çok daha şiddetlidir. Çünkü normal menapozda yumurtalıkların tükenmesi yavaş yavaş olup vücut belli bir şekilde duruma adapte olurken cerrahi menapozda bu süreç ani olarak gerçekleşir.

Histerektomi operasyonları (rahimin alınması ameliyatı) sonucu menapoza giren kişiler (“histerektomize kişiler”), ameliyattan 15-20 gün sonra hekimlerine başvurarak menapoz tedavilerine başlamalıdırlar.

Erken Menopoz Nedir ?
Adetten kesilme 40 yaşından erken gerçekleşmişse erken menopoz olarak tanımlanmaktadır. Erken menopoz tıbbi literatürde “prematür menopoz” olarak da geçer.

Prematür Ovaryen Yetmezlik (POF) nedir ?

Menopozun 30 yaşından daha erken ortaya çıkması durumuna ise “Prematür Ovaryen Yetmezlik” (POF) veya “Prematür Over Yetmezliği” adı verilir. Bu şekilde yumurtalıkların çok erken dönemde tükenmesi kadınlarda psikolojik ve fizyolojik yönden pek çok problemi de beraberinde getirir.

Prematür Ovaryen yetmezlik (POF), mutlaka nedenlerin araştırılması ve uygun tedavilerin başlanmasını gerektiren bir durumdur.

“Prematür Ovaryen Yetmezlik” (POF) nedenleri nelerdir ?

Erken menopoz ve prematur over yetmezliği ile ilgili olarak pek çok neden ortaya sürülmekle birlikte, menopozun yaşını neyin belirlediği konusunda kesin bir görüş yoktur.

Ailesel (ırsi) özellikler, bir takım otoimmun hastalıklar (Cushing sendromu, tiroit hastalıkları, SLE gibi), sigara, stres, kanser tedavileri, diabet (şeker hastalığı) ve genetik (kromozomal) problemler prematür over yetmezliği (POF) nedeni olarak ortaya sürülmüştür.

Bilinen tek şey ise 40 yaşından önce menopozun gelişmesi durumunda tedavi verilmesinin şart olduğudur.

Erken menopoz eğer tedavi edilmezse kadın vücudu çok erken dönemde menopozun yıkıcı etkilerine maruz kalacak ve menopoza bağlı hastalıklar (kemik erimesi ve kalp hastalığı gibi), erken yaşta ve çok daha şiddetli bir şekilde ortaya çıkabilecektir.


 

Vajinismus (Vaginismus) Nedir ? Nasıl Tedavi Edilir ?

Vajinismus (veya Vaginismus) son yıllarda artık kesin olarak tedavi edilebilmektedir !.. Hem de vajinismus tedavi süreleri eskiden olduğu gibi aylarca- yıllarca değil, yalnızca bir kaç gün içinde son bulmaktadır.

Kadında cinsel ilişkinin olduğu anatomik bölgeye “vajen (vajina)” adı verilmektedir. Vajinismus ise; cinsel birleşme sırasında kadının vajen kaslarını (özellikle de “Pubococcygeus (PC) kaslarını”) , istemsiz bir şekilde kasması sonucunda cinsel birleşmenin olmaması veya çok zor olması durumudur.

Yalnız değilsiniz ! …
Vajinismus tüm dünyada kadın doğumcular ve ruh sağlığı bilimcileri tarafından sıkça karşılaşılan bir cinsel sorundur. Ülkemizde ortalama olarak her 10 kadından 2’si eşi ile ilişkide sorun yaşamaktadır.

İstemsiz vajinal kasılmalar nasıl oluyor ?

Vajinismus hastalarında kasılmalar sadece vajinal girişte değil, aynı zamanda karın, bel, sırt, bacak gibi vücudun başka bölgelerindeki kaslarda da görülebilmektedir. Böylelikle bu kişilerde cinsel ilişkiyi izleyen gün içinde vucutta yaygın olarak kas ağrıları görülebilmektedir. Kas ağrılarının yaygın olması vajinismus hastalığının şiddetli olduğunu gösterir.

Bazı hastalarda ise kasılmalar tüm vücuda yayılmaksızın yalnızca vajinada gerçekleşmekte ve cinsel ilişkiyi olanaksız kılmaktadır. Hatta bu vajinal kasılmaların çoğu hasta tarafından değil, kişinin eşi tarafından farkedilebilmektedir. Cinsel ilişkide vaginal kasılmalar ile karşılaşan eşler bu durumu adeta “vajina girişini kapatan bir duvar” gibi algılamaktadırlar.

Vucutta yaygın şekilde veya vajinada görülen tüm bu kasılmaların özelliği tamamen kadının kontrolünün dışında olmasıdır. Vajinanın girişindeki kaslar yanısıra tüm vücutta bu kasılmalar; endişe, korku ve adeta bir “panik atak benzeri” bir durum yaratır. Sonunda kadın ilişkiyi reddederek bacaklarını sıkıca kapatır, eşini iterek ilişkiyi sonlandırır.



Vajinismus belirtileri :
Vajinismus hastalarının çoğu aylar veya yıllar süren evlilik sürelerine rağmen halen bakiredir. Çoğu zaman cinsel ilişkide ağrı olmasından çok “sanki ağrı olacakmış” gibi bir his vardır. Cinsel birleşme anı (penetrasyon) geldiğinde kişiler “yırtılacakmış, canları çok acıyacakmış, çok kan akacak, hatta ölecekmiş” gibi hislere kapılarak kendilerini koruma iç güdüsü içinde kontrolsüz (refleks) olarak kasılmaktadırlar.

Vajinismus kendisini yalnızca cinsel ilişkiye girememe veya ilişki sırasında kasılma gibi belirtiler ile göstermez. Vajinismus belirtileri çok daha yaygındır. Aslında vajina ya yapılan her türlü işlem vajinismus hastaları tarafından “itici ve sevimsiz” karşılanmaktadır.

  • – Cinsel ilişkinin ağrılı veya acılı bir şekilde gerçekleşmesi (disparoni). İstemsiz vajen kas kasılmaları bazen ilişkiyi olanaklı kılmakla birlikte ilişki sırasında acı ve ağrılara neden olabilir. Cinselliğin en büyük amacı haz duygusudur ve cinsel birliktelik hem kadın hem de erkek için haz içerir. Cinsel ilişkide acı hissedilmesi durumu vajinismus haricinde de bir takım cinsel sorunlara bağlı olabileceğinden öncelikle tanının konulması sonrasında da uygun tedavinin başlanması önerilmektedir.
  • – Jinekolojik muayene olamama. Jinekolog muayene masası pek çok kadın için itici gelmekle birlikte, jinekolojik muayene sırasında kendisini kasması da bir vajinismus belirtisi olabilir.
  • – Vajinal tampon kullanamama.
  • – Vajina içine fitil yerleştirememe.
  • – Vajina içine parmak sokamama, genital bölgeye ayna ile bakamama.
Kişilerde görülen tüm bu bulgular vajinismus belirtileri arasındadır.

Diğer bir tabir ile vajinusmus sorunu olan kişilerde vajene herhangi bir şeyin girmesi mümkün değildir ve her türlü girişim çabası son derece rahatsızlık verici veya imkansızdır.

Cinsel birleşme vajinismus hastalarında neden olamıyor ?

Kişilerin ani korkuya verdikleri ortak cevap koruma iç güdüleri ile kendilerini kasmalarıdır. Bir “cinsel fobi” olan vajinismusta da kadınlar cinsel ilişki sırasında kendilerini kontrolsüz bir şekilde kasmaktadırlar.

Vajinismus kadınlarında, geçmişte bilinçaltına atılan cinsellikle ilgili atılan olumsuz mesajlar, kişinin ilişki sırasında vucudun değişik bölgeleri ile birlikte vajinal kaslarını bir tepki ile istemsiz bir şekilde kasmasına neden olmaktadır.

Normalde ani korku sonucunda kendimizi kasmamız kendimizi etkene karşı koruma açısından bir işe yararken cinsel ilişkideki bu durum tam tersine işlemektedir. Yani ağrı beklentisi ile bir kadının kendini kasması penisin içeriye girmesini zorlaştırmakta ve gereksiz yere ağrı hissedilmesine neden olmaktadır.

Ayrıca, her türlü ağrılı girişim de bu hafızanın güçlenmesine neden olmaktadır. Bu durum oluştuğunda da, her ne kadar kadın “eşimle cinsel ilişkiyi istiyorum, onu seviyorum” dese de, her denenen ilişkide erkek “kendini bir duvara çarpmış”, kadın da “kendi bedeni üstünde kontrolü tamamen kaybetmiş” gibi hissetmektedir.

Vajinismusun ileri derecelerinde kadın ilişki sırasında kocasını yanına bile yaklaştırmadan, iterek bacaklarını kapatmakta ve ağlamaklı bir şekilde ilişkiye engel olmaktadır. Bu nedenle kişi ilişki sırasında ağrı hissedecek bir konuma dahi gelememektedir.

Vajina Hakkında :

Halk arasında “hazne” olarak bilinen vajina aslında tıpkı diğer organlarımız gibi kendine göre fonksiyonları olan sıradan bir organ ve rahme kadar giden bir geçiş bölgesidir.
Vajina tıbbi literatürde vagina, vajen veya vaginal kanal olarak da geçmektedir.
Vajina çevresinde istemli çalışan PC kası ise hem üreme sistemin hem de üriner (işeme) sistemin çalışmasında anahtar bir rol oynamaktadır.

Vajinanın kadınlarda dört önemli görevi vardır :

1 – İlişkinin gerçekleştiği kanaldır,
2 – Doğumun gerçekleştiği kanaldır,
3 – Adet kanalının geçtiği kanaldır,
4 – İdrar kanalının (üretra’nın) geçtiği kanaldır.

* Vajinismus tedavi yöntemleri istemli olarak çalışan bu kasların, ilişki sırasında da denetim altına alınmasını ve kas belleğinin doğru bir şekilde oluşturulmasını amaçlamaktadır.

Vajinismus Nedenleri :
Vajinismusun nedenleri % 90 olasılıkla psikolojik kaygılara bağlıdır. % 10 ise organik (yani yapısal) nedenler rol oynamaktadır.

Organik (yapısal) vajinismus nedenleri arasında sıklıkla kızlık zarının kalın ve yüksek kenarlı olması, kızlık zarının diğer anormallikleri (ara bölmeli veya elek şeklinde kızlık zarı yapısı), vajina içindeki ara bölmeler, bartolin absesi, vulvar vestibulit sendrom, PID ve vajinitler yer almaktadır. Tüm bu nedenlerle doğru tedaviye başlamadan önce yapılan bir jinekolojik muayenenin önemi büyüktür.

Vajinismus çok büyük sıklıkta bir bilinçaltı problemidir ! …

Evet… Genellikle vajinismusa neden olarak geçmişte yaşanmış kötü cinsel tecrübeler veya bilinç altına yerleşmiş abartılı korkular vardır.

Vajinismusun Psikolojik Nedenleri:



* Kızlık zarını korunması ile ilgili çocukluktan kalma mesajlar ve korkular,
* İç disiplinin fazlaca gelişmesi, korumacı aile düzeni,
* Cinsel travmalar (taciz, tecavüz, ensest, fiziksel şiddet, cinsel istismar, pornografik film izleyip tiksinme, anne babanın cinsel ilişkisine şahit olma gibi)
* Hamile kalma korkusu yaşayanlar (Kürtaj veya doğum onlar için adeta bir kabustur)

  • * Aşırı katı bir toplum düzeni içinde yaşama, katı ahlak kurallar ve tabular,
  • * Cinselliğin suçluluk, ayıp, günah gibi kavramlarla eşleştirilmesi, geleneksel aile düzeni,
  • * Ebeveynlerden birisinin baskıcı (otoriter) yaklaşımı,
  • * İlk gece ile ilgili yanlış, abartılı ve eksik bilgiler ve ön yargılar, (ilk gecede ağrı, acı veya kanamanın çok olacağı yönündeki düşünceler)
  • * Cinsel ilişki sırasında kilitlenme ve rezil olma korkusu,
  • * Vajinanın normalden dar ve küçük olduğu, penisin girmesinin imkansız olduğu düşüncesi bulunmaktadır.
Özellikle genç kızlara küçüklüklerinden beri abartılı şekillerde öğretilen “kızlık zarının mücevher gibi çok değerli bir yapı olduğu” düşüncesi ile bu konuda takınılan katı tutumlara maruz kalan kadınlar risk altındadırlar.

Ayrıca çocukluk döneminde yaşanan kötü tecrübe ve anılar da (taciz veya tecavüzler, ev içi şiddet, katı ebeveyn tutumları) de vajinismusa yol açabilir.

Daha önce hiç vajinismus problemi olmayanlarda yaşanmış kötü tecrübeler (doğum, düşük, kürtaj, hoyratça yapılan bir jinekolojik muayene gibi durumlar) sonucunda da vajinismus gelişebilir.

Bazan de çiftlerin cinsellikle ilgili bilgi eksiklikleri, ilk ilişki ile ilgili yanlış inanış ve önyargılar da beraberinde korku ve paniği getirerek vajinismusa yol açabilir.

Yine bazen, önceden tedavi olmuş olan kişilerde nüksler (problemin tekrarlaması) de oluşabilir.

Daha önce belirtildiği üzere çoğu zaman derinlerde (bilinçaltında) cinselliğe ve cinsel ilişkiye yönelik kaygı-korkular yatmaktadır ve PC kaslarının kasılması, kadını bu korktuğu durumdan koruyan bir savunma sistemi gibi gibidir.

Bilinç altındaki gereksiz korkuları yenmek için kadının ve erkeğin rahatlatılması, gevşemesi, heyecan ve korkuları yatıştıracak ruhsal bir ortam oluşturulması için uygun psikolojik destek sağlanmalıdır.

Bazı kadınlarda bu yukarıda sayılan nedenlerin hiç birisi de olmayabilir. (“Nedeni bilinmeyen veya belirlenemeyen vajinusmus”)

Neyse ki, vajinismus sorununu çözmek için altında yatan neden veya nedenleri bulmak şart değildir. Önemli olan “kas hafızasının yeniden oluşturulmasını” başarabilmektir.

Vaginismus için risk altındaki bireyler kimlerdir ?

Özellikle çocuksu, aileye bağımlı ve ruhsal organizasyonunu sağlıklı bir biçimde tamamlamamış genç kızlar risk grubunu oluşturur. Bu gruptan özellikle yüksek sosyo-ekonomik düzeye sahip kişilerde vaginismus probleminin ortaya çıkma olasılığı da artmaktadır.

Çocukluk çağından kalma korkuları yaşayan bireylerde bu rahatsızlığın oluşması kolaylaşır. Korkular, en çok kadının simgesel olarak zihninde aşırı büyüttüğü bir penis yüzünden çok acı çekme, parçalanma korkularıdır. Biz bu tür yanlış inanışlara “cinsel mit” adı vermekteyiz. Kişilerin bilinç altına yazılan bu tür yanlış ve abartılı düşünceler ileriki dönemlerde vajunusmus için bir zemin hazırlar.

İyi kız olma sendromu : Ailesi tarafından cinsel bilgiden tamamen yoksun bırakılan, hatta cinselliğin aile tarafından kötülendiği, kızlık zarının ise korunması gereken çok önemli bir bölge olduğu gibi mesajlar verilerek yetiştirilen genç kızların ilerleyen yaşamlarında vajinismus, cinsel isteksizlik, cinsel soğukluk, cinsel tiksinti ve orgazm olamama (anorgazmi) problemleri ortaya çıkmaktadır.

Bu şekilde çevrelerinden ve ailelerinden geleneksel kültürle yetiştirilen kızlarda gelişen bu probleme “iyi kız olma sendromu” denmektedir ve durum Türk toplumunda oldukça yaygındır.

İyi kız olma sendromu taşıyan kadınlarda cinsel ilişki adeta bir görev gibi ve yalnızca eşleri için gereklidir, yani cinsellik kendisinin zevk alacağı bir işlevden çok “eşini mutlu edecek bir görev” olarak algılanmaktadır. Ayrıca bu kadınlar kendi özel hayatlarında da son derece disiplinli, titiz, işkolik ve mükemmeliyetçi kişilik yapısındadırlar.

Aile yapısı; baskın ve disiplinli baba, pasif anne modeline sahip çocuklar da ileride vajinismus açısından risk altındadırlar.

Ayrıca kişide gebe kalma korkularının olması, kişinin çevresinde cinsel bakışın tutucu ve katı dini kurallara bağlı olması da diğer risk faktörleridir.

Genital organlarının anatomik yapıları vajinismusa neden olur mu ?

Bu konuyla ilgili bireylerin yanlış ön yargıları ve oluşturulmuş geçersiz tabuları bu durumu tetikleyebilir. Vaginismus, genital organların anatomik yapısından ilişkisiz bir şekilde ortaya çıkar. “Benim vajinam çok küçük (veya çok dar) bu yüzden ilişkiye giremiyorum” diye bir kavram genelde yoktur. Çünkü vajina oldukça esnek bir yapıdır ve doğumda 3500-4000 gram ağırlığında, 50-52 cm uzunluğunda, 10 cm’lik baş çapına sahip bir bebek de aynı kanalın esnemesiyle rahatça çıkabilmektedir. Bu kadınların hiçbir yapısal anormallikleri olmamasına karşın böyle düşünmeleri de doğaldır.

Öncelikle jinekolojik görsel bir değerlendirme şart !…

Evet. Vajinismus haricinde ilişkiye girememe veya ağrılı ilişki nedenleri arasında Vulvar Vestibulitis, kalın ve yüksek kenarlı kızlık zarı, PID ve vajinal enfeksiyonlar gibi başka durumlar da vardır.

Dolayısıyla vajinismus tedavisine başlamadan önce yapılacak bir jinekolojik muayene ile öncelikle doğru teşhis son derece önemlidir. Ancak bu şekilde en uygun tedavi yaklaşımı seçilecektir.

Vajinismus türleri nelerdir ?
Primer Vajinismus : Bir kez bile olsun cinsel ilişkinin gerçekleşememesidir.

Sekonder Vajinismus : Önceden sağlıklı şekilde ilişki mümkün iken yaşanmış bir cinsel veya genital travma sonrası (olaylı bir doğum, düşük, kürtaj, hoyratça yapılan bir jinekolojik muayene, taciz veya tecavüze maruz kalma gibi) gelişen vajinismus durumudur.

Aparoni : Bir takım fiziksel nedenlerden dolayı, bireyin cinsel ilişkiye girememesidir. Vajinismus da bir tür aparonidır.

Disparoni : Cinsel ilişki sırasında “ağrı, acı, batma veya yanma hissetmek” dir. Bazen sekonder vajinismusun altında yatan neden de disparoni olabilmektedir.
Eğer cinsel ilişki sırasında ağrı, acı, yanma veya batma hissediyorsanız her zaman için neden vajinismus olmayabilir. Disparoninin her zaman için % 100 tedavisi mümkündür.

Vulvar Vestibulitis Sendrom : “Vulvar vestibuitis” veya “vulvodinia” olarak da bilinen bu durum, kızlık zarının alt kısmında aşırı derece duyarlılık oluşu sonucunda vajinismus, disparoni, anorgazmi (orgazm olamama) ve cinsel isteksizlik gibi şikayetlerin ortaya çıkması ile ilgili bir sendromdur.
Vestibulit sendromda teşhis hastanın ifadesindeki ilişkinin ağrılı oluşu veya hiç olmaması sonrasında, yapılan bir jinekolojik muayenede bu bölgenin dokunmakla hassaslığı ve kızarık oluşu ile kolaylıkla konulabilmektedir. Kesin nedeni henüz bilinmemektedir. Vestibulit sendromun tedavisinde basit bir cerrahi operasyon ile bu bölgenin (vestibulm) çıkarılması problemi tamamen ortadan kaldırabilir.

Cinsel soğukluk ile vajinismus arasında ne fark var ?

Cinsel soğuklukta da ayıp, pis ve günah duygusunun öneminin olmasına karşın, temel sorun cinsel ilişkiden zevk almamak biçiminde kendini gösterir. Oysa ki vaginismusta başlangıçta cinsel ilişkiye girmede isteksizlik yoktur, ancak ilişki sırasında zarar görme duygusu ön plandadır. Vaginismusdan şikayetçi olan bir kadında; cinsel arzu ve vajende ıslanma mevcuttur, ancak istense de ilişki başarılamaz.

Vajinismuslu kadınların çoğu hiçbir zaman ilişkiye girememiştir, yani halen bakiredir. Bununla birlikte bazı kadınlarda da daha önce cinsel ilişki başarılmışken sonradan olan bir ilişkiye girememe durumu söz konusu olabilir.

 
Cinsel İsteksizlik ve Cinsel Soğukluk Nedenleri Nelerdir ? Nasıl Tedavi Edilir ?

Kadınlarda Cinsel İsteksizlik Bozuklukları Sınıflandırma (DSM-IV tanı kriterlerine göre) :
1) İstek Bozuklukları
a) Hipoaktif Cinsel İstek Bozukluklar
b) Cinsel Tiksinme Bozukluğu

2) Uyarılma Bozukluğu
3) Orgazm Bozuklukları
4) Cinsel Ağrı Bozuklukları

a) Disparoni (Cinsel ilişkide ağrı)
b) Vaginismus

Cinsel istek, kadınlarda ve erkeklerde cinsel partneri ile cinsel ilişkiye girme arzusudur. Cinsel istek, cinsel sağlık açısından önemli bir unsurdur.

Cinsel isteğe partnerle ilişkiye girme arzusu yanında cinsel içerikli rüya görme, fantezi kurma, erotik içerikli materyallere ilgi duyma da eşlik etmektedir.

Cinsel arzu işitsel, görsel, kokusal, dokunsal, tatsal algılar sonucunda uyarılabilir. Aslında bedeni sağlıklı olan ve herhangi bir hormonal problemi olmayan her insanda cinsel istek ve arzular bulunmaktadır.

Cinsel isteksizlik, yeterli cinsel uyarı olmasına rağmen (kadın veya erkekte) cinsel istek duyulmaması durumu olup “cinsel istek bozuklukları” grubunda yer almaktadır. Halk arasında tam karşılığı olmasa da “frijidite” veya “cinsel soğukluk” olarak da adlandırılmaktadır. Halk arasında cinsel yönden soğuk olan kadınlar “frijit” olarak adlandırılmaktadır.

Cinsel isteksizlik, uzun süreli cinsel fantezilerin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az olması veya hiç olmaması şeklinde de tanımlanabilir.

Cinsel isteksizlik, görülme şekli açısından iki türlüdür :

Primer Cinsel İsteksizlik : Cinsel istek durumunun ergenlik döneminden itibaren olmaması.
Sekonder Cinsel İsteksizlik :Önceden cinsel istek sorunu olmayan bir kişide daha sonra ortaya çıkan cinsel istek sorunu şeklindedir.

Bazan de cinsel istek azlığı kişilerde yoğun iş hayatı, stres gibi nedenlere bağlı olarak “dönemsel” olarak da görülebilmektedir.

Cinsel istek azlığı probleminin görülme sıklığı nedir?

Cinsel isteğin az olması kadınlarda cinsellikle ilgili en yaygın şikayetlerdendir. Cinsel isteksizlik toplumun % 20’sinde görülen bir cinsel işlev problemidir.
Kadınların yaklaşık % 33’ünün hayatlarının bir döneminde cinsel ilgi ya da istek azalmasıyla karşı karşıya kalacağı tahmin edilmektedir.
Cinsel isteksizlik oranları yaşa bağlı olarak artmaktadır; 18-24 yaşları arasındaki kadınların % 32’si cinsel istek azlığından etkilenirken bu oran 30-34 yaş grubunda % 29.5 ve 35-39 yaş grubunda % 37.6’dır.

Cinsel istek neye bağlıdır ?
Cinsel istek, sadece psikolojik bir durum gibi görünse de sıklıkla hormonal dengesizlik ya da tedavi gibi fiziksel durumlardan da etkilenmektedir.

İsteğin olması çeşitli faktörlere bağlıdır. Bunlar: Biyolojik içgüdü, yeterli özgüven (self esteem), cinsellikle ilgili önceki deneyimlerin olumlu olması, uygun bir cinsel eşin olması, birlikte olunan kişi ile cinsellik dışındaki alanlarda da iyi bir ilişkinin olması gibi. Bu alanların herhangi birinde sorun olması cinsel isteğin azalması ile sonuçlanabilir.

Frijidite, hem fiziksel hem de psikolojik sorunlara bağlı olarak ortaya çıkabilir.

Cinsel isteksizlikte fiziksel ve psikolojik faktörler yer almaktadır. Cinsel isteksizliğin % 1’i fiziksel, % 99’u psikolojik nedenlere bağlıdır.

Cinsel İsteksizlikte Fiziksel Faktörler :

  • – Yaşlanma ve menopoz
  • – Kullanılan bazı ilaçlar (doğum kontrol hapları, antidepresanlar, kortizon içeren ilaçlar gibi)
    Burada paradoks gibi görünen bir nokta şudur: Depresyon kişilerde cinsel isteksizliğin ana nedenlerinden birisi olmasına rağmen, depresyon tedavisinde kullanılan ilaçların (antidepresanların) tamamına yakını da cinsel istesizliği arttırmaktadır. Ancak yine de kar/zarar oranı düşünülerek bu ilaçların kullanılması elzem olabilir.
  • – Alkolizm
  • – Böbrek, karaciğer ve kalp yetmezliği
  • – Tiroid hastalıkları (hipotiroidi)
  • – Kronik hastalıklar (Şeker hastalığı ve Yüksek tansiyon gibi)
  • – Nörolojik problemler (Multipl skleroz, Parkinson gibi)
  • – Ameliyatla rahimin alınması (histerektomi operasyonları)
  • – Hormonal dengesizlikler
  • – İlişkide ağrı hissetme (disparoni)
Genital organlardaki iltihaplar, rahimin ters dönüklüğü (retrovert uterus), endometriosis gibi nedenlere bağlı olarak ağrılı cinsel ilişki olması (disparoni) kadının cinsel isteksizliğine neden olabilir. Aynı şekilde menopozda ortaya çıkan estrojen yetersizliğine bağlı vajinal kuruluk ve ürogenital atrofiler de isteksizlik sebebidir.

Cinsel İsteksizlikte Psikolojik Faktörler :
  • – Aşırı stres
  • – Kişiler arası ilişkilerdeki sorunlar (İletişim problemleri)
  • – Evlilik sorunları (Özellikle eşe karşı gizli öfke, kırgınlık, dargınlıklar)
  • – Beden şekli ile ilgili kaygılar
  • – Anksiyete (İçsel sıkıntılar)
  • – Gizli eşcinsellik (Latent homoseksualite)
  • – Geçmişde yaşanan taciz, tecavüz, ensest ve cinsel istismarlar (Cinsel travmalar)
  • – Depresyon
Bazen kadın ve partnerinin kadın cinsel organlarının yapı ve fonksiyonlarını bilmemesi nedeni ile cinsel ilişki öncesinde kadının uyarılması sağlanamamakta, bu durumdaki kadın da cinsel istek duymamaktadır.

Yine, cinsel travma (tecavüz ve tacizler), önemli yaşam olayları (ailede birinin ölümü, çocuk doğumu, taşınma gibi) ve cinsel ilişki ile bazı olumsuz anıların yerleşmesi gibi durumlar da psikolojik nedenler arasındadır.

Bazı durumlarda bir kadının cinsel ilişkide bulunması bir suç veya günah olarak algılanabilmekte, bağlantılı olarak cinsel arzu duymak suçluluk duygusuna neden olabilmektedir.

Cinsel isteksizlik problemi genç kızlıktan bu yana olabileceği gibi çoğunlukla normal cinsel fonksiyonu olan kadında sonradan da ortaya çıkabilir.

Bazen cinsel istek azalması bir ilişkideki bozulmanın bir işareti de olabilir. Öfkeli, korkulu ya da zihni dağınık kişiler genellikle cinsel yakınlık için istek duymazlar. Cinsellikten uzun süre uzak kalmak da cinsel dürtüyü bastırabilir.

Cinsel istek arttırıcı yiyecekler : (Cinsel istek arttırıcı bitkiler)
Bazı besin maddeleri de hem erkek hem de kadınlarda cinsel istek artırıcı yani “afrodizyak” etkiye sahiptir. Cinsel istek artırıcı bu tür yiyecekler ve cinsel istek arttırıcı bitkiler kişileri tedavi etmek amacından çok cinsel tedaviye destek vermek amacıyla kullanılabilmektedir.
Cinsel istek arttırıcı (afrodizyak) yiyecekler arasında deniz ürünleri (balık, kalamar, karides, yengeç), taze meyve ve sebzeler, baharatlar (tarçın, keçiboynuzu- harnup, zencefil- ginger), kuruyemişler (fındık, ceviz, fıstık gibi) ve özel çaylar (ginseng root) bulunmaktadır.


 
Vajina Estetiği Operasyonu Nasıl Yapılır ?

Günümüzde bayanlar, her açıdan dış görünümlerine ve güzelliklerine önem vermekte, her zaman için kendilerini daha mutlu ve rahat hissedebilecekleri cerrahi işlemlerden kaçınmamaktadırlar.

Son yıllarda oldukça popüler hale gelen cinsel estetiğin yapılmasındaki ana amaç, sıklıkla normal doğum sonrası vajina bölgesinde meydana gelen kalıcı esnemeler sonucu ortaya çıkan yapısal hoşnutsuzlukların giderilmesi ve psikolojik olarak kişilerin kendilerini daha iyi hissetmeleridir.

Bazı bayanlarda, labia minora’ların (küçük dudakların)” doğuştan asimetrisi veya “fil kulağı” şeklinde tabir edilen geniş yüzeyli olması psikolojik ve işlevsel bir takım problemleri de beraberinde getirmektedir.

Yine, vajinal bölgede doğum sonrası oluşan kalıcı esnemeler haricinde hoşnutsuzluk yaratan diğer bir olumsuz durum da “Epizyotomi” yani doğum sırasında bebeğin çıkması için yapılan kesilerdir. Bu bölgede iyileşme sonrası gelişen nedbe dokusu (skar) hem kadının hem de erkeğin cinsel tatminini engelleyebilir ve kadın açısından ilişkiyi ağrılı bir ıstıraba dönüştürebilir.

Diğer taraftan, vajinadaki idrar kesesi ile “rektum” adı verilen barsakların anüsten önceki en son kısımlarının sarkmaları da cinsel fonksiyon bozuklukları yanı sıra idrar tutamama gibi patolojik durumlara neden olabilir. Sarkmaların ileri derecede olduğu durumlarda rahim sarkmaları (Prolapsus uteri) da görülebilir.

Tüm bu fiziksel problemlere ilaveten pek çok kadın da kendi cinsel organını anatomik olarak beğenmemekte, ancak bunu çoğu zaman yakınlarına bile söylemekten çekinebilmektedir.

Bu konuda sıklıkla karşılaşılan durum iç dudak olarak tabir edilen “labium minus” lerin normalden büyük veya asimetrik olmasıdır. Bunun altında yatan sebep büyük bir olasılıkla genital organlarının ergenlik öncesi şeklinden değişiklik göstermesidir. Bu tür şikayeti olan kişilerde yapılacak olan plastik-estetik operasyonlar, psikolojik olarak kadını destekleyecek ve bu nedene bağlı olarak bozulan cinsel yaşantıları normal hale getirebilecektir.

Tüm bu nedenler vajinal estetik operasyonlarının modern jinekolojik cerrahide yer almasına neden olmuştur.

Özetlemek gerekirse, vulva ve vajina estetiği operasyonları bazen işlevsel, bazen kozmetik, bazen de hem işlevsel hem de kozmetik amaçlarla yapılmaktadır.

İşlevsel amaçlı cinsel estetik operasyonları :

İşlevsel operasyonlarda amaç; yapılan doğumlar veya bağ dokusu elastikiyetinin az oluşu sonucunda sarkmış olan mesane ve rektumun normal anatomik pozisyonlarına göre onarılması, vajinadaki fazla dokuların çıkarılması ve neticede idrar tutamama gibi şikayetler ile birlikte vajinadaki genişlemeye bağlı olarak görülen cinsel fonksiyon bozukluğunun tamir edilmesidir.

Estetik amaçlı cinsel estetik operasyonları :
Bu operasyonlar bazı hekimler tarafından tamamen estetik operasyonlar olarak kabul edilmesine rağmen bazı durumlarda bozulmuş cinsel fonksiyonları düzeltmek maksadı ile de yapılabilmektedir.

Vajina Daraltılması (Vaginoplasti) :
Vajen yaşlanma, sık cinsel ilişkiler, normal doğum / doğumlar, kürtaj gibi jinekolojik mudahaleler sonrasında genişleyebilmektedir.

Vajinadaki bu genişleme maalesef kalıcı olmakta ve bu durum da cinsel ilişkide sıkıntılar oluşturabilmektedir. Geniş ve elastikiyetini kaybetmiş vajina, ilişki sırasında penisi yeterince kavrayamadığı için hem kadında hem de erkeklerde cinsel tatminsizliğe ve zaman içinde cinsel isteksizliğe de neden olabilmektedir.

Vajinanın esnemesi, genişlemesi ve elastikiyetini kaybetmesi gibi durumlarda vajina basit bir cerrahi operasyonla daraltılarak hem görünüm açısından (estetik olarak) hem de işlevsel yönden çok daha iyi bir konuma getirilebilir.

Vajinanın daraltılarak dikilmesi ameliyatına “vajinoplasti” (vaginoplasti ameliyatı) adı verilir. Bazan de cinsel hazzın arttırılması amacı ile daha önce doğum yapmamış, hatta bekar olan bayanlarda da Vajen Daraltıcı ameliyatlar yapılabilmektedir. Evlilik öncesi bu şekilde kadın-doğum kliniklerine başvuran pek çok bayan bulunmaktadır.

Vajina daraltıcı ameliyatları jinekolojik ameliyatlar içinde olup “colporaphy posterior” ameliyatı olarak da geçer.

Epizyo nedbelerinin (skar) çıkarılması :

Normal doğumda bebeğin rahat bir şekilde çıkmasını sağlamak amacı ile vajina girişine (perine bölgesine) bir kesi yapılır. Bu kesiye “epizyo” veya “epizyotomi” adı verilir. Epizyo kesilerinin normalden kötü iyileşmesi veya kötü bir şekilde dikilmesi sonucunda bu bölgede “skar” adı verilen “nedbe dokuları” kalabilir.

Kötü iyileşmiş epizyotomi nedbeleri sonucunda cinsel ilişkide ağrı, cinsel isteksizlik ve cinsel tatminsizlik problemleri ortaya çıkabilir. Ayrıca kötü görünümlü bir vajina kişide özgüven eksikliğine, eşinden utanmaya ve cinsel ilişkiden kaçınmaya yol açabilir.

Bu tür problemi olan kişilerde yaklaşık 30 dakika süren ve lokal anestezi eşliğinde (uyuşturularak) yapılan bir operasyonla epizyo nedbeleri çıkartılıp o bölgenin yeniden onarılması sağlanabilir. Yara yerinde reaksiyona neden olmayan dikiş materyalleri ile vulvo-vajinal doku yeniden estetik olarak dikilir.

İşlem sırasında aynı esnada doğumlara bağlı olarak gelişen “vajen yırtıkları” da düzeltilir. Ayrıca bu tür ameliyatlara vajina daraltma işlemi de eklenebilir.

Estetik operasyon sonrası görünüm mükemmeldir ve kişilerde hem psikolojik hem de işlevsel kazançlar beraberinde gelmektedir.

Labioplasti (Vajina İç dudak estetiği):
Labiumların (iç dudakların) düzeltilmesi operasyonlarına “labioplasti” adı verilmektedir. Bazı bayanlarda labium minoralar yani iç dudaklar, bazı kişilerde yapısal olarak normalden uzun, geniş, düzensiz şekilli veya asimetrik olabilir. Estetik açıdan kötü gözüken genital organlar kişileri psikolojik yönden olumsuz etkilemektedir.

Ayrıca geniş ve uzun labiumlar (dudaklar) ilişkide cinsel penetrasyon sırasında (penisin vajina içine girişinde) gerilerek ilişkide ağrı hissedilmesine sebep olabilir.
Diğer taraftan sarkık ve uzun iç dudaklarda oluşan aşırı terlemeler sonucunda labium dokusu arasında mantar enfeksiyonları (candida vulvit) ve bakteriyel enfeksiyonlar da sık olarak görülmektedir. Bu tür enfeksiyonlar kişilerde kötü kokulara da sebep olmaktadır.
Bazı durumlarda ise doğuştan veya ergenlik döneminden sonra bir dudak diğerine oranla daha büyük, sarkık, kabarık veya geniş olabilir. Bu duruma “labial asimetri” (dudak asimetrisi) adı verilmektedir. Kişilerde psikolojik olarak oldukça sıkıntılar yaşatan labial asimetri problemi de tecrübeli ellerde basit cerrahi girişimler sonucu kalıcı bir çözüme ulaşabilmektedir.
Sayılan tüm bu nedenler sonucunda hem estetik hem de fonksiyonel yararlar açısından kalıcı bir çözüm için labioplasti operasyonuna gerek duyulabilir.

Labiaplasty (labiaplasti) operasyonu daha önceden doğum yapmamış kişilerde de uygulanabilir. Daha sonra düşünülecek olan normal doğuma bir engel teşkil etmez.
Yine labioplasti operasyonları bakire kızlarda da yapılabilir. Kızlık zarı operasyon bölgesinden yaklaşık 3-4 cm içeride bulunmaktadır ve kızlık zarı açısından hiç bir problem oluşmayacaktır.

 
Yumurtalık Kistleri Nasıl Oluşur ve Nasıl Tedavi Edilirler ?
Yumurtalık Kisti Nedir ?

Kısaca tanımlamak gerekirse kist, “içi sıvı dolu kesecik” lere verilen genel isimdir. Kistler çevre dokulardan sahip oldukları ve “kist duvarı” denilen bir zar ile ayrılırlar.

Kistler iyi huylu (selim) ve kanseröz (neoplastik) kistler olarak basitçe ikiye ayrılabilir.
Çoğu kadın hayatının bir döneminde yumurtalıklarında kist problemi ile karşı karşıya gelebilir. Yumurtalıklardaki kistler genellikle belirti vermeyip, çoğu zaman rutin jinekolojik kontroller sırasında fark edilir.

Yumurtalıklar embriyolojik orijinleri açısından çok değişik türdeki hücreleri bünyelerinde barındırır. Bu özellikleri ile yumurtalıklar vücuttaki diğer tüm organlardan ayrılırlar.

Yumurtalıkların diğer önemli özellikleri ise hormonal etkilere cevap verici olmalarıdır. Değişik hormonlara cevap olarak yumurtalıklar büyüyebilir veya kistleşebilir.



Kistler nasıl oluşur?

Vücudumuzdaki hiçbir hücre sürekli kalıcı değildir. Tüm hücrelerimiz bir yandan ölürken diğer yandan yenileri yapılır. Yine bütün hücreler değişik miktar ve yapılarda bir tür sıvı salgılarlar.

Hücrelerde üretilen sıvıların emiliminden fazla olması durumunda dokular arasında sıvı birikimi olur. Dokular arası biriken normalden fazla sıvıya“ödem” adı verilir. Ödemler, vücudun değişik yerlerindeki şişliklerle kendilerini gösterirler.

Eğer doku dışında biriken sıvılar bir zar tarafından çevrelenir, bir kesecik halini alır ve içeride sıvı alışverişi engellenirse ortaya çıkan bu lezyonun adı “kist” olur. Vücutta bulunan hemen hemen bütün organlarda kist ortaya çıkabilir (Beyin kistleri, akciğer kistleri, karaciğer kistleri gibi…).

Ancak yumurtalık dışındaki organların kistleri genelde çok daha çabuk ve kolay belirti verir. Bunun nedeni diğer organlarda meydana gelen kistlerin bu organların fonksiyonlarını bozmalarıdır.

Yumurtalık kistlerinin bir kısmı bu şekilde fonksiyon bozukluğu ile belirti verirken, çok büyük bir bölümü ne fonksiyonlarda bir kayba neden olur ne de uzunca bir süre belirti verir.

Yumurtalık kistlerinin belirtileri nelerdir?
Vajenin daraltılması (Vaginoplasti) :
Over kistleri kabaca; habis (malign, kötü huylu) ve selim (benign, iyi huylu) olarak ayrılabilirler. En sık görülen kistler iyi huylu olanlardır.

Yumurtalık kistlerinin en sık belirtileri:
  • – Adet düzensizlikleridir (En sık verdikleri belirtidir) ,
  • – Karında şişlik,
  • – Karın veya kasık ağısı,
  • – Sindirim sitemi bozuklukları (kabızlık, ağrılı dışkılama),
  • – İdrar yolu şikayetleri (sık idrara çıkma) gibi özgün olmayan (non-spesifik) belirtilerdir.
Çok fazla büyümeyen bir over kisti karın boşluğu içerisinde kendine rahatlıkla yer bulabileceği için bir şişlik yapmaz.

Ağrı, over kirstlerinde görülen nadir bir bulgudur. Eğer ağrı varsa bu kitlenin büyüdüğünü, iltihaplandığını ya da bir endometriozis probleminin de olabileceğini gösterir.

Yumurtalıkta kistleri olan kişilerde nadiren kistlerin kendi etrafında dönmesi (“torsiyon”) veya patlaması (“rüptür”) şiddetli ağrı ve akut karın tablosuna yol açabilir. Akut karın ağrısı yapan bu durumlarda acil ameliyat gerekebilir.

Kistler mesaneye baskı yaparak sık idrara çıkma, “rektum” denilen barsağın son kısmına bası yaparak kabızlık veya ağrılı dışkı yapma şikayetlerine neden olabilirler. Zaman zaman da iştahsızlık, kilo kaybı, hafif bulantı gibi sindirim sistemi yakınmaları olabilir.

Unutulmaması gereken nokta, yumurtalıktaki kistlerin çok farklı türlerinin olduğu ve yarattığı şikayetlerin türüne bağlı olabileceğidir.

Yumurtalık kistleri nasıl teşhis edilir?

Over kistleri, genelde rutin muayeneler veya başka bir sebepten dolayı yapılan jinekolojik muayene ve jinekolojik ultrasonografiler sonucunda saptanırlar.

Kistlerin iyi huylu olup olmadığının değerlendirilmesinde;

  • – Hastanın yaşı, (ileri yaşlarda veya menopoz sonrası kötü)
  • – Kitlenin büyüklüğü ve şekli, (büyük ve düzensiz görünümde ise kötü)
  • – Basit kist ya da solid (içi katı) yapıda oluşu, (komplike kist ise kötü, basit kist ise iyi)
  • – Etrafa yapışık olup olmadığı (yapışık ise kötü)
  • – Hassasiyet olup olmadığı önemlidir.
Pelvik ultrasonografide saf kist görünümünde olan ve 5-6 cm’den küçük çapta olan kistlerin iyi huylu (selim) ve fonksiyonel kist olma olasılığı yüksektir.

Ultrason muayenesinde içinde papillomatöz (karnıbaharımsı) çıkıntıları olan, solid yapılı, 5-6 cm’den büyük, batında asit (sıvı birikimi) yapan, çevre dokulara yapışık (immobil), böbreklerde üreter denen idrar kanalına bası yaparak genişlemelere (hidronefroz) sebep olan kistlerin kötü olma olasılığı yüksektir.

Ayrıca menopoz sonrası (postmenopozal dönemde) ortaya çıkan kistler de habis olma potansiyeline sahiptir.

Tanıda hastanın ve kitlenin durumuna göre bazen bilgisayarlı tomografi (BT), manyetik rezonans (MRI), hormon tetkikleri ve kanda tümör belirteçleri (tumor marker’ları) incelenerek tedavi için bir karara varılır.

Tumor markerları (tümör belirteçleri) nedir?

Yumurtalık kistlerinin durumlarını ve gidişatını izlemek için kanda bakılan tümör belirteçleri (tumor markır’ları) önemlidir. Tumor markerları arasında en sık olarak Ca 125, Ca 15-3, Ca 19.9, kullanılmaktadır.

İyi Huylu (Selim) Yumurtalık Kistleri :

İyi huylu yumurtalık (over) kistleri kanser yapma eğilimi olmayan ancak kişilerde farklı düzeylerde problemler oluşturan kistlerdir. Genelde iyi huylu olan ve kendiliğinden geçen pek çok kist, çoğu zaman kişilerde gereksiz yere endişelenmelere neden olabilmektedirler.

Follikül kistleri genelde belirti vermezler. Patlaması ya da kendi etrafında dönmesi ile akut batın tablosu yaratması yok denebilecek kadar azdır. Bazen östrojen hormonu salgılayarak adet düzensizliğine neden olabilir. Folikül kistlerinin oluşma nedeni tam bilinmektedir

Sıklıkla başka bir nedenle yapılan ultrason incelemesi esnasında fark edilen follükül kistleri, en sık olarak adet gecikmeleri şikayeti ile belirti veririler.

Follikül kistleri genelde kendiliğinden kaybolur ve tedavi gerektirmez. Üreme çağındaki kadınlarda saptanan ve 5 cm’den küçük kistler takibe alınır. Hasta bir ay sonra yeniden muayeneye çağırılarak kistin 1-2 adet dönemi sonrasında kendiliğinden kaybolması beklenir.

Bazı zamanlarda kistin küçülmesini kolaylaştırmak için tedavi amaçlı doğum kontrol hapları verilebilir. Burada amaç beyinden salgılanan gonadotropinleri baskılayarak overler üzerindeki uyarıyı ortadan kaldırmaktır.

Tedaviye rağmen küçülmeyen ya da büyüme gösteren kistler için ameliyat gerekli olabilir. Bu kistler genellikle üreme çağındaki genç kadınlarda görüldüğünden Laparoskopi yöntemi ile ameliyat esnasında yumurtalığa zarar vermeden sadece kist çıkartılır. Çünkü “yumurtalıklar bir kadın için en önemli organların başında gelir”.

Follikül Kistleri :

Gençlerde en sık rastlanan kistlerin başında gelir. Gelişen yumurta hücresinin çatlamaması ve büyümeye devam etmesi nedeni ile olduğu düşünülmektedir.

Büyüklükleri genelde 2-3 cm’dir, nadiren 4 cm’yi aşar. Oldukça gergin, tek odacık içinde berrak sıvı içeren kistlerdir. Genelde herhangi bir komplikasyon yaratmazlar ve hatta çoğu zaman ultrason kontrollerinde tesadüfen farkedilirler.

Korpus luteum kistleri

Normalde her yumurtlamadan sonra yumurta hücresinin atıldığı yer farklılaşarak “korpus luteum” adı verilen dokuya dönüşür.

Korpus luteumun ana görevi, ortaya çıkabilecek bir gebelikte düşük olmadan gebeliğin rahime yerleşmesini sağlayan ve “progesteron” adı verilen bir hormonu plasentanın işlevsel hale gelene kadar üretilmesidir. Progesteron yeni oluşan bir gebeliğin rahim tarafından yabancı bir doku olarak algılanarak atılmasına engel olur.

Renginden dolayı adına “sarı cisimcik” de denilen corpus luteum zaman zaman içinde sıvı birikmesi nedeni ile kistleşebilir. Kistler genelde 3-4 cm büyüklüğünde olmakla birlikte 1-10 cm arasında değişebilirler. Hormon salgıladıkları için adet rötarına (gecikmesine) yol açabilir.

Kist içine kanama olursa kasıklarda ağrı görülebilir. Bazen patlayıp karın içine kanamaya yol açabilir. Bu durumda sıklıkla dış gebelik ile karıştırılabilir.

Korpus luteum kistleri, herhangi bir komplikasyon gelişmediği durumlarda tedavi gerektirmez ve kendiliğinden kaybolurlar.

Bazan corpus luteum kisteri özellikle gebeliğin ilk haftalarında da ortaya çıkabilmektedirler. Gebelikte oluşan corpus luteum kistleri genelde 3-4 cm çaptan küçüktürler.

Endometrioma (Çikolata Kistleri):

Çikulata kistleri, rahimin içini döşeyen “endometrium“ adı verilen zar tabakasının yumurtalıklarda bulunması ve her adet döneminde kanayarak kistleşmesi sonucunda oluşur.

Her adet döneminde kanayan kist içerisinde uzun süre kalan kan zamanla pıhtılaşıp eriyerek, çikolata rengi ve kıvamında bir sıvı halini alır. Bu nedenle bu kistler “çikolata kisti“ olarak anılmaktadır.

Çikolata Kistleri “Endometriozis” denilen bir rahatsızlık ile beraber olup genelde etrafa yapışıklıklar gösterir. Çikulata kistlerinin görülmesi endometriosis hastalığının şiddetli olduğunu gösterir.

Ultrasonografide yumurtalık içerisinde yer alan yoğun granüllü kistik kitlelerin görülmesi ile tanısı konulabilir.

Ultrason tetkikinde bir bölmeli (septalı), iki bölümlü bir “endometrioma (çikolata kisti)” görülebilir.

Çikulata kisti olan kadınlar veya genç kızlar genelde hekime ağrılı adet, cinsel ilişki sırasında ağrı (disparunia) , kısırlık (infertilite) ve fazla miktarda adet görme şikayeti ile başvururlar.

Endometriomaların ayırıcı tanısında yumurtalıklardan gelişen Neoplastik (Kanseröz) kistler içinde özellikle “müsinöz kanserler” bulunmaktadır. Serumda dolaşan “tumör maker’ları (tümör belirteçleri) ve doppler kan akımında direnç ve akım indexlerinin bakılması ile ayırıcı tanı yapılabilmektedir. Ancak yine de kesin tanı operasyon sonrası çıkartılan dokunun patolojik incelemesi ile konulur.

Endometrioma’ların tedavisi cerrahi operasyonla kistlerin çıkartılmasıdır. Bu cerrahi operasyonlar için genelde Laparoskopi yöntemleri kullanılmaktadır.

Çukulata kisti çıkartılan hastaların % 50’si ilk 6 ay içinde tedaviye gerek kalmadan hamile kalmaktadır.

4 cm’den küçük kistler ise beklenip izlenebilir veya bir takım ilaç tedavileri (Danazol, Gn RH analogları gibi) denenebilir.

İnklüzyon Kistleri :

Sıklıkla rahim ameliyatı esnasında rastlanan fonksiyonel olmayan bir kisttir.

İnklüzyon kistleri genellikle mikroskopik boyuttadır. Hiçbir belirti vermez ve ultrasonda da fark edilemez.

İnklüzyon kistleri büyük olasılıkla her yumurtlamadan sonra yumurtalık cidarının bütünlüğünün bozulmasını takiben iyileşme döneminde doku içerisinde “germinal epitel” adı verilen hücre türünün hapsolmasından kaynaklanmaktadır.

Bazı araştırmacılar bu kistçiklerin uzun dönemde habis (malign) değişime uğrayabileceğini ve over kanserinin öncülü olabileceğini iddia etmektedirler.

Teka-lutein Kistleri :

Aşırı hormon salgısına bağlı olarak ortaya çıkarlar. Hemen hemen her zaman çift taraflıdır ve 20 cm kadar büyük olabilirler. Sıklıkla kısırlık tedavisi alanlar ile gebeliğin anormal bir durumu olan mol gebeliği (üzüm gebeliği) durumunda sık olarak görülür. Tedavide yatak istirahatı ve takip gerekir. Bazı zamanlarda cerrahi tedavi gerekebilir.

Gebelik Luteoması :

Gebelik esnasında görülen solid (içi katı) yapıdaki kitlelerdir. Bazen 20 cm’ye kadar büyüyebilirler.

Hastaların dörtte birinde fazla miktarda salınan erkeklik hormonuna bağlı olarak gebelikte tüylenme (kıllanma, hirsutism) şikayeti yapabilirler.

Gebelik sona erdiğinde kendiliğinden geriler. Ancak diğer tümörlerden ayrımının yapılması gerekir. Selim(İyi Huylu) Over Kistlerinin Komplikasyonları

Selim over kistlerinin iki önemli komplikasyonu vardır:
– Torsiyon (dönme)
– Ruptür (patlama)
Her iki durumda da ani başlangıçlı ve şiddetli karın ağrıları mevcuttur.

Torsiyon (Dönme) :

İyi huylu over kistlerinde en korkulan komplikasyondur. Torsiyon; yumurtalığın kendi etrafında dönmesidir.

Bu durumda yumurtalığa giden kan akımı azalacağı ya da kesileceği için bir süre sonra dokuda “gangren (dokunun ölümü)” meydana gelir.

Torsiyonun klinik bulgusu gittikçe şiddeti artan ağrıdır. Bazen ise torsiyon tam olarak olmaz ve bu durum kendini hafif bir ağrı ile belli eder.

Bir süre sonra yumurtalık torsiyondan kurtulup “detorsiyone” olarak normal konumuna döner ve ağrı kaybolabilir.

Torsiyonun en çok görüldüğü “Dermoid kist” varlığında görülme sıklığı %3.2-16 arasındadır. Kistin büyüklüğü ve ağırlığı arttıkça torsiyon riski de artar.

Torsiyone over kistlerinde acil ameliyat gereklidir. Ameliyatla torsiyone olmuş kist tamamen çıkartılır.

Rüptür (Patlama) :

Bir kistin “rüptüre olması” yani patlaması kendiliğinden olabileceği gibi torsiyona bağlı da gelişebilir.

Rüptür aniden oluştuğunda genelde şok gelişir. Kist içeriği dermoid kistlerdeki gibi yağlı veya katı dokudan zengin ise bu dokular karın zarını (peritonu) irrite ederek tehlikeli bir durum olan “kimyasal peritonit”e neden olabilir.

Kist rüptürlerinde iç kanama meydana geliyorsa veya ağrı dayanılmaz hale gelip bir “akut batın (akut karın)” tablosuna dönüşüyorsa hasta acil ameliyata alınarak tedavi edilir.

Hafif şikayet yaratan ve şikayetlerin saatler içinde azaldığı durumlarda ise beklenip hasta takibe alınabilir.

 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…