Kanaat Hangi Tel Dolapta Saklı?

E

EU1

Ziyaretçi
Sonuna kadar okumaya deger...

70 bin çeşit ürünle yüz yüze gelen insan, kanaat etmeyi unutuyor. Kredi kartından aldığı cesaretle alabildiklerini poşetlere atıyor, alamadıkları aklında kalıyor. Mutfak doluyor, buzdolabı taşıyor. Eve gelince poşetlerin hiçbirinin içinden “huzur” çıkmıyor.

“Ve bilmezdim annemin yaşantısındaki renkliliğin yalnızca raflarda dizili kavanozların içindeki reçeller olduğunu”

İki rafına reçel kavanozları dizilmiş, ovulmaktan iyice boyası dökülmüş ama eskiyememiş, zarif ve sadık bir “tel dolap” resmi çağıralım hafızamızdan. Üst raflarında kavanoz kavanoz çilek, vişne, portakal, gül, ahududu reçellerini saklayan, kapaklı alt dolabında ev yapımı makarna, çorba, kurutulmuş meyve ve baklagilleri barındıran, çokça boya yemiş, kayın, ceviz ya da krem renkte bir tel dolap…

Ben sonlarına yetiştim tel dolaplı mutfakların. Gerçi o yıllarda tel dolabı hâlâ buzdolabıyla birlikte kullanılıyordu. Belki vefa, belki alışkanlık, belki de reçel kavanozlarının hatırı sayesinde, evlere buzdolabı girdikten sonra bile çok uzun yıllar atılmadı tel dolabı mutfaklardan. Ama yine de seviniyorum, hayatımda olmasa bile hafızamda gerçek bir tel dolabı resmi var diye. Lâkin bizden sonraki neslin tel dolaplı anıları ve hikâyeleri olmayacak. Çok yazık.

Mutfağında, tavan arasında ya da bodrumunda tel dolabı olanlar varsa hâlâ, benim tavsiyem, atmasınlar. Belki içinde yemek saklayacak kadar güvenemeyiz tel dolaba artık ama başka şekilde değerlendirebiliriz. Meselâ, geçenlerde bir sahafta gördüm. Dükkânın hemen girişinde, kitap raflarının arasında, epey eski olduğu hemen anlaşılan bir tel dolap vardı ama içi tıka basa kitap doluydu. Tel dolabın içini kitaplarla doldurmak fikri ilk duyuşta kulağa tuhaf gelebilir ama inanın son derece hoş ve orijinal görünüyordu.

Sebzeler Dört Mevsim Taze Ama…

Tek kapılı, çift kapılı, derin donduruculu, mutfağın bir duvarını kaplayacak büyüklükte olan ve domatesi dört mevsim taze tuttuğu söylenen buzdolaplarının vazgeçilmez olduğu mutfaklarımızda, tel dolaba ne ihtiyaç ne de yer kaldı. Buzu çözüldüğünde bozuluveren, son kullanma tarihi geçince çöpe giden, bir önceki kuşağın adını bile bilmediği, önlerine koysanız tenezzül edip ağzına sürmeyeceği gıdalarla doldu buzdolaplarımız. Minik minik kutu ve şişeler, rengârenk ambalajlara sarılmış yiyecek ve içecekler arz-ı endam ediyor dolaplarımızda.

Sonra ne oluyor? Sonra, lüzumlu lüzumsuz alıp tükettiklerimiz yüzünden günde 65 bin ton çöp üretiliyor. Evet, ülkemizde günde 65 bin ton çöp üretiliyor. Yani her gün “israf”ın sırtı biraz daha fazla sıvazlanıyor. Yani her gün küresel ısınmaya ve küresel sermayeye tam destek veriliyor. Yani, “Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz.” ayet-i kerimesini unutan insan, müsrif olmanın bedelini, hayatının içini boşaltarak ödüyor.

Yeni ve modern dolaplar sadece sebzeleri her mevsim taze ve canlı tutuyor, peki ya bütün ışığını kaybetmiş yüzleri… Hayatının içi boşalan insan, ne varlığa seviniyor, ne yokluğa şükrediyor. Kanaat ve şükrün girmediği eve depresyon giriyor. Mutsuz çehreler, düzensiz uykular, kızarmış gözler, donuk bakışlar, asık suratlar giriyor.

Üç Kaşık Yoğurt, Bir Torba Çöp

Otobüste bebeği mızmızlanan bir hanım, çantasından küçük bir kutu çıkartıyor. Reklamlardan biliyorum, bu bir meyveli yoğurt. Çocuklar yiyince hemen uzuyor, basketbolcu ağabeyleri kadar uzun oluyor! Sadece meyveli yoğurt bile bize neler taahhüt ediyor, düşünüp şaşırıyorum. İçinde renkli yoğurt olan plastik kutu son derece göz alıcı bir renkte tasarlanmış, ambalaj tekniği çok başarılı. İnsanın yaşına başına bakmadan alıp yiyesi geliyor. Hanım, zarifçe plastik kutunun üzerindeki renkli folyoyu açıyor ve pembe plastik bir kaşıkla renk şölenini tamamlıyor.

Çocuk meyveli yoğurt yiyor, hemen büyüyecek, upuzun boyu olacak! Annemin kardeşim için yıllarca hiç aksatmadan günlük yoğurt mayaladığı kavanoz geliyor gözümün önüne. Hiç tanımadığım bu hanıma içim kırılıyor. Ben bunları düşünürken, çocuk yoğurdu bitirmiş oluyor, hanım bu defa hemen çantasına davranıp bir kolonyalı mendil çıkartıp çocuğun ağzını burnunu güzelce siliyor. Çocuğun üç kaşık yoğurt yemesinin sonucu, bir poşet dolusu plastik çöp… Bağışıklık sistemini zayıflatan tatlandırıcılar, renklendiriciler ve koruyucular… Gözümün bir türlü alışamadığı obez çocuklar…

Bir Tek Huzur Çıkmıyor Poşetten

Ve… Bir cam şişe 4000 yıl, plastik 1000 yıl, çiklet kâğıdı 5 yıl, kola kutusu 100 yıl, sigara filtresi 2 yıl can çekişiyor doğada yok olmak için. Ve bir insan bir kere kullandığı cam kavanozu çöpe atmak yerine onu değerlendirirse, enerjiden % 33 tasarruf sağlıyor. Ve sadece bir insan, bir kere kullanıp atacağı poşetler yerine, sürekli kullanabileceği bez torba, sepet ve fileleri tercih ederse 100 litre petrol tasarrufu sağlamış oluyor. 100 litre petrol için dünyada kaç çocuk ölüyor?..

“Zenginlik istersen kanaat yeter.” diyor Hz. Mevlâna.
Kanaat, israfı def ediyor.
Kanaat, ruha, yuvaya ve dünyaya huzur vaat ediyor.
Kanaat, şükrü davet ediyor. Kanaat, modern çağ insanını tutuyor.
Kanaat, en çok Müslüman’a yakışıyor.

Peygamber Efendimiz, “Kanaat tükenmez bir hazinedir.” buyuruyor. Modern dünya, insana kanaat etmeyi unutturmak için hiç mola vermeden çalışıyor. Marketler her gün dolup dolup boşalıyor. Orta büyüklükte bir “süper market”te 5–30 bin çeşit ürün bulunuyor. Yetmiyor, bir “hiper market”e koşuluyor. Rakam ürkütücü. Bir “hiper market”te 40–70 bin çeşit ürün satılıyor. Meşhur bir market gururla sunuyor: “Yılda 1 milyar ürün satıyoruz. Bu yıl sadece 8400 ton makarna, sadece 24.000 ton deterjan sattık.” diyor.
Bizim Yunus bilmiş, bilmiş de söylemiş: “Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı..” demiş.

70 bin çeşit ürünle yüz yüze gelen insan, kanaat etmeyi unutuyor. Kredi kartından aldığı cesaretle alabildiklerini poşetlere atıyor, alamadıkları aklında kalıyor. Mutfak doluyor, buzdolabı taşıyor. Eve gelince poşetlerin hiçbirinin içinden “huzur” çıkmıyor. İşte tam bu sırada nefsine ağır bir darbe iniyor: “Kanaatkâr aziz olur, muhteris ise düşkün olur.” İçi sıkılıyor, gönül darlığı bitmiyor, mutlu ve sıcak bir şeyler arıyor poşetlerde, bulamıyor. 70 bin çeşit rengin içinde kaybolan bir müjde ısıtıyor yine içini: “Kanaatkâr ol ki, insanların Allah’a en çok şükredeni olasın.”

İnsan Yorgun Dünya Yorgun

Çok sevimli olmadığını kabul ettiğim ama son derece manidar ve önemli olduğunu düşündüğüm birkaç istatistik sonucuna dikkat çekmek istiyorum. Hepimizin sahiplenmesi gereken, zira bizzat bizim eserimiz olan bir tablo bu. Rakamları günlük tabanda vermeyi uygun buldum, çünkü aylık veriler son derece astronomik ve ziyadesiyle can sıkıcıydı.

Yıl 1996: İstanbul’da oluşan evsel katı atık miktarı günlük 5 bin ton.
Yıl 2007: İstanbul’da oluşan evsel katı atık miktarı günlük 15 bin ton!

İstanbul’da evlerden ve iş yerlerinden toplanan evsel katı atıkların (günlük) yaklaşık 1900 tonunu kâğıt, 900 tonunu cam, 2550 tonunu plastik ve 8000 tonunu mutfaklardan çıkan atıklar oluşturuyor. Çöpçüler artık kaldırımlardaki Sonbahar yapraklarını süpürecek zamanı bulamıyor. Çöpçüler artık şarkılara düşüp kimsenin aşkını süpürmüyor. Olup biteni şaşkın bakışlarla izleyen dünya yoruluyor. Tefekkürsüz eylemi ezber eden insan yoruluyor. Toprak yoruluyor, su yoruluyor, muhteşem dizayn yoruluyor.

Kalanlara Selam Olsun

Katı atık (çöp) kokusundan burnumuzun direği kırılmadan gidelim buradan. Balkonları fesleğen kokan evlere gidelim. Fesleğen kokusu sininin içinde kuruyan nane kokusuna karışsın. Salça tepsisinin üzerine bir tülbent örtülmüş de, iyice suyunu çekince kavanozlara konulacak olsun. Öğleden sonra komşular gelecek de birlikte erişte kesilecek olsun. Gözünde kalın gözlükler, elinde kalın şişlerle pencerenin kenarına oturmuş bir babaanne kucağına döktüğü yün yumakları tasnif ediyor olsun. Rengârenk, küçüklü büyüklü, inceli kalınlı, orlon, merserize, bir sürü yumak örüldükçe şal olsun, seccade olsun, battaniye olsun… Yeter ki bir yün yumak bile ziyan olmasın.

Sayıları azalmış olsa da, şükür ki hâlâ hiç bir şeyin ziyan edilmediği evler var. Oda parfümü değil, “ev” kokan evler… O evlerde sabunlu el bezleri ikram edilir misafire.
Elleri yapış yapış yapan tek kullanımlık “ıslak mendiller” değil. O evlerde anneler bebeklerine hâlâ küçük kavanoz ya da kâselerde günlük yoğurt yapıp yedirir. Hazır yoğurtlar giremez o evlere. Hazır çorbaya itimat edilmez, hazır salça tat vermez yemeğe, hazır reçel sürülmez kahvaltıda ekmeğin üzerine.

O evlerde mevsimlik meyveler takip edilir, en taze ve en ucuz olduğu zamanda bolca alınıp, akşamdan şekere yatırılır, sabah kaynatılır ve evin içine yayılan “kef” kokusunun adı, “huzur” olur. O evlerde, daima ağzına kadar dolu olan ve her acıkanı doyuran tel dolabının içinde ya da “sergen” denilen ve genelde tabakların konulduğu rafların en üstünde dizili duran reçel kavanozları olur. Bazen reçel kavanozlarının kapakları, sarı beyaz, pembe beyaz, mavi beyaz pötikareli örtülerle kaplanır, örtünün çevresi kurdeleyle bağlanır ve fiyonkların hepsinin aynı yöne bakmasına itina gösterilir. O evler Müslüman evidir. Müslüman’a itina yakışır, zarafet yaraşır, kıt olana kanaat, çok olanı infak yakışır.
O evlerde, “Ya Rab verdiğin rızıkla beni kanaatkâr kıl ve rızkı benim için mübarek eyle.” diye dua edilir;“âmin” meleklerden gelir.


alıntıdır...
islamikariyer.com
 
X