Kadinin Bagimsizlik Korkusu - Dr.phil. R. Meltem Kavcar Sırmalı

Kuzey

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
30 Ocak 2007
2.027
13
KADININ BAĞIMSIZLIK KORKUSU

Çocukken masal dinlediniz mi? Hatırlıyor musunuz size anlatılan masalları? Birkaç örnek verebilir misiniz?

Hemen bakalım birkaç tanesine: Pamuk Prenses; Rapunzel; Uyuyan Güzel; Cinderalla, Külkedisi masalını ve başka bir takım masalları halen hatırlıyorsunuzdur. Masallara şöyle bir baktığımızda, masallardaki genel genç kız rolünün hep korunmaya muhtaç, güzel, sevimli, kendi başına ayakları üzerinde duramayan, kader ne getirirse, onu yaşayan; masalın sonunda da hep yakışıklı, güçlü ve zengin erkek tarafından kurtarılıp, kurtarıcısı güçlü, kuvvetli erkekle (beyaz atlı prens) evlenip sonsuza kadar mutlu ve korunmalı yaşayan bir kadın model olduğunu görürüz. Masallarda genellikle ataerkil toplum düzeninin devamını sağlayan veriler vardır. Anlatılan hikayelerde kadının ve erkeğin rolleri belirlenmiştir. Kadın evin içinde, erkek ise evin dışındadır. Kadın geleceğini ancak bir erkek sayesinde kurtarır. Kadınlar masallarda hep evin içindedirler. Ev içinde de kendilerini güvende hissedebilmeleri için hep bir erkeğin himayesinde olmalıdırlar. Yoksa kötüler ona zarar verir. Evin dışı ise bir sürü tehlike ile doludur. Örneğin Pamuk Prenses ormandaki tehlikelerden uzaklaşabilmek için, - fazla erkeksi özellikler taşımasalar da, yine de erkek cinsiyetinden olan – yedi cücelerin evine sığınır. Erkek egemen kültür tarafından emniyetli olan evin içine kapatılan kadın, dış dünyada var olmaya kalktığında bir takım sınırlamalar ile karşılaşır. Bu sınırlar kadına, kendi cinsel kimliği ile dış dünyada yeterince rahat hareket edemeyişinden kaynaklanan savunma mekanizmaları geliştirme zorunluluğu getirir. Geliştirilen savunma mekanizmaları kadının dış dünyadaki varlığını ancak erkekleşmesi ile mümkün kılar. İşte bu nedenle bazı masallarda da – özellikle doğu masallarında – kadınlar evin dışına çıktıklarında oluşabilecek tehlikelerden erkek kılığına girerek kurtulurlar. Masal kadını kendini dış dünyada meşrulaştırabilmek ve serbest dolaşım hakkı elde edebilmek için bu yola başvurmuş, namus ve iffeti üzerinde, erkeğin oluşturduğu tehditten kendini ancak bu şekilde koruyabilmiştir. Ne var ki, kadın söz konusu erkeksileşmeyi, amacına ulaşarak ev içine tekrar dönüğünde sürdürmez. Kadın, erkeğinin yanında ev içine girip “esas kadın” olduğunda, dış dünyadaki erkeksi davranışlarını terk eder; kadın kimliğinin kendisine yüklediği tüm sorumlulukları yerine getirir. Temizler, pişirir, bakar, gözetir. Bir kızın, ev dışında kendi cinsiyetiyle var olabilmesiyse yaşlı “evde kalmış” ve çirkin olmasına bağlıdır.

Ya masallardaki güçlü kadınlar? Onlar hep cadıdır, kötü annedir. Sevimsizdir, çirkindir, hırçındır, mutsuz ve yalnızdır. Masalın sonunda hep kaybederler.

Güç kadını çirkinleştirmektedir masallarda.

Çocukların bir kısmı bu masallarla büyürken, büyük bir kısmı da televizyondaki bir çikolata reklamında evcilik oynayan bir kız bir erkek çocuğun “Bu akşam ne pişirdin?” “Bugün bir şey yapamadım, dışarıdan getirttim” diyalogunu seyrederek, model alarak büyümektedirler.

Haydi biraz da reklamlara bakalım:

Kadın bir dekordur, erkeğe bağımlıdır, ev kadınıdır, annedir, güzelliği kullanılmaktadır, rahat ve konfora düşkündür.

Reklamlarda iki tür kadın tanımı verilmektedir:

Birincisi yalnız, kentli ve seksi kadın Bunlar parfüm reklamlarında, kozmetik ürünlerinde ve moda konusunda kullanılır.

Ama dantel iplikleri ya da yağ reklamlarındaki kadın geleneksel rolün kadınıdır: Evli, aile içindeki kadındır. Ya da koca bekleyen kızdır: Eşarp reklamları ya da hijyenik kadın bağı reklamları genç kızlara dönük imajlar kullanır.

Ev kadını en çok deterjan reklamlarında ve bizden biri olan bir kimlikte kullanılmaktadır. Hiç bir çarpıcılığı olmayan, sıradan ev kadını, çamaşır konusunda karar vericidir. Evli kadın ailesine yağ ürünlerini sunmakta ve mutlu aile yemekte ev içinde gösterilmektedir.
Yemek sonrası bulaşıkların yıkanması aile de kızı veya anneyi ilgilendirir ve bu kişilere yönelik bir tüketim maddesi olarak lanse edilir deterjanlar. Yani ev kadını seksi değil ama ciddi bir tüketicidir.
Kentli kadını yalnız, özgür, atak ve seksi tanımlayan reklamlar bunun karşısına ev kadınını konumlandırmaktadır.

Kadının işi gücü ev silmektir. Sabun, deterjan gibi ürünlerin reklamlarında kadın, sürekli kendisine bir şeyler öğretilen kişidir. Kadın hiçbir şeyi kendiliğinden akıl edemez reklamlarda. Hep bir öğretici vardır. Öğreticiler de ya yaşı büyük “anne” kadınlar, ya da erkeklerdir.

Reklâmlarda Kadın İmajı:

Kadın 'evinde, elinde tenceresiyle kocasını bekleyen kişi'dir.

Bir deterjan reklâmında, kadına "ev kadını" rolü verilmiş; kadın, temizlik yapmakla eşleştirilmiştir. Kadının başarılı bir "ev kadını" olabilmesinin de, akıllı kadınlar gibi X deterjanı seçmekten geçtiği mesajı verilmektedir.

Ev içindeki kadın, çamaşır yıkayıp, ütü yapan, lavaboları, halıları ovalayıp duran, sürekli yemek yapıp, çocuklarına kurabiye pişiren kadındır. Gerçek olamayacak kadar kusursuzdur. Ona ancak özenilir.

Çalışan kadın ise sadece pahalı parfümlere, pırlantalara ve alışveriş yapmak için kredi kartına ihtiyaç duyar. Sürekli koşuşturur ve yalnızdır. Kendine “özgür”dür. Özenilecek tarafı pek yoktur. Çünkü baştan çıkarıcı ve arzuludur. Bir anlamda ev içindeki kadının düşmanıdır.

Şimdi de dönüp gerçek hayata bakalım:

Kadınlara, çocukluklarından itibaren nasıl bağımsız birey olacakları değil de, nasıl bağımlı kalacakları öğretilir. Kadından beklenen hep “iyi kız çocuğu”, “iyi ve düzenli öğrenci”, “iyi sevgili”, “iyi eş” ve “iyi anne” olmasıdır. Eğer kadın bu rolleri doğru bir şekilde yerine getirirse, babasının, ağabeyinin, eşinin, oğlunun kanatları altında olacak ve hep bakılıp korunacaktır. Bu ödüle layık olmak için kadın hep eksik ve yardıma muhtaç birisi, kendi kendine yetemez gibi algılanarak ve algılatılarak bu öğretilerle büyütülür . Bu öğretiler ile evin içinde olmanın ne kadar güvenli olduğunu öğrenen kadın dışarıda olup bitenlere karşı hem kayıtsız kalmaya hem de o dar alanın dışındaki her şeyden korkmaya başlar. Eve kapandıkça korkar, korktukça eve kapanır. Kısacası kadına büyürken özyeterli olmanın erkek özelliği olduğu öğretilir. Halbuki erkeklere özyeterliliğini veren doğa değil, eğitim ve sosyalleşme sürecidir.

Kadına hep güçlü ve özgür kadınların, kadınlıktan uzaklaşıp sevimsiz ve yalnız kalacakları öğretilir. Bu öğreti ile büyüyen çoğu kadın da evlenir evlenmez, hırslarından ve hayallerinden vazgeçer, hayatla bağlarını koparır. Bakıcı, destekleyici birim olarak başkalarının rüyalarının gerçekleşmesi için kendi isteği ile kendi benliğinden vazgeçer. Karşılığında da korunup gözetileceği, bakılıp sevileceği bir karşılık sistemi ve beklentisi oluşturur.

Tüm bu öğretiler neticesinde kadın bağımsız olmanın ne kadar ürkütücü olduğuna karar verince de, tıpkı bir keseli hayvan gibi, başkalarının korumasında yaşamanın ne kadar huzur ve güven verici olduğunu keşfeder. Zaten bağımsız kadın, kadınlıktan uzaklaşıp sevgisiz, sevimsiz, hırçın olmuyor muydu? Ehh, bu kötü özellikleri seçmek hiç de akılcı olmayacaktır.

Bugün bile bırakın kırsalı, büyük kentlerde kız çocuklarının halen büyük bir kısmı büyünce ne olacakları sorulunca, “gelin” ya da “anne” cevabını vermektedirler.

Kız çocuklar büyürken önce annelerini örnek alırlar. Şöyle bir dönün bakın annenizin çizdiği kadın modeline. Siz ise şimdi muhtemelen bambaşka bir kadın modeli olma yolunda çaba sarf ediyorsunuz.

Haydi biraz da babalara bakalım. Sonrasında da küçük babalar olmaya öykünen ve esas babadan çok daha sert bir koruyucu, kollayıcı, kural koyucu ağabeye bakalım. Kadınlar ülkemizde büyürken sadece anne-babaları tarafından kısıtlanmazlar, bir de çok önemli bir figür ağabey vardır kızın hayatını kısıtlayan.

Babalarınızı kısacık tarif edecek olsanız, nasıl tarif edersiniz? Anlayışlı, destekleyici, özgür bir birey olmanız için size elinde olan her imkanı sunan? Ya da daha mesafeli bir ilişkinizin olduğu bir babanı mı tarif edersiniz? Sizin özgür bir birey olup yaşamınızla ilgili tüm kararlarınızı – gerekli araştırma ve danışmaları yaptıktan sonra – vermenizden aslında çok korkan, bu nedenle de sizinle zaman zaman sert, sert değilse bile mesafeli olan bir babadan mı?

Peki ya ağabeyler? Kaçınızın ağabeyi var bilmiyorum. Kaçınızın ağabeyi ile ilişkisi sağlıklı bilemiyorum. Ama genele baktığımız zaman, ağabey yaşlanmakta olan babanın çok daha şiddetle yerini alan bir kontrol mekanizmasıdır bizim kültürümüzde. Babanızı yumuşatabilseniz bile, ağabeyinizi yumuşatabilir misiniz? Ağabeyinizin yanlış bulduğu bir durumu, örneğin çalışmayı, onun isteği hilafına gerçekleştirebilir misiniz? Bırakın sizin isteklerinizi, acaba anneniz ağabeyinizin üstünde sizinle ilgili konularda yeterince söz sahibi midir?
Bilemiyorum, içinizden kaçınız babanızdan ya da ağabeyinizden çekinmek yerine onları çok sever ve onlarla harika bir ilişki içindesinizdir?

Tüm bu örneklere baktığımızda, kadının neden çalışmak istemediğini son derece net olarak görüyoruz. İşin “kolayı ve güvenlisi” varken neden “zoru ve güvensizi” seçsin ki kadın? O kadar çok durum, kurum ve kişiyle mücadele etmeli ki. Önce ailesiyle, sonra sosyal çevresiyle, sonrasında iş hayatındakilerle ve en zoru, önemlisi de kendisiyle. Bu yaşa kadar hep güvenli bir şekilde evde başkalarının himayesinde yaşayabileceğini öğrenen bu genç kadın, dışarısının bir sürü tehlike ile dolu olduğuna ikna olmuştur. Önüne bak, doğru otur, öyle gülme, ağır ol, kendini koru komutları almadan büyümüş kaç kız çocuğu vardır acaba? Tüm bu korkunç tehlikeler ile dolu dünyada kadın niye çalışsın ki?

Halbuki doğa kadına müthiş bir üretme becerisi vermiştir: üreme, doğurma. Kadının üretkenliğinin sadece doğurmakla sınırlı kalması ne büyük kayıp. Doğanın verdiği bu ve diğer birçok müthiş beceriyi kendisi, ailesi, yakın çevresi, ülkesi ve insanlık adına o kadar farklı alanlarda kullanabilir ki. Kadının önce kendi becerilerinin, doğanın verdiği hediyelerin farkına varması lazım.
 
Son düzenleme:
Virginia Woolf’un “Kendine Ait bir Oda”sını okumanızı öneririm” Özgür bir kadın olmak için her kadının parası ve kendisine ait bir odası olmalı” der Virginia Woolf. Bu anlamda çok önemli bir yazardır. Kadınların neden özgürleşmekte zorlandıklarını anlatmıştır o dönemin şartlarında.

Bağımsız olmak için her kadının “Ben çalışmak istiyorum” demeyi başarması çok önemlidir.

Kadın sadece 100 senedir, özellikle de 2. Dünya Savaşı’ndan sonra dört duvarının dışına çıktığı için, içine girdiği dünya da tamamen erkek dünyası olduğu için, kadın bu dünyada varolmanın ancak erkek silahları kuşanarak mümkün olduğu çıkarımını yapmış ve büyük bir yanlışa düşmüştür. Bu nedenle de bugün iş hayatında yükselmekte olan kadınlara baktığımızda, büyük bir kısmının kadın özelliklerini aşağıladıklarını, erkek özelliklerini yücelttiklerine şahit oluruz. Hatta bizim dilimizde bile vardır. “Erkek gibi kadın” deriz iltifat olarak.

Biraz da istatistiklere bakalım:

Ticaret ve Satış alanında çalışanların sadece % 14’ü kadın.

Okuma yazma bilmeyenlerin % 76’sı kadın.

Milletvekillerinin % 9’u, Belediye Meclisi Üyelerinin % 3’ü kadın.

Doktorların % 26’sı kadın.

Bürokrasiye baktığımızda; kadın müsteşar yok. Müsteşar yardımcılarının % 3’ü kadın

Hiç kadın vali yok, vali yardımcılarımızın % 1’i kadın.

Hiç kadın sendika başkanı yok.

Tüm sendikalı işçilerin sadece % 10’u kadın.

Kadının hayata, işgücüne katılımının yükselmesi beklenirken, bunun tam tersi bir durum oluşmuştur.

Tüsiad ve Kagider’in Temmuz 2008’de ortaklaşa yayınladıkları Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği: Sorunlar, Öncelikler ve Çözüm Önerileri raporunda çarpıcı sonuçlara ulaşılmış. Bu sonuçlardan bazıları şunlar:

15 yaş ve üzeri yaştaki tüm kadınların işgücüne katılım oranlarının dağılımına bakıldığında, 1988-2006 yılları arasındaki 18 yıllık süre içerisinde önemli bir azalma gözlenmektedir. 1988 yılında kadınların işgücüne katılım oranı % 34,3 iken, bu oran 2006 yılında % 24,9’ a düşmüştür. 1988-2006 yılları arsında 15 yaş ve üzeri kadın nüfus, mutlak rakamlara bakıldığında % 35 artarken, işgücü potansiyeli ancak % 10 artmıştır.

15 yaş ve üzeri yaştaki kadınların istihdam oranları da, bu dönem içerisinde işgücüne benzer, ancak daha güçlü bir şekilde azalma eğilimi göstermektedir. 1988 yılında % 31 olan kadınların istihdam oranı, 2006 yılına gelindiğinde, % 22’ye düşmüştür.

Tüm işgücü içinde kadınların payı 1988 yılında % 30,2 iken, 2006’da %26,2’ye gerilemiş. Erkeklerin işgücü içindeki payı ise 1988 yılında % 70 iken, 2006’da % 74’e yükselmiştir.

Kadınların işgücüne katılım oranı 2006 yılında Türkiye genelinde % 24,9 iken, kentlerde

% 19,9’dur. Kentlerde her beş kadından sadece biri işgücündedir. Kentlerde yaşıyor olmak, kadınların ekonomik yaşamdan neredeyse tamamen uzaklaşması anlamına gelmektedir.

1988 yılında kadınların kırda işgücüne katılım oranı %51 iken, bu oran 2006 yılında % 33’e gerilemiştir.

İstatistiklerden de görüldüğü üzere kadının bağımsızlık korkusunun toplum tarafından bu derece destekleniyor olması kadının gittikçe daha da fazla eve kapanmasına neden olmaktadır.

Kadınlar; bu dünyayı güzelleştirip zenginleştirmek sizin elimizde. Becerilerinizin, doğanın size verdiği hediyelerin farkına varın ve bunları üretimde kullanın. Sadece tüketen bir grup olma olumsuzluğundan çıkın. Üretin. Çalışın. Çalıştıkça, özgürleşeceksiniz. Çalıştıkça, kendiniz olabileceksiniz. Çalıştıkça, kendinize, ailenize, yakın çevrenize, ülkenize ve insanlığa çok şey katacaksınız.

Bağımsız olmaktan korkmayın. Bir kadın değişir, toplum değişir.

Dr.phil. R. Meltem Kavcar Sırmalı
 
Son düzenleme:
Okudukça öğrendim..
Öğrendikçe bilinçlendim..
Uzman doktor baba,ilkokul mezunu ev hanımı bir annenin kızı olan arkadaşıma hep yürü dendi,koş dendi,çalış dendi,yaparsın dendi..
Öğretmen ana babanın oğlu olan kadının eşine de kadın kısmı bilmemnesini gezdiren kocasını sadakat ile bekler,bebesini besler,uyutur,altın günlerine katılır,kayınvalidesinin çayının yanına limon koyar denmiş..

Ne kadar büyük yanlışı görmezden gelerek evlenmişler
Allahım sonlarını hayretsin inşallah..
Oysa ki şehiri,köyü,cahili,kültürlüsü demek değilmiş gerçekler.. Güzel olan; öncelikle genç kızlarımızın ayakta durmasını sağlayacak hem maddi hem de manevi desteği vermekmiş.. Hem ileride eşlerine boyun eğmesinler hem de kendi ayakları üzerinde durdukları için yaşama daha gülen gözlerle baksınlar diye..:smiley-cool:
 
Kadın "kadın" olmanın bedelini ödüyor...
Toplum ödetiyor...
Çünkü kendi ayakları üzerinde durmuş bir kadını en çok kadınlar eleştiriyor..
Kadın ya babasına muhtaç olsun ya kocasına isteniyor...
Kadın özgür değil...
Ailesinin, kocasının hayallerini yaşıyor kadın...
Kadının adı yok...
Kadının benim diyebileceği bir hayatı yok..
Peki bunda kadınlarımızın hiç mi suçu yok...
 
sorma yaa resmen kadın kadının kuyusunu kazıyor.ama onlarda hep büyüklerinden doğru sanılan ve süregelen gelenek misali davranışlarla yetiştirildiği için olsa gerek.öylede oluyor.bu iş yeni yetişen nesilemi düşüyor ozaman,bilinçlenip kendi evlatlarını kendileri gibi yetiştirmemekle başlıcaklar.
ne iyi olur.iyiki çocuklarımı okuttum.en çokda kızım için uğraştım.ve evlenincede.
evlendiği kişi aynen masallarda anlatılan erkek timsali,
o kadar okudu,öğretmen oldu.ve kararsızdı eşi istemesse ya,gibilerinden takıntısı vardı kızımın.aldım karşıma.
------ bak ben seni sadece ev hanımı olasın diye okutmadım,ayakların üstünde durup,kimseye boyun eğmeyesin,bir duruşun,,gerektiğinde kuralın ve her türlü sosyal, kültürel faliyetlerin olsun diye okuttum.
eğerki mesleğini bırakırsan hakkımı helal etmem.yüzüne baksam bile içim doğrulmaz dedim.
ve benim kızım gözü kör aşıklardan olduğundan az daha onca emek verdiği işini bırakacaktı.

dilerim herkez okutabilsin,bayanlarımız bulabildiği iş imkanlarını değerlendirip dörtduvar arasına sıkıştırılmasın.
 

ne güzel yazmissin,yüregine saglik,,,,,,,,,,,,,,,,,
 
öncelikle suç bizlerde bize uygun gördükleri rolleri oynuyoruz hep ve çocuklarımızı da öyle yetiştiriyoruz unutmayın o babaları ve kocalarıda bir anne yetiştiriyor ve kendi ayakları üzerinde duramayan güvensiz kadınlarımızı da....benim isteğim kız çocuklarımızı artık bu ezilmişlikten kurtaralım ve dimdik yetiştirelim.ben öyle yapmaya çalışıyorum çünkü.
 
maalesef o rolleri oynamadığımda dışlandım evliliğimde.üstelik güyaa farklı bir adamla evlendim.şimdi bazı şeyleri üstlenmeye mecburum.oysa paylaşımcı eşit bir hayat kurmalıydım ben kendim için olmadı.kızımı büyütürken dimdik ve özgüvenli olması için elimden geleni yapacağım.evliliklerin kadın hayatının merkezi olmaktan çıkarılması lazım.önce iş edinmek gerek.ama o da yetmiyor.cesur olmak gerekiyor.
 
Üretin. Çalışın. Çalıştıkça, özgürleşeceksiniz. Çalıştıkça, kendiniz olabileceksiniz. Çalıştıkça, kendinize, ailenize, yakın çevrenize, ülkenize ve insanlığa çok şey katacaksınız.

çok bilğilendirici bir yazıydı teşekürler paylaşım için
helede sonundaki yazı hele süperdi.
bütün bayanların çalışması gerektiğine inanıyorum
ama işte bazen özgürlüğüne düşkün kadınlar bile bu ekonomik krizden etkilenip
evde oturuyorlar.
korkuyorum evlenince bende iş hayatımın sona ermesinden.

umarım herşey güzel olur.
 
ben de okulu bitirdim evlendim ve şimdi çocuğum oldu ona bakıyoum ve eşim çalışmama karşı niye karşı olduğunu biliyorum onun karşısında dik olmamı istemiyo hep ona muhtaç olayım istiyo ama böyle yapmakla beni ben olmaktan çıkardığının ve evliliğimize zarar verdiğinin farkında değilben evde oturdukça kendimi işe yaramaz amaçsız hissediyorum ve bu beni olumsuz etkiliyo kendimi 4 duvar arasında sıkışmış hissediyorum
 

sende gelecekteki halimi görüyorum. bir işi var evlilik arifesindeyim şimdiye kadar hep başıma buyruk hareket ettim işimde yükseldim. ama nişanlıyken bile erkek üstündür diye düşünenlerden nefret ediyorum ve o erkek benim kocam olacak çocuk olunca oda beni çalıştırmayacak ve bendee... devamını sen yazmışsın işte kaydirigubbakcemile
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…