Fransa'da, bir yazlık şatoda, bir akşamüstü güneş günlük sıcak devrini tamamlamaya hazırlanırken, şatonun şarap mahzenine inen bir adam. Bu kişi, bir zamanlar o hiç sevmediği Amerika'nın Los Angeles eyaletinde bir otel odasında delirip odanın içinde ne var ne yoksa yakarak hapsi boylayan Johnny Depp'ten başkası değil.
Kendisini en çok sanırız Arizona Dream'de ambulansın içinde aya doğru ilerleyip tüylerimizi diken diken eden sahneden hatırlayabiliriz. Amerika'da yaşamayı reddedip Avrupa topraklarında yaşayan yakışıklı aktöre neden Amerika'da yaşamadığı soruluyor. Şarap mahseninde parmakları arasına sıkıştırdığı ve neredeyse bir organı haline dönüşmüş olan sigarasından bir nefes çektikten sonra dumanı havaya üflüyor. Sigara içenlere ikinci sınıf insan muamelesi yapılan bir yerde yaşamaktansa, hemen hemen her yetişkin insanın parmakları arasından çıkan duman eşliğinde çalıştığı, yürüdüğü, kafenin ayrım yapılmadan istediği herhangi bir yerinde oturabildiği, kültürel gelenekleri olan Avrupa topraklarında özgürce sigarasını içerek yaşamak istediğini tercih ettiğini söylüyor. Bunu söylerken soruyu soran kişiye elindeki sigara paketini uzatıyor. Bu adamı reddetmek mümkün mü sizce? Kabul ediyor. Ancak Depp'in paketi uzattığı kişinin kabul ettiği sigara hayatında içeceği ilk sigara!
Edward Makaseller ile akılda kalıcı rollerine başlayan bu adam kuşkusuz şu an yaşayan aktörler arasında her role yakışan ender aktörlerden biri olarak tanınıyor. Hollywood'a asla yakın durmayan ve bu yüzden Oscar alması zor gözüken aktör, bu sene en azından Akademi tarafından Oscar'a aday gösterildi. Yine kendi çizgisindeki bir aktör olan Depp, Sean Penn'e kaptırdığı Oscar ödülüne sanırız çok da üzülmemiştir.
O akşam, Woody Allen'ın Annie Hall ile Oscarları topladığı gece klarneti ile gece kulübünde çalmayı tercih etmesi gibi farklı bir işi olmadığından, kırmızı halıyı adımlayıp rahat etmediğini düşündüğümüz koltuklara oturmuş olmalı. Keşke mümkün olsaydı da Akademi ödülleri paylaştırabilseydi. Sean Penn kadar Johnny Depp'te bu ödülü şüphesiz hakediyordu. Hatta daha fazla hak ettiğini düşünenlerin sayısı sanırız daha fazla.
Depp'in oyunculuğunu, kendine has aurası ile çevrelenmiş ve herşeyi altına çeviren bir simya ile zenginleşmiş bir sihir olarak tanımlayabiliriz. Bunu elbette daha çok kadınlar iddia ediyor olmalı. Kate Moss'u intiharın eşiğine sürükleyen, Winona Ryder'ı alkol komalarına sokan bir adam olduğunu düşünürsek, kendisine yönelik bu fetiş yaklaşımları aslında normal karşılamak gerek.
Bütün bu magazinsel durumları bir kenara bırakıp oyunculuk açısından değerlendirme yaptığımızda da, ortaya gerçekten "yakışıklı bir performans" ortalaması çıkıyor. Etkili jestlerini ve entonasyonu belli bir imge ile buluşturup oynadığı karakteri zenginleştirme yeteneğine sahip olan Depp, seyirci ile doğrudan temas kurabilen nevi şahsına münhasır aktörlerden. Onu izlerken gerçekten doğrudan seyirciye hitap ettiğini, seyircinin ona dokunduğunu, her zaman onun etrafında olduğunu ve sık sık oluşturduğu sürpriz etkilere tüm sarsıcılığı ile yakalanıp şaşırmadan edemediğini görürüz. Depp, seyircinin bilinçaltına kasıtlı olarak saldırdığını düşündürür. Çünkü canlandırdığı yalnızca etten kemikten bir karakter değil aynı zamanda bir imgedir. Edward Scissorhands, Arizona Dream, Dead Man, Don Juan DeMarco, Fear and Loathing in Las Vegas filmleri akla hemen gelen ilk örneklerdir. Özellikle Tim Burton ile yakalamış olduğu "yönetmen-oyuncu sinerjisi" örneklerine az rastladığımız cinstendir. Fellini-Mostroianni, Sergio Leone-Clint Eastwood, David Lynch-Jack Nance nasıl beraber anılıyorsa; Burton-Depp ikilisi de şüphesiz birlikte akla gelir.
Burtonın konu ile ilişkilendirilebilecek hoş bir yapımı da vardır aslında:Ed Wood. Sinema tarihinin en başarısız, en azimli ve en kült yönetmenlerinden birinin portresini çizen bu ikili. Ed Wood-Bela Lugosi ilişkisi ile aslında yönetmen ve vazgeçilmez oyuncusu konusunda da bir saptama yapmışlardır. Ed Wood filmleri her ne kadar başarısız olmasına rağmen Bela Lugosi ile anılıyorsa, Tim Burton filmleri de şüphesiz Johnny Depp'in varlığıyla anılacak.
Depp, büyük bir oyuncunun sahip olması gereken doğal yeteneğin yanı sıra, artık yüklü de bir deneyim fonuna sahip. Bu cephanelik, yani başka bir deyişle oyunculuk metodları, hünerler, kendine has trüklerden oluşan bir birikim. Depp her rolü için bunlardan belli sayıda bileşenler seçip kendi aurasını konuşturarak seyirciyi avucunda tutabiliyor. Bu hüner hakiki aşktan kaynaklanan verme ve alma tutumunu andırıyor. Çünkü Deppin oyunculuğunda varlığını saran ihtirası görebiliyorsunuz. O yüzdendir ki sinemada fetişleştirilen oyuncuların başında geliyor. Kısacası, tıpkı büyük bir şairin sözcüklerden kendi dilini yaratması gibi, Depp te kendine özgü oyunculuk yeteneklerinden oluşan, kendisine ait psikanalitik bir dil inşa ediyor. Örneğin Fear and Loathing in Las Vegas filminde canlandırdığı karakterin fazla uyuşturucu kullanmaktan dolayı geldiği nokta tam da bu psikanalitik duruma tekabül ediyor.
Amerikan rüyasını uçabilme isteğiyle ilişkilendiren Arizona Dream'de de bu anlamda zengin bir oyunculuk performansı sunuyor. Bu tür filmlerde Deppin tercih edilmesi ve oynadığı filmlerden sonra o rolde başkasını düşünememek aslında bunu doğrular nitelikte.
Depp şu anda eğer bir film setinde değilse sanırız evinin arka bahçesinde çocukları ile yakalamaca oynuyordur. Ama her şeye rağmen o sigarayı ağzında düşürmeden.