- 12 Temmuz 2006
- 643
- 9
- 48
Evet, yanlış okumadınız. “Ben bir deliyim.”
24 saatlik günümün çok büyük bir kısmını gülmekle geçiriyorum. Bu yüzden de çevremdekiler tarafından “deli” damgasını yedim. Ama ben bu durumdan çok memnunum. Çünkü başkalarının sözüne aldırmıyorum. Çünkü bu hayat benim hayatım.! Çünkü ben bana benim için lazımım! Bu yüzden gülüyorum her daim.
Gülmek, aslında öyle vefalı bir dost ki… En zor günlerimde ne yapıp edip geldi yanımda. Ben onun sayesinde şu anda çok mutluyum ve yine onun sayesinde güçlükleri atlatmayı başardım. Bazı insanlar var ki yalnızca mutlu olduklarında ya da komik bir olayla karşılaştığında hatırlıyor gülmeyi. Böyle olmamalı. Gülmek hayatımızın her safhasında yer almalı. Uçurumun kenarına geldiğinde bile gülmeli insan. Mutluyken herkes güler ama marifet hıçkırıklarla ağlarken birden sevgiyle gülebilmek. Hayat başka nasıl güzel bir hal alır ki? İnsan gülmese, hep karalar bağlayıp otursa, karamsarlıkla kardeş olsa bazı şeyler, olmayacakları varsa bile olur!
Hep şikâyetçi değil miyiz: “Artık hiç bir şey zevk vermiyor, yediğim yemeğin tadını alamıyorum.” diye. Peki, hiç düşündük mü, sorduk mu kendimize NEDEN diye. İstiyoruz ki hayat önümüze hep güzellik çıkarsın, bir problem olmasın, her şey güllük gülistanlık olsun, mutlu olmak için her şey hazırda beklesin. Kusura bakmayın ama biraz fazla istiyoruz. Bence bunların bir kısmını özellikle mutlu olabilmeyi kendi başımızı da becerebiliriz. “Peki, ama nasıl?” diye soruyorsunuz, duyuyorum İlk önce, şunu aklımızın bir köşesinde kazıyalım: Gülmek için mutlu olmayı beklemeyeceğiz. Hayatın bize sürprizler yapmasını beklemeyip kendi kendimize sürprizler yapacağız. Küçük şeylerden büyük mutluluklar çıkaracağız. Sonra Pollyanna olmayı öğreneceğiz. Kötü bir olay olduğunda hemen fırtınalar koparmayacağız, insanın yüzüne tatlı bir sıcaklık veren sakin rüzgârlar estireceğiz. “elbet bunda da bir hayır vardır” ya da “Demek bunları yaşayacağımız varmış” diyerek kendimizi avutup sakinleşmeliyiz. Klasik bir tabir ama bardağa her zaman dolu tarafından bakmak lazım.
En son aşama ise çok kolay ama bir o kadar da güzel bir aşama. Sevmek.. Hayatı, insanları, taşı, kelebeği, bukalemunu ve tabi ki kendimizi sevmek. Hani bir şarkı var ya “Hayat sevince güzel, sevince tatlı günler…” diye. Aynen öyle işte. Sorunlara karşı sevmek hayatınızı öyle bir güzelleştirecek ki bir süre sonra hayatınızın güzelliğini kıskanır olacaksınız. “Ya ben neden hayat kadar güzel değilim?” diye hayıflanacaksınız eminim. 
Gülmek, iyimserlik ve sevmek.. İşte mutluluğun, yaşama zevkinin formülü. “iyi hoş da ben bu dediklerini yaparsam senin gibi deli olmaz mıyım?” diye soranlar çıkacaktır mutlaka. İnanın bana pişman olmayacaksınız. Başta da söyledim; ben bir deliyim. Çünkü bana göre hayat böyle güzel, böyle sevimli. Ayrıca, hiç değilse bile deneyin. Ne kaybedersiniz? Hiçbir şey. Ne kazanırsınız? Bol o’lu çok şey…
Yüzünüz gülücük merkezi, hayatınız boyacı dükkânı gibi bol renkli olsun… :dance::dance:
24 saatlik günümün çok büyük bir kısmını gülmekle geçiriyorum. Bu yüzden de çevremdekiler tarafından “deli” damgasını yedim. Ama ben bu durumdan çok memnunum. Çünkü başkalarının sözüne aldırmıyorum. Çünkü bu hayat benim hayatım.! Çünkü ben bana benim için lazımım! Bu yüzden gülüyorum her daim.
Gülmek, aslında öyle vefalı bir dost ki… En zor günlerimde ne yapıp edip geldi yanımda. Ben onun sayesinde şu anda çok mutluyum ve yine onun sayesinde güçlükleri atlatmayı başardım. Bazı insanlar var ki yalnızca mutlu olduklarında ya da komik bir olayla karşılaştığında hatırlıyor gülmeyi. Böyle olmamalı. Gülmek hayatımızın her safhasında yer almalı. Uçurumun kenarına geldiğinde bile gülmeli insan. Mutluyken herkes güler ama marifet hıçkırıklarla ağlarken birden sevgiyle gülebilmek. Hayat başka nasıl güzel bir hal alır ki? İnsan gülmese, hep karalar bağlayıp otursa, karamsarlıkla kardeş olsa bazı şeyler, olmayacakları varsa bile olur!
Hep şikâyetçi değil miyiz: “Artık hiç bir şey zevk vermiyor, yediğim yemeğin tadını alamıyorum.” diye. Peki, hiç düşündük mü, sorduk mu kendimize NEDEN diye. İstiyoruz ki hayat önümüze hep güzellik çıkarsın, bir problem olmasın, her şey güllük gülistanlık olsun, mutlu olmak için her şey hazırda beklesin. Kusura bakmayın ama biraz fazla istiyoruz. Bence bunların bir kısmını özellikle mutlu olabilmeyi kendi başımızı da becerebiliriz. “Peki, ama nasıl?” diye soruyorsunuz, duyuyorum İlk önce, şunu aklımızın bir köşesinde kazıyalım: Gülmek için mutlu olmayı beklemeyeceğiz. Hayatın bize sürprizler yapmasını beklemeyip kendi kendimize sürprizler yapacağız. Küçük şeylerden büyük mutluluklar çıkaracağız. Sonra Pollyanna olmayı öğreneceğiz. Kötü bir olay olduğunda hemen fırtınalar koparmayacağız, insanın yüzüne tatlı bir sıcaklık veren sakin rüzgârlar estireceğiz. “elbet bunda da bir hayır vardır” ya da “Demek bunları yaşayacağımız varmış” diyerek kendimizi avutup sakinleşmeliyiz. Klasik bir tabir ama bardağa her zaman dolu tarafından bakmak lazım.
En son aşama ise çok kolay ama bir o kadar da güzel bir aşama. Sevmek.. Hayatı, insanları, taşı, kelebeği, bukalemunu ve tabi ki kendimizi sevmek. Hani bir şarkı var ya “Hayat sevince güzel, sevince tatlı günler…” diye. Aynen öyle işte. Sorunlara karşı sevmek hayatınızı öyle bir güzelleştirecek ki bir süre sonra hayatınızın güzelliğini kıskanır olacaksınız. “Ya ben neden hayat kadar güzel değilim?” diye hayıflanacaksınız eminim. 
Gülmek, iyimserlik ve sevmek.. İşte mutluluğun, yaşama zevkinin formülü. “iyi hoş da ben bu dediklerini yaparsam senin gibi deli olmaz mıyım?” diye soranlar çıkacaktır mutlaka. İnanın bana pişman olmayacaksınız. Başta da söyledim; ben bir deliyim. Çünkü bana göre hayat böyle güzel, böyle sevimli. Ayrıca, hiç değilse bile deneyin. Ne kaybedersiniz? Hiçbir şey. Ne kazanırsınız? Bol o’lu çok şey…
Yüzünüz gülücük merkezi, hayatınız boyacı dükkânı gibi bol renkli olsun… :dance::dance: