Uğultulu Tepeler - Emily Brontë
Kitaptaki olayları hala sindiremediğimi söylesem abartmış olur muyum bilmiyorum, ilk sayfalarında dışlandığı için, sevgisizliğe mahkum edildiği için çok üzüldüğüm bir insandan, sonradan nefret ettiren bir kitap.
Karakterlerin hiçbirini sevemedim, hepsinde bir sıkıntı, bir bozukluk vardı, ama kitap karakterlerden nefret etseniz bile güzel olmaktan çıkmıyor. Yani benim bugüne kadar okuduğum kitaplara benzemeyen bir kitaptı.
Genelde kitaplarda bir karakteri seversiniz onu düşünür, okurken onun mutlu olduğunu görmek ister, ona ne olacağını merak edersiniz. Uğultulu Tepelerde böyle bir şey hissetmedim, sadece merak ettim, ne olacak bu ölümcül aşkın sonu, ölümle bile bitmeyen, tükenmeyen bu aşk, bu intikam duygusu Heathcliff'i ne kadar çirkinleştirecek, ne kadar ileri gidecek diye.
Heathcliff'in kalpsizliği beni her geçen satırda daha çok hayrete düşürüyordu, bu kadar kalpsiz olan bir adamın aşkına aşk demek aşka haksızlık olur herhalde. Sevgi böyle bir şey mi, sanmıyorum. Aşkı, sevgiyi kalbinde bu denli hisseden bir adamın bu kadar kötü olması beni çok şaşırttı gerçekten.
Çocukluğunda sevgi görmeyen, her türlü güzellikten mahrum kalan, sürekli dışlanan bir çocuğun, bazen ne kadar kötü olabileceğini anlayamabiliriz, evet bunların muhakkak çok kötü bir etkisi var, ancak bu derece
kötü olmayı yalnızca çocukluğa bağlamalı mıyız, bilemiyorum.
Kitabın sonu beni daha çok etkiledi, ömrünün sonuna kadar intikam duygusuyla yaşayan, her zaman kötülük, çirkinlik, korku ile anılan bir adamın sonu ürperticiydi bence.
Kitap hakkında daha ne söylesem bilmiyorum ama, kesinlikle okunması gereken bir eser olduğunu düşünüyorum.