Hayat bir anlamda deterministik, bir anlamda değil. Sanki bakıldığında toplamda bir risk, bir belirsizlik yok gibi fakat toplamda bir risk ve belirsizlik (aggregate risk and uncertainty) olmaması makro planda bir düzeni bir determinizmayı gösteriyor olsa bile, mikro planda bu belirsizlikten etkilenen insan. İşte bu özelliği, hayatı ilginç ve bilinmeyen yapan şey.
Hayat insanı bazı şeyleri yapmaya zorluyor, istemese bile. Ekonomik şartlar, çevre, aile, bulunulan halet-i ruhiye, arkadaşlar, sevilen şeyler aslında bunlar yönlendiriyor hayatı, kendimiz değil. Kendi isteklerimiz artık başkalarının istekleri, kendi hayatımız başkalarının hayatı olmuş farkında bile olmadan. Kendi isteklerimizden çok başkalarının isteklerini yerine getirmeye, başkalarının bizi görmek istedikleri gibi olmaya çalışmakla geçiyor hayat. Belli şablonları, kafalardaki kalıpları kıramıyoruz, yapmak istediğimiz şeyleri, onlar için yaşadığımız şeyler veya kimseler ne der? Nasıl etkilenir? Nasıl düşünür? diye yapamıyoruz, yapmıyoruz. Hep bunlar çıkıyor karşımıza. "Tamam, kendi istediğimi yapıcam" dediğimizde vazgeçirtiyor. Aksiyona geçeceğimiz anda, değiştirdiğimizde ne olacağı sorusu, risk almamızı hep engelliyor, hayatı değiştirmemizi engelliyor. Yetişme tarzımız, çevre beklentileri, etrafın sana nasıl bakacağı, ne diyeceği, ne düşüneceği, hep kendi isteklerimizi yapmaktan alıkoyuyor.
Ölmediğimiz için yaşıyor olmak, hayatta zamanı gelince, prosedürsel olarak yapmamız gereken şeyleri yapmak koyuyor insana.
Mecburi beraberlikler, mecburi samimi gözükmeye çalışmalar, mecburen bulunduğun ortama uymalar, mecburen gözükmen gerektigi gibi gözükmeler… ne zaman kendimiz oluyoruz Allah aşkına!!! Bazen gerçekten sevdiklerimizin yanında bile tamamen kendimiz olamıyoruz. Her zaman, fikirlerimizi, düşüncelerimizi, hayat mantık ve tarzımızı yansıtamıyoruz ve zamanla o sahip olduğumuz ve doğru olduğunu düşündüğümüz bu değerler de mi başkalaşıyor yoksa? İnsan kendinden de emin olamıyor.
Bunların ahlakî, ruhî ve dinî değerlerle de birebir ilişkisini kurmak güç. Bu değerler genel bir çerçeve çiziyor, yaptığın davranışın nasıl olması gerektiği hakkında geniş bir perspektif kazandırıyor insana ama hayatı yaşamak, samimi olmak, kendin olmak hakkında ne gibi bir çerçeve çiziyor? Bilemiyoruz, bilemiyorum! Bu normlar içinde yaşamak kaydıyla insan yine sonsuz alternatiflerle karşı karşıya. İşte asıl mesele de burada başlıyor zaten…
Sevgiye ihtiyaç duyuyoruz. Samimi sevgilere, senin için ağlayacak, seni cidden sevecek, karşılık beklemeden sevecek, seni düşünecek, sana bakacak, seni önemsiyor gözükmeyecek ve seni cidden önemseyecek, sana dikkat edecek, fikirlerine, düşüncelerine önem verecek, seninle sen olduğun için beraber olacak (mecburiyetten değil), senin hakkını gözetecek, yaptığın hataları gözardı edebilecek, yeri geldiğinde düzeltebilecek, yeter artık! demeyecek, ilgileniyormuş gibi yapmayan ve derdinle cidden ilgilenen arkadaşlar, dostlar, canlar istiyor insan.
Çok şey istiyor, biliyor ama yine de istiyor, gönül...
Kendimizi yaşamak istiyoruz artık, gerçekten sevdiklerimizle beraber olmak istiyoruz, karşılıksız sevenlerimizle ve karşılıksız sevdiklerimizle beraber olmak…
Samimi görünen mecburi ilişkilerden bıktık artık, doğru olduğuna inandığımız şeyler ve üzerimizde olduğunu hissettiğimiz sorumluluklar olmasa bitirirdik hepsini, yalnızlık en iyi dostlardan, onunla paylaşıyoruz herşeyimizi, yalnızlık ömür boyu… "herşey yolunda, iyiyim" diyerek yalan söylemekten, olmadığımız gibi görünmekten, derdimizi kimseye söyleyememekten, kendimizi zorlayarak bulunduğumuz ortamlardan da bıktık artık!
İnsanların seni sevmesi için ya da saygı görmek için yaşamak ve yaptığın şeyleri bunlar için yapmak, böyle bir hayat sürmek ne kadar acı!
Okyanusun ortasında yüzmeyi öğrenmeye çalışan biri gibi, ne yapmamız ve neyi bulmamız gerektiğini biliyoruz ama…?!
Alışkanlıklar zinciri, hayatın ta kendisi!
Hayatı mecburen ve inadına yaşamak aşağılayıcı!
Anlaşılmamayı bir meziyet görmek megolamanyaklık!
Sağanak yağmur altında yürüyen, susuzluk hissi çeken ama bunu nasıl gidereceğini bilmeyen bir varlık gibi yol alıyoruz hayata!
Kaos, karmaşa, bilinmezlik, belirsizlik…hayatta tek yanımıza kalan…
Olmamasını olmasına tercih ettiğimiz şeyler olmadığında, olmasını istediğimiz şeyler haline dönüşebilme ihtimali. Bu riski alan kaç cesaretli, yürekli gönül var aramızda?
Yazmak güzel şey, bir de sadece kendini ve sadece kendin için yazabiliyorsan…
İfade edilmeyen sevgi, yazmayan kalem,
Dillendirilmeyen sevgi, koşamayan at,
Gösterilmeyen sevgi, göremeyen göz… NE FARK VAR??!!
Yokluğunda bulmak bazı şeyleri, olmamasını istemek arzuladığın bazı şeylerin, olmamakta oluşu tatmak, yoklukta varlığı, dertte dermanı, hiçlikte herşey olmaklığı bulmak…HAYAT!
Fıtrattaki o tertemiz sayfayı, beyaz bir kalemle doldurmak…
Girdiğin gibi çıkabilmek su acımasız, vefasız ve kıymetsiz yerden…
Hissî, kalbî, ruhî dünyamızda, her zaman Subgame Perfect Nash Equilibrium stratejisini (sonra açıklanacak) oynayabilmek…HAYAT!
Kısa dönemli tercihleri, uzun dönemli amaçlara hizmet edecek şekilde analiz etme ve uygulama ama bu arada da ufak şeylerden zevk almayı unutmama becerisi…HAYAT!
Tereddütler yumağı,
Saniyede değişen halet-i ruhiye,
Geçmişte yaşama ve geleceği hayal etme…HAYAT!
Gülümseyebilmek kadere ve güreşmek iradeyle…
Sevmek, sevilmek, üretmek ve paylaşmak…
Bilmek, yaşamak, sevmek ve zevk almak…
Dönüp dönüp yine O'na gelmek ve yine O'nu bulmak…HAYAT!
Rüzgarda bir yaprak ya da bir kuş olma iradesi…
Herşeyin göreceli olduğu şu alemde, tek noktayı referans alabilme karmaşıklığı…
Herşeyin döndüğü şu alemde, tek doğru etrafında dönebilme gayreti…
Kendini bilme, kendini yaşama, kendini bulma, kendi kendine derman olabilme çelişkisi…
Karşılaşılan herşeye "Eyvallah" diyebilme büyüklüğü…
İnandığını açıkça söyleyebilme ve yaşayabilme pervasızlığı…HAYAT
Zafer Akın