- 6 Ağustos 2007
- 76
- 0
Akıllı değil hayat; ne zaman ne yapacağı belli olmuyor. Ne zaman
güldüreceği, ne zaman ağlatacağı, ne zaman öldüreceği belli değil... Eh, o
bizimle eğlenirken bizim elimiz armut mu toplayacak? Doğrusunu isterseniz,
beni bozar bu pasifizm! Bir şekilde hayata müdahale etmeliyim. Yoksa
hasedimden çatlarım valla.
Evet, akıllı durmuyor, iki dakika delikanlı olmuyor hayat. Hiç durmadan
korkular, tecrübeler, deneyler, yıkımlar ve coşkular sunuyor bize. Biz de
bunları biriktirip, eldeki verilerden yaşantımıza bir şekil veriyoruz.
Küçük deneyler yapıyoruz, sonuçlarını bekliyoruz ve sonuçlara göre kararlar
alıyoruz. Büyük denemelereyse korkularımız izin vermiyor. Acıdan,
kırılmaktan, aldatılmaktan, yenilmekten ne kadar çok korkuyoruz...
Oysa yaşam denen şey; ne deneyleri, ne sonuçlarını ne de karar verme
sürelerini bekleyecek kadar uzun değil. Kaçıp gidiyor işte! Ucundan
kıyısından yakalayabiliyorsan ne ala, yakalayamıyorsan derdine yan.
* * *
Hayat deli bir oyundur. Çılgın bir hızla ve sen ne olup bittiğin anlamadan
akıp gider. Her nedense, bu oyunda kazanan tarafın 'akıllı insanlar' olduğu
düşünülür. Saçma! 'Akıllı insanlar'ın aşkı mutsuzdur... Paraları vardır ama
işlerinde endişe içindedirler... Mantık evliliği yaparlar ama tutku
yoktur... Paralı, kariyer sahibi, başarılı arkadaşları vardır ama dostları
yoktur; yalnızdır onlar... Anlatacak ilginç öyküleri yoktur; sıradan,
güvenli ve huzurlu bir yaşamdan öykü mü çıkar Alla'sen?
Akıllıdırlar ama simetrik ve monoton bir yaşam içinde, gol atmadan ve
durmadan kalelerini savunarak debelenip dururlar. Konforlarından,
paralarından, güvencelerinden vazgeçemedikleri için, özgün bir dünya
kuramazlar kendilerine ve çevrelerine.
Durmadan savunma halindedirler. Sevgililerine, arkadaşlarına, patronlarına,
çalışanlarına kendilerini savunmakla geçer hayatları. Yaşamın deliliğinden
tırsarlar ve durmadan acıya karşı savunmada kalırlar... Savunma yapmaktan
imanları gevrer ve atak yapmaya halleri kalmaz. Yani, kendi yaşamlarına
müdahil bile olamazlar.
Senecca'nın da dediği gibi: "Vazgeçmeye hazır ve istekli olanlar dışında hiç
kimse hayatın gerçek tadını alamaz". Önyargılardan, deneylerden, sıradan
mutluluklardan, huzurdan, güvende olmaktan, paradan ve kariyerden
vazgeçmeden otantik bir hayatı yakalamak olası mıdır? Sanmıyorum.
* * *
Hayatınızda köklü değişiklikler yapmak için yeterince cesaretiniz var mı?
Bir şehirden başka bir şehre taşınıp, yeniden hayatınıza yön verecek,
eğitimini aldığınız ve yıllardır çalıştığınız meslekten vazgeçip tamamen
farklı bir sektöre geçecek, alışkanlıklarınızdan, ailenizin size sağladığı
güven ortamından, dostlarınızdan, lükslerinizden vazgeçecek kadar cesur
musunuz?
"Haydaaaa! Neden durup dururken böyle bir maceraya atılayım ki?"
diyebilirsiniz. Siz homurdana durun, ben böyle bir maceraya atılmak
üzereyim.
Eh bugüne kadar hep size çalıştım. Özellikle erkekler, onlar için girdiğim
riskleri gözardı edemez herhalde. Kadınların kaotik dünyalarını açık
edeceğim, erkekleri aydınlatacağım diye hemcinslerimin hışmına uğradım.
Lakin bugün kendime çalışıp, biraz içimi dökeceğim sevgili okur.
Ankara'da ikamet ettiğimi hepiniz biliyorsunuz artık. Şirket sahibi bir
şehir plancısı olduğumu da biliyorsunuz. İnsanın kendi kendinin patronu
olmasının bütün nimetlerinden sonuna kadar faydalandığımı da tahmin
edersiniz herhalde. Yoksa öyle tembelliğe övgüler düzmek, tembelliği
alkışlamak haddime miydi?
Bundan birkaç ay önce, bir İstanbul seyahatim sırasında, "Ben bu şehirde
yaşamalı ve medya sektöründe çalışmalıyım" diye bir cümle kurdum içimden.
Daha bu cümlenin sonuna gelmeden de: "Ah haaa, ayvayı yedik. Kafaya takarsa,
kaçarı yok, anında eyleme geçer bizim kız" diye devam ettim kendimle
konuşmaya. Tabi ki korktuğum başıma geldi ve bir anlık heyecanla kurulan bu
cümle, beynime kazındı.
Eşe dosta haber salındı, iş ilanları takip edildi, İstanbul ziyaretleri
sıklaştı ve artık 'Tuba'nın İstanbul'a göç etme projesi'nden herkes haberdar
oldu. Hatta, şimdilerde bir iş bile bulundu deli kıza. Anlaşma sağlanırsa,
şaka gibi başlayan bu macera gerçekleşecek.
Yakın arkadaşlarımın bir kısmı ve aile üyeleri, önceleri panik oldu, sonra
da "Bu kız ölse ofisindeki lükslerinden vazgeçmez" tesellisiyle ciddiye
almadılar dediklerimi. Lakin, ben artık başka bir şey konuşamaz olduğumda
"Eyvah, bu kız ciddi galiba" demeye başladılar. Şu sıralar yakın çevremdeki
insanların bir çoğu beni destekliyor gibi. Beni tanıyanlar kafaya taktıysam,
hiçbir şeyin beni vazgeçiremeyeceğini bildiğinden, çaresiz kabullendiler
belki de... Onların da kanına girdim anlayacağınız.
Kafam karışık elbette. Hatta korktuğumu bile söyleyebilirim. Özgürlüğüme
düşkünüm, birilerinin emri altında çalışmam zor olacak. Hele de altı yıllık
bir patronluğun ardından, patron gölgesinde çalışmak beni epeyce zorlayacak.
Sonra, para harcamasını da bilmem. Cebimde olanı anında bitirir, ertesi günü
düşünmem. Tasarruf, ayağını yorganına göre uzatma, hesabını bilme gibi
erdemlere bu yaşıma kadar sahip olamadım. Bundan sonrası için de
umutlanmamalıyım diye düşünüyorum. Haytalık, serserilik, tembellik de işin
cabası. E peki nasıl olacak bu işler? Bilmiyorum...
Bildiğim tek şey var: o da Tuba'nın peşinden gitmediğim zamanlarda mutsuz
olduğum. Tuba "kalk gidelim İstanbul'a, sektör değiştirelim, Ankara'da
yaşayacaklarını tükettin, yeni bir şeyler inşa edelim" diyorsa, bir bildiği
vardır ve onun peşine düşmekten başka çaresi de yoktur bu işin. Bugüne kadar
böyle gördüm, böyle yaşadım ve aksini denediğimde eksik kaldım.
Evet, kafam çingene bohçası gibi.. Kendime söz dinletemiyorum. Korkuyorum
ama bir o kadar da heyecanlı ve hevesliyim.
Cervantes, Don Kişot'a şunları söyletirken benimle aynı kaygıları taşıyordu
herhalde: "Hangisini tercih ederdin; akıllı deliliği mi, aptalca akıllılığı
mı?"
Ben çoktan deliliği seçtim. Elbette 'akıllı deliliği' seçtim. Deliliğim,
aklın ve gerçeklerin inkarı değil; onlara rağmen tercih edilmiş bir delilik.
Üstelik severim Tuba'yı.. Onun sürprizlerini ve yaşantıma kattığı keyifleri
severim. Delidir, melidir; arada kafamı karıştırır ama iyi kızdır
vesselam...
Nasılsa hayat deli; ne zaman ne yapacağı belli olmuyor... Korkunun ecele
faydası yoksa; ölüm geldiğinde ben burada kahkahalarla eğleniyor olacağım ve
uysal uysal teslim olacağım ona. Mutlu aşk yoksa, bu aşkın suçu değil; her
defasında aşka yenileceğim. Kurulu bir düzenden vazgeçip, yeni bir düzen
tutturmaya çalışmak maceraysa, adrenalinin keyfini çıkarırım ben de...
:dance:
ALINTIDIR.
güldüreceği, ne zaman ağlatacağı, ne zaman öldüreceği belli değil... Eh, o
bizimle eğlenirken bizim elimiz armut mu toplayacak? Doğrusunu isterseniz,
beni bozar bu pasifizm! Bir şekilde hayata müdahale etmeliyim. Yoksa
hasedimden çatlarım valla.
Evet, akıllı durmuyor, iki dakika delikanlı olmuyor hayat. Hiç durmadan
korkular, tecrübeler, deneyler, yıkımlar ve coşkular sunuyor bize. Biz de
bunları biriktirip, eldeki verilerden yaşantımıza bir şekil veriyoruz.
Küçük deneyler yapıyoruz, sonuçlarını bekliyoruz ve sonuçlara göre kararlar
alıyoruz. Büyük denemelereyse korkularımız izin vermiyor. Acıdan,
kırılmaktan, aldatılmaktan, yenilmekten ne kadar çok korkuyoruz...
Oysa yaşam denen şey; ne deneyleri, ne sonuçlarını ne de karar verme
sürelerini bekleyecek kadar uzun değil. Kaçıp gidiyor işte! Ucundan
kıyısından yakalayabiliyorsan ne ala, yakalayamıyorsan derdine yan.
* * *
Hayat deli bir oyundur. Çılgın bir hızla ve sen ne olup bittiğin anlamadan
akıp gider. Her nedense, bu oyunda kazanan tarafın 'akıllı insanlar' olduğu
düşünülür. Saçma! 'Akıllı insanlar'ın aşkı mutsuzdur... Paraları vardır ama
işlerinde endişe içindedirler... Mantık evliliği yaparlar ama tutku
yoktur... Paralı, kariyer sahibi, başarılı arkadaşları vardır ama dostları
yoktur; yalnızdır onlar... Anlatacak ilginç öyküleri yoktur; sıradan,
güvenli ve huzurlu bir yaşamdan öykü mü çıkar Alla'sen?
Akıllıdırlar ama simetrik ve monoton bir yaşam içinde, gol atmadan ve
durmadan kalelerini savunarak debelenip dururlar. Konforlarından,
paralarından, güvencelerinden vazgeçemedikleri için, özgün bir dünya
kuramazlar kendilerine ve çevrelerine.
Durmadan savunma halindedirler. Sevgililerine, arkadaşlarına, patronlarına,
çalışanlarına kendilerini savunmakla geçer hayatları. Yaşamın deliliğinden
tırsarlar ve durmadan acıya karşı savunmada kalırlar... Savunma yapmaktan
imanları gevrer ve atak yapmaya halleri kalmaz. Yani, kendi yaşamlarına
müdahil bile olamazlar.
Senecca'nın da dediği gibi: "Vazgeçmeye hazır ve istekli olanlar dışında hiç
kimse hayatın gerçek tadını alamaz". Önyargılardan, deneylerden, sıradan
mutluluklardan, huzurdan, güvende olmaktan, paradan ve kariyerden
vazgeçmeden otantik bir hayatı yakalamak olası mıdır? Sanmıyorum.
* * *
Hayatınızda köklü değişiklikler yapmak için yeterince cesaretiniz var mı?
Bir şehirden başka bir şehre taşınıp, yeniden hayatınıza yön verecek,
eğitimini aldığınız ve yıllardır çalıştığınız meslekten vazgeçip tamamen
farklı bir sektöre geçecek, alışkanlıklarınızdan, ailenizin size sağladığı
güven ortamından, dostlarınızdan, lükslerinizden vazgeçecek kadar cesur
musunuz?
"Haydaaaa! Neden durup dururken böyle bir maceraya atılayım ki?"
diyebilirsiniz. Siz homurdana durun, ben böyle bir maceraya atılmak
üzereyim.
Eh bugüne kadar hep size çalıştım. Özellikle erkekler, onlar için girdiğim
riskleri gözardı edemez herhalde. Kadınların kaotik dünyalarını açık
edeceğim, erkekleri aydınlatacağım diye hemcinslerimin hışmına uğradım.
Lakin bugün kendime çalışıp, biraz içimi dökeceğim sevgili okur.
Ankara'da ikamet ettiğimi hepiniz biliyorsunuz artık. Şirket sahibi bir
şehir plancısı olduğumu da biliyorsunuz. İnsanın kendi kendinin patronu
olmasının bütün nimetlerinden sonuna kadar faydalandığımı da tahmin
edersiniz herhalde. Yoksa öyle tembelliğe övgüler düzmek, tembelliği
alkışlamak haddime miydi?
Bundan birkaç ay önce, bir İstanbul seyahatim sırasında, "Ben bu şehirde
yaşamalı ve medya sektöründe çalışmalıyım" diye bir cümle kurdum içimden.
Daha bu cümlenin sonuna gelmeden de: "Ah haaa, ayvayı yedik. Kafaya takarsa,
kaçarı yok, anında eyleme geçer bizim kız" diye devam ettim kendimle
konuşmaya. Tabi ki korktuğum başıma geldi ve bir anlık heyecanla kurulan bu
cümle, beynime kazındı.
Eşe dosta haber salındı, iş ilanları takip edildi, İstanbul ziyaretleri
sıklaştı ve artık 'Tuba'nın İstanbul'a göç etme projesi'nden herkes haberdar
oldu. Hatta, şimdilerde bir iş bile bulundu deli kıza. Anlaşma sağlanırsa,
şaka gibi başlayan bu macera gerçekleşecek.
Yakın arkadaşlarımın bir kısmı ve aile üyeleri, önceleri panik oldu, sonra
da "Bu kız ölse ofisindeki lükslerinden vazgeçmez" tesellisiyle ciddiye
almadılar dediklerimi. Lakin, ben artık başka bir şey konuşamaz olduğumda
"Eyvah, bu kız ciddi galiba" demeye başladılar. Şu sıralar yakın çevremdeki
insanların bir çoğu beni destekliyor gibi. Beni tanıyanlar kafaya taktıysam,
hiçbir şeyin beni vazgeçiremeyeceğini bildiğinden, çaresiz kabullendiler
belki de... Onların da kanına girdim anlayacağınız.
Kafam karışık elbette. Hatta korktuğumu bile söyleyebilirim. Özgürlüğüme
düşkünüm, birilerinin emri altında çalışmam zor olacak. Hele de altı yıllık
bir patronluğun ardından, patron gölgesinde çalışmak beni epeyce zorlayacak.
Sonra, para harcamasını da bilmem. Cebimde olanı anında bitirir, ertesi günü
düşünmem. Tasarruf, ayağını yorganına göre uzatma, hesabını bilme gibi
erdemlere bu yaşıma kadar sahip olamadım. Bundan sonrası için de
umutlanmamalıyım diye düşünüyorum. Haytalık, serserilik, tembellik de işin
cabası. E peki nasıl olacak bu işler? Bilmiyorum...
Bildiğim tek şey var: o da Tuba'nın peşinden gitmediğim zamanlarda mutsuz
olduğum. Tuba "kalk gidelim İstanbul'a, sektör değiştirelim, Ankara'da
yaşayacaklarını tükettin, yeni bir şeyler inşa edelim" diyorsa, bir bildiği
vardır ve onun peşine düşmekten başka çaresi de yoktur bu işin. Bugüne kadar
böyle gördüm, böyle yaşadım ve aksini denediğimde eksik kaldım.
Evet, kafam çingene bohçası gibi.. Kendime söz dinletemiyorum. Korkuyorum
ama bir o kadar da heyecanlı ve hevesliyim.
Cervantes, Don Kişot'a şunları söyletirken benimle aynı kaygıları taşıyordu
herhalde: "Hangisini tercih ederdin; akıllı deliliği mi, aptalca akıllılığı
mı?"
Ben çoktan deliliği seçtim. Elbette 'akıllı deliliği' seçtim. Deliliğim,
aklın ve gerçeklerin inkarı değil; onlara rağmen tercih edilmiş bir delilik.
Üstelik severim Tuba'yı.. Onun sürprizlerini ve yaşantıma kattığı keyifleri
severim. Delidir, melidir; arada kafamı karıştırır ama iyi kızdır
vesselam...
Nasılsa hayat deli; ne zaman ne yapacağı belli olmuyor... Korkunun ecele
faydası yoksa; ölüm geldiğinde ben burada kahkahalarla eğleniyor olacağım ve
uysal uysal teslim olacağım ona. Mutlu aşk yoksa, bu aşkın suçu değil; her
defasında aşka yenileceğim. Kurulu bir düzenden vazgeçip, yeni bir düzen
tutturmaya çalışmak maceraysa, adrenalinin keyfini çıkarırım ben de...
:dance:
ALINTIDIR.