- 5 Aralık 2008
- 613
- 9
Türkiye, dünya üzerinde. Fakat dünyanın diğer bölgelerinden farklı bir yapıya sahip. Dünya kamu oyunda çok net olan siyasi, ekonomik ve sosyal çizgiler, Türkiye'de fazlası ile karışıktır.
Yine dünyada gençlik, statü ve yaşam tarzı olarak ele alınırken, Türkiye'de genç, nüfus olarak istatistiklerde ele alınır.
Bir başka çarpıklık ise, 15-20 yaşlarındaki bir gencin karşılaştığı problemler ile, 30-40 yaşlarındaki insanın karşılaştığı problemler aynıdır ve aynı kefeye konur.
Bugün genç kızın ve erkeğin evlendiğinde yaptığı düğün şekli, babalarımızın bundan 50-60 sene önceki düğünlerin bir uzantısıdır. Düğünlerin muhtevası (içeriği) eğlence, sevinç olması icap ederken, sanki cenaze evine benzetilir. Ya bir hoca efendi sohbet eder veya mevlithanlar mevlit okur. Meşru çerçeve içinde kalarak, gencimizin eğlenmeye ihtiyacı olduğunu söylemek bile nerede ise yürek isteyen bir mesele halindedir.
Türkiye'de gençlerin yaşadığı problemler açık ve net olarak ele alınmıyor, sadece gençlere his ve duygulan ile hitap ediliyor:
- Gençler. Sizler bizim geleceğimizin teminatısınız.
- Gençler. Bizleri siz kurtaracaksınız.
- Gençler. Vatan sizlere emanettir.
Peki gençler, bizleri nasıl, ne ile, hangi imkanlar ile kurtaracaktır? Bir kalem parasını, giyeceği ayakkabı parasını bulmakta zorlanan genç, toplumu nasıl ve ne ile kurtaracaktır?
Hayatını, 3.5 saatlik bir sınava bağladığımız gençlerden neyi bekliyoruz?
Derslerinde, "Beyin konusu" işlenir. Beyin, organizmayı yönetir. Beyin, omurilik soğanına emirler verir. Bu bilgiler ile gence beyin hakkında bilgi verilir. Ancak, beynini nasıl kullanacağı öğretilmez. Niçin? Çünkü, birileri tarafından sömürülecektir.
Bakara suresinin 204 ve 205. ayetleri, ekini (ekonomiyi-alın terini) ve nesli (beyinleri) sömüren iktidarları ele alarak, çarpıa bir şekilde anlatır.
Tüm bu bilgiler, adeta birer tablo gibi her gün ve gece gözümüze takılmakta, sesleri kulaklarımızı tırmalamaktadır. 12 senelik mazisi, geçmişi dolu veya boş olarak geçmiş bir genç, ömrünü işte böyle ortamda sürdürecektir.
a- GENÇ
Genç, define, hazine demektir. Bir kuyumcunun eline aldığı mücevheratın durumu ne ise, anne ve babaların ve eğtimcilerin ele aldığı genç de bir mücevher gibidir.
Genç için, aile, okul, cami ve çevre etkileyici kurumlardır. Ne yazık ki, bugün bu kurumlar, birbirinden farklı özelliklere sahiptir.
Avrupa'ya kafalarını kiralamış insanlar, şu aa gerçeği bir türlü kabullenemediler: Avrupa'da devlet, üniversite ve kilise üçlüsü, bir toplumun hayat seyrinin oluşmasında birinci derecede etkilidir.
Ülkede gencimiz için, ciddi program ve projeler bir türlü ge-rekleşmemektedir. Yine fedakarlık, anne ve babaya yani aileye, camiye ve sivil örgütler ile gönüllü teşekküllere düşmektedir.
Gençler, kendilerine bazı öğütler ve emirler verilmesinden hoşlanmazlar. Kendilerine rehberlik yapılmasını isterler.
Öyle ise, gencin ailesi, arkadaşları, cami görevlileri ve sosyal çevresi birbirlerinden haberli olarak, genç için şefkat şemsiyesi olup, onu sevgi ile kuşatmalıdır.
Etrafı sayısız tuzaklarla sarılmış bir gencin, bu tuzaklara yakalanmaması öncelikle ailesini, okulunu, camisini, gönüllü kuruluşları ilgilendiren ciddi bir konudur.
Günümüzde klasik bazı yöntemlerle veya bazı yasaklarla alınan anlamsız bir takım tedbirlerle gençlere yön vermek mümkün değildir.
Kitle iletişim araçları, medya, TV, İnternet dünyası; yaşadığımız dünyayı küçültmüştür. Bu sebeple genç, dünyada ne olup bittiğini günübirlik takip etmekte, ebeveyn ise bu bilgilerden habersiz yaşamaktadır.
Günümüzde çok anne ve babalar, insan eğitimini sağlayacak, eğitim değerlerinden, yöntemlerinden, metodlanndan maalesef uzaktır. Çocuğunun her attığı adımdan haberdar olmak isteyen anne ve babaların, önce kendi attıkları adımların dikkatle atmaları icab etmektedir.
"İyi vatandaş yetiştirmek" ile "İyi insan yetiştirmek" anlayılanndaki yanlışlıklar düzeltilmelidir.
b- ÇOCUĞUN KÜRTAJ'LA ALINMASI BİR CİNAYETTİR, KÜRTAJ HEMEN DURDURULMALIDIR
Yaratan bu alemin nizamını iki nokta üzerine oturtmuş ve varoluş laboratuarını kendisi kurmuştur:
1- Beslenme-Rızık,
2- Çoğalma-Doğum.
Kainatta her canlı ilahi emirle doğar. Rızıklanır. Ve ölür.
İşte rahmine düşen bir çocuğun seyri ve dramı:
2 Mart: Hayatım bugün başladı. Varlığımdan henüz annemin ve babamın haberi yok. Gözle görülmeyecek kadar küçüğüm. Ama ne farkeder? Varım ve canlıyım. Cinsiyetim bile tayin edildi. Bir kız çocuğu olacağım. Deniz mavisi gözlerim, altın sarısı saçlarım olacak.
16 Mart: Ağzım ortaya çıkmaya başladı. Bir müddet sonra güleceğim. İlk sözüm "anne" olacak, biliyor musun anneciğim? Kim demiş bana "Henüz canlı değildir" diye!
25 Mart Bugün ilk defa kalbim atmaya başladı. Ne kadar sevindim. Ben bu kalbi, inanç ve sevgi ile dolduracağım. Anneciğim çok önemli günlerdeyim. Sakın rontgen çektirme, kızamık, kızamıkçık, grip bile olma, lüzumsuz ilaç kullanma. Ne olur dikkat et anneciğim, sakın hormon ilaçlan da alma. Bol bol süt iç. Sigara içme. Bilmem ki bunları sana nasıl duyurabilsem?
1 Nisan: Hergün biraz daha büyüyorum. Yüzüm ve bacaklarım şekillenmeye başladı. Bu bacaklarımla anneme koşacağım, babama kollarımı açıp sarılacağım. Fakat bunlar için daha epey zaman lazım.
11 Nisan: Bugün ellerimde ufaak parmaklarım teşekkül etmeye başladı. Onların küçüklüğü beni bile şaşırtıyor, ama o kadar hoşuma gidiyor ki. Beni Yaratan herşeyimi en inceliğine kadar düşünüyor, beni oya gibi işliyor. İlerde parmaklarım büyüyecek. Anneciğim, senin saçlarını okşayacağım, sana çiçek toplayacağım, babamın elinden tutacağım, kalem alıp yazı yazacağım, kitap sayfalan çevireceğim.
19 Nisan: Bugün annem benim varlığımdan haberdar oldu. Ne kadar seviniyorsun değil mi anneciğim? Dünyalar senin oldu adeta. Beni kollarının arasına alacağın günü düşünebiliyor musun?
21 Nisan: Annem ve babam benim kız olduğumdan habersiz, belki oğlan bekliyorlar. Ben onlara süpriz yapmak istiyorum. Bana güzel bir isim koysanız. Biliyorsunuz İslamiyette çocuğun ismi çok önemlidir. Büyüyünce güzel bir isimle çağrılmak isterim.
9 Mayıs: Yüzüm tam olarak şekillendi, anneciğim tıpkı sana benziyorum, biliyor musun?
12 Mayıs: Artık etrafı görebiliyorum, fakat çevrem çok karanlık. Anne. Anneciğim. Seni hiç görmedim, bir görebilsem! Sana bir sanlabilsem!
23 Mayıs: Anneciğim, kalbinin sesini duyabiliyorum, sen de benimkini. Sadece senin için çarpan yüreğimi hissediyor musun? Dünyaya gelmek, senin kollarında uyumak, yüzüne bakmak, sana kavuşmak istiyorum.Beni koklayacak mısın? Sen de beni aynı sevgi ile bekliyorsun değil mi?
27 Mayıs: Ah. Anne, anneciğim, dayanılmaz bir acı. Parmağım koparıldı. Annem, ciğerlerim parçalanıyor, yüreğim yerinden sökülüyor. Anneciğim, senin için çarpan kalbimi bana bırak. Katiller. Katiller. Annem beni bugün öldürdü!
Bu dünyaya gelmeden hayatına son verilen bir bebeğin dramı. Bir hakikatin klasik "embriyoloji" kitaplarına uygun ifadesidir.
İnsanoğlu ana rahmine düştüğü andan itibaren vardır ve canlıdır.
Aslında insanın var olma sentezi sessiz ve fakat dehşet verici, mana aleminde büyüklüğü ile ürpertici. Bunu düşünmek ve bundan korkmak gerekir.
Kürtaj yasası çıkalı zannediyorum 12-14 yıl oldu. On haftaya kadar büyüklükteki gebeliklerin kürtajla durdurulabileceği tezinin ortaya atıldığı günü dehşetle hatırlarım. Kürtajın serbest bırakılması için önce bir kılıf hazırlandı. Biri hukukçu, diğeri ise maalesef hekim, iki haram karıun teklifinde ön ayak oldular. Mektuplar yazarak duyurmaya çalıştılar. 1981 idi zannederim. Tıp, hukuk, iktisat ve din adamlarımızın beyanları oldu. Radyo, televizyon programlan yaptılar, böylece işi ilmi rayına oturtma gayreti içine girildi. Şimdiki adı ile "Kamu oyu oluşturuldu". Bazılarını anlamıyarak, bazılarını da itiraf edeyim, hayretler içinde seyrettik, dinledik.
Biz, İstanbul Doğum Hekimleri olarak işi ele aldık. Peşpeşe seminerler, konferanslar tertip ettik. Kürtajın serbest bırakılmasının bir felaket olacağını anlatmaya çalıştık. Gazeteler de muhtelif yazılar yazdık. Bir defasında Sağlık Bakanlığı yetkilisi Dr.Nusret Fişek Bey'i davet ettik. Doğumcular olarak kürtajın onulmaz yaralar açacağını söylemeye çalıştık. Fakat Dr.Nusret Fişek Bey'in çok politize olduğu görülüyordu. Kendisiyle normal olarak konuşmak mümkün değildi. Karşımızda kürtajın ateşli bir müdafii vardı. Seminerden çıkarken gözlerim dolu dolu oldu. Çünkü binlerce tüyü bitmemiş masum Türk çocuğu gün ışığı göremeden öldürülecekti. Paramparça kopartılacak, kolu-bacağı, gözü-kulağı ana rahminden kazınacaktı.
O sıralarda Sayın Dr.Lütfi Doğan'tn 2.5 aylığa kadar bebeklerin kürtajla alınmasına cevaz veren beyanları beni ve benim gibi düşünen birçok insanı kahretmişti.
Dinimiz Regaib karıdili'ni Allah Rasülünün ana rahmine düştüğü gece olarak kabul eder. Bu içtihada kim söz söyleyebilir? İnsanoğlu ana rahmine düştüğü andan itibaren vardır ve canlıdır. Bu suretle çocuğun kürtajla alınması, İslami yönden bir cinayettir! Yaratan bu âlemin nizamını iki nokta üzerine oturtmuş, varoluş laboratuarını da kendisi kurmuştur.
1- Beslenme, Rızık.
2- Çoğalma. Doğum ve Ölüm.
Kainatta her canlı ilahi emirle doğar, nzıklanır ve ölür. Bize dünyada dışardan hiçbirşey almadan karnımızı doyurabilecek bir ülke nasip olmuştur. Orta Asya'da Çin Seddi'ni bize karşı yapan Çinlilerle aynı nüfus sayısında idik. Bir gün gelip de Yunanistan'la eşit nüfusa sahip olursak ne duruma düşeceğimizi düşünmek bile vakarımıza yakışmaz.
İlmi Gerçek
Tıp ilmi döllenmiş yumurtayı canlı kabul eder. Zira, döllenen yumurtada hemen biyolojik hadiseler başlamıştır bile. Hayatın temelini teşkil edecek bölünmeler, rahim içi yuvalanma gibi. 14 günlük ceninin vitellus kesesinden karı dolaşımı sisteminin teşekkül ettiği görülür. karı guruplannın A, B, AB, O ve Rh+ ve ya Rh-olduğu artık bellidir. 8. haftada ana rahmindeki çocuğun kalp sesleri dinlenebilir. Cenin, "henüz daha canlanmadı, kürtajla alınabilir" denilen 10. haftada aslında anne ile çocuk öylesine sıkıfıkı münasebete başlamıştır ki, onun karı sistemine dahi hükmetmekte, dediğini yaptırmaktadır. İkinci haftadan beri var olan karıındaki alyuvarlar anneye geçmektedir. Annenin karanda buna karşı "immun izo-antikor" denen maddeler teşekkül etmektedir. Bu da Coombs testi ile tesbit edilmektedir.
Kadın, kendine güzellik, zerafet ve zeka veren hormonlar ile techiz edilerek ömrünün en güzel yılını annelik fonksiyonu için ayırmıştır. Psikolojisi ve fizyolojisi ile buna hazırdır. Anne çocuğunu o kadar sever ki, kim ne derse desin, evladına kıyamaz. Evlat yok etme karıununu da hoşgörmez. Hatta çoğalma çağının bittiği, göç davullarının çalmaya başladığı, ümit ve hevesinin uzaklaştığı sonbahannda bile. "Kadının biyolojik trajedisi" denilen menopoz girdabında batmaktan da onu gene evlatlan, torunlan kurtaracaktır. Bir kadın hamile olduğu takdirde, bu çocuğu doğurmak ihtiyaç ve zaruretindedir. Bu ulvi vazife kürtajla durdurulursa, ruhi ve bedeni sistemi bizzat kendi nefsinin enkazı altında ezilir. Sıkıntı, boşluk, hezimet hissi, bıkkınlık. Neticede dayanılması güç bir yeis hali, vücut yapısını hatta şahsiyetini tesiri altına alır. İşlenilen suçun kahredici zifiri karanlığına gömülür. Kimselere birşey söylemez, söyleyemez. Perişan sinir sistemi ile ömrünce ızdırap çeker. Muhterem ve asil Türk anasına karıun garantisi ile bu cefanın layık görülmeyeceğini zannederdim.
Kürtajın anne organizmasında açacağı maddi yaralar içler acısıdır. İptidai usullerle yapılacak çocuk düşürmeleri yerine kürtajı koymakla anne ölümlerinin önüne geçileceği iddiasının gerçekle hiç mi hiç alakası yoktur. Kürtaj evvela bir ameliyattır. Her ameliyat gibi bunun da küçük bir nisbette bile olsa bir ölüm tehlikesi vardır. Narkozdan açılma işi ayrı bir dert, rahim delinmeleri ise en önemli tehlike olarak ortadadır. Bu hal hemen yeni ve büyük bir ameliyat ile rahimin sökülüp çıkarılması (histerektomi) neticesini getirir. Kürtaj için rahim ağzının açılmasına bağlı yırtıklar, gene aynı bölgede rahim ağzı yaralarına ve iltihaplarına sebep olur. Servisitis ve erozyonlar gibi. Tedavi edilemeyen hastalarda bunlar karısere dönüşebilir. En azından genç anne ömürboyu akıntı şikayetlerinden kurtulamaz. Rahim içinde et parçalan teşekkül edebilir, (endometrium polipleri) veya çocuk parçaları bırakılırsa karıserlerin en korkuncu olan koryonepitelyoma ile karşılaşılabilir. İçerde parça bırakma endişesi yüzünden hekim fazla kürete edebilir. Rahim içi zarı atrofileri ve âdetten kesilme halleri görülebilir. Kürtaj sonu mikrop kaptığı taktirde endometritis (rahim içi) veya adneksitis (yumurtalık iltihabı) ve peritonit (karın zan iltihabı) gibi hastalıklara yakalanabilir. İşte o zaman olanlar olur, genç anne kısır kalabilir.
Herkes kürtajdan korkar. Korku vücutta adrenalin denen bir maddenin aşın ifrazına sebep olur. Tansiyon birden yükselir. Ani ölüm zincirin son halkası olarak bilinmelidir.
Kürtajın serbest bırakılması, diğer deyimle Cinayet Yasası başka bir şeye benzemez. Onun yaptığı tahribat geri dönülmeyecek bir dehşetin ifadesidir. Çok içimizi yakmıştır ve yakmaktadır. Kürtajın devlet eliyle tatbiki, üzerine titrediğimiz "Devlet Fikri" ne gölge düşürür. Siyasilerimiz bana kızmasınlar, 10 sene içinde yılda en aşağı bir milyon yasa himayesinde kürtaj ameliyatı tatbiki ile yaklaşık on milyon çocuğumuz öldürülmüş demektir. Cumhuriyetin 70. yıldönümünde "On yılda onbeş milyon genç yarattık her yaştan" diye marşlar söyleyip öğünüyorduk. Cumhuriyetin 10. yılında herşeyi tersine döndürüp "On yılda on milyon çocuk öldürdük" diye yüzümüz yere mi gelecekti? Buna mı layıktı Türk anneleri?.
Kürtaj karıunu Yürürlüktedir
Geçtiğimiz haftalarda Kahire'de nüfus planlaması konferansı toplandı. Bu konferans Kıpti Butros Gali'nin eseridir. Butros, böylece Osmanlı'dan ecdadının intikamını almak istemektedir dersek hatalı bir tesbit yapmış olmayız. İngilizler Mısır'ı işgal edince bu Gali'nin dedesi mahalli direnişin liderlerini İngilizlere ihbar ederek kurşuna dizdirtmiş ve bunun cezasını da hayatı ile ödemişti. Böylece Butros Gali, dedesinin karı davasını gütmekte. Türkiye aleyhine her tertibin başında ve içinde görünmektedir.
Kahire Toplantısına Türkiye Cumhuriyeti bir heyetle iştirak etti. Bu heyetin başkanı "Aileden Sorumlu" Devlet Bakanı Önay Alpago hanımdı. Hanım Bakan seyahate çıkarken "Ben iki defa kürtaj oldum" demiş, "Kürtaj ülkemiz için sorun değildir" buyurmuştur. Onun bu sözleri aynen Devlet Televizyonunda yayınlandı. Sizin için kürtaj mesele olmayabilir. İki tane veya on tane kürtaj yaptırmış olabilirsiniz, bu sizin bileceğiniz bir iş. Yalnız, çoluk çocuğun önünde, Devlet Televizyonunda "Ben iki defa kürtaj oldum" diyemezsiniz. Bunun reklamını yaparak herkesi özendirmeye hakkınız yoktur.
Şimdi size sesleniyorum, pek muhterem Diyanet İşleri Başkanımız Dr.Mehmet Nuri Yılmaz. Bu kürtajı durdurun, siz bu hususta bilgilerinizle ve ağırbaşlılığınız ile bunu yapacak kudrettesiniz.
Size sesleniyorum, pek sevgili hanım Başbakanımız. Kürtaj karıununu durdurun.
Size sesleniyorum, eli kalem tutanlar! Yazınız. Hakikati yazınız.
Sesleniyorum. Vefakar, asil Türk anası. Kızına, gelinine, oğluna söyle, kürtaj cinayettir!
Netice:
Ceninin kürtajla alınması insan neslini en azından dört tehlike ile karşı karşıya bırakıbilir.
1) Önceden tahmin edilemiyecek kadar çok sayıda insan, daha gün ışığına çıkmadan öldürülmüş olur.
2) Birçok genç kadın kürtaj masasında hayatını kaybedebilir.
3) Anne, çocuğunu kaybetmenin psikolojik ve fizyolojik yıkıntısından kendisini kurtaramaz. Meydana çıkacak ruhi ve bedeni hastalıklar, karıserler, bir daha anne olma şansını kaybetme felaketi.
4) Dini inanışlarımıza aykırı, ahlaki yönden kabulü imkansız, kürtajı yapan hekimi mesleki yemini ile karşı karşıya getirecek bir musibettir.
(Jin.Op.Dr.Reyhan Songar/ Doğum ve kadın hastalıkları Mütehassısı)
ALINTIDIR.
Yine dünyada gençlik, statü ve yaşam tarzı olarak ele alınırken, Türkiye'de genç, nüfus olarak istatistiklerde ele alınır.
Bir başka çarpıklık ise, 15-20 yaşlarındaki bir gencin karşılaştığı problemler ile, 30-40 yaşlarındaki insanın karşılaştığı problemler aynıdır ve aynı kefeye konur.
Bugün genç kızın ve erkeğin evlendiğinde yaptığı düğün şekli, babalarımızın bundan 50-60 sene önceki düğünlerin bir uzantısıdır. Düğünlerin muhtevası (içeriği) eğlence, sevinç olması icap ederken, sanki cenaze evine benzetilir. Ya bir hoca efendi sohbet eder veya mevlithanlar mevlit okur. Meşru çerçeve içinde kalarak, gencimizin eğlenmeye ihtiyacı olduğunu söylemek bile nerede ise yürek isteyen bir mesele halindedir.
Türkiye'de gençlerin yaşadığı problemler açık ve net olarak ele alınmıyor, sadece gençlere his ve duygulan ile hitap ediliyor:
- Gençler. Sizler bizim geleceğimizin teminatısınız.
- Gençler. Bizleri siz kurtaracaksınız.
- Gençler. Vatan sizlere emanettir.
Peki gençler, bizleri nasıl, ne ile, hangi imkanlar ile kurtaracaktır? Bir kalem parasını, giyeceği ayakkabı parasını bulmakta zorlanan genç, toplumu nasıl ve ne ile kurtaracaktır?
Hayatını, 3.5 saatlik bir sınava bağladığımız gençlerden neyi bekliyoruz?
Derslerinde, "Beyin konusu" işlenir. Beyin, organizmayı yönetir. Beyin, omurilik soğanına emirler verir. Bu bilgiler ile gence beyin hakkında bilgi verilir. Ancak, beynini nasıl kullanacağı öğretilmez. Niçin? Çünkü, birileri tarafından sömürülecektir.
Bakara suresinin 204 ve 205. ayetleri, ekini (ekonomiyi-alın terini) ve nesli (beyinleri) sömüren iktidarları ele alarak, çarpıa bir şekilde anlatır.
Tüm bu bilgiler, adeta birer tablo gibi her gün ve gece gözümüze takılmakta, sesleri kulaklarımızı tırmalamaktadır. 12 senelik mazisi, geçmişi dolu veya boş olarak geçmiş bir genç, ömrünü işte böyle ortamda sürdürecektir.
a- GENÇ
Genç, define, hazine demektir. Bir kuyumcunun eline aldığı mücevheratın durumu ne ise, anne ve babaların ve eğtimcilerin ele aldığı genç de bir mücevher gibidir.
Genç için, aile, okul, cami ve çevre etkileyici kurumlardır. Ne yazık ki, bugün bu kurumlar, birbirinden farklı özelliklere sahiptir.
Avrupa'ya kafalarını kiralamış insanlar, şu aa gerçeği bir türlü kabullenemediler: Avrupa'da devlet, üniversite ve kilise üçlüsü, bir toplumun hayat seyrinin oluşmasında birinci derecede etkilidir.
Ülkede gencimiz için, ciddi program ve projeler bir türlü ge-rekleşmemektedir. Yine fedakarlık, anne ve babaya yani aileye, camiye ve sivil örgütler ile gönüllü teşekküllere düşmektedir.
Gençler, kendilerine bazı öğütler ve emirler verilmesinden hoşlanmazlar. Kendilerine rehberlik yapılmasını isterler.
Öyle ise, gencin ailesi, arkadaşları, cami görevlileri ve sosyal çevresi birbirlerinden haberli olarak, genç için şefkat şemsiyesi olup, onu sevgi ile kuşatmalıdır.
Etrafı sayısız tuzaklarla sarılmış bir gencin, bu tuzaklara yakalanmaması öncelikle ailesini, okulunu, camisini, gönüllü kuruluşları ilgilendiren ciddi bir konudur.
Günümüzde klasik bazı yöntemlerle veya bazı yasaklarla alınan anlamsız bir takım tedbirlerle gençlere yön vermek mümkün değildir.
Kitle iletişim araçları, medya, TV, İnternet dünyası; yaşadığımız dünyayı küçültmüştür. Bu sebeple genç, dünyada ne olup bittiğini günübirlik takip etmekte, ebeveyn ise bu bilgilerden habersiz yaşamaktadır.
Günümüzde çok anne ve babalar, insan eğitimini sağlayacak, eğitim değerlerinden, yöntemlerinden, metodlanndan maalesef uzaktır. Çocuğunun her attığı adımdan haberdar olmak isteyen anne ve babaların, önce kendi attıkları adımların dikkatle atmaları icab etmektedir.
"İyi vatandaş yetiştirmek" ile "İyi insan yetiştirmek" anlayılanndaki yanlışlıklar düzeltilmelidir.
b- ÇOCUĞUN KÜRTAJ'LA ALINMASI BİR CİNAYETTİR, KÜRTAJ HEMEN DURDURULMALIDIR
Yaratan bu alemin nizamını iki nokta üzerine oturtmuş ve varoluş laboratuarını kendisi kurmuştur:
1- Beslenme-Rızık,
2- Çoğalma-Doğum.
Kainatta her canlı ilahi emirle doğar. Rızıklanır. Ve ölür.
İşte rahmine düşen bir çocuğun seyri ve dramı:
2 Mart: Hayatım bugün başladı. Varlığımdan henüz annemin ve babamın haberi yok. Gözle görülmeyecek kadar küçüğüm. Ama ne farkeder? Varım ve canlıyım. Cinsiyetim bile tayin edildi. Bir kız çocuğu olacağım. Deniz mavisi gözlerim, altın sarısı saçlarım olacak.
16 Mart: Ağzım ortaya çıkmaya başladı. Bir müddet sonra güleceğim. İlk sözüm "anne" olacak, biliyor musun anneciğim? Kim demiş bana "Henüz canlı değildir" diye!
25 Mart Bugün ilk defa kalbim atmaya başladı. Ne kadar sevindim. Ben bu kalbi, inanç ve sevgi ile dolduracağım. Anneciğim çok önemli günlerdeyim. Sakın rontgen çektirme, kızamık, kızamıkçık, grip bile olma, lüzumsuz ilaç kullanma. Ne olur dikkat et anneciğim, sakın hormon ilaçlan da alma. Bol bol süt iç. Sigara içme. Bilmem ki bunları sana nasıl duyurabilsem?
1 Nisan: Hergün biraz daha büyüyorum. Yüzüm ve bacaklarım şekillenmeye başladı. Bu bacaklarımla anneme koşacağım, babama kollarımı açıp sarılacağım. Fakat bunlar için daha epey zaman lazım.
11 Nisan: Bugün ellerimde ufaak parmaklarım teşekkül etmeye başladı. Onların küçüklüğü beni bile şaşırtıyor, ama o kadar hoşuma gidiyor ki. Beni Yaratan herşeyimi en inceliğine kadar düşünüyor, beni oya gibi işliyor. İlerde parmaklarım büyüyecek. Anneciğim, senin saçlarını okşayacağım, sana çiçek toplayacağım, babamın elinden tutacağım, kalem alıp yazı yazacağım, kitap sayfalan çevireceğim.
19 Nisan: Bugün annem benim varlığımdan haberdar oldu. Ne kadar seviniyorsun değil mi anneciğim? Dünyalar senin oldu adeta. Beni kollarının arasına alacağın günü düşünebiliyor musun?
21 Nisan: Annem ve babam benim kız olduğumdan habersiz, belki oğlan bekliyorlar. Ben onlara süpriz yapmak istiyorum. Bana güzel bir isim koysanız. Biliyorsunuz İslamiyette çocuğun ismi çok önemlidir. Büyüyünce güzel bir isimle çağrılmak isterim.
9 Mayıs: Yüzüm tam olarak şekillendi, anneciğim tıpkı sana benziyorum, biliyor musun?
12 Mayıs: Artık etrafı görebiliyorum, fakat çevrem çok karanlık. Anne. Anneciğim. Seni hiç görmedim, bir görebilsem! Sana bir sanlabilsem!
23 Mayıs: Anneciğim, kalbinin sesini duyabiliyorum, sen de benimkini. Sadece senin için çarpan yüreğimi hissediyor musun? Dünyaya gelmek, senin kollarında uyumak, yüzüne bakmak, sana kavuşmak istiyorum.Beni koklayacak mısın? Sen de beni aynı sevgi ile bekliyorsun değil mi?
27 Mayıs: Ah. Anne, anneciğim, dayanılmaz bir acı. Parmağım koparıldı. Annem, ciğerlerim parçalanıyor, yüreğim yerinden sökülüyor. Anneciğim, senin için çarpan kalbimi bana bırak. Katiller. Katiller. Annem beni bugün öldürdü!
Bu dünyaya gelmeden hayatına son verilen bir bebeğin dramı. Bir hakikatin klasik "embriyoloji" kitaplarına uygun ifadesidir.
İnsanoğlu ana rahmine düştüğü andan itibaren vardır ve canlıdır.
Aslında insanın var olma sentezi sessiz ve fakat dehşet verici, mana aleminde büyüklüğü ile ürpertici. Bunu düşünmek ve bundan korkmak gerekir.
Kürtaj yasası çıkalı zannediyorum 12-14 yıl oldu. On haftaya kadar büyüklükteki gebeliklerin kürtajla durdurulabileceği tezinin ortaya atıldığı günü dehşetle hatırlarım. Kürtajın serbest bırakılması için önce bir kılıf hazırlandı. Biri hukukçu, diğeri ise maalesef hekim, iki haram karıun teklifinde ön ayak oldular. Mektuplar yazarak duyurmaya çalıştılar. 1981 idi zannederim. Tıp, hukuk, iktisat ve din adamlarımızın beyanları oldu. Radyo, televizyon programlan yaptılar, böylece işi ilmi rayına oturtma gayreti içine girildi. Şimdiki adı ile "Kamu oyu oluşturuldu". Bazılarını anlamıyarak, bazılarını da itiraf edeyim, hayretler içinde seyrettik, dinledik.
Biz, İstanbul Doğum Hekimleri olarak işi ele aldık. Peşpeşe seminerler, konferanslar tertip ettik. Kürtajın serbest bırakılmasının bir felaket olacağını anlatmaya çalıştık. Gazeteler de muhtelif yazılar yazdık. Bir defasında Sağlık Bakanlığı yetkilisi Dr.Nusret Fişek Bey'i davet ettik. Doğumcular olarak kürtajın onulmaz yaralar açacağını söylemeye çalıştık. Fakat Dr.Nusret Fişek Bey'in çok politize olduğu görülüyordu. Kendisiyle normal olarak konuşmak mümkün değildi. Karşımızda kürtajın ateşli bir müdafii vardı. Seminerden çıkarken gözlerim dolu dolu oldu. Çünkü binlerce tüyü bitmemiş masum Türk çocuğu gün ışığı göremeden öldürülecekti. Paramparça kopartılacak, kolu-bacağı, gözü-kulağı ana rahminden kazınacaktı.
O sıralarda Sayın Dr.Lütfi Doğan'tn 2.5 aylığa kadar bebeklerin kürtajla alınmasına cevaz veren beyanları beni ve benim gibi düşünen birçok insanı kahretmişti.
Dinimiz Regaib karıdili'ni Allah Rasülünün ana rahmine düştüğü gece olarak kabul eder. Bu içtihada kim söz söyleyebilir? İnsanoğlu ana rahmine düştüğü andan itibaren vardır ve canlıdır. Bu suretle çocuğun kürtajla alınması, İslami yönden bir cinayettir! Yaratan bu âlemin nizamını iki nokta üzerine oturtmuş, varoluş laboratuarını da kendisi kurmuştur.
1- Beslenme, Rızık.
2- Çoğalma. Doğum ve Ölüm.
Kainatta her canlı ilahi emirle doğar, nzıklanır ve ölür. Bize dünyada dışardan hiçbirşey almadan karnımızı doyurabilecek bir ülke nasip olmuştur. Orta Asya'da Çin Seddi'ni bize karşı yapan Çinlilerle aynı nüfus sayısında idik. Bir gün gelip de Yunanistan'la eşit nüfusa sahip olursak ne duruma düşeceğimizi düşünmek bile vakarımıza yakışmaz.
İlmi Gerçek
Tıp ilmi döllenmiş yumurtayı canlı kabul eder. Zira, döllenen yumurtada hemen biyolojik hadiseler başlamıştır bile. Hayatın temelini teşkil edecek bölünmeler, rahim içi yuvalanma gibi. 14 günlük ceninin vitellus kesesinden karı dolaşımı sisteminin teşekkül ettiği görülür. karı guruplannın A, B, AB, O ve Rh+ ve ya Rh-olduğu artık bellidir. 8. haftada ana rahmindeki çocuğun kalp sesleri dinlenebilir. Cenin, "henüz daha canlanmadı, kürtajla alınabilir" denilen 10. haftada aslında anne ile çocuk öylesine sıkıfıkı münasebete başlamıştır ki, onun karı sistemine dahi hükmetmekte, dediğini yaptırmaktadır. İkinci haftadan beri var olan karıındaki alyuvarlar anneye geçmektedir. Annenin karanda buna karşı "immun izo-antikor" denen maddeler teşekkül etmektedir. Bu da Coombs testi ile tesbit edilmektedir.
Kadın, kendine güzellik, zerafet ve zeka veren hormonlar ile techiz edilerek ömrünün en güzel yılını annelik fonksiyonu için ayırmıştır. Psikolojisi ve fizyolojisi ile buna hazırdır. Anne çocuğunu o kadar sever ki, kim ne derse desin, evladına kıyamaz. Evlat yok etme karıununu da hoşgörmez. Hatta çoğalma çağının bittiği, göç davullarının çalmaya başladığı, ümit ve hevesinin uzaklaştığı sonbahannda bile. "Kadının biyolojik trajedisi" denilen menopoz girdabında batmaktan da onu gene evlatlan, torunlan kurtaracaktır. Bir kadın hamile olduğu takdirde, bu çocuğu doğurmak ihtiyaç ve zaruretindedir. Bu ulvi vazife kürtajla durdurulursa, ruhi ve bedeni sistemi bizzat kendi nefsinin enkazı altında ezilir. Sıkıntı, boşluk, hezimet hissi, bıkkınlık. Neticede dayanılması güç bir yeis hali, vücut yapısını hatta şahsiyetini tesiri altına alır. İşlenilen suçun kahredici zifiri karanlığına gömülür. Kimselere birşey söylemez, söyleyemez. Perişan sinir sistemi ile ömrünce ızdırap çeker. Muhterem ve asil Türk anasına karıun garantisi ile bu cefanın layık görülmeyeceğini zannederdim.
Kürtajın anne organizmasında açacağı maddi yaralar içler acısıdır. İptidai usullerle yapılacak çocuk düşürmeleri yerine kürtajı koymakla anne ölümlerinin önüne geçileceği iddiasının gerçekle hiç mi hiç alakası yoktur. Kürtaj evvela bir ameliyattır. Her ameliyat gibi bunun da küçük bir nisbette bile olsa bir ölüm tehlikesi vardır. Narkozdan açılma işi ayrı bir dert, rahim delinmeleri ise en önemli tehlike olarak ortadadır. Bu hal hemen yeni ve büyük bir ameliyat ile rahimin sökülüp çıkarılması (histerektomi) neticesini getirir. Kürtaj için rahim ağzının açılmasına bağlı yırtıklar, gene aynı bölgede rahim ağzı yaralarına ve iltihaplarına sebep olur. Servisitis ve erozyonlar gibi. Tedavi edilemeyen hastalarda bunlar karısere dönüşebilir. En azından genç anne ömürboyu akıntı şikayetlerinden kurtulamaz. Rahim içinde et parçalan teşekkül edebilir, (endometrium polipleri) veya çocuk parçaları bırakılırsa karıserlerin en korkuncu olan koryonepitelyoma ile karşılaşılabilir. İçerde parça bırakma endişesi yüzünden hekim fazla kürete edebilir. Rahim içi zarı atrofileri ve âdetten kesilme halleri görülebilir. Kürtaj sonu mikrop kaptığı taktirde endometritis (rahim içi) veya adneksitis (yumurtalık iltihabı) ve peritonit (karın zan iltihabı) gibi hastalıklara yakalanabilir. İşte o zaman olanlar olur, genç anne kısır kalabilir.
Herkes kürtajdan korkar. Korku vücutta adrenalin denen bir maddenin aşın ifrazına sebep olur. Tansiyon birden yükselir. Ani ölüm zincirin son halkası olarak bilinmelidir.
Kürtajın serbest bırakılması, diğer deyimle Cinayet Yasası başka bir şeye benzemez. Onun yaptığı tahribat geri dönülmeyecek bir dehşetin ifadesidir. Çok içimizi yakmıştır ve yakmaktadır. Kürtajın devlet eliyle tatbiki, üzerine titrediğimiz "Devlet Fikri" ne gölge düşürür. Siyasilerimiz bana kızmasınlar, 10 sene içinde yılda en aşağı bir milyon yasa himayesinde kürtaj ameliyatı tatbiki ile yaklaşık on milyon çocuğumuz öldürülmüş demektir. Cumhuriyetin 70. yıldönümünde "On yılda onbeş milyon genç yarattık her yaştan" diye marşlar söyleyip öğünüyorduk. Cumhuriyetin 10. yılında herşeyi tersine döndürüp "On yılda on milyon çocuk öldürdük" diye yüzümüz yere mi gelecekti? Buna mı layıktı Türk anneleri?.
Kürtaj karıunu Yürürlüktedir
Geçtiğimiz haftalarda Kahire'de nüfus planlaması konferansı toplandı. Bu konferans Kıpti Butros Gali'nin eseridir. Butros, böylece Osmanlı'dan ecdadının intikamını almak istemektedir dersek hatalı bir tesbit yapmış olmayız. İngilizler Mısır'ı işgal edince bu Gali'nin dedesi mahalli direnişin liderlerini İngilizlere ihbar ederek kurşuna dizdirtmiş ve bunun cezasını da hayatı ile ödemişti. Böylece Butros Gali, dedesinin karı davasını gütmekte. Türkiye aleyhine her tertibin başında ve içinde görünmektedir.
Kahire Toplantısına Türkiye Cumhuriyeti bir heyetle iştirak etti. Bu heyetin başkanı "Aileden Sorumlu" Devlet Bakanı Önay Alpago hanımdı. Hanım Bakan seyahate çıkarken "Ben iki defa kürtaj oldum" demiş, "Kürtaj ülkemiz için sorun değildir" buyurmuştur. Onun bu sözleri aynen Devlet Televizyonunda yayınlandı. Sizin için kürtaj mesele olmayabilir. İki tane veya on tane kürtaj yaptırmış olabilirsiniz, bu sizin bileceğiniz bir iş. Yalnız, çoluk çocuğun önünde, Devlet Televizyonunda "Ben iki defa kürtaj oldum" diyemezsiniz. Bunun reklamını yaparak herkesi özendirmeye hakkınız yoktur.
Şimdi size sesleniyorum, pek muhterem Diyanet İşleri Başkanımız Dr.Mehmet Nuri Yılmaz. Bu kürtajı durdurun, siz bu hususta bilgilerinizle ve ağırbaşlılığınız ile bunu yapacak kudrettesiniz.
Size sesleniyorum, pek sevgili hanım Başbakanımız. Kürtaj karıununu durdurun.
Size sesleniyorum, eli kalem tutanlar! Yazınız. Hakikati yazınız.
Sesleniyorum. Vefakar, asil Türk anası. Kızına, gelinine, oğluna söyle, kürtaj cinayettir!
Netice:
Ceninin kürtajla alınması insan neslini en azından dört tehlike ile karşı karşıya bırakıbilir.
1) Önceden tahmin edilemiyecek kadar çok sayıda insan, daha gün ışığına çıkmadan öldürülmüş olur.
2) Birçok genç kadın kürtaj masasında hayatını kaybedebilir.
3) Anne, çocuğunu kaybetmenin psikolojik ve fizyolojik yıkıntısından kendisini kurtaramaz. Meydana çıkacak ruhi ve bedeni hastalıklar, karıserler, bir daha anne olma şansını kaybetme felaketi.
4) Dini inanışlarımıza aykırı, ahlaki yönden kabulü imkansız, kürtajı yapan hekimi mesleki yemini ile karşı karşıya getirecek bir musibettir.
(Jin.Op.Dr.Reyhan Songar/ Doğum ve kadın hastalıkları Mütehassısı)
ALINTIDIR.