• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Evlilik mi ev arkadaşlığı mı?

azul

Muchas Gracias a DİOS..!
Kayıtlı Üye
2 Nisan 2010
3.236
14
158
Ankara
EVLİLİK Mİ EV ARKADAŞLIĞI MI?



Gün içinde yoğun trafik, iş telaşı, müdür kaprisi derken, erkekler eve döndüklerinde içleri geçmiş oluyor. Yemekten sonra kendilerini koltuğa kadar sürükleyebilmişlerse kendilerini şanslı sayıyorlar. Ondan sonrası biraz uyuklama faslı, biraz televizyon derken, “Üşüyeceksin burada!” sesleri arasındaki dürtmelerle sürünerek yatağa gidiş…

Ertesi sabah telefon alarmıyla bir önceki günün tekrarı... İşyerinden telefonla yapılan kısa kısa konuşmalar ve her geçen gün bir birinden uzaklaşan aile bireyleri…

Herkes kendisini bir şeye kaptırmış gidiyor. Sadece trafik değil insanları yoran ve hırpalayan. Gün içinde gelen bir dolu anlamlı-anlamsız mesajlar... Her gelen mesajla telefona yönelme... Sonra hiç ilgisi olmayan mesajı sileyim derken, gereksiz birçok işe kafa yoruyoruz.

Bir de e-postalar var… Onlara da bakmak lazım! Orada da tablo aynı... E-posta adresinizi bulan şirketlerin reklam alanına dönüşmüş e-posta kutunuz. Temizle temizle bitmiyor! E, birde twitter-face hesabınız falan da varsa onlara da bakmak lazım. Bir de “Haberleri kaçırmayalım!”, takip edilen dizilerle “Biraz oyalanalım.” derken… Koltukta uyuyan erkek manzaraları da kaçınılmaz oluyor.

Her şey güzel, herkes memnunsa sorun yok! Ama aynı anda yatamayan eşlerin bozulan cinselliği bin türlü cinsel problemi beraberinde getirir. Biyolojik yapı ihtiyaçları giderilmediğinde sanal yollarla doyum arayışına girebilir. Ya da biyolojik yapılanma zamanla hantallaşabilir.

Bir adam/kadın yatağında yalnız uyumak için evlenmez. Yatağında yalnız bırakılan adam/kadın ve kendisini televizyonla, internetle oyalayan adam/kadın zamanla birbirinden uzaklaşır. Yalnız bırakılan taraf bir süre sonra yalnızlığın verdiği acıdan uzaklaşmak için işine veya çocuklarına daha fazla yapışır. Ya da dışarıya yönelir…

Önce yalnız bırakılan, en önce dışarıya yönelen olur. İlk giden, ilk yalnız bırakılandır genelde. Yalnız bırakan taraf şaşkındır. Nedenini anlayamaz bir türlü. Ama çoğu kez neden çok açıktır. En az önemsediğimiz şey, en fazla canımızı acıtır sonrasında. En fazla ötelediğimiz şey, en çok ihtiyacımız olandır esasında.

Herkes diğerinden anlayış ister. Yorgunluğa anlayış, yoğunluğa anlayış, parasızlığa anlayış, dizinin bitmeyişine anlayış, uykunun gelmesine anlayış… Ama sadece ister insan, hiç dönüp de diğerinin ihtiyaçlarına bakmayı (içinden gelerek) denemez. Dönüp kendine de bakmaz…

Başka insanlar için yapılabilecek fedakârlıklar, eş için yapılmaya değmez görülür zamanla. Dışarıda gülen yüzler, eve gelince şarja takılmış telefonlar gibi sessizleşir.

Birbirleri söz konusu olduğunda bencilleşen eşler, eş olmayı unutup, ellerinden geleni birbirlerine karşı esirgemeye başladıklarında duygular geriye çekilmeye başlar.

İçlerindeki tembel, bakımsız adamı/kadını eve geldiklerinde ortalığa salıveren eşler için durum her geçen gün daha da vahimleşir…

Çözüm mü? Cevap çok açık değil mi? Söylediklerimi yapmadığınızda sorun zaten çıkmamış olacak… Neler yapmamız gerektiğini hepimiz biliyoruz aslında. Asıl bilmediğimiz, karşımızdakine yapmadıklarımızı fark etmemek.İnsan davranışlarını ihtiyaçlar ve korkular belirler.Meşru alanda doyurulmamış ihtiyaçlar lüzumsuz alanlarda doyurulmaya çalışılır. Muhabbet ihtiyacının msn le ne kadar doyurulabileceğini siz düşünün. Ya da arkadaş olma ihtiyacının facebooke ile karşılanıp karşılanamayacağını…

Her gün yirmi saniye sevdiğiniz adamın/kadının gözlerinin tam içine bakmayı bir deneyin, bakın neler oluyor? Her kadının kendisini seven, kendisine güven veren bir eşe ihtiyacı vardır. Haber bültenini seyrettiğiniz kadar demiyorum! Yirmi saniye eşinizi seyretseniz her şey çok farklı olacaktır.

Her erkek, kendisini önemli hissettiği, kendisini hayatının dışında bırakmayan bir kadına ihtiyaç hisseder. Kendi evinin kapısını kendi anahtarıyla açtığı bir eve gelmek istemez! Evdeki bir koltuk kadar bile değerli olmadığını bilerek yaşayamaz…

Her kadın da kendisini önemseyen bir adama ihtiyaç hisseder. Kendisine güvenebileceği bir adam ister. Eşinin hayatında onun işinden, arkadaşlarından, internetten daha az değerli olmak istemez. Maçları ve maç yorumlarını izlerken uyuklayan bir adam istemez.

Herkesin istediği bellidir de kimse almadan vermek istemez. Hatta bazıları alır fakat vermez. Bazıları da hem vermez hem de mızmızlanan tarafla alay eder, üstüne bir de karşı tarafı suçlar. İşte o zaman evlilik bitmiş, ev arkadaşlığı başlamış demektir. O da bir süreliğine…



Nazli Özburun


Güzel bi tespit olmuş,benim dikkatimi çekti paylaşmak istedim sizlerle...:31:
 
Rica ederim,umarım herkes bu gibi yazıları okuyup öz değerlendirme yapar...

Aslında erkekler okusa daha iyi olur tabi...
:68:
 
merhaba,

Gercekten cok güzel bir yazi, dogrulari yazmis... aslinda icinde hepimizin kendimizden biseyler bulabilecegimiz bir yazi bu... insanlarin teknoloji gelistikce yanliz kalmalari da artiyor. Teknoloji hayatimizi kolaylastirmak yerine sanirim bizleri daha da yoruyor, bize getirisinden cok götürüsü var bana kalirsa... sizler ne düsünüyorsunuz bilmem.

sevgiler selamlar
 
merhaba,

Gercekten cok güzel bir yazi, dogrulari yazmis... aslinda icinde hepimizin kendimizden biseyler bulabilecegimiz bir yazi bu... insanlarin teknoloji gelistikce yanliz kalmalari da artiyor. Teknoloji hayatimizi kolaylastirmak yerine sanirim bizleri daha da yoruyor, bize getirisinden cok götürüsü var bana kalirsa... sizler ne düsünüyorsunuz bilmem.

sevgiler selamlar
 
Malesef ki teknoloji her zaman mutluluk getirmiyor.
güzel bir yazı olmuş,teşekkürler.
 
merhaba,

Gercekten cok güzel bir yazi, dogrulari yazmis... aslinda icinde hepimizin kendimizden biseyler bulabilecegimiz bir yazi bu... insanlarin teknoloji gelistikce yanliz kalmalari da artiyor. Teknoloji hayatimizi kolaylastirmak yerine sanirim bizleri daha da yoruyor, bize getirisinden cok götürüsü var bana kalirsa... sizler ne düsünüyorsunuz bilmem.

sevgiler selamlar

Evet bence de teknoloji çoğu işimizi kolaylaştırsa da malesef manevi yönümüzü alıp götürüyo bir yandan da,

Baksanıza ne kadar tahammülsüz,sabırsız,hazırcı insanlar olduk,

Önümüze ne konursa tüketmeye hazırız mesela de mi?
 
Evet bence de teknoloji çoğu işimizi kolaylaştırsa da malesef manevi yönümüzü alıp götürüyo bir yandan da,

Baksanıza ne kadar tahammülsüz,sabırsız,hazırcı insanlar olduk,

Önümüze ne konursa tüketmeye hazırız mesela de mi?

merhaba Azul,

sana katiliyorum... gercekten manevi yönlerimizden cok seyler götürdü teknoloji. Hersey cabuk cacuk olsun istiyoruz, beklemeye hic sabrimiz yok, halbu ki eskiden öylemiydi, mesela mektuplar yazilirdi, günlerce postacinin yolu gözlenirdi, onu beklemek bile ayri bir zevkti. ama simdilerde ise mail atiyoruz, mesaj yaziyoruz herseyi cok hizli tüketiyoruz.. sevgileri bile..

Herseyi yerinde ve yeterli derecede kullanirsak sanirim daha yararli olur bizler icin... bosuna demiyorlar, herseyin asirisi zarar diye...

sevgiler selamlar
 
Malesef ki teknoloji her zaman mutluluk getirmiyor.
güzel bir yazı olmuş,teşekkürler.


Rica ederim,ne demek...


merhaba Azul,

sana katiliyorum... gercekten manevi yönlerimizden cok seyler götürdü teknoloji. Hersey cabuk cacuk olsun istiyoruz, beklemeye hic sabrimiz yok, halbu ki eskiden öylemiydi, mesela mektuplar yazilirdi, günlerce postacinin yolu gözlenirdi, onu beklemek bile ayri bir zevkti. ama simdilerde ise mail atiyoruz, mesaj yaziyoruz herseyi cok hizli tüketiyoruz.. sevgileri bile..

Herseyi yerinde ve yeterli derecede kullanirsak sanirim daha yararli olur bizler icin... bosuna demiyorlar, herseyin asirisi zarar diye...

sevgiler selamlar


Evet çok doğru,heyecanımız kalmadı hayatta,herşeyi hemen yapıp edip tüketmeyi öğrendik,

Bir de hayatımız ne kadar monoton diye şikayet ediyoruz,sıradanlaştırıyoruz hayatımızı,

Aslında kendimiz yapıyoruz bunu,hayat şartları bizi zorlasa da buna direnmek lazım,

Hayatımıza msn,facebook vs.gibi yerlerde heyecan aramak yerine o özlediğimiz eski ama temiz

heyecanlarımıza dönmeliyiz...
:40:
 
Son düzenleme:
ARAMIZA KİMSE GELİP GİRMESİN!


Günümüzde evlenmek de evliliği keyifle devam ettirebilmek de zor olmaya başladı. Kendi kendine yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmiş bünyeler evliliklerinde de aynı alışkanlığı sürdürmeye devam ettiğinden ortalık kan revan.

Yeryüzünün bazı kuralları olduğu gibi insan ilişkilerinde de bazı neden-sonuç bağlantıları kurulabilir. Her ne kadar söz konusu olan insan davranışı olduğunda kesin bir dil kullanmak tehlikeli olsa da bazı genellemeler yapmak, bazı yanlış kararları ya da girilen bazı çıkmaz sokakları önceden tahmin etmeye hizmet edebilir.

Bu gibi bir durumda ya yolunuzu değiştirirsiniz ya da yolda karşınıza ne çıkacağını tahmin ettiğiniz için önceden alınabilecek bir tedbir varsa alırsınız.

Hayatta olmak genel olarak bazı risklere de açık olmak demektir. Evlenmek de… Ama bazı evlilikler daha risklidir. Aldatma eğilimli ilişkilere bakıldığında, sosyal hayatı çok hareketli olanların, eşlerini aldatmaya daha eğilimli olduklarını görüyoruz.

Sosyal aktör olmak için ayrılan zaman ve efor, bir süre sonra eşlerin uzaklaşmasını ve arada açılan boşluğa bir üçüncü kişinin yerleşmesine zemin hazırlar çoğunlukla.

İşleriyle evli olanlar ve işlerine gereğinden fazla zaman ayıranlar için de durum değişmez. İşkolik erkek ve kadınların ahlakla ilgili boşlukları da varsa aldatma malum bir son olur çoğu zaman.

Eşler arasındaki ilişki aşırı yakınlaşmaya doğru gidiyorsa, merkezkaç etkisi doğurarak eşlerden birisinin bu yakınlaşmadan sıkılıp ayrışmak istemesiyle sonuçlanabilir. Birlikteliğin boğmaya başlaması ve taraflardan birisinin bireyselliğini kaybediyor olduğunu düşünmesi bir kaçışı doğurur.

Bu kaçış illaki karşı cinsle yaşanmaz her zaman. Bazen bir tutkuya kaçabilir birey, bazen de bir hobiye...

Kısır döngü başlar bu defa ve yalnız bırakılan taraf bir süre sonra aldatır diğerini.

Bazen de araya giren öteki, ilk çocuğun doğumu peşi sıra kendisini yalnız hisseden tarafın bir zaafına denk gelir. Anne bebeğe yönelip, erkek yalnız kaldığında…

Masumca paylaşılmaya başlayan dertleşme, eşten yakınma, ilgisizlikten yakınma, kısa bir süre sonra arkadaşlığa, sonrasında sevgililiğe ve aldatmaya dönüşebilir.

Son çocuk evi terk ettiğinde yaşanır bir başka aldatma. Son çocuk da yuvasını kurup gittiğinde birbirlerini fark eden adam ve kadın, çoktandır bitirmiş oldukları bir nevi ölmüş olan ilişkilerini gömmek isterler. Ama öncesinde bir başka yer hazırlamak telaşıyla aldatırlar birbirlerini.

İçiniz karadı biliyorum… Fakat bazen böyle de yazmak lazım. İşte bu da böyle bir yazı oldu, çirkin yanımızı gösteren.

Başta da söylediğim gibi eğer insansa söz konusu olan, hiçbir zaman genelleme yapamayız. Her zaman istisnaları vardır. Ama bilmek ve bilgiyle hâllenmek, kaçmaktan daha iyidir çoğu kere.

İşte bu yazıda bu amaçla yazıldı. Bilmek için, fark etmek için… Korkmak için, telaşlanmak için, karşı tarafı analiz etmek için, onu daha da kıskaç altına almak için değil!
“Ben ne yapabilirim?” ve “Ben nerede yanlış yapıyorum?” ve “Bu yanlışım nelere mal olabilir?” sorularının cevaplarını şimdiden fark etmek ve şimdiden duruşumuzu değiştirmek için. Fark eden taraf değişir çoğu kere.

Evet, “Aramıza kimse gelip girmesin!” diyorsak bir ara bırakmamak lazım elbette, çok yapışmamak da... Yani denge. Her zaman olduğu gibi… Bilginin ve fark ettiklerimizin hallerimizi değiştirmesine izin vermek dileğiyle…



Nazli Özburun
 
Son düzenleme:
Kızlar eşler arasındaki sevgi,sagı ve iletişimin daha güzel olması için okuyup beğendiğim

yazıları sizlerle paylaşıyorum,alıntı yazılar hepsi,umarım beğenir faydalanır ve daha mutlu evliliklere sahip olursunuz...



Karı-Kocanın Muhabbet Saati


Önceki yıl Almanya'ya seminere giderken yanımda oturan Türk hanımla tanışıp sohbet ettik. Bir Almanla evliymiş.

"Nedir Almanların en çok beğendiniz yönü?" diye sordum.

"Ben onların disiplinini seviyorum" dedi. Sonra aile hayatlarına bunun yansımasını anlattı. "Kocam akşam saat altı gibi eve gelir. İki oğlumuz var. On iki ve on yaşında. İki saat bizimle zaman geçirirler. Saat sekiz olduğunda çocuklar odalarına giderler. Uyusalar da uyumasalar da bir daha odalarından çıkmazlar. Bilirler ki akşam bizim muhabbet zamanımızdır. Yanımıza gelmezler."

Ben bu "karı kocanın muhabbet saati" uygulamasını çok beğendim. O günden sonra örnek olarak seminerlerimde anlatıyorum. Bizim Türk toplumunun "muhabbet saati" uygulamasına çok ihtiyacı var. Çünkü bizim toplumumuzda çocuklar erken yatmazlar, anne-baba yatana kadar onların tepesindedirler. Yaşları kaç olursa olsun.

Bu uygulama yapılırsa kadınların "Kocalarımızla muhabbet edemiyoruz." şikayeti biter. Kadınlar kalabalık ortamlarda iletişim kurmakta zorlanmazken, erkekler ancak sessiz ortamlarda daha rahat iletişime geçebiliyorlar.

Mesela; kadın bir yandan televizyon izler, bir yandan telefonla konuşur, bir yandan bilgisayardan maillerini takip eder, arada çocuğun ödevine yardım eder, bu arada eşine çay, meyve falan getirir ve eşiyle de konuşmaya çalışır. Erkek konuşsa kadın hepsini bir arada idare edecektir; fakat erkek bu karmaşanın içinde konuşmakta fıtraten zorlanır. Bu yüzden iyi bir iletişim için erkeklerin daha az ses olan ortamlara ihtiyaçları vardır.

"Karı-koca muhabbet saati" aile üyelerinin hepsi için faydalıdır. Öncelikle çocuklar için faydalıdır. Akşam anne babaları ile çoğunluğu gereksiz olan televizyon programlarını ve dizilerini izlemezler. Erken yatıp uykularını alırlar. Büyüme hormonlarının çalışması saat on gibi başlıyor, bir kaç saat en yüksek seviyede kalıyor. Erken uyurlarsa vücut gelişimleri daha iyi olur. Tabii bu arada çocukların, gençlerin odasında televizyon ve bilgisayar olmaması lâzım. İkisi de çok büyük tehlike. Odalarına gidip bunlarla meşgul olurlarsa onlar için iyi olmaz. Bu ikisi olmayınca ya kitap okur ya uyurlar.

"Karı-koca muhabbet saati" uygulamasının "karı-koca" ya faydasına gelelim. Öncelikle kafalarını dinlerler. Kendi çocuğunuzda olsa, ne kadar severseniz sevin, insanın sessizliğe ihtiyacı oluyor. Çocuklar yatınca ortamda ses azalmış olacak. Bir süre televizyon ve bilgisayar da kapanırsa daha da güzel bir dinlenme olur.

"Muhabbet" deyince kadınların aklına ilk gelen "konuşmak" oluyor. Tabii ki konuşmak muhabbetin bir parçasıdır; fakat abartmamak lâzım. Sessizliği paylaşmak da muhabbettir. Birlikte çay içmek, sarılıp televizyon izlemek, başını omzuna yaslayıp kitap okumak, tatlı bakışmalar...

Sonra zorlamadan kendiliğinden başlayan sohbetler...

"Karı-koca muhabbet saati" uygulamak bizim toplumda biraz zordur. Neden? Ayıp. Çocuklara nasıl denir? "Siz odalarınıza gidin, biz baş başa kalmak istiyoruz" diye. Ya akıllarına bir şey gelirse? Rezalet! Sonra çocukların yüzüne nasıl bakılır? Ya derlerse "Baş başa kalıp ne yapacaksınız ?"

Tabii cinsellik bizim toplumda ayıp, günah, pis. Çocuk yapacak kadar yapılması yeterli bir eylem. Daha fazlası süfli ve gereksiz gibi görülür.

Cinsellik: "Karı-koca birbirlerini sevsinler, birbirlerinde rahatlasınlar." diye Rabbimizin çiftlere verdiği güzel bir ikramdır, hediyedir. Ne pistir ne de kötüdür. Tam aksi karı-kocanın birlikte olması sevaptır. Pis olan zinadır.

Bu yüzden "Muhabbet saati uygularsak çocukların aklına bir şey gelir mi?" gibi kaygılara gerek yok. Bu kaygılar zaten çoğu zaman karı kocanın yatak hayatını bitiriyor. Çocuklarda anne- baba ile aynı saatte yatınca, bu kez de çocukların uyuması bekleniyor, derken çoğu zaman karı-koca çocuklardan önce uyuyor. Birbirlerine dokunmayı azaltan karı-koca arasında soğukluk başlıyor.

Evlilikte cinsellik konusu çok önemlidir. Ben yazmaya başladığım günden beri bu konuda yazıyorum. Evlilik kitaplarımda da bu konu ile ilgili bir kaç hikaye ya da yazı vardır. Bu konuyu dışarıda tutarak evlilik eğitim yapmak ya da evlilik kitabı yazmak çok büyük bir eksikliktir bence.

Cinsellik, hayatın ve dinin bir parçasıdır. Peygamberimiz zamanında hiç çekinilmeden konuşulmuş, hanımlar sorularını gelip Peygamber efendimize bizzat sormuşlar. Kınanmayı bırakın övülmüşler. Türk kültüründe ise ayıp bir konudur. Üstü örtülen, altından çok pislik akan bir yaradır cinsellik. Kişinin bir sorunu yokken özelini başkalarına eğlence olsun diye anlatması haramdır.

Bunun dışında bilgilenmek amaçlı konuşmak, sormak, sorunun çözümü için uğraşmak gereklidir. Fakat konu erkeklere bırakılmıştır. Cinsellik konusunun konuşulmasının sadece erkeklere bırakılması hiçbir sorunu çözmez. Çünkü cinselliği erkek hocalar ya da doktorlar konuştuğunda kadınlar tarafından bu bir erkek meselesi gibi algılanmakta.

Oysa ülkemizde kadınlar "namus koruma gayreti" yüzünden cinsellikten korkutularak büyütüldüğü için evlendikleri zaman cinsellik konusunda çok büyük sorun yaşıyorlar. Pek çok kadında cinsel isteksizlik sorunu var. Bu yüzden faydalı olabilecek kadınların bu konuda çalışma yapması çok gerekli. Yazarlar, danışmanlar, psikologlar, vâizeler, kadın hocalar...Konu önemli.

Bu sorunların çözümü üzerine çalışılmadıkça aile sorunlarında azalma mümkün olmaz. Anne babaların çocuklarına bu konuda eğitim vermesi ya da eğitim aldırması da gerekli. Bu üzerlerine büyük bir sorumluluktur. Yapılması gerekli farz bir eğitimdir. Çocuklar o konularda hata yaparsa vebali anne-babanın da üzerine olur. Fakat maalesef ki anne babalar bu konuda konuşmaya utandığı için çocuklar cinselliği yalan yanlış bilgilerle pornodan öğreniyorlar.

Gereksiz utanmaları bırakıp cinsellik eğitimi konusunda neler yapılabilir ona bakmak lâzım.

Gerçi çocuklarına "Biz akşamları biraz baş başa kalmak istiyoruz, lütfen odanıza erken gidin." diyemeyen anne-babalar olduğu sürece bu konuda ne kadar adım atılabilir o da ayrı sorun.

"Muhabbet Saati" cinsellik saati değil; fakat içinde cinsellik de olabilir, o da çocuklarınız dahil, hiç kimseyi ilgilendirmez. Anne-babalar böyle bir uygulama yapmayı isteseler de çocukların tepkilerinden korkuyorlar. Aslında çocuklarına açık ve dürüst bir şekilde "karı- kocanın muhabbet etmek için birbirlerine zaman ayırmalarının önemini" anlatsalar, çocuklar önce garipseseler bile düşününce anlayışla karşılayacaklardır. Çünkü hiçbir çocuk anne-babasının arasının açılmasını istemez. Her çocuk anne-babasının mutlu olmasını ister.

Bir seminerimde sekiz yaşında erkek çocuğu da varmış. Hanımlara "muhabbet saati" uygulamalarını tavsiye etmiştim. Çocuk da dinlemiş. Daha sonra başka bir seminerde o çocuğun babaannesi ile karşılaştık. Torununun saat sekiz olunca odasına gidip bir daha çıkmadığını anlattı. "Sema Teyzem, çocuklar akşam erken yatsınlar ki anne babaları muhabbet etsinler, dedi." diyor istikrarlı bir şekilde söylediğimi uyguluyormuş.

Bu arada "çocuklar babayı az görecekler." diye itiraz edenler olacaktır. Elbette çocuklarla babanın da ilgilenmesi gerekiyor. Babaların görevi sadece çocuklarının karnını doyurmak, zaruri ihtiyaçlarını karşılamak değildir. Çocukların hem baba otoritesine hem de baba sevgisine ihtiyaçları var. Peygamberimiz çocuklarını, torunlarını öper, sever, şakalaşırdı. Onlara zaman ayırırdı.

Baba sevgisi çocuğun ruh sağlığı ve hayata güvenle bakabilmesi için çok önemli. Fakat aynı odada beş saat oturup düzgün bir iletişime geçmemek çocuk için faydalı değildir. Sohbet edilecek, dertleşip paylaşımda bulunacak bir saat, beş saatten daha değerlidir çocuk için. Erkek eve gelince önce çocukları ile ilgilenir, onlar odalarına geçince karı-koca daha sakin bir ortamda birlikte zaman geçirirler.

"Muhabbet saati" uygulamasını tavsiye ederim. Yuvanızda sorunlarınızı azaltacaktır. Muhabbet etmek sevaptır. El ele tutuşun, göz göze bakışın, Allah(c.c) ın rahmeti üzerinize olsun.



Sema Maraşlı -
 
Evlilikte romantizmi unutun.

Televizyon sayesinde kadınlar dizi kahramanı gibi bir erkekle yaşamak istiyorlar. Bunu bulamayınca kocalarını dizi kahramanlarına benzetmeye çalışıyorlar.



Romantizm ile ilgili bütün bildiklerini unut.

Şirin, itiraz etti:

-Romantizm olmayınca hayatın ne tadı olur?

-Haklısın romantizm güzel; ama romantizm hareketi yüzünden romantizm fazla sulandı, cıvıklaştı.

-Aradaki fark nedir anlayamadım?

-Romantizm hareketi 19. Yüzyıl başlarında akılcılığa karşılık hayali ön plana alan bir edebiyat akımı iken roman ve şiirlerin etkisiyle kısa zamanda kadınlar tarafından sahiplenilen bir duygu hareketine dönüştü. Çünkü romantizm hareketi, kadınları en hassas noktasından, kalbinden, aşk silahı ile vurdu. Feminizmden sonra aileye vurulan ikinci darbe romantizm hareketi ile olmuştur.

-Fazla romantizmin ne zararı olur ki?

-Medya romantizmin yayın organı olarak çalıştı. Özellikle televizyonun icadından sonra romantizm kadınların aşk ve evlilikle ilgili bütün ölçülerini değiştirdi. Söylediğim gibi kötü olan romantizm değil, romantizmin fazlası, günümüzdeki sulanıp cıvıklaşmış hali ve erkeğin üstüne zoraki yıktığı görevler. Televizyon sayesinde hayallerden fırlamış gerçek üstü erkekler, kadınların kafasını bozdu.

-Bu konuda haklısınız. Oradaki aşklara baktıkça insanın içi gidiyor. Tıpkı Ferhat’la yüzyıllar önce yaşadığımız gibi. Şimdi öyle aşklar sadece filmlerde var galiba.

-İşte televizyonun zararını sen de dile getirdin. Zaten televizyon aile muhabbetinin önünde başlı başına en büyük engel. Varlığı ile ailenin zamanını çalıyor. Muhabbetin en büyük düşmanı. Eşlerin birbirleri ile iletişimine engel oluyor.

En büyük kötülüğü de dizilerle filmlerle hatta reklamlarla insanlara bir yandan feminizm aşısı yaparken bir yandan da romantizm hapı yutturmaya çalışıyor. Oysa bu iki madde bir araya gelince sağlıklı bir bünyeyi bozar.

-Niye feminizmle romantizm anlaşamıyor?

-Feminizm kadınlara “Sen erkeklerle eşitsin, kadın gibi olma erkek gibi ol, özgür ol, çalış kariyer yap, sen de güçlüsün, erkeklerin yaptığı her şeyi yapabilirsin” diyor.

Romantizm ise “Hayatında hiç bitmeyen, azalmayan, büyük bir aşk olacak. Sevdiğin adam seni ölesiye sevecek, seni hiç aklından çıkarmayacak, hoş sohbet, yakışıklı, paralı ve sana sürprizler yapan düşünceli, kibar bir erkek olacak, diyor.

Feminizmle erkekleşmiş bir kadını, adam nasıl bu kadar sevebilsin, nasıl ona bu kadar kibar olabilsin.

Çizilen tablo ise şu: Erkek gibi bir kadın ve karşısında kadın gibi bir erkek.

-İşte buna kesinlikle katılmıyorum. Romantik erkek, kadın gibi erkek demek değildir. Romantik erkek, kadın ruhundan anlayan, kibar erkektir.

-Şirinciğim beni yanlış anladın. Tabi ki dozunda romantik bir erkek kadın gibi olmaz, hem de tam erkek gibi olur. Benim söylemek istediğim şu ki romantizm akımıyla gelen romantizm salgınında, erkekten beklenen şeyleri yapmak, daha çok kadın fıtratına uygundur.

-Aşırı ne bekleniyor ki?

-Eşini düşünüp sık sık aramak, sürprizler yapmak, özel günleri hatırlayıp hediye almak, mum ışığında baş başa yemek planlamak, gibi davranışlar hayatın içinde detay konulardır ve detaylar kadın tabiatına daha uygundur.

Fakat dizilerde bu işler erkeklere yüklendiği için, erkeklerin bu günleri hatırlamaması, erkeği; kaba, düşüncesiz erkek, konumunda bırakmış ve ailelerde özel günleri bir kabusa çevirmiş durumda.

-Bu konuda haklısınız. Geçen yıl Ferhat evlilik yıldönümümüzü hatırlamadığı için çok üzüldüm. Açıkça söyleyeyim ben şöyle düşünüyorum: “Kocam evlilik yıldönümümüzü hatırlamadığına göre artık beni sevmiyor, evliliğimize de önem vermiyor.”

-Romantizm üzerinden kafa yürütüyorsun. “Kocam evlilik yıldönümümüzü hatırlamıyorsa, kesin beni artık sevmiyordur.” Ne alaka adam işin gücün derdinden unuttu gitti. Sen hatırla, sen hatırlat, organizasyonu sen yap, o da sen de mutlu bir akşam geçirin.

-Fakat hatırlayan erkekler var.

-Hatırlayan erkekler vardır tabi. Fakat kaç erkek gönlüyle önem verdiği için hatırlıyor, kaç erkek karısının şerrinden korktuğu için hatırlıyor. O ayrı bir konu.

Dizilerdeki erkekler unutmazlar özel günleri. Her akşam ekran karşısında saatlerce bu dizilere bakan kadınlar, gerçekle hayali ayırt edemez duruma geliyorlar. Zaten insan beyni etkilenme anlamında gerçekle hayali pek ayırt etmiyor. Hayalden de gerçekten etkilendiği gibi etkileniyor.

Televizyon sayesinde kadınlar dizi kahramanı gibi bir erkekle yaşamak istiyorlar. Bunu bulamayınca kocalarını dizi kahramanlarına benzetmeye çalışıyorlar. Tabi sonuç büyük bir hüsran oluyor. Ailelerde kadınlar mutsuz, erkekler kırgın.

-Ama gerçek hayatta bulamadığımız ya da bulup da kaybettiğimiz aşkları orada izlemek biz kadınları mutlu ediyor bence.

-Tam aksi mutsuz ediyor. Orda seyretmek insana yetmiyor, herkes hayatında aşk eksik olmasın istiyor. Yaşlı kadınlar da buna dahil. Yaşı yetmişe yaklaşmış evli ve torunları olan kadın “Dünyaya bir daha gelirsem asla evlenmeyeceğim. Metres olarak yaşayacağım. Hayatımda büyük bir aşk yaşayamadım. Bir şansım daha olsa metres olarak yaşardım, aşk yaşardım.” diyor.

Her akşam dizi izlemenin doğal neticesi bu. Reklamlarda cızır cızır kızaran salam sucuk, nasıl ki imkanı olup alamayanların ağzının suyunu akıtıyorsa, yoğun aşk dizileri de özellikle kadınların kalplerini kanatıyor. Aşık olup aşkı bitenlerin yaralarını deşiyor, olamayanlara da hep bir eksiklik duygusu yaşatıyor.

-Evet böyle bakınca haklısınız.

-Sen miras meselesi yüzünden ağlayan adamın hikayesini biliyor musun?

-Hayır, bilmiyorum.

-Adamın birini, miras meselesi yüzünden çıkan tartışmada akrabaları biraz dövmüşler. Adam dava açmaya karar vermiş. Dilekçe yazdırmak için arzuhalcinin yanına gitmiş.

“Akrabalarım beni dövdü, dava açmak istiyorum” demiş.

Arzuhalci:

“Öğleden sonra gel, ben sana iyi bir dilekçe hazırlarım.” demiş.

Adam öğleden sonra gittiğinde arzuhalci birkaç sayfalık dilekçeyi göstermiş:

“Dilekçen tamam, ben okuyayım, sen bir dinle sonra altına imzanı atarsın” demiş.

Adam dilekçeyi dinlerken ağlamaya başlamış. Arzuhalci şaşırmış. “Sen niye ağlıyorsun” diye sormuş. Adam “Uyyy bana neler yapmışlar da haberim olmamış” demiş.

Televizyon sayesinde kadınlar da biz neler kaçırmışız, neler yaşayamamışız diye kendi hallerine ağlayıp duruyorlar.

Not: Yukarıdaki yazı "Muhabbet Olsun" kitabımdan bir bölüm. Kitapta, ünlü aşk kahramanlarından "Ferhat ile Şirin" günümüzde yaşıyorlar. Büyük aşkı bitirmişler "Muhabbet edemiyoruz." diye dertliler. Kırk adım atıyoruz muhabbet için. Yirmi beş adım Şirin ile on beş adım Ferhat İle. Yukarıda okuduğunuz bölüm Şirin ile sohbetimizin bir bölümü.


Sema Maraşlı -
 
Gerçekten harika.. Hayatımı özetlemiş resmen.
Evlenmeden önce ne hayallerim vardı şimdi ise teknolojinin kurban ettiği bir evlilik yaşıyorum. Daha 27 yaşındayım ama yapayalnızım.. Eşim işten eve gelir, yemeğini yiyip hemen bilgisayar başına. Ben çayını servis ederim, sonra meyvesini sonra artık uykum gelir yatarım saat 1 gibi.. O ise gün ışımadan uyumaz. Tek başıma yatmaktan, o yatağa tek girip ağlayarak uyumaktan bıktım ama kader buymuş artık gücüm kalmadı değiştiremiyorum adamı :(
 
Back