Ben doğuma hiç hazır değilken çocuğumu kucağımda buluverdim erkenden. İkizdi ve biri problemliydi bebeklerin. Günlerce ybakımda hergün bazen günde iki defa gittim o kapıya 5 dk görebilmek için. Tabiri caizse kapısında yattım. Bunları yaparken bi sorumluluk bilinciyle yaptım. Dedim ya hiç hazır değilken doğurdum diye.
Alt üst olmuş psikoloji, neyi nasıl yapacağını bilememek hali, sağlıkları ne olacak, problemli olan hayata tutunabilecek mi düşüncesi.. Haftalar sonra birini kaybettim biri benimle kaldı.
Taburcu oldu. Eve geldik. Ve ben aylarca haftalarca kendimi sorguladım. Ben yeteri kadar sevmiyor muyum çocuğumu diye.
Ha öyle gözümden sakınırım, üzerine toz komasına dahi izin vermem, uykusuzluksa uykusuzluk yorgunluksa yorgunluk hiç önemli değildi yeterki o iyi olsundu.
Ama beynimde sürekli sizin gibi bu düşünce vardı. Hep kendimi suçladım. Kucağıma alır almaz o müthiş sevgi selini neden tadamamıştım, ya da neden anne oldum diye hüngür hüngür ağlayamamıştım?
Çocuğumu yeteri kadar sevmediğim için mi? Hayır.
Zaman geçtikçe, kendi psikolojim düzeldikçe, belki de lohusalık denen şey günden güne yok oldukça, bebeğime baktığımda ağlıyordum, inanamıyordum benim olduğuna. Velhasıl kendinize zaman tanıyın. Şimdi o bana güldükçe tarif edemediğim şeyler dolup taşıyor içime. Ve tabi eşin annenin yeri ayrı, ama evlat senin bir parçan, aylarca her sıkıntıya katlanıp kucağına almak için gün saydığın bir varlık