"Saat akşamın 6 buçuğu. Çocuklar yemek bekliyor. Bir gözünüz çocuklarda, diğeri ocakta. Kocanızın eve geliş saati. Geliyor eve, çantasını yere atıyor, çocukları şöyle bir seviyor sonra başlıyor anlatmaya.
Siz de ara ara dinliyorsunuz ama bir yandan da “Şunu dolaba koyar mısın?” “Bebeğin ağzını bir siler misin?” “Yemeğin kalanını kaldırır mısın?” gibi direktifler vermek zorunda kalıyorsunuz.
Yemekte de devam ediyor bu böyle…
“Ya çok güzel söylüyorsun da, tut şimdi bunu aklında da ben çocuğu bir banyo ettireyim, bu arada sen de aşılar için yarına randevu alır mısın? Şampuan bitmiş bak, alışveriş listesine şampuanı eklemeyi unutma ben iki gündür bebek şampuanıyla duş alıyorum. Biraz geç çıkarım banyodan çünkü hazır girmişken makineye çamaşır da atacağım, sen de kedilerin mamalarını hazırla. Ay, kedi demişken bir de onların aşıları var, veterinere götürülecekler, onun için de randevu al. -Ayy!- Çantana takıldım da, az daha yuvarlanıyordum yere!”
Tanıdık geldi mi? Eve ait zihin yükü -yani yapılacak işler, alınacak randevular, yetişmesi gereken acil durumlar…- sanki yapılacak pek bir şey yokmuşcasına hep kadının üzerinde. Ev işine ara verebilirsiniz, bulaşık yıkamam belki bugün diyebilirsiniz ama bu zihin yükü denilen şeye ara da verilmiyor. Yani kadın, aslına o an kocasına sarılmış televizyonda dizi izliyor gibi olabilir ama aslında zihninde yarın çamaşır yıkayacağı, yağmur yağıp yağmayacağı, eşinin çekmecede kaç çorabı kaldığı gibi şeyleri düşünüyor ve planlıyor olabilir.
Şöyle düşünelim; ev, farklı süreçlerde farklı projelerin (yemek, çamaşır, bulaşık, faturalar, bebek bakımı, temizlik… ) sürekli devam ettiği bir şirket olsun, kadın da bu projelerin idarecisi- hepsinin ama.
Eşitsizliğin bir sürü halinde de görülebildiği gibi, bu adaletsiz düzende de, bundan asıl faydayı sağlayan kişi, gerçek yükün kimde olduğunun yine farkında değil. Sosyolog Dr. Leah Ruppanner
“Kadınla erkek bir arada yaşamaya başladığında, sosyal statüleri ve çalışma durumları ne olursa olsun, kadının ev işi oranı artarken erkeğin ev işi oranı düşüyor.” diyor. (İlginçtir ki bir çalışmasında Ruppanner, erkekler ev işlerine eşit şekilde yardım etmediğinde, bu erkeklerin genelde evliliklerinin boşanmayla sonuçlandığını ortaya koyuyor.)
“Kadınlar her şeyi tek başına yapabilir!” düşüncesi ne zaman “Hadi her şeyi kadın yapsın o zaman”a dönüştü? Kabul etmek lazım ki, bugünün erkeği dünün erkeğine göre ev işine daha fazla girişiyor. Girişiyor da, hala eve gelince “rahatlık” on “düşünmek” off moduna girebilmeyi kendilerine esas alabiliyorlar. Kadın işten eve geldiğinde daha devam etmekte olan 5 saatlik mesaisinin tamamen farkında olarak geliyor eve. Yarı zamanlı çalışan kadın evde daha çok zaman geçirebildiği için evde daha çok iş yapabiliyor; hem daha az kazanıyor, hem daha çok çalışıyor. Dışarıda çalışsa daha karlı olacak aslında ama farkına da varamıyor.
Bu hale nasıl geldik yahu? Aslında temel sebep hala ev denilen yeri “kadının alanı” olarak görmemiz. Reklamlarda falan da bu durum hala şişirilmeye devam ediliyor. Aynı reklam senelerdir dönüyor farklı markalar için, erkek çocuklarla birlikte yemek yapmaya çalışıyor, un bir tarafta yumurta bir tarafta, çocuğun da kendisinin de üstü başı batmış, yetmemiş yerler batmış. Pisletmedikleri tabak çanak bırakmamışlar mutfakta… Sonra içeriye kadın giriyor, kahramanca her şeyi hallediyor, yemeği de yapıyor, mutlu aile afiyetle yemek yiyor falan. Komik mi şimdi bu?
Haydi hep birlikte bir erkeğin koca koca firmalarda CEO’luk falan yapabilirken evde iki yumurta kıramamasına, bir kıyafet katlayamamasına gülelim, o CEO olurken biz de evimizin kahramanı olalım, olsun bitsin. Sadece eşler değil, erkek çocuklar da aynı mesajlarla büyüyor. Babaları dışarıda maceradan maceraya koşar ama kaç temiz çorap kaldığını yalnızca anneleri bilir. Anneleri onların zeki, şefkatli meleğidir, ne zaman lazım olsa hep evde ve arkalarındadır. Ay ne kadar romantik, ne kadar güzel!
Anne olunca bu zihin yükü ikiye katlanır, işe döner kadın, işteki yük ayrı evdeki yük ayrı katlanır. Üstelik de bu tamamen kalıcı bir yük. Daha fenası, görülmez. Kadının kendisinden başka kimse görmüyor.
Hafiften isyan edelim de yapmayalım dese kadın, bu sefer her şey parça parça eline dökülecek. Faturalar ödenmemiş, akşam yemeğinde kaç gündür çocuklar buz gibi pizzaları yiyor, arabanın vizesi geçmiş, banyo havlusu küf tutmuş… Neler olmuş neler!
Peki ne yapalım? - Zihin yükünün akıllıca dağılımı: Eğer ev işlerini zamanlara ve mekanlara böler, düşünmenizi de planlarsanız, her şeyi aynı anda yapmak zorunda kalmayabilirsiniz.
- Sorumluluk alanları için başkalarını görevlendirin ve mutlaka o sorumluluk alanının adını koyun: Mesela “Bugün ben çocuklarla ve kedilerle ilgilenirken sen de öğle yemeklerinden sorumlusun.” deyip geçin.
- Bırakın standartlar da azıcık düşsün: Ne kadar kaosa katlanabiliyorsanız o kadarına katlanın ve birazcık da standartların düşmesine izin verin. Unutmayın, bu devran böyle dönmez, siz kendinizi çekmeyi başarırsanız, birileri de sorumluluk almaya kendini mecbur hissedecektir.
- Başkalarının hayatı daha konforlu olsun diye kendinizinkinden feragat etmeyin artık: Eğer yapmadığınız o şey sizi ya da çocuğunuzu doğrudan negatif bir etki altında bırakmıyorsa o şeyi yapmasanız da olur. Her şeyi hatırlayıp organize etmek yerine bırakın herkes kendi lüksü olan şey yapılmadığında nasıl hissediyor, bunu gözleriyle görsün. Siz de birazcık rahatsızlık duyduklarını anlayın, belki rahatsızlık duyarlarsa bundan sonra o şeyi kendileri yaparlar.
Son olarak, eğer ki eşiniz bir sorumluluk alanını idare etmeye başladıysa, onu kendisi çözümleyene kadar onu rahat bırakın. Onlar debelenirken siz de güzel bir kitaba başlayın, efendim bir dizi izleyin, talimat dahi vermeyin, bırakın çözsün meseleyi. Zihninizi “off” moduna alın, zamanın keyfini çıkarın. Ve bu yaptığınız şeyi düzenli aralıklarla tekrar edin