- 16 Ağustos 2010
- 293.103
- 603.051
- 43
Şaka yapmayı seviyor, bilardoyu seviyor, tavlayı seviyor. Hatta bu sayede ayakkabı dolabını da devamlı yeniliyor! Tavlada kolay kolay kimsenin bileğini bükemediği Emel Müftüoğlu, İzzet Çapa’ya konuştu.
Hazır son albümü “Emel ile Yeniden” de piyasaya çıkmışken bir araya geldik bu kitap gibi kadınla. Birlikte geçmişten bugüne sanat dünyasında bir “ufuk turu” attık ve kahkaha dolu saatler yaşadık. Umarım bir nebze olsa sizin de pazar gününüze keyif katarız efendim.
◊ Yıl 1990... Karlar Düşer’le beraber nur topu gibi bir de Emel düştü hayatımızın orta yerine...
- Öyle bir konuşuyorsun ki sanki kötü yola düşmüşüm! (Kahkahalar)
◊ Dakika bir gol bir! Kızım böyle giderse gülmekten bitiremeyiz biz bu röportajı...
- İstiyorsan çok da iyi ağlatabilirim.
◊ Yok yok sen böyle devam et...
- Eh haydi ne soracaksan sor bakalım...
◊ Gel azıcık “tarihin arka odasının” kapısını aralayalım o zaman... Şöhret olana kadar neler yaşadı Emel Müftüoğlu?
- Belki klişe bir cevap olacak ama daha ufacık yaşımdan beri müzik hayatımın bir parçasıydı. Evin bahçesinde çocuklara konserler verirdim, hatta gelenlere pastel boyalardan bilet yapıp satmışlığım bile vardır. (Gülüyor)
◊ Baksana daha o yaşta hem küçük Ceylan’a hem de tüccara bağlamışsın...
- Sus sus sorma... İnanılmaz yaramazdım, benden yaka silkmeyen hiç kimse yoktu. Hayat Şarkısı diye bir dizi başladı ya, işte orada elinde farelerle ortalıkta dolaşan haylaz kız birebir benim çocukluk halim. İzleyen akrabalarım arayıp “Kesin seni tanıyan biri yazmış bu karakteri” diyor. (Gülüyor) İlkokul yıllarında aşık olduklarıma önce iyi davranır, karşılık bulamayınca da kafasını gözünü dağıtırdım.
◊ O yaştaki çocuğun aşkla meşkle ne işi olur ki?
- Aa öyle deme, orduevinin orkestrasındaki Yavuz Abi’ye sırılsıklam aşık olmuştum. Herif 40 yaşındaydı... Aklına gelebilecek her enstrümanı çaldığı için benim aşk kriterlerimin hepsini karşılamış oluyordu.
◊ Kafandaki fay hattı ilk o zamanlarda çatladı herhalde...
- Onu ne zaman orkestranın başında görsem hoop hemen elime mikrofonu alıp sahneye fırlardım. O kadar emindim ki Yavuz Abi’nin de bana aşık olduğuna... (Gülüyor)
◊ Vah vah vah...
- Vah ki ne vah! Belki Yavuz Abi’nin bir gün paraya ihtiyacı olur diye dereden topladığım teneke ve çivileri eskiciye satıp kazandıklarımı, bahçe konserlerimin “hasılatıyla” birleştirince bir sürü param oldu.
AŞIK OLANA KADAR TAM BİR ERKEK FATMA’YDIM
◊ Yavuz Abi’ne sponsor mu olmayı düşünüyordun?
- Ona para verirsem küçük olmadığımı anlayacağına inanıyordum. O zamanlar kelimenin tam anlamıyla Erkek Fatma’ydım. En büyük zevkim tabanca ve arabalarla oynamaktı. Ama aşık olunca işler de, Emel de bir anda değişti. Tabancaları falan bir kenara bırakıp, saçlarımı bile annem gibi taramaya başlamıştım.
◊ Erkek Fatma’nın Fatma’lıkla ilk sınavı...
- Aynen öyle! Yavuz uğruna bütün hayatım değişmişti. Okula giderken “Allah’ım ne olur karşılaşayım” diye dua ederdim. Ve sonunda beklediğim o an geldi...
◊ Yavuz Abi ilan-ı aşk etti dersen düşer bayılırım!
- Sus da hikayenin içine etme... Bir gün tam okulun kapısına gelmişken baktım karşımda duruyor. Elim ayağım birbirine dolandı tabii. O da soğukkanlılığını hiç bozmadan usulca kafamı okşayıp “Kahvaltıda yumurta mı yedin?” diye sordu. Dünya başıma yıkılmıştı... O günden beri de ne zaman yumurta yesem dişlerimi defalarca fırçalarım. (Gülüyor) Hele ondan sonraki bir karşılaşmamız var ki ne sen sor ne de ben anlatayım.
◊ En iyisi ben sormayayım ama sen yine de anlat...
- Bir gün orduevinde balo var... Yavuz’u göreceğim diye iki dirhem bir çekirdek giyinmişim. Tam herkes gülüp eğlenirken beni kenara çekip; “Sana bir şey söyleyeceğim ama sakın ha annene babana anlatma” demesin mi... “Aman Allah’ım herhalde bana evlenme teklif edecek” diye kalbim yerinden çıkacaktı. Fakat Yavuz ne dese beğenirsin...
◊ Vallahi bu çetrefilli hikayede gelecek sahneyi tahmin edecek bir hayal dünyasına sahip değilim...
- Cebinden bir mektup çıkarıp “Bunu Sebahat Abla’na verir misin?” diye sordu. Sebahat Abla dediği de bizim evin orada oturan jandarma binbaşının baldızı... İşte bittiğim an oydu! Keşke yer yarılıp içine girseydim.
◊ Kesin sen o mektubu vermemişsindir...
- Verdim vermesine de o saatten sonra aşkından öldüğüm Yavuz Abi gözümde hayatımda tanıdığım en büyük “o...çocuğu” haline geldi. (Kahkahalar)
BABA BASKISI DAYANILMAZDI 18 YAŞINDA EVLENDİM
◊ Gel bunları bir kenara bırakalım da müzik gibi daha “tehlikesiz” sulara yelken açalım...
- Babam asker olduğu için sürekli şehir değiştirirdik. Nereye gidersek gidelim hep bir orkestra bulup şarkı söylerdim. Başta Milliyet Liselerarası Ses Yarışması olmak üzere denemediğim hiçbir yol kalmamıştı. Sonunda da bu müzik aşkı beni konservatuvara kadar götürdü. Tam opera eğitimi almaya başlamıştım ki kızımın babasıyla tanıştım. Zaten çok geçmeden de evlendik.
◊ Neydi acelen?
- Hem Oğuz’a aşık olmuştum hem de evdeki baba baskısı dayanılmayacak hale gelmişti.
◊ Aşktan ziyade baskıdan kaçmak için mi evlendin sen?
- Yok ne alakası var canım... Allah karşıma dünyanın en muhteşem insanını çıkarmıştı. O kadar küçük yaşta böylesine şahane kalbi olan bir adama rastlamak büyük şanstı doğrusu.
◊ Kaç yaşında evlendin?
- Daha 18 yaşındaydım.
◊ Müziğe ne oldu peki? Evde mi şarkı söylemeye başladın?
- Kocam bir gün beni karşısına alıp “Sen okulu bıraktın fakat ileride bundan çok pişman olacaksın” dedi. Haklıydı belki ama konservatuvar trenini kaçırmıştım bir kere... Derken Güneş Gazetesi’nin bir ses yarışması düzenlediğini duydum. Birinciye 3 sene boyunca ayda 500 milyon lira falan verileceğini taahhüt ediyorlardı. Tabii bunu duyan herkes koşa koşa başvurdu yarışmaya.
◊ Sen de durmadın tabii...
- Eşim Oğuz’un ısrarıyla CV gönderip başvurdum. İlk eleme sonuçları gazetede sayfalarca yayınlandı. Sanırsın üniversiteye giriş sınavı... Neyse baktım baktım ismimi listede göremedim.
SİZ KİM OLUYORSUNUZ DA BENİ ELİYORSUNUZ
◊ Yavuz Abi’den sonra ikinci hayal kırıklığı...
- (Gülüyor) Cebime jetonları doldurup soluğu bir telefon kulübesinde aldım. “Kim bu işin sorumlusu?” diye Güneş Gazetesi’ni arıyorum durmadan. Artık adamları nasıl bezdirdiysem sonunda “Sizi Ayhan Fırıldak Bey’le görüştüreceğiz” dediler. Neyse adam telefona çıkınca başladım saydırmaya.
“Siz kim oluyorsunuz da beni eliyorsunuz? 2 yaşımdan beri şarkı söylüyorum, konservatuvara birincilikle girdim, hocalar beni paylaşamadı. Benden daha iyi kim var orada?
Zaten soyadınız da Fırıldak” diye nasıl çemkiriyorum anlatamam. Eğer yaşıyorsa buradan Ayhan Bey’e de selam olsun, hayatımda çok önemli yeri vardır.
◊ Şirretlikte sınır tanımıyorsun...
- Benim yaptıklarımın yanında şirretlik kelimesi solda sıfır kalır, bunun adı resmen çirkeflikti! Sonunda adamcağız dayanamayıp, “O zaman sana bir kıyak yapayım.
İlk elemeleri geçtin sayalım, seni aradan direkt canlı elemelere sokalım” dedi. Önce ilk 50’ye kaldım, ardından da ilk 20’ye, derken kendimi Caddebostan Maksim’deki finallerde buldum. Jüriyi görsen, resmen dudak uçuklatacak cinstendi. Ajda Pekkan, Zerrin Özer, Yurdaer Doğulu ve Sezen Aksu karşımda oturuyor, Zeki Müren de sahnede şarkı söylüyor...
◊ Ses yarışması değil Şampiyonlar Ligi mübarek...
- Ve o gece aldığım birincilikle İstanbul hikayem de başlamış oldu.
◊ Sonunda Emel’e hem İstanbul’un hem de şöhretin kapıları açılmıştır...
- Ayol ne açılması, aralanmadı bile. Tabii ertesi gün gazetelerin manşetlerinde kendimi görünce çok ünlü olduğumu falan sanmıştım.
Bende bir havalar bir havalar hiç sorma, bakkala gittiğimde herif suratıma bön bön bakınca “Bu adam nasıl beni tanımaz” diye cinnet geçiriyordum.
Gel gör ki tıpkı bugünkü yarışma programlarında olduğu gibi birkaç gün sonra, müzik piyasasından ne arayan ne de soran kaldı...
◊ Bu tip yarışmalar gençlere karşılığı olmayan ümitler mi veriyor demek istiyorsun?
- Sana vaat edilen hayaller gerçekleşmeyince, psikolojin altüst oluyor resmen.
O ruh halini çok iyi bildiğim için yarışma programlarındaki çocukları izlemeye dayana-mıyorum; hatta bazen denk geldiğimde ciddi ciddi ağlıyorum.
ATTİLA SAYESİNDE SEZEN AKSU’NUN YÖRÜNGESİNE KAPAĞI ATTIM
◊ Gelelim hayatındaki Minik Serçe etkisine...
- Sezen Aksu’yla ilk kez o yarışmada karşılaştım.
◊ Ve hemen kankaya bağladınız...
- Yok ayol daha dur! O dönem İstanbul’un pek çok ünlü mekanında sahneye çıkıyordum. 90’da Karlar Düşer albümü, 92’de Faka Bastın derken yavaş yavaş daha tanınır hale geldim. Attila Özdemiroğlu’yla çalıştığım için zaten Sezen Aksu’nun yörüngesine bir şekilde kapağı atmıştım. (Gülüyor)
◊ En büyük patlaman da onun yazdığı şarkıyla oldu zaten...
- Bugüne kadar çıkış yaptığım şarkılar hep Sezen Aksu’nun imzasını taşıdı. Ruhunu kendime yakın hissettiğim için de albümlerim daha çok ona endeksli oluyor. Neyse bir gece hep beraber Şamdan’da eğleniyoruz. Tabii bendeniz de her müzisyen Türk evladı gibi bir Sezen Aksu şarkısı söyleyebilmek için yanıp tutuşanlardanım.
◊ Ayhan Bey’e yaptığın gibi çirkefe bağlasaydın...
- Neredeyse öyle oldu zaten... İnsanları en zayıf yerlerinden vurmak gibi bir yeteneğim vardır. Sohbet sırasında Sezen Aksu’ya dönüp şakayla karışık, “Sağda solda bu şarkıları senin yazmadığının dedikodusu yapılıyor” dedim.
◊ Senin diline düşeceğime, tuvalete düşerim daha iyi...
- (Gülüyor) Kadın önce bir dumura uğrayıp “Nasıl yani?” dedi. “Vallahi orasını ben bilemem. Bu şarkıları gerçekten senin yaptığına inanmamı istiyorsan, burada benim gözümün önünde bir tane yaz da görelim” diye geyik çevirmeye başladım. Hınzır bir gülüş atıp, “Hee olur olur, tamam yazarım” dedi. İstediğim reaksiyonu alamayınca da, her beş dakikada bir “Ne oldu?”, “Olmuyor değil mi?”, “Yoksa dedikodular doğru mu?” diye başının etini yeme operasyonunu devreye soktum... (Gülüyor)
◊ Dayaklıksın vesselam...
- Çok şükür Sezen senin gibi düşünmedi. Bir saat geçmemişti ki, kolumdan tutup “Gel” diyerek, beni aşağıya indirdi.
◊ Tamam işte kesin dövecek...
- (Gülüyor) Yok be, mekan inanılmaz gürültülü olduğu için sessiz bir yer arıyordu. Sonunda tuvalete girdik. İçeride bir sürü kadın olmasına rağmen, Sezen Aksu orada başladı bugüne kadar duymadığım bir şarkıyı söylemeye... Görsen tuvalette alkış kıyamet, yer yerinden oynuyor. Ağzım açık olanları seyrederken “Bu şarkıyı az önce sana yazdım” dedi.
◊ Hangi şarkıydı bu?
- İnanmayacaksın ama tuvalette hediye ettiği şarkı Hovarda’ydı. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Vazgeçer diye korktuğumdan, hemen o gece şarkının aranjesini yaptırmaya başladım. Ertesi sabah “Albümü falan bekleyemem, ben bunu tek şarkı olarak çıkarıyorum” dedim. Tabii o zaman single’lar yoktu Türkiye’de; “Yok öyle yapma, bir tane de slow şarkı ekle yanına” dedi Sezen Aksum ve beraber yolculuğumuz böylece başlayıverdi.
MUSTAFA’YA “ÇOK BAŞARILI BİR ŞARKICI OLACAKSIN” DEDİM, KAHKAHALARLA GÜLDÜ
◊ Senin de tıpkı Sezen gibi yeni yetenekler keşfetmede üstüne yok... Mustafa Sandal’dan Sinan Akçıl’a pek çok isim belki de sayende bugünlere geldi...
- Yok canım öyle şey olur mu? İnsanın özel bir yeteneği varsa eninde sonunda bunun meyvesini yiyecektir. Ben sadece bazılarının hayatında aracı ve “hızlandırıcı faktör” olarak yer almışımdır. Fakat mütevazı olamayacağım, burnum iyi koku alır. Şimdiye kadar hiç yanılmadım diyebilirim. Yıllar önce Mustafa’ya “Sen çok başarılı bir şarkıcı olacaksın” dediğimde kendisi buna hiç inanmayıp bana kahkahalarla gülmüştü.
◊ O inanmamış ama sen inanmışsın şarkıcı olacağına...
- “Benim şarkı söylemekle ne alakam olur ki ben besteciyim” deyince ben de “İnanılmaz bir enerjin ve ruhun var Mustim. Her türlü iddiaya varım bir gün mutlaka kendi şarkılarını bu memleket senin ağzından dinleyecek” dedim. Şarkılarını ilk dinlediğim zamanı dün gibi hatırlıyorum. Faka Bastın albümü yeni bitmiş, basılmak üzere fabrikaya gönderilmişti. Ben de biraz dinlenmek için yurtdışına gidiyordum. Suat Ateşdağlı “Seni öyle birisiyle tanıştıracağım ki aklını oynatacaksın” dedi bana. Nasıl ısrar ediyor anlatamam. “İyi peki” dedim ve havaalanına gitmeden önce Mustafa’nın yanına uğradım.
◊ İçinden söyleniyor muydun “Nereden çıktı giderayak bu iş” diye...
- Söyleniyor olmamam mümkün mü! (Gülüyor) Neyse sabahın köründe gittik Mustafa’nın yanına ve karşıma doğuştan bir star çıktı. Nasıl bir enerjisi vardı anlatamam. “Bu çocuk yeni falan olamaz” diye geçirdim içimden. Bana öyle şarkılar söylüyor ki her birini dinlediğimde resmen aklım yerinden çıkıyor. Hemen prodüksiyon şirketini arayıp “Baskıyı durdurun, bomba gibi iki şarkı daha ekliyorum albüme” dedim.
◊ Ve Mustafa’nın da kanına girdin...
- Bir gün kendi şarkılarını söylemesinin kaçınılmaz olduğunu anlattım ona. İnanmadı bana ama sonuç malum. (Gülüyor)
◊ Sinan Akçıl da senden nasibini alanlardan...
- Ona da “Şarkı söylemeden ve starlık yaşamadan rahat edemeyeceksin” dediğimde “Saçmalama” diye geçiştirmişti beni. Ama dedim ya bu konuda burnum çok iyi koku alır...
MURAT BOZ, DOĞUŞ, ZEYNEP CASALİNİ VE DENİZ SEKİ BENİMLE ÇALIŞTILAR
◊ Star makinesi gibisin be mübarek... Başka kimler var listede?
- Murat Boz, Doğuş, Zeynep Casalini ve Deniz Seki bana vokal yaparlardı. Ben sahneye çıkmadan önce kendi şarkılarını söylerlerdi ve ortalık resmen yıkılırdı. Seray Sever ve Çağla Şıkel de benim kliplerimde oynadıktan sonra patladılar.
◊ Eskiden Türkiye’nin en cüretkâr sanatçılarından biriydin, ne oldu da şimdi duruldun?
- Bir zamanlar sürekli yenilik peşindeydim ama artık yaşlandım galiba. Single’dan 3 boyutlu klibe kadar pek çok ilke imza attım halbuki.
SEZEN SLUMDOG MILLIONAIRE ’İ SEYREDERKEN ÜZÜNTÜDEN HASTANELİK OLDU
◊ Çevresinde kime Sezen Aksu’dan bahsetmeye kalksam, çaktırmadan hazır ola geçip, kullandıkları sözcükleri son derece dikkatli seçmeye çalışıyorlar...
- Bu saatten sonra ona olan sevgimi ispatlamama gerek yoktur herhalde diye düşünüyorum. O kadar güzel bir insan ki... Sen şimdi hataları yok mu diyeceksin, mutlaka vardır! Ama bütüne bakarsan Sezen Aksu muazzam bir ozan ve yorumcudan öte, bu dünyaya belirli misyonlarla gönderilmiş çok özel bir ruh... Fakat inanır mısın onun Sezen Aksu olduğunu sahnede görünce fark ediyorum...
◊ Nasıl yani?
- İnsanlığıyla beni o kadar büyülüyor ki sanatçılığı adeta ikinci planda kalıyor. Hani çocuğun annesi çok ünlü bir şarkıcıdır da o bunun farkında bile değildir ya, işte bizimkisi aynen öyle bir ilişki. Çünkü asıl şarkılarına gelene kadar anlatılması gereken öyle kocaman bir yüreği var ki bunu ifade etmeye satırlar yetmez. Açıkçası böyle konuşmak da çok hoşuma gitmiyor, çünkü yazılanları okurken Sezen’in utanıp battaniyesinin altına saklanacağından adım gibi eminim.
◊ Tamamen duygulardan ibaret bir kadın değil mi?
- Öylesine duygusal ki bir tanıdığının başına kötü bir şey geldiğinde hemen yanına koşar. Fakat olayı “sahibinden” bile daha derin hissettiği için sonunda “Aman sen teselli etme” dersin. (Gülüyor) Slumdog Millionaire filmini seyrederken tansiyonu bilmem kaça fırlayınca ambulans çağırdığımızı bilirim.
EN ÇOK AYAKKABIYI ALİ AĞAOĞLU’NDAN ALIYORUM
◊ Korkuyorum klibinde ilk kez iki kadının yakınlaşmasının mesajını verdin... Çok eleştirildin mi bu konuda?
- Dile kolay 24 sene önce çektik biz onu. Yıllarca da bu klipten dolayı eleştiri oklarının hedefi olup damgalandım ama umurumda bile olmadı. Sormadan söyleyeyim lezbiyen değilim ama olsaydım bunu asla kimseden gizlemezdim. Allah’tan başka kimseye verecek hesabım yok. Elalem ne düşünürse düşünsün, ben yaşadığıma bakarım.
◊ Bugün aynı klibi tekrar çekebilir misin peki?
- Hayır...
◊ Niye? Ne değişti?
- Artık tek başıma değilim, hayatımda kızım da var. İnsanlar eleştiri konusunda öylesine acımasız, öylesine belden aşağı vurmaya çalışarak hareket ediyorlar ki benim yüzümden kızımın incinmesine razı olamam doğrusu.
◊ Artık değişen dünyada sırf eleştirmek için eleştirmek bir virüs gibi neredeyse herkesin kanında dolaşıyor...
- Bir olay olsun da hemen birini bulup onu linç edelim psikolojisi bana çok acıklı geliyor. Evde sesi çıkmadan oturanlar acımasızca sosyal medya mecralarında deşarj olmaya çalışıyorlar.
◊ Senin de şakaların bir o kadar acımasız ama...
- Aaa o da nereden çıktı şimdi? (Gülüyor)
◊ Ayşe Arman’ın adını alet edip büyük oyunlar oynadığın söyleniyor kulislerde...
- (Kahkahalar) Abartma yahu bir kere kullandım Ayşe Arman’ın adını. Ne yapayım insanları işletmeyi çok seviyorum. Bir gün Polat’la (Yağcı) piknik yaparken “İzel nerelerde? Niye telefonunu açmıyor?” diye sordum. “Ya işte kabuğuna çekildi” falan dedi bizimki. Bunu duyan ben, İzel’i kabuğundan çıkarmayı kendime görev edindim.
◊ Kim bilir ne haltlar çevirdin...
- “Alo merhaba, ben Hürriyet’ten Ayşe Arman” diye arayıp İzel’den röportaj istemeye karar verdim. Neyse numarayı çevirip bizim kıza “Kaybolmayan Değerler diye bir yazı dizisi hazırlıyorum. Sizinle de röportaj yapmak istiyorum” dedim.
◊ Tanımadı mı sesini İzel?
- Tanımadı herhalde ki “Aaa ben sizi çok severim Ayşe Hanım” diye röportaj için gün ve saat verdi. (Gülüyor) Polat bunun işe yaradığını görünce tutturdu başkalarını da arayalım diye. Ben de farklı farklı yalanlarla yine Ayşe Arman’ın adını kullanarak önce Alişan’ı sonra da Fettah Can’ı aynı günde ve aynı yerde röportaja davet ettim.
◊ Şeytana pabucunu ters giydirirsin yemin ediyorum...
- Aslında Ayşe Arman’a ulaşıp, onu da buluşacağımız yere davet etmek istiyordum. Bunlar geldiğinde Ayşe farklı bir masada başkalarıyla oturacaktı ve bizimkilerin suratına bile bakmayacaktı. (Kahkahalar)
◊ Organize suç duymuştum da organize şakaya ilk defa rastlıyorum...
- Neyse Alişan, Fettah, İzel bir güzel hazırlanmışlar, restorana geldiler. Tabii ortada Ayşe falan yok. Polat’la ikimiz oturmuş bunları seyrediyoruz.
◊ Gerçeği öğrenince topa tutmadılar mı ikinizi?
- İçlerinden ne küfür ettiler bilmiyorum ama kahkaha atmaktan başka bir şey yapmadık o gün. (Gülüyor)
◊ Helal olsun vallahi nasıl oyuna getirmişsin hepsini...
- (Gülüyor) Aaa severim oyun oynamayı. Tavla başta olmak üzere bütün oyunlara karşı merakım vardır. Genellikle de hepsini hatasız ve kusursuz bir şekilde oynarım.
◊ Nesine oynuyorsun tavlayı peki?
- Ayakkabısına oynuyorum, inanır mısın hiçbir zaman ayakkabıya para vermedim. Artık bütün eş, dost, ahbap “Yeter” demeye başladı çünkü sırf kazandığım ayakkabıları sığdırmak için ayrı bir ev tutmam gerekecek yakında. Üç ayda bir dolapları temizliyorum, hooop yerine yenileri geliyor. En çok da Ali Ağaoğlu’ndan geliyor paketler...
◊ Polat Yağcı’ya yenilmişsin ama bir kere...
- Yahu çok kötü oynar Polat ama işte bir kere yendi beni. Tabii sonrasında neler olduğunu kendisine sorman lazım. (Kahkahalar)
Kaynak:Hürriyet
Hazır son albümü “Emel ile Yeniden” de piyasaya çıkmışken bir araya geldik bu kitap gibi kadınla. Birlikte geçmişten bugüne sanat dünyasında bir “ufuk turu” attık ve kahkaha dolu saatler yaşadık. Umarım bir nebze olsa sizin de pazar gününüze keyif katarız efendim.
◊ Yıl 1990... Karlar Düşer’le beraber nur topu gibi bir de Emel düştü hayatımızın orta yerine...
- Öyle bir konuşuyorsun ki sanki kötü yola düşmüşüm! (Kahkahalar)
◊ Dakika bir gol bir! Kızım böyle giderse gülmekten bitiremeyiz biz bu röportajı...
- İstiyorsan çok da iyi ağlatabilirim.
◊ Yok yok sen böyle devam et...
- Eh haydi ne soracaksan sor bakalım...
◊ Gel azıcık “tarihin arka odasının” kapısını aralayalım o zaman... Şöhret olana kadar neler yaşadı Emel Müftüoğlu?
- Belki klişe bir cevap olacak ama daha ufacık yaşımdan beri müzik hayatımın bir parçasıydı. Evin bahçesinde çocuklara konserler verirdim, hatta gelenlere pastel boyalardan bilet yapıp satmışlığım bile vardır. (Gülüyor)
◊ Baksana daha o yaşta hem küçük Ceylan’a hem de tüccara bağlamışsın...
- Sus sus sorma... İnanılmaz yaramazdım, benden yaka silkmeyen hiç kimse yoktu. Hayat Şarkısı diye bir dizi başladı ya, işte orada elinde farelerle ortalıkta dolaşan haylaz kız birebir benim çocukluk halim. İzleyen akrabalarım arayıp “Kesin seni tanıyan biri yazmış bu karakteri” diyor. (Gülüyor) İlkokul yıllarında aşık olduklarıma önce iyi davranır, karşılık bulamayınca da kafasını gözünü dağıtırdım.
◊ O yaştaki çocuğun aşkla meşkle ne işi olur ki?
- Aa öyle deme, orduevinin orkestrasındaki Yavuz Abi’ye sırılsıklam aşık olmuştum. Herif 40 yaşındaydı... Aklına gelebilecek her enstrümanı çaldığı için benim aşk kriterlerimin hepsini karşılamış oluyordu.
◊ Kafandaki fay hattı ilk o zamanlarda çatladı herhalde...
- Onu ne zaman orkestranın başında görsem hoop hemen elime mikrofonu alıp sahneye fırlardım. O kadar emindim ki Yavuz Abi’nin de bana aşık olduğuna... (Gülüyor)
◊ Vah vah vah...
- Vah ki ne vah! Belki Yavuz Abi’nin bir gün paraya ihtiyacı olur diye dereden topladığım teneke ve çivileri eskiciye satıp kazandıklarımı, bahçe konserlerimin “hasılatıyla” birleştirince bir sürü param oldu.
AŞIK OLANA KADAR TAM BİR ERKEK FATMA’YDIM
◊ Yavuz Abi’ne sponsor mu olmayı düşünüyordun?
- Ona para verirsem küçük olmadığımı anlayacağına inanıyordum. O zamanlar kelimenin tam anlamıyla Erkek Fatma’ydım. En büyük zevkim tabanca ve arabalarla oynamaktı. Ama aşık olunca işler de, Emel de bir anda değişti. Tabancaları falan bir kenara bırakıp, saçlarımı bile annem gibi taramaya başlamıştım.
◊ Erkek Fatma’nın Fatma’lıkla ilk sınavı...
- Aynen öyle! Yavuz uğruna bütün hayatım değişmişti. Okula giderken “Allah’ım ne olur karşılaşayım” diye dua ederdim. Ve sonunda beklediğim o an geldi...
◊ Yavuz Abi ilan-ı aşk etti dersen düşer bayılırım!
- Sus da hikayenin içine etme... Bir gün tam okulun kapısına gelmişken baktım karşımda duruyor. Elim ayağım birbirine dolandı tabii. O da soğukkanlılığını hiç bozmadan usulca kafamı okşayıp “Kahvaltıda yumurta mı yedin?” diye sordu. Dünya başıma yıkılmıştı... O günden beri de ne zaman yumurta yesem dişlerimi defalarca fırçalarım. (Gülüyor) Hele ondan sonraki bir karşılaşmamız var ki ne sen sor ne de ben anlatayım.
◊ En iyisi ben sormayayım ama sen yine de anlat...
- Bir gün orduevinde balo var... Yavuz’u göreceğim diye iki dirhem bir çekirdek giyinmişim. Tam herkes gülüp eğlenirken beni kenara çekip; “Sana bir şey söyleyeceğim ama sakın ha annene babana anlatma” demesin mi... “Aman Allah’ım herhalde bana evlenme teklif edecek” diye kalbim yerinden çıkacaktı. Fakat Yavuz ne dese beğenirsin...
◊ Vallahi bu çetrefilli hikayede gelecek sahneyi tahmin edecek bir hayal dünyasına sahip değilim...
- Cebinden bir mektup çıkarıp “Bunu Sebahat Abla’na verir misin?” diye sordu. Sebahat Abla dediği de bizim evin orada oturan jandarma binbaşının baldızı... İşte bittiğim an oydu! Keşke yer yarılıp içine girseydim.
◊ Kesin sen o mektubu vermemişsindir...
- Verdim vermesine de o saatten sonra aşkından öldüğüm Yavuz Abi gözümde hayatımda tanıdığım en büyük “o...çocuğu” haline geldi. (Kahkahalar)
BABA BASKISI DAYANILMAZDI 18 YAŞINDA EVLENDİM
◊ Gel bunları bir kenara bırakalım da müzik gibi daha “tehlikesiz” sulara yelken açalım...
- Babam asker olduğu için sürekli şehir değiştirirdik. Nereye gidersek gidelim hep bir orkestra bulup şarkı söylerdim. Başta Milliyet Liselerarası Ses Yarışması olmak üzere denemediğim hiçbir yol kalmamıştı. Sonunda da bu müzik aşkı beni konservatuvara kadar götürdü. Tam opera eğitimi almaya başlamıştım ki kızımın babasıyla tanıştım. Zaten çok geçmeden de evlendik.
◊ Neydi acelen?
- Hem Oğuz’a aşık olmuştum hem de evdeki baba baskısı dayanılmayacak hale gelmişti.
◊ Aşktan ziyade baskıdan kaçmak için mi evlendin sen?
- Yok ne alakası var canım... Allah karşıma dünyanın en muhteşem insanını çıkarmıştı. O kadar küçük yaşta böylesine şahane kalbi olan bir adama rastlamak büyük şanstı doğrusu.
◊ Kaç yaşında evlendin?
- Daha 18 yaşındaydım.
◊ Müziğe ne oldu peki? Evde mi şarkı söylemeye başladın?
- Kocam bir gün beni karşısına alıp “Sen okulu bıraktın fakat ileride bundan çok pişman olacaksın” dedi. Haklıydı belki ama konservatuvar trenini kaçırmıştım bir kere... Derken Güneş Gazetesi’nin bir ses yarışması düzenlediğini duydum. Birinciye 3 sene boyunca ayda 500 milyon lira falan verileceğini taahhüt ediyorlardı. Tabii bunu duyan herkes koşa koşa başvurdu yarışmaya.
◊ Sen de durmadın tabii...
- Eşim Oğuz’un ısrarıyla CV gönderip başvurdum. İlk eleme sonuçları gazetede sayfalarca yayınlandı. Sanırsın üniversiteye giriş sınavı... Neyse baktım baktım ismimi listede göremedim.
SİZ KİM OLUYORSUNUZ DA BENİ ELİYORSUNUZ
◊ Yavuz Abi’den sonra ikinci hayal kırıklığı...
- (Gülüyor) Cebime jetonları doldurup soluğu bir telefon kulübesinde aldım. “Kim bu işin sorumlusu?” diye Güneş Gazetesi’ni arıyorum durmadan. Artık adamları nasıl bezdirdiysem sonunda “Sizi Ayhan Fırıldak Bey’le görüştüreceğiz” dediler. Neyse adam telefona çıkınca başladım saydırmaya.
“Siz kim oluyorsunuz da beni eliyorsunuz? 2 yaşımdan beri şarkı söylüyorum, konservatuvara birincilikle girdim, hocalar beni paylaşamadı. Benden daha iyi kim var orada?
Zaten soyadınız da Fırıldak” diye nasıl çemkiriyorum anlatamam. Eğer yaşıyorsa buradan Ayhan Bey’e de selam olsun, hayatımda çok önemli yeri vardır.
◊ Şirretlikte sınır tanımıyorsun...
- Benim yaptıklarımın yanında şirretlik kelimesi solda sıfır kalır, bunun adı resmen çirkeflikti! Sonunda adamcağız dayanamayıp, “O zaman sana bir kıyak yapayım.
İlk elemeleri geçtin sayalım, seni aradan direkt canlı elemelere sokalım” dedi. Önce ilk 50’ye kaldım, ardından da ilk 20’ye, derken kendimi Caddebostan Maksim’deki finallerde buldum. Jüriyi görsen, resmen dudak uçuklatacak cinstendi. Ajda Pekkan, Zerrin Özer, Yurdaer Doğulu ve Sezen Aksu karşımda oturuyor, Zeki Müren de sahnede şarkı söylüyor...
◊ Ses yarışması değil Şampiyonlar Ligi mübarek...
- Ve o gece aldığım birincilikle İstanbul hikayem de başlamış oldu.
◊ Sonunda Emel’e hem İstanbul’un hem de şöhretin kapıları açılmıştır...
- Ayol ne açılması, aralanmadı bile. Tabii ertesi gün gazetelerin manşetlerinde kendimi görünce çok ünlü olduğumu falan sanmıştım.
Bende bir havalar bir havalar hiç sorma, bakkala gittiğimde herif suratıma bön bön bakınca “Bu adam nasıl beni tanımaz” diye cinnet geçiriyordum.
Gel gör ki tıpkı bugünkü yarışma programlarında olduğu gibi birkaç gün sonra, müzik piyasasından ne arayan ne de soran kaldı...
◊ Bu tip yarışmalar gençlere karşılığı olmayan ümitler mi veriyor demek istiyorsun?
- Sana vaat edilen hayaller gerçekleşmeyince, psikolojin altüst oluyor resmen.
O ruh halini çok iyi bildiğim için yarışma programlarındaki çocukları izlemeye dayana-mıyorum; hatta bazen denk geldiğimde ciddi ciddi ağlıyorum.
ATTİLA SAYESİNDE SEZEN AKSU’NUN YÖRÜNGESİNE KAPAĞI ATTIM
◊ Gelelim hayatındaki Minik Serçe etkisine...
- Sezen Aksu’yla ilk kez o yarışmada karşılaştım.
◊ Ve hemen kankaya bağladınız...
- Yok ayol daha dur! O dönem İstanbul’un pek çok ünlü mekanında sahneye çıkıyordum. 90’da Karlar Düşer albümü, 92’de Faka Bastın derken yavaş yavaş daha tanınır hale geldim. Attila Özdemiroğlu’yla çalıştığım için zaten Sezen Aksu’nun yörüngesine bir şekilde kapağı atmıştım. (Gülüyor)
◊ En büyük patlaman da onun yazdığı şarkıyla oldu zaten...
- Bugüne kadar çıkış yaptığım şarkılar hep Sezen Aksu’nun imzasını taşıdı. Ruhunu kendime yakın hissettiğim için de albümlerim daha çok ona endeksli oluyor. Neyse bir gece hep beraber Şamdan’da eğleniyoruz. Tabii bendeniz de her müzisyen Türk evladı gibi bir Sezen Aksu şarkısı söyleyebilmek için yanıp tutuşanlardanım.
◊ Ayhan Bey’e yaptığın gibi çirkefe bağlasaydın...
- Neredeyse öyle oldu zaten... İnsanları en zayıf yerlerinden vurmak gibi bir yeteneğim vardır. Sohbet sırasında Sezen Aksu’ya dönüp şakayla karışık, “Sağda solda bu şarkıları senin yazmadığının dedikodusu yapılıyor” dedim.
◊ Senin diline düşeceğime, tuvalete düşerim daha iyi...
- (Gülüyor) Kadın önce bir dumura uğrayıp “Nasıl yani?” dedi. “Vallahi orasını ben bilemem. Bu şarkıları gerçekten senin yaptığına inanmamı istiyorsan, burada benim gözümün önünde bir tane yaz da görelim” diye geyik çevirmeye başladım. Hınzır bir gülüş atıp, “Hee olur olur, tamam yazarım” dedi. İstediğim reaksiyonu alamayınca da, her beş dakikada bir “Ne oldu?”, “Olmuyor değil mi?”, “Yoksa dedikodular doğru mu?” diye başının etini yeme operasyonunu devreye soktum... (Gülüyor)
◊ Dayaklıksın vesselam...
- Çok şükür Sezen senin gibi düşünmedi. Bir saat geçmemişti ki, kolumdan tutup “Gel” diyerek, beni aşağıya indirdi.
◊ Tamam işte kesin dövecek...
- (Gülüyor) Yok be, mekan inanılmaz gürültülü olduğu için sessiz bir yer arıyordu. Sonunda tuvalete girdik. İçeride bir sürü kadın olmasına rağmen, Sezen Aksu orada başladı bugüne kadar duymadığım bir şarkıyı söylemeye... Görsen tuvalette alkış kıyamet, yer yerinden oynuyor. Ağzım açık olanları seyrederken “Bu şarkıyı az önce sana yazdım” dedi.
◊ Hangi şarkıydı bu?
- İnanmayacaksın ama tuvalette hediye ettiği şarkı Hovarda’ydı. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Vazgeçer diye korktuğumdan, hemen o gece şarkının aranjesini yaptırmaya başladım. Ertesi sabah “Albümü falan bekleyemem, ben bunu tek şarkı olarak çıkarıyorum” dedim. Tabii o zaman single’lar yoktu Türkiye’de; “Yok öyle yapma, bir tane de slow şarkı ekle yanına” dedi Sezen Aksum ve beraber yolculuğumuz böylece başlayıverdi.
MUSTAFA’YA “ÇOK BAŞARILI BİR ŞARKICI OLACAKSIN” DEDİM, KAHKAHALARLA GÜLDÜ
◊ Senin de tıpkı Sezen gibi yeni yetenekler keşfetmede üstüne yok... Mustafa Sandal’dan Sinan Akçıl’a pek çok isim belki de sayende bugünlere geldi...
- Yok canım öyle şey olur mu? İnsanın özel bir yeteneği varsa eninde sonunda bunun meyvesini yiyecektir. Ben sadece bazılarının hayatında aracı ve “hızlandırıcı faktör” olarak yer almışımdır. Fakat mütevazı olamayacağım, burnum iyi koku alır. Şimdiye kadar hiç yanılmadım diyebilirim. Yıllar önce Mustafa’ya “Sen çok başarılı bir şarkıcı olacaksın” dediğimde kendisi buna hiç inanmayıp bana kahkahalarla gülmüştü.
◊ O inanmamış ama sen inanmışsın şarkıcı olacağına...
- “Benim şarkı söylemekle ne alakam olur ki ben besteciyim” deyince ben de “İnanılmaz bir enerjin ve ruhun var Mustim. Her türlü iddiaya varım bir gün mutlaka kendi şarkılarını bu memleket senin ağzından dinleyecek” dedim. Şarkılarını ilk dinlediğim zamanı dün gibi hatırlıyorum. Faka Bastın albümü yeni bitmiş, basılmak üzere fabrikaya gönderilmişti. Ben de biraz dinlenmek için yurtdışına gidiyordum. Suat Ateşdağlı “Seni öyle birisiyle tanıştıracağım ki aklını oynatacaksın” dedi bana. Nasıl ısrar ediyor anlatamam. “İyi peki” dedim ve havaalanına gitmeden önce Mustafa’nın yanına uğradım.
◊ İçinden söyleniyor muydun “Nereden çıktı giderayak bu iş” diye...
- Söyleniyor olmamam mümkün mü! (Gülüyor) Neyse sabahın köründe gittik Mustafa’nın yanına ve karşıma doğuştan bir star çıktı. Nasıl bir enerjisi vardı anlatamam. “Bu çocuk yeni falan olamaz” diye geçirdim içimden. Bana öyle şarkılar söylüyor ki her birini dinlediğimde resmen aklım yerinden çıkıyor. Hemen prodüksiyon şirketini arayıp “Baskıyı durdurun, bomba gibi iki şarkı daha ekliyorum albüme” dedim.
◊ Ve Mustafa’nın da kanına girdin...
- Bir gün kendi şarkılarını söylemesinin kaçınılmaz olduğunu anlattım ona. İnanmadı bana ama sonuç malum. (Gülüyor)
◊ Sinan Akçıl da senden nasibini alanlardan...
- Ona da “Şarkı söylemeden ve starlık yaşamadan rahat edemeyeceksin” dediğimde “Saçmalama” diye geçiştirmişti beni. Ama dedim ya bu konuda burnum çok iyi koku alır...
MURAT BOZ, DOĞUŞ, ZEYNEP CASALİNİ VE DENİZ SEKİ BENİMLE ÇALIŞTILAR
◊ Star makinesi gibisin be mübarek... Başka kimler var listede?
- Murat Boz, Doğuş, Zeynep Casalini ve Deniz Seki bana vokal yaparlardı. Ben sahneye çıkmadan önce kendi şarkılarını söylerlerdi ve ortalık resmen yıkılırdı. Seray Sever ve Çağla Şıkel de benim kliplerimde oynadıktan sonra patladılar.
◊ Eskiden Türkiye’nin en cüretkâr sanatçılarından biriydin, ne oldu da şimdi duruldun?
- Bir zamanlar sürekli yenilik peşindeydim ama artık yaşlandım galiba. Single’dan 3 boyutlu klibe kadar pek çok ilke imza attım halbuki.
SEZEN SLUMDOG MILLIONAIRE ’İ SEYREDERKEN ÜZÜNTÜDEN HASTANELİK OLDU
◊ Çevresinde kime Sezen Aksu’dan bahsetmeye kalksam, çaktırmadan hazır ola geçip, kullandıkları sözcükleri son derece dikkatli seçmeye çalışıyorlar...
- Bu saatten sonra ona olan sevgimi ispatlamama gerek yoktur herhalde diye düşünüyorum. O kadar güzel bir insan ki... Sen şimdi hataları yok mu diyeceksin, mutlaka vardır! Ama bütüne bakarsan Sezen Aksu muazzam bir ozan ve yorumcudan öte, bu dünyaya belirli misyonlarla gönderilmiş çok özel bir ruh... Fakat inanır mısın onun Sezen Aksu olduğunu sahnede görünce fark ediyorum...
◊ Nasıl yani?
- İnsanlığıyla beni o kadar büyülüyor ki sanatçılığı adeta ikinci planda kalıyor. Hani çocuğun annesi çok ünlü bir şarkıcıdır da o bunun farkında bile değildir ya, işte bizimkisi aynen öyle bir ilişki. Çünkü asıl şarkılarına gelene kadar anlatılması gereken öyle kocaman bir yüreği var ki bunu ifade etmeye satırlar yetmez. Açıkçası böyle konuşmak da çok hoşuma gitmiyor, çünkü yazılanları okurken Sezen’in utanıp battaniyesinin altına saklanacağından adım gibi eminim.
◊ Tamamen duygulardan ibaret bir kadın değil mi?
- Öylesine duygusal ki bir tanıdığının başına kötü bir şey geldiğinde hemen yanına koşar. Fakat olayı “sahibinden” bile daha derin hissettiği için sonunda “Aman sen teselli etme” dersin. (Gülüyor) Slumdog Millionaire filmini seyrederken tansiyonu bilmem kaça fırlayınca ambulans çağırdığımızı bilirim.
EN ÇOK AYAKKABIYI ALİ AĞAOĞLU’NDAN ALIYORUM
◊ Korkuyorum klibinde ilk kez iki kadının yakınlaşmasının mesajını verdin... Çok eleştirildin mi bu konuda?
- Dile kolay 24 sene önce çektik biz onu. Yıllarca da bu klipten dolayı eleştiri oklarının hedefi olup damgalandım ama umurumda bile olmadı. Sormadan söyleyeyim lezbiyen değilim ama olsaydım bunu asla kimseden gizlemezdim. Allah’tan başka kimseye verecek hesabım yok. Elalem ne düşünürse düşünsün, ben yaşadığıma bakarım.
◊ Bugün aynı klibi tekrar çekebilir misin peki?
- Hayır...
◊ Niye? Ne değişti?
- Artık tek başıma değilim, hayatımda kızım da var. İnsanlar eleştiri konusunda öylesine acımasız, öylesine belden aşağı vurmaya çalışarak hareket ediyorlar ki benim yüzümden kızımın incinmesine razı olamam doğrusu.
◊ Artık değişen dünyada sırf eleştirmek için eleştirmek bir virüs gibi neredeyse herkesin kanında dolaşıyor...
- Bir olay olsun da hemen birini bulup onu linç edelim psikolojisi bana çok acıklı geliyor. Evde sesi çıkmadan oturanlar acımasızca sosyal medya mecralarında deşarj olmaya çalışıyorlar.
◊ Senin de şakaların bir o kadar acımasız ama...
- Aaa o da nereden çıktı şimdi? (Gülüyor)
◊ Ayşe Arman’ın adını alet edip büyük oyunlar oynadığın söyleniyor kulislerde...
- (Kahkahalar) Abartma yahu bir kere kullandım Ayşe Arman’ın adını. Ne yapayım insanları işletmeyi çok seviyorum. Bir gün Polat’la (Yağcı) piknik yaparken “İzel nerelerde? Niye telefonunu açmıyor?” diye sordum. “Ya işte kabuğuna çekildi” falan dedi bizimki. Bunu duyan ben, İzel’i kabuğundan çıkarmayı kendime görev edindim.
◊ Kim bilir ne haltlar çevirdin...
- “Alo merhaba, ben Hürriyet’ten Ayşe Arman” diye arayıp İzel’den röportaj istemeye karar verdim. Neyse numarayı çevirip bizim kıza “Kaybolmayan Değerler diye bir yazı dizisi hazırlıyorum. Sizinle de röportaj yapmak istiyorum” dedim.
◊ Tanımadı mı sesini İzel?
- Tanımadı herhalde ki “Aaa ben sizi çok severim Ayşe Hanım” diye röportaj için gün ve saat verdi. (Gülüyor) Polat bunun işe yaradığını görünce tutturdu başkalarını da arayalım diye. Ben de farklı farklı yalanlarla yine Ayşe Arman’ın adını kullanarak önce Alişan’ı sonra da Fettah Can’ı aynı günde ve aynı yerde röportaja davet ettim.
◊ Şeytana pabucunu ters giydirirsin yemin ediyorum...
- Aslında Ayşe Arman’a ulaşıp, onu da buluşacağımız yere davet etmek istiyordum. Bunlar geldiğinde Ayşe farklı bir masada başkalarıyla oturacaktı ve bizimkilerin suratına bile bakmayacaktı. (Kahkahalar)
◊ Organize suç duymuştum da organize şakaya ilk defa rastlıyorum...
- Neyse Alişan, Fettah, İzel bir güzel hazırlanmışlar, restorana geldiler. Tabii ortada Ayşe falan yok. Polat’la ikimiz oturmuş bunları seyrediyoruz.
◊ Gerçeği öğrenince topa tutmadılar mı ikinizi?
- İçlerinden ne küfür ettiler bilmiyorum ama kahkaha atmaktan başka bir şey yapmadık o gün. (Gülüyor)
◊ Helal olsun vallahi nasıl oyuna getirmişsin hepsini...
- (Gülüyor) Aaa severim oyun oynamayı. Tavla başta olmak üzere bütün oyunlara karşı merakım vardır. Genellikle de hepsini hatasız ve kusursuz bir şekilde oynarım.
◊ Nesine oynuyorsun tavlayı peki?
- Ayakkabısına oynuyorum, inanır mısın hiçbir zaman ayakkabıya para vermedim. Artık bütün eş, dost, ahbap “Yeter” demeye başladı çünkü sırf kazandığım ayakkabıları sığdırmak için ayrı bir ev tutmam gerekecek yakında. Üç ayda bir dolapları temizliyorum, hooop yerine yenileri geliyor. En çok da Ali Ağaoğlu’ndan geliyor paketler...
◊ Polat Yağcı’ya yenilmişsin ama bir kere...
- Yahu çok kötü oynar Polat ama işte bir kere yendi beni. Tabii sonrasında neler olduğunu kendisine sorman lazım. (Kahkahalar)
Kaynak:Hürriyet