çok beğendim, belki baba gözyaşlarını tuttu ama ben gerçekten tutamadım selim için ve babası içinAkatlarda yürüyordum; kadın beni tanıdı ve selamlaştıktan sonra, sorusunu sordu: Oğlum dersleri tamamen bıraktı; ne söylesem hiç fayda etmiyor. Ya arkadaşlarıyla buluşuyor, ya telefonda mesajlaşıyor ya da bilgisayarın başında oyun oynuyor. Ne yapacağımı şaşırdım, Hocam ne yapalım?
Sohbet ediyor musunuz?
Valla, konuşuyorum, ama hiçbir faydası yok.
Kaç yaşında?
On yedi yaşında.
Mesela ne diyorsunuz?
Sınavların yaklaştığını söylüyorum; derslerine çalışması gerektiğini söylüyorum; böyle giderse sınıfta kalacağını, arkadaşlarından geri kalacağını, ilerde çok pişman olacağını, ama o zamanda duyulan pişmanlığın işe yaramayacağını anlatıyorum.
Siz konuşup, nasihat ediyorsunuz.
Evet.
Ama, onunla sohbet etmiyorsunuz.
Valla bilmem; biz bildiğimiz kadarıyla elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz, konuşuyoruz, anlatıyoruz.
Doğru, bildiğiniz kadarıyla elinizden gelenin en iyisini yapıyorsunuz. Ama konuşmak, nasihat etmek, sohbet etmek değildir. Siz sohbet etmesini bilmiyorsunuz.
Kadın haklı olarak neden bahsediyorsunuz, diyen bir yüz ifadesiyle bana baktı.
İçim burkuldu. Anne acı çekiyordu ve çocuğuna yardım etmek istiyordu, ama kendini çaresiz hissediyordu.
***
Öğrencileri ve anababaları birlikte çağırdım. Danışmalığını yaptığım okulun küçük tiyatro salonunda buluştuk, öğrencilerle birlikte anababalar da oturdu.
Ufacık sahneye çıktım, bir sandalye attım oturdum, yanı başıma bir boş sandalye koydum.
Buradaki öğrencilerden kim benimle sohbet etmek istiyor? diye sordum. Kalkan ellerden birini gelişigüzel seçtim. Selim adıyla anacağım bir öğrenci yanımdaki sandalyeye geldi oturdu.
Adın ne?
Selim.
Kaç yaşındasın?
On iki.
Bugün ayın kaçı?
24 Aralık 2008. (Gerçek tarihtir; bu uygulamayı o gün yaptım.)
Selim, gözünü kapa, beni iyi dinle. Gözünü açtığın zaman aradan yirmi yıl geçmiş olacak. 24 Aralık 2028 tarihinde gözünü açmış olacaksın. Tamam mı?
Anladığını belirtmek için başını salladı.
Lütfen gözünü aç.
Selim, gözünü açtı.
Bugünün tarihini söyler misin?
24 Aralık 2028.
Kaç yaşındasın?
Otuz iki.
Ne iş yapıyorsun?
İç mimarlık.
Göz ucuyla anneye babaya bakıyorum; yüzlerinde hayret belirten hafif bir tebessümü var. Belli ki, onlar da Selimin söylediklerini benimle birlikte ilk defa duyuyorlar.
Nerede çalışıyorsun?
New York, Manhattanda.
Anne, babanın yüzünde saklayamadıkları büyük bir şaşkınlık ifadesi.
Evli misin?
Hayır.
Arkadaşlarından evlenenler oldu mu?
Kızların hepsi evlendi.
Gülüşmeler..
Çalıştığın yere beni götürür müsün?
Ofisim, Manhattanda 86 katlı bir binanın 42. Katında.
Gülüşmeler devam ederken hayalen o binaya yürüdük, asansöre bindik, 42. Katta indik.
Burası home office, dedi.
İçeri girdikten sonra açıkladı:
Dubleks daire: aşağıda salon ve mutfak var. Yukarda yatak odası ve ofis odam.
Selim, salonda neler var?
Salonda masa var, koltuklar var, sandalyeler var; komodin var, sehpalar var.
Duvarlarda ne var?
Resimler var, fotoğraflar. Ailemin fotoğrafı da var.
Ailenin fotoğrafına bakınca neler görüyorsun? Beraber bakabilir miyiz?
Annem ar, babam var. Ailece çektirdiğimiz bir fotoğraf. Abim var, ablam var, ben varım.
En küçük sen misin?
Evet.
Selim, bu fotğrafa baktığında, içinde keşke! duygusu beliriyor mu? İçindeki herhangi bir keşkenin sesini duyuyor musun?
Hiç beklemeden Evet, dedi.
Haydi, anlat bize, dedim.
Ben, babamla birlikte futbol maçına gitmeyi çok istedim. Bir de hafta sonları onunla top oynamak, kırlara gitmek istedim. Güreşmek istedim. Ama babam çok yoğundu; çalışmak zorundaydı, olmadı, zaman bulamadı. Ne yapalım, böyle oldu.
Babaya baktım; gözlerinin yaşını tutmaya çalışıyor, ağlamamak için dudaklarını ısırıyordu.
Selime teşekkür ettim. Ve sordum:
Selim, bu konuşmamızda, sana büyüklük tasladığımı, sana nasihat etmeye çalıştığımı hissettin mi?
Hayır!
Olanla ilgili olarak mı konuştuk, olması gereken üzerine mi?
Olanla ilgili olarak konuştuk.
Selim, seninle yeniden böyle sohbet etmek istesem, benimle konuşmak ister misin? Konuşmamızdan zevk aldın mı?
Yeniden konuşmak isterim; sohbetimizden zevk aldım.
***
Sohbet özel türden bir konuşma, kendine özgü özellikleri olan bir söyleşidir.
Sohbet içinde olan iki insan o an için güç, onur ve değer yönünden eşittir ve olanı paylaşırlar; olması gereken üzerinde konuşmazlar.
Korku kültürünün olduğu yerde sohbete izin verilmez.
Türkiyenin aydınlık geleceğinde anababaların çocuklarıyla sohbet içinde olmasını diliyorum.
Doğan Cüceloğlu
26.06.2011
Kaynak :
Çevrenizde Çoğunlukla Soğuk, Bıkkın, Küskün, Kötümser ve Öfkeli İnsanlar Görüyor musunuz ?
Değerli okurlar belki biliyorsunuzdur, değişik meslek gruplarına, anababalara, üniversite öğrencilerine, işyerlerine takvimim elverdiği ölçüde seminer ve konferanslar veriyorum. Son zamanlarda seminerlerimde aşağıdaki soruyu soruyorum,
Günlük çevrenizde, otobüslerde, kaldırımlarda, işyerlerinde, devlet dairelerinde, okullarda, hastanelerde, çoğunlukla hangi tür insanı görüyorsunuz?
A: Soğuk, bıkkın, küskün, kötümser ve öfkeli insanlar
B: Neşeli, şevkli, cana yakın, iyimser ve sakin insanlar.
Katılımcıların büyük bir çoğunluğu A için el kaldırıyor. Sekiz yüz kişilik salonda bazen üç dört kişi B için el kaldırınca salondakilerin çoğu gülerek, Siz nerede yaşıyorsunuz, diye onlara laf atıyor. Belki yirmi otuz kişilik bir grup el kaldırmıyor, sessizce sağa sola bakınıyorlar.
Bana bu soru sorulsaydı, ben de A için elimi kaldırırdım; çevremde soğuk, bıkkın, küskün, kötümser ve öfkeli insanları çoğunlukta görüyorum.
Aklıma gelen ilk sorunun yanıtını böylece almış oluyorum. Nedir aklıma gelen ilk soru: Acaba doğru mu görüyorum, yoksa ben mi yanlış algılıyorum?
Demek ki doğru algılıyorum, diyorum kendime; böyle gören sadece ben değilim. Aklıma gelen ikinci soru şu: Çevremde gördüğüm böyle soğuk, bıkkın, küskün, kötümser ve öfkeli insanları kim yetiştiriyor? Bu insanlar hangi ortamın ürünü?
İnsanlar arası ilişkiler ve iletişim konusunda uzmanlaşmış bir bilim insanı olmaya gerek yok bunun cevabını vermek için: Aile. Bana göre bu ülkedeki ailelerin çoğu soğuk, bıkkın, küskün, kötümser ve öfkeli insan üretim fabrikası. Aile deyince karı-koca-büyükanne-büyükbaba-amca-dayı-hala-teyze içine alan bir kapsam içinde tanımlıyorum.
Kendimi bu ülkenin geleceğine hizmet etmek isteyen bir bilim insanı olarak görüyorum. Böyle karamsar duygulu bir yazı yazdığım için üzgünüm. Dürüstçe algıladığım gerçekleri olduğu gibi yazmak istiyorum. Değişimin ancak gerçekler üzerine inşa edilebileceğine inanıyorum.
Ve evet gerçekten böyle görüyorum: Soğuk, bıkkın, küskün, kötümser ve öfkeli insanlar karı-koca-büyükanne-büyükbaba-amca-dayı-hala-teyze oluyorlar ve kendileri gibi soğuk, bıkkın, küskün, kötümser ve öfkeli nesiller yetiştiriyorlar.
Bu noktada üçüncü ve dördüncü soru aynı anda aklıma geliyor; üçüncü soru Nasıl?, ikincisi de Niçin? sorusu.
Soğuk, bıkkın, küskün, kötümser ve öfkeli anne-baba-büyükanne-büyükbaba-amca-dayı-hala-teyze aileye doğmuş olan o muhteşem potansiyeli, o insan bebeğini nasıl etkiliyor, neler yapıyor, söylüyor ki, zaman içinde o muhteşem bebek kendilerinin aynısının tıpkısı oluyor.
Ve niçin böyle yapıyorlar? Niçin kendileri gibi soğuk, bıkkın, küskün, kötümser ve öfkeli insanlar yetiştiriyorlar? O aileye doğmuş olan çocuğun neşeli, şevkli, cana yakın, iyimser ve sakin bir insan olarak yetiştirilmesi mümkün iken neden onu da kendileri gibi soğuk, bıkkın, küskün, kötümser ve öfkeli insanlar olarak yetiştiriyorlar?
***
Buraya kadar okuduysanız Türkiyedeki insan manzaralarıyla siz de ilgileniyorsunuz demektir. Sanırım aşağıda yazacaklarım da ilginizi çekecektir.
4 Mayıs 2013 Cumartesi günü Ulustaki Prof. Dr. Aykut Barka Deprem Parkına gittim. Beşiktaş Belediyesi güzel bir mekân yapmış ve Beşiktaşta oturduğunuzu gösteren Kentli Kartınız var ise, aldığınız yiyecek ve içeceklere yüzde elli indirim uyguluyorlar.
Güneşli bir günde açık havada oturdum kitabımı okudum bir süre, sonra kendime sahanda yumurta ve çay aldım.
Sağımda ilerdeki masada bir büyükbaba ve büyükanne iki yaşlarındaki kız torunlarıyla gelmişler. Uzun süre çocuk sandalyesinde oturtulduktan sonra torun aşağı inmek istedi. Büyükanne nihayet indirdi ve çocuğu dedeye emanet ederek kendisi bir yerlere gitti. Kız çocuğu ayakta durmaktan, yürüyebilmekten, hareket edebilmekten çok mutluydu; kuşlar gibi kollarını çırpıp olduğu yerde zıplıyor ve yüzü gülücükler saçıyordu. Yürümek istiyor, bütün istediği yürümek ve çevrede tehlikeli hiç bir şey yok.
Dede, sürekli, Hayır! Gitme! Dokunma! Gel buraya! demeye başladı. İri yarı bir erkek garson çocuğun yanından geçerken dede, Bak bu abi sana kızıyor; gel yanıma! demeye başladı. Bütün yapmak istediği gezmek, görmek, yaşamın o an sunduğu olanakları görmek ve keşfetmek. Ama yasak.
İçimde öfke var; ne yapacağımı bilemiyorum, ama düşünüyorum: o anda bu ortamı yöneten dedenin kültürünün özünü keşfettim: Çocuk olarak ortamı özgürce keşfetmek, gönlünce yaşamak, mutlu olmak, kendin olmak yasak ve tehlikelidir. Çocuğa çok saygısız ve sevgisiz biriydi. Kendisine sorsan bunu kesinlikle kabul etmez, ama bence bu dede, o anda çok saygısız ve sevgisiz davranıyordu.
Peki, nereden biliyorum bu dedenin sevgisiz olduğunu?
Bakın, saygı ve sevgi içindeki bir dede bence nasıl davranırdı?
Saygı duyan bir dede çocuğun etrafı keşfetme, gezme ve görme isteğine saygılı davranır ve çocuk gezerken onun arkasından kendisi yavaş yavaş yürürdü. Çocuk bir şeye baktığı zaman dede ona baktığı şeyin ne olduğunu söylerdi: Evet, kuş dala konmuş . Kedi ona bakıyor. Bak sana bakanlar gülümsüyor, çünkü sen çok şirin bir kızsın, seni seviyorlar, diyerek dede çocuğun arkasından yavaş yavaş yürür ve dünyayı ona anlaşılacak ve dost bir yer yapmaya çalışırdı.
Sevginin iki göstergeci vardır: emek ve zaman vermek. Peki, niçin insan sevdiğine emek ve zaman verir? Yani sevginin niyeti nedir? Sevginin niyeti geliştirmek ve sevdiğinin olabileceğinin en iyisi olmasına yardım etmektir. Dünyayı keşfetmesine izin verilen ve kendiyle dünya arasında anlamlı bir ilişki kurabilecek gücü olduğuna inanan çocuk, çocukluğunu doya doya yaşar. Olgun ve yetkin bir yetişkin olur. İşte böyle yetiştirilen çocuklar neşeli, şevkli, cana yakın, iyimser ve sakin insanlar olurlar.
Peki, anlattığım şekilde davranan dede nasıl bir insan yetişmesine yol açıyor?
Söyledikleriyle verdiği mesajlar şunlar: Dünya tehlikelerle dolu ve senin bunları anlamaya ve baş etmeye gücün yok. Merak etmek, keşfetmeye çalışmak iyi bir şey değil. Dünyaya, yaşama, insanlara ve kendine güvenme. Büyüklerin dediğinden başka hiçbir şey yapma; yanımdan ayrılma. İçinden gelen mutluluk önemsiz, sakın ona uyma. Yaşam coşkusunu yaşamaya hakkın yok; hatta o coşku geldiği zaman kork ve onu kontrol et. Hayatını yönetemezsin; otoriteye itaat senin yapabileceğin en akıllı davranış olur. Hiç unutma: Yaşamak yasak ve tehlikelidir.
Çevrenizde çoğunlukla soğuk, bıkkın, küskün, kötümser ve öfkeli insanlar görüyor musunuz?
Gördüğünüz insanların her birinin arkasında bir ailede yaşanmış çocukluk geçmişi var. Aile deyince karı-koca-büyükanne-büyükbaba-amca-dayı-hala-teyze içine alan bir kapsam içinde tanımlıyorum.
Ve bu konuyu ele almanın zamanı geldi, diyorum.
Benimle hem fikir misiniz?
Doğan Cüceloğlu
06.05.2013
We use cookies and similar technologies for the following purposes:
Do you accept cookies and these technologies?
We use cookies and similar technologies for the following purposes:
Do you accept cookies and these technologies?