- 16 Temmuz 2007
- 1.849
- 18
- 46
Değişmeden, Değiştirmeden Sevebilmek...
Eski, iflah olmaz, tedavi edilemez, tanımlanamaz bir "şey" aşk. İnsan oğlunun yakalanmak için can attığı bir hastalık.
Şimdilerde insanlar "hoşlanmak", "sevmek", "ilgi duymak" ve "aşk" kavramlarını birbirine karıştırıyor olsada, aşk çok özel bir hastalık çeşidi. Diğerlerinden ayrılan bir yanı var aşkın; aşk sık sık buluşmaya, konuşmaya, sohbete gelmez, aşk hasretle beslenir, büyür. Sevgiliniz ne kadar erişilmezse , aşkınız o denli büyük olur. Fazla muhabbet, aşkta tez ayrılık getirir. İnsanı gözü açık hayal görür hale getirir. Bu dönemde her şey ne güzel, herkes ne iyi, ağaçlar ne yeşildir....
Tabi aşk kimyasal bir vak'a kabul etmek lazım, kimyasal ömrü bitme noktasına geldiğinde, yerini en iyi arkadaşı sevgiye, bulunmazsa alışkanlığa bırakır. Bu en iyi senaryo tabi. Eğer sayılanlardan hiç biri bulunamazsa kavga, gürültü...
Bütün aşklar hızlı başlar, sonradan yavaşlar...
Aşık olduğunuzda karşınızdaki dünyanın en kusursuz yaratığına dönüşmüştür çoktan.
Karşınızdaki insanın ne mükemmel bir yaratık olduğunu hayretler içinde izler, böyle insan üstü bir varlık sizinle ilgilendiği için kendinizi çok şanslı ve eşsiz hissedersiniz. Onun yaptığı her şey doğrudur, zaten yanlışları için siz onun yerine bir mazeret uydurur, inanırsınız.
Onu öyle büyütürüz ki gözümüzde, ondan neler bekleriz neler, ama bir çoğunu beklediğimizle kalırız.
O mükemmel şey her hücresiyle size aittir(!) Ona bir başkasının gözü değmemelidir. Sizin yönetiminizde, sizin denetiminizde olmalıdır. Bu aşk oyunu sizin kurallarınızla oynanmalıdır, v.s, v.s ...
Asıl problem tam da bu noktada başlıyor.
Karşımızdaki insanın karakterine hakaret edercesine onu kendi kriterlerimize göre şekillendirmeye çalışırız. Giyimine kuşamına, hayata bakışına kadar her alanda onun alışkanlıklarını, fikirlerini bir kenara itme ve kendimize ait olanları kabul ettrime çabasına gireriz. NEDENSE ?
Karşımızdakini olduğu kabullenmek bize zor gelir ama karşımızdan bizi olduğumuz gibi kabul etmesini şiddetle bekleriz. Biz onu değiştirmeye çalışırken, onun bizi değiştirme çabaları bizi çileden çıkartır.
"Empati" denen kavram henüz bir çoğumuzun sözlüğünde gerekli yeri almadığından, olaylara bir de karşımızdakinin gözleriyle bakmayı denemeyiz. Ne de olsa biz her şeyin en iyisini biliriz (!)
Sonra yavaşlama evresine geçildiğinde mazeret uydurulan ve mazur görülen sevimli davranışlar birden şekil değiştirir ve gözümüze gözümüze batmaya başlar.
O mükemmel yaratık yerini normal bir insan suretine terkeder. Konuşmalarımız iki sevgili arasında değil kadın ve erkek arasında yapılıyor vurgusuyla başlar. "Siz kadınlar var ya" ya da "Siz erkekler hep böylesiniz"....
E hal böyle olunca, işin sonu hayal kırıklığı.
Sevgili olmak elele tutuşmak, göz göze bakmak, sarılarak yürümek, giyime kuşama karışmak değildir bence. Önce birbirimizi anlamayı, olduğu gibi kabul etmeyi öğrenmeliyiz.
İşin sırrı "Ne Kadar Az Beklenti, O Kadar Çok Mutluluk" (Naçizane görüşüm)
Her şeyden önce sevginin, saygının, hoşgörünün bedava olduğunu unutmamalı ve birbirimizle paylaşmalıyız.
Bunca sözden sonra, MUTLU KALIN...
alntı
Eski, iflah olmaz, tedavi edilemez, tanımlanamaz bir "şey" aşk. İnsan oğlunun yakalanmak için can attığı bir hastalık.
Şimdilerde insanlar "hoşlanmak", "sevmek", "ilgi duymak" ve "aşk" kavramlarını birbirine karıştırıyor olsada, aşk çok özel bir hastalık çeşidi. Diğerlerinden ayrılan bir yanı var aşkın; aşk sık sık buluşmaya, konuşmaya, sohbete gelmez, aşk hasretle beslenir, büyür. Sevgiliniz ne kadar erişilmezse , aşkınız o denli büyük olur. Fazla muhabbet, aşkta tez ayrılık getirir. İnsanı gözü açık hayal görür hale getirir. Bu dönemde her şey ne güzel, herkes ne iyi, ağaçlar ne yeşildir....
Tabi aşk kimyasal bir vak'a kabul etmek lazım, kimyasal ömrü bitme noktasına geldiğinde, yerini en iyi arkadaşı sevgiye, bulunmazsa alışkanlığa bırakır. Bu en iyi senaryo tabi. Eğer sayılanlardan hiç biri bulunamazsa kavga, gürültü...
Bütün aşklar hızlı başlar, sonradan yavaşlar...
Aşık olduğunuzda karşınızdaki dünyanın en kusursuz yaratığına dönüşmüştür çoktan.
Karşınızdaki insanın ne mükemmel bir yaratık olduğunu hayretler içinde izler, böyle insan üstü bir varlık sizinle ilgilendiği için kendinizi çok şanslı ve eşsiz hissedersiniz. Onun yaptığı her şey doğrudur, zaten yanlışları için siz onun yerine bir mazeret uydurur, inanırsınız.
Onu öyle büyütürüz ki gözümüzde, ondan neler bekleriz neler, ama bir çoğunu beklediğimizle kalırız.
O mükemmel şey her hücresiyle size aittir(!) Ona bir başkasının gözü değmemelidir. Sizin yönetiminizde, sizin denetiminizde olmalıdır. Bu aşk oyunu sizin kurallarınızla oynanmalıdır, v.s, v.s ...
Asıl problem tam da bu noktada başlıyor.
Karşımızdaki insanın karakterine hakaret edercesine onu kendi kriterlerimize göre şekillendirmeye çalışırız. Giyimine kuşamına, hayata bakışına kadar her alanda onun alışkanlıklarını, fikirlerini bir kenara itme ve kendimize ait olanları kabul ettrime çabasına gireriz. NEDENSE ?
Karşımızdakini olduğu kabullenmek bize zor gelir ama karşımızdan bizi olduğumuz gibi kabul etmesini şiddetle bekleriz. Biz onu değiştirmeye çalışırken, onun bizi değiştirme çabaları bizi çileden çıkartır.
"Empati" denen kavram henüz bir çoğumuzun sözlüğünde gerekli yeri almadığından, olaylara bir de karşımızdakinin gözleriyle bakmayı denemeyiz. Ne de olsa biz her şeyin en iyisini biliriz (!)
Sonra yavaşlama evresine geçildiğinde mazeret uydurulan ve mazur görülen sevimli davranışlar birden şekil değiştirir ve gözümüze gözümüze batmaya başlar.
O mükemmel yaratık yerini normal bir insan suretine terkeder. Konuşmalarımız iki sevgili arasında değil kadın ve erkek arasında yapılıyor vurgusuyla başlar. "Siz kadınlar var ya" ya da "Siz erkekler hep böylesiniz"....
E hal böyle olunca, işin sonu hayal kırıklığı.
Sevgili olmak elele tutuşmak, göz göze bakmak, sarılarak yürümek, giyime kuşama karışmak değildir bence. Önce birbirimizi anlamayı, olduğu gibi kabul etmeyi öğrenmeliyiz.
İşin sırrı "Ne Kadar Az Beklenti, O Kadar Çok Mutluluk" (Naçizane görüşüm)
Her şeyden önce sevginin, saygının, hoşgörünün bedava olduğunu unutmamalı ve birbirimizle paylaşmalıyız.
Bunca sözden sonra, MUTLU KALIN...
alntı