- 4 Ekim 2007
- 248
- 0
- 43
- Konu Sahibi Cirkin Peri
- #1
Bir bebek ağlamaya başlıyor gözlerimi kapattığım anda. Bebeğin ağlayışına derinden bir kadın hıçkırığı karışıyor ben nerede olduğumu anlamaya çalıştığım vakitlerde. Bebek kokusu yayılıyor dört bir tarafa.
Süt kokuyor her taraf, garip bir mutluluk sarıyor koku burnuma gelirken, evet gülümsediğimi hissediyorum. Hissediyorum ya bir yandan da içimde bir sıkıntı, bebeğin titreyen ağlayışlarıyla birlikte daha da belirginleşiyordu an ve an.
Görüntüler netleşmeye başladığında bir kadının gözlerindeki hüzünle susturmaya çalıştığını görüyorum o bir damla canı .
Rüyada olduğumu hissediyorum ve rüyanın neresinde rol aldığımı merak ederek devam ediyorum seyretmeye.
Kadın gözlerindeki nemi umursamadan gülümsüyor bebeğine ve onu susturabilmek için kendi yangınını unutuyor, belki de o ana kadar duyulan hıçkırıklarının sesini kesiyor iyiden iyiye.
Bebek neden ağladığını kimsenin bilmediğinin farkında aslında ama; yine de inadına gecenin bir yarısı bağırıyor büyüklerin onu anlamadığı diliyle.
Ben uzaktan, aslında içlerinde durarak izliyorum. Sadece izliyor ve neden orada olduğumu merak ediyorum...
Bu bebek neden ağlıyor ve bu kadın gözlerindeki o neme, yüreğinde belirginleşmiş o berbat acıya rağmen nasıl hala bu kadar güçlü bakabiliyor etrafına?...
Soruları dolaşırken beynimde,
-Çünkü o benim eşim...
Diyor yanımda bir anda beliren genç adam.
-Çünkü o ağlamaması gerektiğini biliyor. O benim eşim ve güçlü olmanın neye denk düştüğünü çok iyi anlıyor.
Gözlerinden büyük bir gurur okunuyor, en fazla 27 yaşında gösteriyor; ama bir o kadar olgun bakışları. Konuşmaya başladığı anda, daha doğrusu varlığını hissettirdiği anda susuyor bebecik, uyuyor annesinin kollarında. Kadın bir öpücük konduruyor ve uyuduğu anda yavrusu gözyaşları akmaya başlıyor ardı ardına.
-Görüyorsun işte diyor genç adam,
-Aslında nasıl da güçsüz. Ben yokum çünkü artık ve artık hayallerimizde yok. Benimle birlikte hepsi kayboldu... Ben gittiğimi anladığım anda ve eşim gittiğimi öğrendiği vakitte hepsi bir anda karıştı tıpkı benim gibi toprağa.
Genç adam anlatmaya başlıyor ve o anlattıkça gözlerimin önünde canlanıyor çektiği acılar yeniden nefes alıyor benim ruhumda...
Bir dağın yamacında buluyorum kendimi, tıpkı o genç adamın da askere alındığı ilk ay kendini bulduğu gibi bir anda. Vakit gece yarısı tıpkı şu anda olduğu gibi. Derin bir sessizlik hakim geceye; birkaç hayvan çığlığı belki, belki rüzgarın uğultusu sadece. Ama sadece o kadar. Düşmanla birlikte pusuya yatmış cehennem ve insanlar ellerinde silahlar sanki oyun oynar gibi avlamaya çıkmışlar birlikte yaşadıkları topraklarda yine birlikte yaşamalarını gerektiğini bildikleri halde karşısındakini. Çoğu birbirini tanımıyor , çoğu neden vurduğunu bile bilmiyor. Askerler bekleyen düşmanın farkında bile değil. Ellerinde silah korumaya çalışıyorlar kuş uykusunda uyuyan diğer insanları. Kendi canlarını düşünmüyorlar. Tıpkı dünyaya gelmek üzere olan bebeğini düşünmeyen bu genç adam gibi.
Anlatmaya başlıyor derken, eşi hıçkıra hıçkıra ağlarken ve deli gibi özlerken onu, o hiç konuşamamanın verdiği acıyla bana anlatıyor her şeyi. Nedeni kin kusmak değil gözlerinden belli... Sadece anlaşılmak derdi. Anlaşılmak ve unutulmamak... Belki de sahip çıkılması öldüğü topraklara. Yada herkesin dost olması, mümkün mü der gibi bakarken bana.
-Dağlarda dolaşırken bir gün bir mermi sesi çınlattı ortalığı ve o sağ göğsümde bir anda açılan delikle birlikte yıkıldım yere.
Anlatırken eli gidiyor göğsüne, çektiği anda kan boşalıyor, hiç durmadan akıyor kıpkırmızı kan damarlarından .
-Düşerken bile aklımda hamile eşim vardı,
Derken eşine bakıyor. Yaklaşıyor iyice, kadın hissediyor sanki yüzünde, garip bir eda susuyor ve gecenin sessizliğini dinliyor. Dinliyor ya sanki duyuyor da bizi bilerek susuyor.
-Düşerken bile birlikte kalp atışlarını dinlediğimiz yavrum geldi aklıma ve düştüğüm anda biliyordum bana sadece o kadarı görmesi yazılmıştı.
Bir öpücük konduruyor bebeciğin başına.
-Yavrum beni , babasını bile tanıyamadı düşünsene.
Başımı eğiyorum o konuştuğu anlarda, gözyaşlarım doluyor ama akıtamıyorum utancımdan. Hissettiklerim asla onunkilerle boy ölçülemez biliyorum ve belki de bu yüzen biraz daha güçlü olmaya çalışıyorum.
-Canı sağ olsun herkesin, yaradan bu kadar yazmış. En azından şehit mertebesine layık görmüş ne mutlu.
Diyor bakarak bana; diyor ya derken bile isyanlarda gözleri. Yüreği biraz daha yaşamayı ne çok istediğini haykırıyor bana. En önemlisi ise karısı uyuyan yavrusuna sarılmış ağlarken gecenin bir vakti, ona bakıp hiçbir şey yapamamanın acısı bin parça ediyor ruhunu.
Bütün gece anlatıyor bana; anlatırken bir eşine bakıyor, dokunmaya çalışıyor bir huysuzlaşan bebeğini sarıp sarmalıyor yüreğiyle.
Düştüğü anda doğum sancısı tutuyor eşinin. Hastaneye yetiştirirken aile büyükleri bilmiyorlar gelen cana karşılık bir can başka bir yerde gidiyor. Ve minik bebek annesinin kucağına verildiği anda ağlamaya başlıyor.
Adam anlattıkça görüyorum an ve an. Her anlatışında başka bir yerde buluyorum kendimi ve o her anlatışında biraz daha şükrediyorum yaradana. Böyle bir acıyı tattırmadığı için bana. Şükrederken bencilliğime kızıyorum belli belirsiz.Genç adam aynı olgunlukla kızmamam gerektiğini hatırlatıyor.
-Kendine kız diye anlatmıyorum ki bunları. Ben ölüme yürürken dünyaya geldi bebeğim. Annesi onu kucağına alırken benim geldiğim anı canlandırıyordu gözünde, mutlu olacağımız günleri düşünüp gülümsüyordu belki. Ve haberim geldiğinde hiçbiri düşmedi aklına. Koca bir boşluk doldurdu benliğini. Öylece bakındı insanlara. Bir madalya tutuşturdular eşimin eline. Bebeğime birkaç öpücük ,belki okulu için burs verdiler kim bilir? Gerçi kimin umurunda ki verdikleri. Eşimin mi, biz okuturduk halbuki. Daha bilinci bile yerinde olmayan yavrum mu umursayacak yoksa... Babasız büyümeye değer mi?
Bazen ne için öldüm diyorum biliyor musun?
-Korumak,
Diyorum... İstediğim cevap vermek değil aslında, sadece yavrusunu ve eşini terk ettiğini düşünen bir babanın yüreğine su serpmek ya yanlış yerden girdiğimin farkındayım söze...
-Peki ama kimi?
-İnsanlarımızı.
-Evet ama neden? Yani daha bir sabah birbirine gülümseyerek bakan insanlar gördün mü sen?Yada yolda biri düşerken yere diğerinin koşarak yardım ettiğini.
-O kadar da değil var tabii ki bunu yapanlarda.
-Ama çoğunluk?
-Çoğunluk böyle yapıyor diye umursamaz mı olmalı insan?
-Peki ölmeli mi?
Susuyorum, haklı aslında ya yapacak bir şeyim yok ve bu yüzden sadece susuyorum.
-Öldüğüm için suçlamıyorum kimseyi inan. Sadece yaşanılası bir toplum için veriyorsak mücadele, herkesin anlayışlı olmasını istiyorum birbirine. Benim annem acımı bile yaşayamadı eşim güçsüz düşmesin diye. Torununu alıp doya doya sevemedi ben hatırlatıyorum düşüncesiyle. Benim gibi kaç aile var ve benim gibi kaç can yitip giderken, ailelerinin ellerine tutuşturulan madalyonlarla gururla yürüyün deniliyor biliyor musun? Ben bu vatan korunsun diye ölürken bu vatandaki insanlar hala düşman gibi bakıyor birbirlerine. En azından verdiğim cana karşılık yavrum için daha yaşanılası bir dünya istemem suç mu sence?
-Değil tabi ki...
-O zaman daha yaşanılası olana kadar sürecek benim isyanım. Bebeğim ve eşimi görüp de onlara dokunamazken... Çares...
Seni özledim Cemal, seni çok özledim. Öyle güçsüzüm ki sevgilim, bebeğimiz bile bazen öyle yoruyor ki sensiz beni. Neden böyle oldu...Allah’ım...
Eşinin seslenişleriyle susuyor genç adam...
-İşte bak eşim gibi o kadar çok insan ağlıyor ki geceleri sabaha kadar. Ve biz bu kadar acıya evet derken ailelerimizle; insanlar, yaşanılası bir hayat bile sunmuyor geleceğimize.
İsyanları çok genç adamın ve haklı, hem de çok haklı...
Haklılığının farkında ya; susuyor eşinin yakarışlarının ardına. Ağlıyor, askerler ağlamaz lafına inat. Sağ göğsünden yediği o kurşun parçalıyor ruhunu. Çürütürken onu geceyi yırtarak gelip delen mermi genç adamı, tüm ailesi çöküyor yavaş yavaş.
-Gitmem gerek, aslında anlatamadım bile pek çok şeyi. İsterdim ki ölüm haberim geldiğinde duyduğu acıyı gör ailemin; ama canım yanıyor.
Eşine bakıyor,
-Çığlıklarını duyup bir şey yapamamak....
Bebeğini gidiyor ellerini,
-Kokusunu duyup sarılamamak beni daha beter ediyor.
Gözünü siliyor, aynı güçlü bakışlar dönüyor tekrar...
-Daha yaşanılası bir dünya istiyorum sadece. En azından koruduğumuza değer bir hayat istiyorum vatanım için. Çok şey mi bu?
Diyor bakarak bana. Belli belirsiz bir hayır çıkıyor ağzımdan.
-Ama düzelecek.
Diyorum biraz olsun rahatlasın diye yüreği...
Bakışlarından inanmadığını hissediyorum, hoş belki ben bile inanmıyorum. Kayboluyor aniden.
Ve o kaybolduğu anda uyanıyor mis kokulu bebek annesinin kucağında. Ağlamaya başlıyor yine. Her gece tekrar tekrar onu bırakıp giden babası için ağlıyor.
Ve genç kadın eşinin acısını sarıp sarmalayıp saklıyor yavrusundan. Güçlenip susturmaya çalışıyor minik yavrusunu...
Gözlerinde nemle öyle güçlü bakıyor ki etrafına tek bir söz geliyor aklıma.
-Çünkü o benim eşim...
Meral BİLGİÇ
Süt kokuyor her taraf, garip bir mutluluk sarıyor koku burnuma gelirken, evet gülümsediğimi hissediyorum. Hissediyorum ya bir yandan da içimde bir sıkıntı, bebeğin titreyen ağlayışlarıyla birlikte daha da belirginleşiyordu an ve an.
Görüntüler netleşmeye başladığında bir kadının gözlerindeki hüzünle susturmaya çalıştığını görüyorum o bir damla canı .
Rüyada olduğumu hissediyorum ve rüyanın neresinde rol aldığımı merak ederek devam ediyorum seyretmeye.
Kadın gözlerindeki nemi umursamadan gülümsüyor bebeğine ve onu susturabilmek için kendi yangınını unutuyor, belki de o ana kadar duyulan hıçkırıklarının sesini kesiyor iyiden iyiye.
Bebek neden ağladığını kimsenin bilmediğinin farkında aslında ama; yine de inadına gecenin bir yarısı bağırıyor büyüklerin onu anlamadığı diliyle.
Ben uzaktan, aslında içlerinde durarak izliyorum. Sadece izliyor ve neden orada olduğumu merak ediyorum...
Bu bebek neden ağlıyor ve bu kadın gözlerindeki o neme, yüreğinde belirginleşmiş o berbat acıya rağmen nasıl hala bu kadar güçlü bakabiliyor etrafına?...
Soruları dolaşırken beynimde,
-Çünkü o benim eşim...
Diyor yanımda bir anda beliren genç adam.
-Çünkü o ağlamaması gerektiğini biliyor. O benim eşim ve güçlü olmanın neye denk düştüğünü çok iyi anlıyor.
Gözlerinden büyük bir gurur okunuyor, en fazla 27 yaşında gösteriyor; ama bir o kadar olgun bakışları. Konuşmaya başladığı anda, daha doğrusu varlığını hissettirdiği anda susuyor bebecik, uyuyor annesinin kollarında. Kadın bir öpücük konduruyor ve uyuduğu anda yavrusu gözyaşları akmaya başlıyor ardı ardına.
-Görüyorsun işte diyor genç adam,
-Aslında nasıl da güçsüz. Ben yokum çünkü artık ve artık hayallerimizde yok. Benimle birlikte hepsi kayboldu... Ben gittiğimi anladığım anda ve eşim gittiğimi öğrendiği vakitte hepsi bir anda karıştı tıpkı benim gibi toprağa.
Genç adam anlatmaya başlıyor ve o anlattıkça gözlerimin önünde canlanıyor çektiği acılar yeniden nefes alıyor benim ruhumda...
Bir dağın yamacında buluyorum kendimi, tıpkı o genç adamın da askere alındığı ilk ay kendini bulduğu gibi bir anda. Vakit gece yarısı tıpkı şu anda olduğu gibi. Derin bir sessizlik hakim geceye; birkaç hayvan çığlığı belki, belki rüzgarın uğultusu sadece. Ama sadece o kadar. Düşmanla birlikte pusuya yatmış cehennem ve insanlar ellerinde silahlar sanki oyun oynar gibi avlamaya çıkmışlar birlikte yaşadıkları topraklarda yine birlikte yaşamalarını gerektiğini bildikleri halde karşısındakini. Çoğu birbirini tanımıyor , çoğu neden vurduğunu bile bilmiyor. Askerler bekleyen düşmanın farkında bile değil. Ellerinde silah korumaya çalışıyorlar kuş uykusunda uyuyan diğer insanları. Kendi canlarını düşünmüyorlar. Tıpkı dünyaya gelmek üzere olan bebeğini düşünmeyen bu genç adam gibi.
Anlatmaya başlıyor derken, eşi hıçkıra hıçkıra ağlarken ve deli gibi özlerken onu, o hiç konuşamamanın verdiği acıyla bana anlatıyor her şeyi. Nedeni kin kusmak değil gözlerinden belli... Sadece anlaşılmak derdi. Anlaşılmak ve unutulmamak... Belki de sahip çıkılması öldüğü topraklara. Yada herkesin dost olması, mümkün mü der gibi bakarken bana.
-Dağlarda dolaşırken bir gün bir mermi sesi çınlattı ortalığı ve o sağ göğsümde bir anda açılan delikle birlikte yıkıldım yere.
Anlatırken eli gidiyor göğsüne, çektiği anda kan boşalıyor, hiç durmadan akıyor kıpkırmızı kan damarlarından .
-Düşerken bile aklımda hamile eşim vardı,
Derken eşine bakıyor. Yaklaşıyor iyice, kadın hissediyor sanki yüzünde, garip bir eda susuyor ve gecenin sessizliğini dinliyor. Dinliyor ya sanki duyuyor da bizi bilerek susuyor.
-Düşerken bile birlikte kalp atışlarını dinlediğimiz yavrum geldi aklıma ve düştüğüm anda biliyordum bana sadece o kadarı görmesi yazılmıştı.
Bir öpücük konduruyor bebeciğin başına.
-Yavrum beni , babasını bile tanıyamadı düşünsene.
Başımı eğiyorum o konuştuğu anlarda, gözyaşlarım doluyor ama akıtamıyorum utancımdan. Hissettiklerim asla onunkilerle boy ölçülemez biliyorum ve belki de bu yüzen biraz daha güçlü olmaya çalışıyorum.
-Canı sağ olsun herkesin, yaradan bu kadar yazmış. En azından şehit mertebesine layık görmüş ne mutlu.
Diyor bakarak bana; diyor ya derken bile isyanlarda gözleri. Yüreği biraz daha yaşamayı ne çok istediğini haykırıyor bana. En önemlisi ise karısı uyuyan yavrusuna sarılmış ağlarken gecenin bir vakti, ona bakıp hiçbir şey yapamamanın acısı bin parça ediyor ruhunu.
Bütün gece anlatıyor bana; anlatırken bir eşine bakıyor, dokunmaya çalışıyor bir huysuzlaşan bebeğini sarıp sarmalıyor yüreğiyle.
Düştüğü anda doğum sancısı tutuyor eşinin. Hastaneye yetiştirirken aile büyükleri bilmiyorlar gelen cana karşılık bir can başka bir yerde gidiyor. Ve minik bebek annesinin kucağına verildiği anda ağlamaya başlıyor.
Adam anlattıkça görüyorum an ve an. Her anlatışında başka bir yerde buluyorum kendimi ve o her anlatışında biraz daha şükrediyorum yaradana. Böyle bir acıyı tattırmadığı için bana. Şükrederken bencilliğime kızıyorum belli belirsiz.Genç adam aynı olgunlukla kızmamam gerektiğini hatırlatıyor.
-Kendine kız diye anlatmıyorum ki bunları. Ben ölüme yürürken dünyaya geldi bebeğim. Annesi onu kucağına alırken benim geldiğim anı canlandırıyordu gözünde, mutlu olacağımız günleri düşünüp gülümsüyordu belki. Ve haberim geldiğinde hiçbiri düşmedi aklına. Koca bir boşluk doldurdu benliğini. Öylece bakındı insanlara. Bir madalya tutuşturdular eşimin eline. Bebeğime birkaç öpücük ,belki okulu için burs verdiler kim bilir? Gerçi kimin umurunda ki verdikleri. Eşimin mi, biz okuturduk halbuki. Daha bilinci bile yerinde olmayan yavrum mu umursayacak yoksa... Babasız büyümeye değer mi?
Bazen ne için öldüm diyorum biliyor musun?
-Korumak,
Diyorum... İstediğim cevap vermek değil aslında, sadece yavrusunu ve eşini terk ettiğini düşünen bir babanın yüreğine su serpmek ya yanlış yerden girdiğimin farkındayım söze...
-Peki ama kimi?
-İnsanlarımızı.
-Evet ama neden? Yani daha bir sabah birbirine gülümseyerek bakan insanlar gördün mü sen?Yada yolda biri düşerken yere diğerinin koşarak yardım ettiğini.
-O kadar da değil var tabii ki bunu yapanlarda.
-Ama çoğunluk?
-Çoğunluk böyle yapıyor diye umursamaz mı olmalı insan?
-Peki ölmeli mi?
Susuyorum, haklı aslında ya yapacak bir şeyim yok ve bu yüzden sadece susuyorum.
-Öldüğüm için suçlamıyorum kimseyi inan. Sadece yaşanılası bir toplum için veriyorsak mücadele, herkesin anlayışlı olmasını istiyorum birbirine. Benim annem acımı bile yaşayamadı eşim güçsüz düşmesin diye. Torununu alıp doya doya sevemedi ben hatırlatıyorum düşüncesiyle. Benim gibi kaç aile var ve benim gibi kaç can yitip giderken, ailelerinin ellerine tutuşturulan madalyonlarla gururla yürüyün deniliyor biliyor musun? Ben bu vatan korunsun diye ölürken bu vatandaki insanlar hala düşman gibi bakıyor birbirlerine. En azından verdiğim cana karşılık yavrum için daha yaşanılası bir dünya istemem suç mu sence?
-Değil tabi ki...
-O zaman daha yaşanılası olana kadar sürecek benim isyanım. Bebeğim ve eşimi görüp de onlara dokunamazken... Çares...
Seni özledim Cemal, seni çok özledim. Öyle güçsüzüm ki sevgilim, bebeğimiz bile bazen öyle yoruyor ki sensiz beni. Neden böyle oldu...Allah’ım...
Eşinin seslenişleriyle susuyor genç adam...
-İşte bak eşim gibi o kadar çok insan ağlıyor ki geceleri sabaha kadar. Ve biz bu kadar acıya evet derken ailelerimizle; insanlar, yaşanılası bir hayat bile sunmuyor geleceğimize.
İsyanları çok genç adamın ve haklı, hem de çok haklı...
Haklılığının farkında ya; susuyor eşinin yakarışlarının ardına. Ağlıyor, askerler ağlamaz lafına inat. Sağ göğsünden yediği o kurşun parçalıyor ruhunu. Çürütürken onu geceyi yırtarak gelip delen mermi genç adamı, tüm ailesi çöküyor yavaş yavaş.
-Gitmem gerek, aslında anlatamadım bile pek çok şeyi. İsterdim ki ölüm haberim geldiğinde duyduğu acıyı gör ailemin; ama canım yanıyor.
Eşine bakıyor,
-Çığlıklarını duyup bir şey yapamamak....
Bebeğini gidiyor ellerini,
-Kokusunu duyup sarılamamak beni daha beter ediyor.
Gözünü siliyor, aynı güçlü bakışlar dönüyor tekrar...
-Daha yaşanılası bir dünya istiyorum sadece. En azından koruduğumuza değer bir hayat istiyorum vatanım için. Çok şey mi bu?
Diyor bakarak bana. Belli belirsiz bir hayır çıkıyor ağzımdan.
-Ama düzelecek.
Diyorum biraz olsun rahatlasın diye yüreği...
Bakışlarından inanmadığını hissediyorum, hoş belki ben bile inanmıyorum. Kayboluyor aniden.
Ve o kaybolduğu anda uyanıyor mis kokulu bebek annesinin kucağında. Ağlamaya başlıyor yine. Her gece tekrar tekrar onu bırakıp giden babası için ağlıyor.
Ve genç kadın eşinin acısını sarıp sarmalayıp saklıyor yavrusundan. Güçlenip susturmaya çalışıyor minik yavrusunu...
Gözlerinde nemle öyle güçlü bakıyor ki etrafına tek bir söz geliyor aklıma.
-Çünkü o benim eşim...
Meral BİLGİÇ