İlköğretim Yorum ve Soruları Çocuğu 3.Sınıfa giden Velilerin ve Öğrencilerin Paylaşım Alanı :)))

inşallah canım inşallah
benimkinde de bi hırs bi istek
gelir gelmez odaya kapanıyor ben 5 alcam tüm derslerden en çok kitabı ben okuyacam ben birinci olacam
allah bozmasın inşallah
orayı değil normal bir liseyi bitirse razıyım be parkonum
bi oh diyecem


acaba üniversite zamanı buralarda olur muyuz kızlaaaaar:KK55::KK55:

neden olmasın canım bir bakmışsın hangi üniversitelerde okuduklarını konuşuyoruz allahım o günleri göstersin hepimize:nazar:
 
inşallah canım inşallah
benimkinde de bi hırs bi istek
gelir gelmez odaya kapanıyor ben 5 alcam tüm derslerden en çok kitabı ben okuyacam ben birinci olacam
allah bozmasın inşallah
orayı değil normal bir liseyi bitirse razıyım be parkonum
bi oh diyecem


acaba üniversite zamanı buralarda olur muyuz kızlaaaaar:KK55::KK55:


merak etme canım, üni. yi de okur
:13::13:
 
İzmitte yatılı bir lise canım.TEVİTÖL İnanç Türkeş Vakfı Lisesi.Tevitöl ve Koç destekli Türkiyedeki üstün yetenekli çocukları burslu okutuyorlar.Her yıl 60 çocuk alıyorlar 3 aşamalı bir sınavla.Bu okuldan mezun olan çocukların heryıl 10 kadarı yurtdışında iyi üniversitelere kabul ediyorlar.Burdaki üniversiteleri tercih edenlerede Koç vakfı burs kazanmasalar bile yüzde 50 bursla okutuyor.

bu tarz sadece bu okul mu varmış canım, sen araştırmışsındır, bunun kadar iyi olmasada benzeri okullar var mı
 
bu tarz sadece bu okul mu varmış canım, sen araştırmışsındır, bunun kadar iyi olmasada benzeri okullar var mı

bu devlette tek okul bu tarz
yenilerde açılmadıysa
üstün zekalı ve üstün yetenekli çocukları alıyorlar
bir de tabi çok başarılı çocukları
ama öle param var göndereyim diye gönderemiyorsun
birçok aşamadan geçiriyorlar

mecbur okuyacak chesim ama yerköy üniversitesinde okumak var mimar sinan güzel sanatlarda okumak var:KK52::KK52:
Hayırlısı bakalım


karamuk inşallaaaaaaaaaaaaaah canım

parkon öle çok bilgi belge yazı var ki
bıktım desem yeridir
ona özel öğretmen lazım benimle olmuyor
olduğu kadarını yapıyoruz artık
 
bu devlette tek okul bu tarz
yenilerde açılmadıysa
üstün zekalı ve üstün yetenekli çocukları alıyorlar
bir de tabi çok başarılı çocukları
ama öle param var göndereyim diye gönderemiyorsun
birçok aşamadan geçiriyorlar

mecbur okuyacak chesim ama yerköy üniversitesinde okumak var mimar sinan güzel sanatlarda okumak var:KK52::KK52:
Hayırlısı bakalım


karamuk inşallaaaaaaaaaaaaaah canım

parkon öle çok bilgi belge yazı var ki
bıktım desem yeridir
ona özel öğretmen lazım benimle olmuyor
olduğu kadarını yapıyoruz artık

canım mimar sinanda okusa mutluluğunun işinin maaşının garantisi olcakmı sanki, bizim tanıdık var mesela odtü bilgisayar mühendisi, hala işsiz habire kpss takip ediyor, yanlış anlaşılmasın kesinlikle küçümsediğimden değil ama ne bileyim, memuriyette açıköğretim bitirien bi lise mezunuyla aynı stadüte maaş alabilir, ama o okulu kazanmak için, okumak için kimbilir ne kadar didinmişti
bence bu hayat başarısı denen şey okuldan çok vizyon ve çevreyle alakalı, sosyal zekayla alakalı, o yüzden çok kafaya takmamak gerek, hiçbişeyin garantisi yok çünkü

ben şöyle dönüp ilkokul ortaokul lise arkadaşlarıma bakınca ummadığım insanlar nerelerde uçmuş gitmiş, bundan çok büyük adam olur dediğim insanlar hayalkırıklığı nerelerde...

bizim eğitim sistemi zaten bi tuhaf, tamamen memur ya da işçi yaratmak için onlarda ortalama öğrenciler, bizim eğitim sistemimizde herdaim mükemmel olan bi öğrencinin en sonunda öğrenciliği prof olarak tamamlaması lazım çünkü yol başka yere gitmiyo.

şu tek tip insan olayını o kadar abartıyolarki artık bizim öğretmen bana pes dedirtti, ve artık okulla pek ilgilenmemeye başladım, tek tip öğrenci peşinde olmaları yetmiyormuş gibi bide tek tip veli peşindeler, sürekli herşeye he diyen, düşünmeyen, sorgulamayan veli
:KK53:
 
çok haklısın canım da ne bilim ya
düzen bizi de bozdu
yalnız o nasıl odtülüymüş yahu
ya malın önde gideni ya da iş beğenmiyordur
nasıl işsiz kalsın odtülü
bizim ölmemiz lazım bu durumda
 
çok haklısın canım da ne bilim ya
düzen bizi de bozdu
yalnız o nasıl odtülüymüş yahu
ya malın önde gideni ya da iş beğenmiyordur
nasıl işsiz kalsın odtülü
bizim ölmemiz lazım bu durumda

oo canım dolu, 3 idiotdaki çatur zihniyetinde olursan olacağı o
 

canım mimar sinanda okusa mutluluğunun işinin maaşının garantisi olcakmı sanki, bizim tanıdık var mesela odtü bilgisayar mühendisi, hala işsiz habire kpss takip ediyor, yanlış anlaşılmasın kesinlikle küçümsediğimden değil ama ne bileyim, memuriyette açıköğretim bitirien bi lise mezunuyla aynı stadüte maaş alabilir, ama o okulu kazanmak için, okumak için kimbilir ne kadar didinmişti
bence bu hayat başarısı denen şey okuldan çok vizyon ve çevreyle alakalı, sosyal zekayla alakalı, o yüzden çok kafaya takmamak gerek, hiçbişeyin garantisi yok çünkü

ben şöyle dönüp ilkokul ortaokul lise arkadaşlarıma bakınca ummadığım insanlar nerelerde uçmuş gitmiş, bundan çok büyük adam olur dediğim insanlar hayalkırıklığı nerelerde...

bizim eğitim sistemi zaten bi tuhaf, tamamen memur ya da işçi yaratmak için onlarda ortalama öğrenciler, bizim eğitim sistemimizde herdaim mükemmel olan bi öğrencinin en sonunda öğrenciliği prof olarak tamamlaması lazım çünkü yol başka yere gitmiyo.

şu tek tip insan olayını o kadar abartıyolarki artık bizim öğretmen bana pes dedirtti, ve artık okulla pek ilgilenmemeye başladım, tek tip öğrenci peşinde olmaları yetmiyormuş gibi bide tek tip veli peşindeler, sürekli herşeye he diyen, düşünmeyen, sorgulamayan veli
:KK53:


evet canım tek tip konusunda çok haklısın hiçbirşeyi sorgulamayacaksın fazla sıkıştırmıcaksın öğretmenler bile bakıyor gerçekten bilinçliysen çocuğunun durumu ile yakından ilgileniyosan çok bilmiş veli oluyosun yani öğretmen budurumdan memnun olacağına işine gelmiyor çünkü öyle alışmış veliler herşeye hee diyecek fazla üstüne gelmeyecek valla biz bu konuda öğretmen yönünden de şanslıyız çünkü öğretmenimiz gerçekten eski bir öğretmen ama zihniyet eski değil
 
evet canım tek tip konusunda çok haklısın hiçbirşeyi sorgulamayacaksın fazla sıkıştırmıcaksın öğretmenler bile bakıyor gerçekten bilinçliysen çocuğunun durumu ile yakından ilgileniyosan çok bilmiş veli oluyosun yani öğretmen budurumdan memnun olacağına işine gelmiyor çünkü öyle alışmış veliler herşeye hee diyecek fazla üstüne gelmeyecek valla biz bu konuda öğretmen yönünden de şanslıyız çünkü öğretmenimiz gerçekten eski bir öğretmen ama zihniyet eski değil

ya devletin her kademesinde bu var ki, sorgulama itaat et, sorguladığın an bi tokat bitiyo ensende bi şekilde:KK1:

bizim öğretmende eski zihniyetide eski, ama oğlumu yakın takip ettiğim için müfredatı bildiğim için ders konusunda bi eksiği olmadığını bildiğim için biraz rahatım, zaten kaldı şurda 3 dönem. ortaokul daha çok korkutuyo beni, çeşit çeşit öğretmenle karşılaşcaz, tabii bunlar olurken çocuklarımızda istemediğimiz o şekillere giriyo haberimiz yok, yavaş yavaş hissettirmeden orjinalliklerini kaybediyolar aslında
 
Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:
- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?
- Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinizi katıldım. Hayatım değişti.


O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.
- Ne oldu, nasıl oldu?
- Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, "Bir insanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına
olanaklar yaratmaktır."Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:
- Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, "Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına
olanaklar yaratmaktır." Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm.*
Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?
- Hayır, neden?*
- Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. "Oğlum bugün ödevini yaptın mı?" Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da
*sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, "cık" sesini çıkarıyordu.* Kızıyordum, söyleniyordum, "Niye yapmıyorsun ödevini!" diyordum.
Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:
- Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. "Ben ne biçim babayım," diye kendime sordum. Seminer için geldiğim*
İstanbul'dan çalışma yerim olan Kayseri'ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.
- Radikal bir karar!*
- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam.
Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.
- Eşiniz ne dedi?
- Hocam biliyor musun ne oldu?
- Ne oldu?*
- Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, "Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış!
Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz."

- Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!
- Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim.
Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.
- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?
- İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve "Hayır!" anlamına gelen "cıkk" dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım.

Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti.

"Ne büyük tehlike!" diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.
- Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!
- İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, "Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın," demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim!
Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.
- Eşiniz gelmek istemedi!*
- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye.
Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler.
Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. "Çok mu kötü hocam?" diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. "Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?"

- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?
- Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım.
İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. "O kadar mı kötü?" diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım.
Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum.Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.
"Gel seni yeniden kucaklayayım!" dedim. Kucaklaştık.
"Çocuklar Gülsün diye!" yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur.
Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler.
Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler.
Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!

Doğan CÜCELOĞLU
 
günaydın kızlar bu yazı hoşuma gitti sizinle paylaşmak istedim
daha öncede başka bir yerde okumuştum b u yazıyı

ANNE BABALARA VE ANA BABA ADAYLARINA YARARLI OLACAĞINI DÜŞÜNEREK....

Psikopatlar niçin çoğalıyor?
32 yaşındaki oğlu için gelen anne şikayet ediyor: "Doğru dür...üst okumadı ama okul bitti. Şimdi de iş beğenmiyor. Bulduğumuz işlere 'yorucu, bana yakışmaz, bu paraya çalışılır mı' gibi gerekçelerle gitmiyor. Bütün gün evde. 'Onu getir, bunu al' şeklinde emirler veriyor. Yapmak istemediğimizde 'Beni doğurdunuz, yapmak zorundasınız, çocuğunuz değil miyim?' diyor. Direnirsek üstümüze yürümeye başlıyor. Artık korkuyoruz. Ne yapabiliriz?"


Bir başka anne benzer şeyleri henüz 16 yaşındaki oğlu için anlatıyor. Her sabah özel şoförün okula götürdüğü, haftalık harcaması asgari ücretten fazla olan, kredi kartı ile istediğini alabilen ve bunların az olduğunu, okulu nasılsa bitireceğini, babasının işinin onu beklediğini ve bu nedenle gençliğini çalışarak geçirmesinin anlamsız olduğunu söyleyen, sabahlara kadar barlarda gezen, kızdığı zaman kendisine küfür eden, el kaldıran bir çocuk.


Bir baba, 14 yaşındaki çocuğunun kendisini yaraladığını ağlayarak anlatıyor ve benzer bir öyküyü aktarıyor.


Hepsinin son cümlesi benzer: "Doğduğundan beri bir dediğini iki etmedik, koruduk, sevdik. Hiçbir şeyini eksik bırakmadık. Niçin böyle oldu?"
Öğrencinin Jaguar marka arabası olur mu?' tartışmaları bu konuyu ele almamı zorunlu hale getirdi. Yazmadan önce tartışmaları bir kez daha gözden geçirdim. Tartışılan konu: O öğrencinin Cumhurbaşkanı'na gitmesiymiş. Oysa tartışılması gereken konu: Çocukların kaç yaşında, nelere sahip olmalarının daha doğru olduğu olmalıydı. Çünkü özel üniversitelerin park yerlerine girdiğiniz zaman göreceğiniz araba markaları, tartışılan Jaguar'dan ucuz olmayacaktır.
Aslında üniversitelere gitmeye ve arabalara bakmaya bile gerek yok. Sokaklardaki, kafelerdeki gençlere, hatta genç bile sayılamayacak küçük çocuklara bakın. Sadece kıyafetlerine değil, ellerindeki cep telefonlarına, taşıdıkları çantalara ve en önemlisi konuşmalarına bir bakın. Ailesi varlıklı olan çocuk ve gencin bunlara hakkı var mı? Herhalde vardır. Zaten tartışılması gereken de bu değil. Tartışılması gereken; çocuklara ve gençlere zamanı gelmeden alınanların ve izin verilen davranışların, onların gelişimine ve topluma nasıl zarar vereceği olmalıdır.


Çevreye ve kendine zarar verici davranışların olması, herkesin kendisine borçlu olduğunu düşünen ve bu nedenle isteklerinin hemen ve eksiksiz yerine getirilmesini isteyen, yapılmadığı zaman saldırganlaşan, emek sarf etmeyen, sorumluluklarını yerine getirmeyen kişileri 18 yaşın altındalarsa 'davranım bozukluğu'yla, üstünde ise 'antisosyal kişilik bozukluğu'yla tanımlıyoruz. Yaygın olarak bilinen adı ile bu kişilere 'psikopat' diyoruz. Son yıllarda bu sorunla ilgili başvurular giderek artıyor. Bu artışın en büyük nedeni; çocuk yetiştirme biçimimizdir.

SORUMSUZ VE DOYUMSUZ ÇOCUK
Doğduğundan beri bir dediği iki edilmeyen, her istediğine kavuşan, isteğinin yaşı ile uyumlu olup olmadığına bakılmayan, emek sarf etmeden, değerini bilmeden alınanları, yapılanları hak görerek yetişen bir çocuğun; sorumluluk sahibi, doyumlu, çalışarak kazanmanın erdemine inanan, bir şeyleri elde etmek için emek sarf etmesi gerektiğini bilerek çalışan bir birey olmasını beklemek mümkün mü?
Avrupalı ve Amerikalı aileleri 'çocuklarına bakmıyorlar, yazları çalışmalarını istiyorlar' diye kötüleyenlerin düşüncelerini gözden geçirmelerinde yarar var. Çocuklarımızı sevmekle onları doğru yetiştirmek arasındaki farkı anlamamıza yardımcı olur, diye daha önce de yayımladığım, 'Geleceğin Psikopatlarını Yetiştirme Yolları'nı tekrar yayımlıyorum:
- Daha küçükken çocuğa istediği her şeyi vermeye başlayın! Bu şekilde o, herkesin onun geçimini sağlamak zorunda olduğuna inanacaktır.
- Kötü sözler söylediği zaman gülün! Böylece o kendisinin akıllı olduğuna inanacaktır.
- Ona düşünmeyi ve beynini kullanmayı hiç öğretmeyin! 21 yaşına gelince kendi kararlarını, kendisi versin diye bekleyin!
- Yerde bıraktığı her şeyi kaldırın; kitaplarını, ayakkabılarını, kıyafetlerini... Onun için her şeyi siz yapın ki o, bütün sorumluluklarını başkalarına yüklemeye alışsın!
- Onun gözünün önünde sık sık kavga edin ki aile bir gün parçalanırsa çok fazla üzülmesin.
- Ona istediği kadar harçlık verin ki hiçbir zaman kendi parasını kazanmanın ne olduğunu öğrenmesin.
- Yiyecek, giyecek ve konforla ilgili bütün arzularını yerine getirin ki, istediklerine ulaşmak için çalışmak gerektiğini öğrenmesin.
- Komşulara, öğretmenlere, polislere karşı daima onun tarafını tutun ki, onların hepsine karşı peşin hükümleri oluşsun.
- Bütün bunları ve benzerlerini yaparak yetiştirdiğiniz çocuğunuz bir gün suç islerse, kendisinden özür dileyin! Ama onu felaket dolu bir hayata hazırladığınız için kendinize teşekkür etmeyi ihmal etmeyin!!
(Bu belge, ABD Houston Polis Müdürlüğü tarafından hazırlandı ve kentteki tüm evlere ve okullara dağıtıldı.)


Prof. Dr. Bengi Semerci
 
Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:
- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?
- Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinizi katıldım. Hayatım değişti.


O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.
- Ne oldu, nasıl oldu?
- Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, "Bir insanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına
olanaklar yaratmaktır."Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:
- Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, "Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına
olanaklar yaratmaktır." Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm.*
Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?
- Hayır, neden?*
- Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. "Oğlum bugün ödevini yaptın mı?" Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da
*sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, "cık" sesini çıkarıyordu.* Kızıyordum, söyleniyordum, "Niye yapmıyorsun ödevini!" diyordum.
Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:
- Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. "Ben ne biçim babayım," diye kendime sordum. Seminer için geldiğim*
İstanbul'dan çalışma yerim olan Kayseri'ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.
- Radikal bir karar!*
- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam.
Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.
- Eşiniz ne dedi?
- Hocam biliyor musun ne oldu?
- Ne oldu?*
- Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, "Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış!
Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz."

- Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!
- Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim.
Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.
- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?
- İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve "Hayır!" anlamına gelen "cıkk" dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım.

Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti.

"Ne büyük tehlike!" diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.
- Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!
- İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, "Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın," demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim!
Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.
- Eşiniz gelmek istemedi!*
- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye.
Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler.
Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. "Çok mu kötü hocam?" diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. "Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?"

- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?
- Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım.
İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. "O kadar mı kötü?" diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım.
Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum.Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.
"Gel seni yeniden kucaklayayım!" dedim. Kucaklaştık.
"Çocuklar Gülsün diye!" yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur.
Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler.
Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler.
Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!

Doğan CÜCELOĞLU

güzel bir yazı daha öncede okumuştum zaten bu adamın kitapalrını dönüp dönüp birdaha okusan bile hiç sıkılmıyosun beğeniyorum ve bakıyorum da çok doğru bir yazı bir akrkadaşımın oğlu var 2. sınıfa gidiyor babası hiç ilgilenmez çocukla benim eşim bile kızar yani klasik işten gelir tv karşısına yatan bir tip adam hafta sonlarıda ne çocuklarla vakit geçirmek ne de gezmeye götürmek gibi birşeyi yok adaamın arkadaşımda çok şikayetçi bu ilgisizliğinden ve çocuk şuan çok içine kapanık ve psikoloğa gidiyor ama gitse ne çare baba kendinş düzeltmedikten sonra hem psikologda konuşmuş yani aynı şeyleri söylemiş ama aynı tas aynı hamam değişen bir şey yok ve şuan da başka sebeplerden dolayı arkadaşımla mahkemelikler boşanıyorlar adam daha baştan dedi çocuk falan istemem sende kalsınlar diye ve çocuklara nafaka ödememek derdine arkadaşıma sen aç mahkemeyi dedi bu kadar yani düşünün ilerde bu çocuk birşeyleri anlamay başalyınca aj-klı erince babasına karşı nasıl bir davranış sergiler acaba ?
 
güzel bir yazı daha öncede okumuştum zaten bu adamın kitapalrını dönüp dönüp birdaha okusan bile hiç sıkılmıyosun beğeniyorum ve bakıyorum da çok doğru bir yazı bir akrkadaşımın oğlu var 2. sınıfa gidiyor babası hiç ilgilenmez çocukla benim eşim bile kızar yani klasik işten gelir tv karşısına yatan bir tip adam hafta sonlarıda ne çocuklarla vakit geçirmek ne de gezmeye götürmek gibi birşeyi yok adaamın arkadaşımda çok şikayetçi bu ilgisizliğinden ve çocuk şuan çok içine kapanık ve psikoloğa gidiyor ama gitse ne çare baba kendinş düzeltmedikten sonra hem psikologda konuşmuş yani aynı şeyleri söylemiş ama aynı tas aynı hamam değişen bir şey yok ve şuan da başka sebeplerden dolayı arkadaşımla mahkemelikler boşanıyorlar adam daha baştan dedi çocuk falan istemem sende kalsınlar diye ve çocuklara nafaka ödememek derdine arkadaşıma sen aç mahkemeyi dedi bu kadar yani düşünün ilerde bu çocuk birşeyleri anlamay başalyınca aj-klı erince babasına karşı nasıl bir davranış sergiler acaba ?

şerefsiz.................
 
benimkinin notları hepsi 100 üzerinden 5, şaşırdım öğretmenimiz hep görsel sanatlardan ya da bedenden kısardı:KK53:
 
merhaba. çocuklara karne hediyesi almayı düşünüyormusunuz ? geçen oğlum karne konulu bir kompozisyon yazıyordu. bana anne sen bana hiç karne hediyesi almadın dedi. doğru, ben hiç karne hediyesi almadım. doğrumu yapıyorum yanlış mı sizce fikrinizi merak ettim..ha hediye almıyorum ama sinemaya götürüyorum, tiyatroya götürüyorum ama onu hediye olarak kabul etmiyor sanırım:)
 
valla ben karne hediyesi almıyorum, bazen soruyor, zaten güzel karne getirmek görevin diyorum, ama tabii manevi ödülünü veriyorum, sarılıp tebrik ediyorum, onunla gurur duyduğumu söylüyorum, bence bunlar yeterli. Artık bu yaştan sonra ödül olayı ölçülü olmalı bence, yoksa ödül yoksa emekte yok diyebilir artık:KK1:
dedesi anneannesi harçlık veriyo tabii karne hediyesi, ona bişey demiyorum artık, malum torun sevgisi
 
Son düzenleme:
valla ben karne hediyesi almıyorum, bazen soruyor, zaten güzel karne getirmek görevin diyorum, ama tabii manevi ödülünü veriyorum, sarılıp tebrik ediyorum, onunla gurur duyduğumu söylüyorum, bence bunlar yeterli. Artık bu yaştan sonra ödül olayı ölçülü olmalı bence, yoksa ödül yoksa emekte yok diyebilir artık:KK1:
dedesi anneannesi harçlık veriyo tabii karne hediyesi, ona bişey demiyorum artık, malum torun sevgisi

bence de, aynı düşünüyoruz..
 
benimkinin notları hepsi 100 üzerinden 5, şaşırdım öğretmenimiz hep görsel sanatlardan ya da bedenden kısardı:KK53:

tebrikler. inşallah çocuklarımızın öğrencilik hayatları hep böyle 100 lerle devam eder, iyi insanlarla karşılaşır, şansları bol olur ve büyüdüklerinde sağlıklı, mutlu, huzurlu ve başarılı bir insan olurlar.
 
X