- 15 Ekim 2010
- 16.931
- 12.191
-
- Konu Sahibi _MedceziR_
- #1
Düşünüş biçimi zayıf, çürük yanlış sefih olan bir sosyal topluluğun bütün çabası boşundadır.
İtiraf etmek zorundayız ki bütün İslam
dünyasının sosyal toplumlarında hep yanlış
düşünce biçimleri egemen olduğu için doğudan
batıya kadar İslam memleketleri düşmanların
ayakları altında çiğnenmiş ve düşmanların esaret
zincirine girmiştir.
Atatürk-20 Mart 1923-Konya
Bugün Cumhuriyetimizin 88. yıldönümü. Türk insanının padişahın kullarından özgür bireyler haline getirilmesinin, kadının köle durumundan kurtarılıp erkekle eşit kılınmasının, aşağılanan, dışlanan Türklere kimliklerinin ve kişiliklerinin yeniden hatırlatılmasının, akıl ve bilimin gücünün vurgulanmasının, kısaca bu milletin yeniden insan onuruna yakışır biçimde yaşamaya başlamasının 88. yıldönümü.
Kutlu olsun!
Cumhuriyet Devrimi (Kurtuluş Savaşı ve sonrasındaki yenilikler) Atatürkün kafasında ilk gençlikten beri biçimlenen, tecrübeyle, bilgiyle harmanlanan, zaman içinde olgunlaşan ve yeri ve zamanı geldikçe aşama aşama düşünceden uygulamaya geçirilen bir uygarlık projesidir.
Atatürk, 1918de I. Dünya Savaşından 550.000 kayıpla çıkan, Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla orduları dağıtılan, ağır silahları elinden alınan, tünelleri, demiryolları, tersaneleri, yer altı ve yer üstü zenginlikleri, telgraf hatları ele geçirilen, bu da yetmezmiş gibi elindeki son toprakları da emperyalistlerce işgal edilen, kapitülasyonlar altında ezilen, sanayileşmemiş, aşiret ve tarikat kıskacında, aydınlanmamış, geri kalmış yıkık ve perişan bir ülkeyi önce bağımız sonra çağdaş bir ülke haline getirmeyi başarmıştır.
Yoksul, perişan, cahil, yılgın, moralsiz ve emperyalizmle kuşatılmış ve kışkırtılmış bir topluluktan önce bir birlik, sonra bir ordu sonra da bir millet yaratmıştır.
Atatürk, emperyalist ve kapitalist Avrupaya, Biz tüm ulus olarak bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı bütün ulusça savaşan insanlarız diyerek baş kaldırmış ve kazanmıştır.
Böylece dünyada ilk kez bir adam ve o adama inana bir millet, eli kanlı emperyalizmi dize getirmiştir.
Bu büyük başarı Atatürkü ve Türk milletini ezilen-sömürülen Doğunun bağımsızlık sembolü haline getirmiştir. İslam dünyasına göre o, Hıristiyan emperyalizmini dize getiren ALLAHIN KILICIDIR
Prof. Arnold Tyonbee, bu gerçeği şöyle ifade etmiştir: Türk ulusu kendisi için savaşırken aynı zamanda yoksul ülkelerin de savaşını vermiştir. Kendisine karşı kabaran sel sularını Ankara kapılarında durdurarak İzmire, Trakyaya, İstanbula doğru süren Türklerin başlattığı yeni akım belki de Irak, Suriye, Filistin, Mısır, Tunus, Cezayir ve Hindistana dek etkisini sürdürecek ve bu ülkeleri kaplayan Batı selini sürükleyip götürecektir.
Atatürk, emperyalizmin ezberini bozan ilk ve tek doğuludur: Önce yetersiz insan gücü, yetersiz silah ve cephane, yetersiz bilgi, yetersiz para ve yetersiz moral gücüyle sanayileşmiş, bilgili, zengin ve şımarık emperyalizmi yenmiş; sonra da ortaçağ kalıntısı, geri kalmış, yoksul, bağımlı, bilgisiz ve sağlıksız bir ümmet imparatorluğundan çağdaş bir ulus yaratmıştır.
Atatürk, hiç abartısız önce bir vatan, sonra bir millet sonra da bu vatanda bağımsız yaşayacak millete çağdaş (uygar) bir gelecek hazırlamıştır.
Dünyanın hiçbir döneminde ve hiçbir yerinde bir millet için bu kadar çok şey yapan başka bir lider daha yoktur.
Özetlemek gerekirse Atatürk bu milleti iki kere kurtarmıştır: İlk kurtuluş; akılla-silahla-imanla-cesaretle- kazandığı Kurtuluş Savaşı, ikinci kurtuluş ise; akılla-kalemle-bilgiyle-azimle kazandığı Uygarlık Savaşıdır
Elimizde Yokluk ve Yoksulluk Var İsmet.
Atatürk, cumhuriyetin ilanından bir gün sonra 30 Ekim 1923te İsmet Paşayı köşke davet ederek, ona ülkenin içinde bulunduğu durumu, Osmanlıdan devralınan mirası anlatmıştır. Atatürk sözlerine,Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz diye başlamıştır.
Atatürk çok haklıdır .
Osmanlıdan Cumhuriyete kalan miras, işgal altında bir vatan, bolca dış borç, yoksulluk, yoksunluk ve bir de bağnazlıktır.
İşte genç Türkiye Cumhuriyetine 1923 yılı itibariyle Osmanlıdan kalan miras:
« Nüfusun % 80i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bir bölümü yerleşik değil göçebe. 40 bin köyün 37 bininde ne okul var, ne posta ne de dükkan. 40 bin köyde yaklaşık 11 milyon insan yaşıyor. Bu insanların ancak % 2si okur-yazar. 35.000 köyde okul yok. 1922 istatistiklerine göre 1950 köyde sığır vebası var.
« Düşmanların tümüyle yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmak gerekiyor.
« Dört mevsim kullanılabilir karayolu yok denecek kadar az. Kışın batağa dönüştüğü için geçilmesi çok zor.
« 4.000 km kadar demiryolu var Anadoluda. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz bir demiryolu ağı. Vatanın bütünlüğünü sağlamak için ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamak lazım.
« Denizciliğimiz acınacak durumda. Donanma, II. Abdülhamit döneminde Haliçte çürütülmüş.
« Köylü topraksız. Sabanı ve öküzü bile yok. Doğuda, Cumhuriyetle de insanlıkla da bağdaşmayan aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni var.
« Her yerde tefeciler, spekülatörler, savaş zenginleri halkı eziyor.
« Çok az tarım mühendisi var. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getiriyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.
« Tüm Türkiyede sadece 337 doktor var. 150 kadar ilçede doktor yok. Doktor başına 30.000 kişi düşüyor. Sağlık memuru sayısı 434. Pek az şehirde eczane var. Türkiyedeki toplam eczacı sayısı 60.
« Salgın hastalıklar insanımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta denebilir. Bebek ölüm oranı % 60ı geçiyor. Ebe sayısı çok az. 40 bin köye karşılık diplomalı ebe sayımız 136.
« Telefon, motor ve makine yok denecek kadar az. Teknolojiden yoksun bir ülkeyiz. Radyo ve sinema yok
« Ekonomik hayatımız da içler acısı bir halde. Kapitülasyonlar belimizi bükmüş, tarım ilkel yöntemlerle yapıldığı için ve topraklar bilinçsiz kullanıldığı için üretim çok az.
« Bütün sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Şeker, un ve hatta kiremiti bile ithal etmek durumundayız. Avrupanın her çeşit malı için açık pazar halindeyiz.
« Toplam sanayi kuruluşumuz 282. Ağırlığı gıda, dokuma ve deri sanayi oluşturuyor. Bu kuruluşlardaki sermaye ve emeğin sadece % 15i Türklerin. Geri kalanlar yabancı ve azınlıkların. Madenler, limanlar ve demiryolları yabancıların elinde.
« Osmanlıdan bize kalan sadece dört fabrika var: Hereke İpek Dokuma, Feshane Yün İplik, Bakırköy Bez ve Beykoz Deri fabrikaları.
« Sanayi gelişmemiş, iktisatçımız da çok az. Çoğu bilip okuduğu kavramların dışına çıkamıyor. Mühendisimiz olmadığı gibi ara elemanımız da yok.
« Elektrik yalnız İstanbul ve İzmirin bazı kentlerde var.
« Yunanistandan gelen göçmen sayısı 400.000i geçmiş. Göçmenlere ordunun yiyecek stoklarından yardım ediliyor.
« Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi ise hiç çözülmemiş bir sorun olarak duruyor. Erkeklerin % 7si, kadınların %04ü okuma yazma biliyor. Kürtler arasında okuma yazma oranı %01 bile değil.
« Tüm ülkede 337.618 ilkokul öğrencisi var. Bu zorunlu öğrenim görmesi gereken çocuğun sadece dörtte biri. Ülkede toplam 4.770 ilkokul bulunuyor. Tüm ülkede sadece 153 ortaokul ve lise var. Ortaokullarda sadece 543, liselerde 230 kız öğrenci okuyor. Öğretmenlerin üçte biri öğretmenlik eğitimi görmemiş. Bizim okullarımızın azlığına ve niteliksizliğine karşın yabancıların çok sayıda nitelikli okulu var.
« Medreseler askerden kaçma yeri ve bağnazlık yuvası durumunda. Hurafeleri din diye öğreten ve öğrencilere salavatı tefriciye çektiren bir anlayış egemen. Medreselerde Türkçe yasak.
« Ülkede sadece bir üniversite var. O da yüksek Medrese düzeyinde eğitim veriyor. Çağın gelişmelerine kapalı. Akıl ve bilim çoktandır unutulmuş.
« Halk kitap okumuyor. 1729dan 1830 yılına kadar 100 yıl içinde Osmanlıda basılan toplam kitap sayısı sadece 180. Aynı sürede Batıda basılan kitap sayısı ise 90.000. Basının toplam tirajı 100.000i geçmiyor. Gazeteler ve dergiler, sadece İstanbul ve İzmir gibi büyük kentlerde az sayıda okuyucu bulabiliyor.
« Kitap yok, kütüphane yok, müze yok, tiyatro yok, sinema yok, radyo yok; halkı aydınlatacak, bilinçlendirecek, eğitecek kurumlar yok. Halk adeta kendi kaderine ve cami imamının, tarikat şeyhinin, Medrese ehlinin bilgisine ve insafına terk edilmiş durumda.
« Halk müziğe, heykele, tiyatroya, sinemaya, baloya, sanata, spora çok uzak.
« Halkta tarih bilinci yok. Tarih denince peygamberlerin ve padişahların hayat öyküleri anlaşılıyor. Bir çok tarihi eserler yurt dışına kaçırılmış. Antik tarihten ve Arkeolojiden anlayan insan sayısı bir elin parmakları kadar.
« Türkçe ihmal edilmiş, sözcükler unutulmuş. Türkçe Türkçeliğini yitirdiği için dilin adına Osmanlıca denilmiş. 600 yıldan fazla bir zaman içindeki özensizlik nedeniyle Arapça-Farsça ve Fransızca Türkçeyi adeta istila etmiş. Dahası eklemeli ve sesli harf sayısı çok fazla bir dil olan Türkçe, Türkçeye hiç uymayan çekimli ve sesli harf sayısı çok az bir dil olan Arapçanın alfabesiyle yazılmaya çalışılıyor.
« Kadınlar ikinci sınıf, medeni, sosyal ve siyasal haklardan yoksun. Kadın erkek eşitliği yok. Bir gün kadınların da erkeklerle eşit haklara sahip olacakları, avukatlık, hakimlik, pilotluk, profesörlük, milletvekilliği, atletizm yapabileceklerini hayal bile etmek mümkün değil.
« Bir çok tarikat hayata yöne vermeye çalışıyor. Mezhep çatışmaları hat safhada. Falcılar, büyücüler, şeyhler, şıhlar ayrıcalıklı konumda. Din istismarı çok yaygın.
« 600 yıl boyunca Türkler ihmal edilmiş. Yönetim dönme devşirmelere bırakılmış. Türkler, devlet yönetiminden dışlanmış, sadece köylü, çiftçi ve asker olabilmiş. Bu nedenle de kimliğini, kişiliğini ve kendine güvenini kaybetmiş.
« Hukuk sistemi, yargı sistemi, anayasal düzen, hatta takvim, saat, ölçüler bile çağa uymayan bir durumda. Kılık kıyafet, ne milli ne beynelmilel, gülünç durumda
« Biat kültürü hakim, 600 yıldan fazla devam eden saltanat sistemi içinde halkın kaderi hep padişahın iki dudağı arasında olmuş. Padişah rai (çoban) mantığıyla reaya(sürü) diye gördüğü halkı gütmüş. Saray, devlet adamları, din adamları, gayrimüslim zenginler ayrıcalıklı havas yani üstün sınıf, Müslüman Türk halkı ise alt tabaka, yani avam olarak görülmüş.
İşte Cumhuriyet mucizesi bu korkunç tabloyu çok kısa bir sürede tamamen tersine çevirmiştir. Bu yokluk, yoksulluk ve geri kalmışlık içinde Atatürk ve çevresindeki devrimci kadro, sadece 15 yıl gibi çok kısa bir sürede dünyaya parmak ısırtacak bir başarıya imza atmıştır.
Üstelik ATATÜRK Cumhuriyet mucizesine imza atarken, ilk on yıl içinde bir büyük isyan (Şeyh Sait İsyanı), irili ufaklı çatışmalar, iki kısmı seferberlik ve bir büyük dünya krizi yaşanmıştır. Kısıtlı bütçesine rağmen yabancılardan çok fazla borç almadan kalkınmayı başarmıştır. Cumhuriyet, İzmir İktisat Kongresiyle başlayan kalkınma sürecinde denk bütçe, açık diplomasi, yurtta barış dünyada barış ilkeleriyle hareket etmiştir. Milletler Cemiyetine ancak davet edilince girmiştir. Bu dönemde % 10 kalkınma hızı, %20 sanayileşme hızı yakalamıştır. Son beş yılda ise, bir büyük isyan (Dersim İsyanı) ve irili ufaklı çatışmalar, Hatay ve Boğazlar sorununa rağmen Devletçi ekonomiyle ve kalkınma planlarıyla fabrikalarını, demiryollarını, bankalarını kurmuş ve büyük bir hızla sanayileşmiştir. Halkçılık ilkesi doğrultusunda halkevleri, halkodaları, köy öğretmen okulları, köy okulları, millet mektepleri, enstitüleri, yüksek okulları ve üniversitesini kurarak halkı bilinçlendirmiştir. 15 yıl gibi kısa bir sürede, ortaçağ kalıntısı geri kalmış bağımlı bir toplumdan çağdaş bir ulus yaratılmıştır. Neresinden bakarsanız bakınız bunun adı Atatürk ve Cumhuriyet Mucizesidir.
İşte Atatürk ve Cumhuriyet mucizesinin kısa bir bilançosu:
« Kurtuluş Savaşı boyunca milli egemenlik ilkesi doğrultusunda hareket eden, emperyalist kuşatmayla çevrilmiş ve demokrasi geleneği olmayan bir ülkede ille de meclis, önce meclis diyerek milletin temsilcilerinden oluşan TBMMyi açan, bütün bir ölüm kalım savaşını bu halk meclisiyle birlikte yürüten, daha sonra egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diyerek 600 yıllık Osmanlı saltanatını yıkan, siyasal kültürü artırmak için bir siyasi parti kuran (CHP), Cumhuriyeti ilan eden, hilafeti kaldıran ve kadınlara seçme seçilme hakkı veren ve iktidarı denetlemek için bir parti daha kurup (SCF) demokrasinin alt yapısı hazırlayan Atatürk böylece, 600 yıldan fazla bir zamandır sultanlar-padişahlar-halifeler tarafından rai (çoban), reaya (sürü) mantığıyla güdülen bir kul kitlesinden, özgür iradesiyle kendi kaderini kendisi belirleyenbireyler yaratmıştır. Cumhuriyet sayesinde kul bireye, ümmet millete dönüşmüştür. Bu gerçek anlamda devrimci bir dönüşümdür. İslam dünyası bugün hala Atatürkün yüzyılın başında yaptığı bu dönüşümü yapamamanın sıkıntılarını çekmektedir. İki dünya savaşı arasında meclisleri açık olan ve bir şekilde demokratik işleyişe sahip olan ülke sayısı Avrupada 5 Amerikada 5 olmak üzere toplam 10 ülkedir. Türkiye de bu ülkelerden biridir. Dünyada, 1920de sadece 35 anayasal ve seçilmiş hükümet varken, bu sayı 1938de 17ye düşmüştür. 1944de ise tüm dünyadaki 64 ülkenin sadece 12si meclise ve anayasal düzene sahip, demokrat olarak adlandırılabilecek ülkelerdir. Türkiye de bu ülkelerden biridir. Türkiye, KADINLARA SEÇME SEÇİLME HAKKI VERME konusunda İslam dünyasında 1., Avrupada 7., Dünyada 12. sıradadır. Demokrasi ve kadın hakları konusunda oldukça geri kalmış bir İslam ülkesi olan Türkiyenin bu başarısı, kelimenin tam anlamıyla göz kamaştırıcıdır. Avrupada faşist diktatörlüklerin kol gezdiği bir ortamda Atatürk demokrasiyi, İnsan ırkının ümidi ve daima yükselen bir denizolarak adlandırmış ve bu doğrultuda Türkiyeyi demokrasiye hazırlamıştır. Nitekim bu hazırlıklardan sonra Türkiye 1946da çok partili hayata 1950de de demokrasiye geçmiştir.
« Atatürk, 600 yıldır Türkleri etrak-ı bi idrak diye merkezden çevreye dışlayan, onları çiftçi-köylü ve asker yapan, devlet yönetimini tamamen Hıristiyan-Yahudi-dönme-devşirme-soylu unsurlara bırakan, Kürtleri kullanma karşılığında onların aşiretleşmelerine ve fedaileşmelerine izin veren zihniyete son verip Türkleri yüzyıllar sonra yeniden çevreden merkeze taşımıştır. Cumhuriyetle Türklere devlet kapıları yeniden açılmış, ülke yönetimi saltanat soylularının elinden alınarak halka verilmiştir Cumhuriyetle birlikte, yüzyıllar sonra ilk kez bu ülkede dönme-devşirme-saltanat soylusu olmayan sıradan halk kitleleri başbakan, cumhurbaşkanı ve bakan olabilmişlerdir. Yakın tarihimizde, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan gibi halkın içinden gelmekle övünen kişilerin ülke yönetiminde söz sahibi olmalarının tek nedeni Atatürkün ve Cumhuriyetin Osmanlının dönme-devşirme-soylu saltanatına son vermiş olmasıdır. Ama Atatürk ve genç Cumhuriyet sayesinde bakan, başbakan ve cumhurbaşkanı olan bu kişiler, Atatürk Cumhuriyetini jakoben (tepeden inmeci) ve seçkinci olarak adlandırmışlar, kendilerini Osmanlı sultanlarıyla özdeşleştirmişlerdir. Akıl tutulması bu olsa gerekir. Türk Tarih Kurumunu, Türk Dil Kurumunu, Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesini kurmuş, Türk Tarih Tezini ve Türk Dil Tezini geliştirip Türkçenin yapısına uygun Yeni Türk Harflerini (Göktürk- Etrüsk- Latin Harfleri) kabul etmiş, Türk ağızlarında tarama ve derleme çalışmalarıyla unutulmaya yüz tutmuş Türk dilini yeniden açığa çıkarmış, böylece Osmanlıda tarihini, dilini, dolayısıyla kimliğini ve kişiliğini kaybetme noktasına gelen Türklere yeniden dilini, tarihini; kısaca milli kimliğini anımsatmıştır.Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir diyerek deTürkiyedeki herkesi, ırkına, cinsine, dinine bakmaksızın Türk milleti diye adlandırmıştır.
« Atatürk, 1928de Yeni Türk Harflerinin kabul edilmesinin ardından Millet Mekteplerini açtırmıştır. Ülke genelinde toplam 54.050 Millet Mektebi açılmıştır. Bunun 18.589u şehirlerde, 35.46sı köylerdedir. Bu okullarda toplam 46.000 öğretmen görev almıştır. 1929-1934 arasındaki 5 yıl içinde Millet Mekteplerine devam eden 2.305.924 kişiden 1.124.926 kişi yeni yazıyı öğrenip diploma almıştır. Millet Mekteplerinde 1929-1936 tarihleri arasında ise 2.546.051 kişi yeni yazıyı öğrenerek diploma almıştır. Millet Mekteplerinde hiç okuma yazma bilmeyen 458.000 köylü kadından 152.968ine okur-yazarlık belgesi verilmiştir. Türkiyede 1927 yılında okuma-yazma oranı erkeklerde % 7 kadınlarda % 04 iken, Harf devriminden 7 yıl sonra, 1935 nüfus sayımına göre (toplam 17 milyon) okur-yazarlık oranı % 19.2ye yükselmiştir. Bu oran, Harf devrimi öncesinin neredeyse iki katıdır. Okuma-yazma oranı sürekli artarak 1940-41de % 22,4e yükselmiştir. Neresinden bakılırsa bakılsın bu artış bir dünya rekorudur.Köy eğitmenleri projesiyle Anadolunun en ücra köşelerine kadar genç ve idealist öğretmenler gönderilmiş, bu öğretmenler köylülerle birlikte kurdukları okullarda köy halkına hem okuma-yazma öğretmiş, hem bilim, sanat, kültür, konularında temel bilgiler vermiş, hem de tarım, hayvancılık, bağcılık ve bahçecilik, el sanatları gibi konularda halkı eğitmiştir. 1940ların ortalarına kadar 7000 köye okul götürülmüştür. Atatürk döneminde okul ve öğrenci sayılarında büyük bir artış görülmüştür. 1924-1936 yılları arasında ki 12 yılda ilkokul sayısı % 25lik bir artışla 4.894ten 6.112ye çıkmış; 1936-1946 yılları arasındaki 10 yılda ise bu sayı % 146lık bir artışla 6.112den 15.009a çıkmıştır. Öğrenci sayısındaki artış ise ilk dönemde % 92, ikinci dönemde ise % 114tür. İsmail Hakkı Tonguçun verdiği bilgilere göre bu ikinci dönemde asıl artış köylerde olmuştur. Bu dönemde okul sayısındaki artış % 185, öğrenci sayısındaki artış ise % 119dur.
« Atatürk, tekkeleri, zaviyeleri ve türbeleri kapatarak, tarikatlara son vererek, falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve din istismarıyla mücadele ederek, hurafelerin bataklığında debelenen bir topluma gerçek dini göstermek için çok ciddi adımlar atmıştır. Softalıkla, yobazlıkla mücadele etmiştir. Dine ve dindara değil, dinciye ve din oyunu aktörlerine karşı gelmiştir. Halkın dini gerçekleri hiçbir aracıya ihtiyaç duymadan anlaması için kutsal kitap Kuran-ı Kerimi ve sağlam hadis kaynaklarını Türkçeye tercüme ettirmiştir. Elmalılı Hamdi Yazırın Kuran tefsir ve tercümesini ve Buharinin Hadis Kaynağını on binlerce takım bastırarak ülkenin dört bir yanına ücretsiz olarak dağıttırmıştır. 1924 yılından 1950 yılına kadar 352.000 takım dini kitap bastırılmış ve yurdun en ücra köşelerine kadar dağıtılmıştır. Bu kitapların dağılımı şöyledir: 45.000 adet Kuran-ı Kerim tercüme ve tefsiri (19ar cilt), 60.000 adet Buhari Hadisleri tercüme ve izahı (12şer cilt), 247.000 adet din kültürü eserleri Şeri bir imparatorluk olarak bilinen Osmanlıda 1400 ile 1730 yılları arasında, yani yaklaşık 300 yıllık bir dönemde telif olarak 14 tefsir, 48 fıkıh, 25 akit ve kelam, 11 ahlak, 44 değişik konular ve sadece 1 tane de hadisle ilgili kitap yazılmıştır. Yani Osmanlıda yaklaşık 300 yıl boyunca din içerikli toplam 143 eser yazılmıştır. Görüldüğü gibi kimilerince dinsizlikle suçlanan genç Cumhuriyetin dini konularda ortaya koyduğu eser sayısı dindar diye adlandırılanOsmanlıda 300 yılda ortaya koyulan eser sayısından katbekat fazladır: 300 yılda sadece 143 dini esere karşılık, 25 yılda 352.000 takım dini eser Kimin daha dindar olduğuna siz karar verin!
« Atatürk, dünya işlerini dinsel ilkelere göre değil, çağdaş hukuka, akıl ve bilim ilkelerine göre halletmek için şeri hukuka son vermiş, din adamlarıyla devlet adamlarının yetki ve sorumluluk alanlarını ayrıştırmıştır. Bir taraftan dinle dünya işlerini birbirinden ayırırken, diğer taraftanKimsenin inanışına engel olunamaz Biz düşünceye ve inanışa saygılıyız diyerek inanç ve ibadet özgürlüğünü anayasal güvence altına almıştır. Tarikatların, cemaatlerin, din istismarcılarının dini kendi kontrollerine almalarını engellemek için Diyanet İşleri Başkanlığı kurmuştur. Türk çocuğunun dinini-diyanetini doğru bir şekilde öğrenmesi için çalışmalar yaptırmış, köy okullarında din dersleri devam etmiş, bu derslerde 3. ve 4. sınıflardaCumhuriyet Çocuğunun Din Dersleri adlı ders kitapları okutulmuştur. Atatürk, okullarda okutulan ve bazı bölümlerini bizzat kaleme aldığı Medeni Bilgiler ve Tarih II kitaplarında, dinler ve İslam tarihi konusunda eleştirel bir yaklaşım ortaya koyarak gençlerin din konusuna bile akılcı ve eleştirel bir gözle yaklaşmalarına zemin hazırlamıştır. 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanununa göre İstanbul Darülfünunu bünyesinde bir İlahiyat Fakültesi kurulmasına karar vermiştir. Üniversite Reformundan sonra bu kurum Yüksek İslam Enstitüsüne dönüştürülmüştür. Camiler açık olmuş, ezanlar susmamış, ibadet devam etmiş, dini bayramlar bütün coşkusuyla kutlanmıştır. Dahası, camisi olmayan veya Kurtuluş Savaşı yıllarında camisi yıkılan köylere ve kentlere bizzat Atatürk cami yaptırmıştır. Örneğin, Eskişehirin Mihalıççık köyündeki tarihi bir cami, Atatürkün verdiği 5000 lirayla yeniden yaptırılmıştır.
« Atatürk, Müslüman Türk milletini dünyanın gözü önünde gülünç duruma düşüren ve Batının Türklere yönelik aşağılamalarına görsel meşruiyet kazandıran, çağın ve hayatın gerisinde kalmış, Türk kültürüyle uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan garip kılık kıyafeti çıkarttırarak, bütün medeni dünyada kullanılan çağdaş kılık kıyafeti giydirmiştir. Atatürk, Şapka giydirdim ki, başa giyilen şeyle din değiştirilmeyeceğini anlasınlar diyerek şapka devriminin bir gardırop meselesi değil bir zihniyet meselesi olduğunu anlatmak istemiştir. Türkiyede tek bir Allahın kulu şapka giymediği için idam edilmemiş ve cezalandırılmamıştır. İstiklal Mahkemesi, şapka devrimine karşı kışkırtıcılık yapan, halkı isyana teşvik eden sadece 27 karşı devrimciye idam kararı vermiştir. Tük kadını tefritten ve ifrattan kaçınmalıdır diyen Atatürk, kadınların kılık kıyafeti konusunda hiçbir yasal yaptırıma gitmemiştir. Yalnızca kadınların bilinçlendirilmesi ve yerel yönetimlerin bu konudaki tavsiye niteliğindeki kararlarıyla yetinmiştir. CHPnin kadınların çarşaflarını, peçelerini, başörtülerini zorla çıkarttırdığı kocaman bir Cumhuriyet tarihi yalanıdır.
« Atatürk, çağdaş dünyayla ekonomik, kültürel ve siyasi ilişkileri arttırmak için çağdaş dünyanın kullandığı alfabe, takvim, saat, ölçü, hafta sonu tatilini kabul etmiştir. Böylece içe kapalı Türkiye, özellikle ticarete, kültürde ve siyasette çağdaş dünyaya açılmıştır. Bu bakımdan Atatürk Cumhuriyetinin statükocu, içe kapalı olduğu iddiası kocaman bir Cumhuriyet tarihi yalanıdır.
« Atatürk, çağın şartlarına ve hayatın gerçeklerine uymayan, modası geçmiş eski hukuk sistemini büyük oranda değiştirerek çağdaş dünyanın kullandığı zamana ve hayata uygun hukuk sistemini kabul etmiştir. Böylece kadın haklarını sınırlandıran Mecellenin yerine Türk aile yapısına uygun İsviçre Medeni Kanunu kabul edilmiş, bu kanunla Türk kadınlarına sosyal, kültürel ve ekonomik haklar tanınmış; çok kadınla evlilik yasaklanmış, resmi nikah zorunlu hale gelmiş, kadının kocasını boşamasının ve kız çocuklara miras bırakılmasının önü açılmış, kadının çalışmasını ve sosyal hayata katılmasını engelleyen ortaçağ kalıntısı zihniyete büyük bir darbe vurulmuştur. Türk Ceza Kanunu İtalyadan alınmıştır. Ancak, bu kanun bazılarının iddia ettiği gibi Faşist Musolininin ceza kanununun çevirisi değildir, bizim aldığımız ceza kanunu 1889 tarihli İtalyan Ceza Kanununun çevirisidir. O dönemde dünyadaki en ileri ceza kanunu budur. Her alanda çağdaş hukuka geçilip eski hukuk kökünden sökülüp atılarak Osmanlıdaki hukuk karmaşasına son verilmiştir. Ankara Hukuk Mektebi açılarak çağdaş Türk hukukçuları yetiştirilmiştir.
« Atatürk, Tevhid-i Tedrisat Kanunuyla yamalı bohça görünümündeki çok başlı eğitim sistemine son vererek eğitim öğretimi birleştirmiştir. Böylece çağın gerisinde kalan, uzun bir dönemdir kapılarını akıl ve bilime kapatan Medreseler kapatılmıştır. Türkiyedeki yabancı okullar kapatılmış, azınlık okulları Milli Eğitim Bakanlığına bağlanarak denetlenmiş, bu okullarda Türkçenin okutulması zorunlu kılınmıştır. Böylece, yabancı okullar (misyoner okulları), azınlık okulları, 19. yüzyılda açılan çağdaş okullar ve eski usul eğitim ve öğretim veren mektep ve medreseler arasında bocalayan gençlerin çağdaş, milli ve laik bir eğitim alabilmelerinin yolu açılmıştır.
« Atatürk, bilgi üretemeyen, harf devrimi yapıldığında Latin harfleriyle yazacağıma kalemimi kırarım diyen, Okul bahçesinde fotoğraf çektirmenin günah olduğunu söyleyen hocaların görev yaptığı yüksek medrese görünümündeki Darülfünunu kapatarak Nazi baskısından kaçan bilim insanlarının da istihdam edildiği İstanbul Üniversitesini açtırmıştır. İstanbul Üniversitesi, 1930lu yılların dünyasındaki en önemli üniversitelerden biridir. İstanbul Üniversitesinde görev alan yabancı bilim insanları arasında kendi alanlarında dünyaca ünlü çok sayıda bilim insanı vardır: İktisat profesörleri W. Röpke, A. Rüstow, G. Kessler, F. Neumark; kimya profesörleri F. Arndt, F. Haurowitz, E. M. Alsleben; tıp profesörleri P. Schwartz, R. Nissen, A. Eckstein; müzik profesörleri P. Hindemith, C. Ebert, E. Zuckmayer; hukuk profesörü E.Hirsh; kent bilimci Prof. E. Reuter bunlardan sadece birkaçıdır. Dünyanın en önemli fizikçileri, matematikçileri, müzikologları, Sümerologları, Hititologları, antropologları İstanbul Üniversitesinde istihdam edilmiştir.
« Atatürk, Türkiyenin dört bir yanında Halkevleri-Halkodaları açtırarak, yüzyıllardır cahil bırakılmış, eğitimle, sanatla, kültürle, bilimle bütün bağları koparılmış Anadolu insanı her konuda aydınlatmaya çalışmıştır. Anadolunun en ücra köşesine kadar yayılan Halkevleri-Halkodaları uygulaması, Türkiyede gerçek anlamda bir Anadolu Rönesansı başlatmıştır. Halkevleri-Halkodaları sayesinde Anadolu insanı eğitimle, sanatla, bilimle, kültürle, sporla tanışmıştır. Batıdan yaklaşık 400 yıl kadar sonra Anadolu insanı ilk kez okuma-yazma öğrenmiş, tiyatro izlemiş, müzik dinlemiş, kitap okumuş, sergi gezmiş, heykel ve resim görmüş, dans etmiş, spor yapmış, kadınlı erkekli toplantılara katılmış, birlikte öğrenmiş ve birlikte eğlenmiştir. Anadolunun en ücra köşelerine kadar ulaşan Halkevleri, çölde bir vaha misali Anadolu bozkırına can vermiştir. 1932de 24 Halkevi ve 34.000 üyesi vardır. Aradan geçen altı yıl sonra, 1938de ise bu rakam 209 Halkevine ve erkek-kadın 100.000den fazla üyeye ulaşmıştır. 1936 yılında 103 Halkevi çatısı altında çeşitli etkinliklere katılan insan sayısı 2 milyon 100 bindir.
« Atatürk aşiret ve tarikat kıskacındaki Doğu halkını rahatlatmak için toprak reformu yapmak istemiş, bu yönde ilk adımları da atmıştır. 1934 yılında çıkartılan İskan Kanunuyla yoksul köylüye toprak dağıtılmıştır. Genç Cumhuriyet 1923-1938 arasında toplam, 246.431 aileye toplam 9.983.750 dekar toprak dağıtmıştır. Atatürkün, Doğudaki ağa-şeyh-aşiret-tarikat yapılanmasını yok ederek halkı özgürleştirmek için attığı bu önemli adım, emperyalizmin kontrolünde halkı sömüren feodallerin tepkisiyle karşılaşmış ve Doğu Anadoluda genç Cumhuriyete karşı Ağrı ve Dersim isyanları patlak vermiştir.
« Atatürk, Kurtuluş Savaşının hemen ardından 17 Şubat 1923teki İzmir İktisat Kongresiyle Türkiyenin ekonomik kalkınmasını başlatmıştır. 1923-1929 arasındaki liberal ekonomi denemesi 1929daki dünya ekonomik krizinin ardından terk edilerek 1930-1938 arasında Planlı Devletçilik (Karma Ekonomi) benimsenmiştir. 1927deki Teşvik-i Sanayi Kanunu ve 1929daki gümrük tariflerinin kontrolüyle canlanan ekonomi, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planının ardından başlayan ağır sanayi hamlesiyle dosta düşmana parmak ısırtacak bir başarı elde etmiştir.Osmanlıdan sadece 4 fabrika miras kalan genç Cumhuriyet, 1926-1938 arasında Türkiyenin değişik bölgelerinde 28 fabrika kurmuştur. Bu fabrikalarda işçi hakları en üst düzeyde tutulmuş, işçiler ve yöre halkı için sosyal imkanlar sağlanmıştır. Bu fabrikalar aynı zamanda birer kültür kumudur.1929-1938 arasında ağır sanayi üretimi % 152 artarken toplam sanayi üretimi % 80 artış göstermiştir. Artış kömürde % 100, kromda % 600, diğer madenlerde % 200 olurken, demir üretimi sıfırdan 180.000 tana çıkmış, şeker üretimi 200 misli artmıştır, 1930 yılında Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu ve yine aynı yıl Merkez Bankasının kuruluşu çerçevesinde, TLnin sterlin, ABD doları ve İtalyan lireti karşısındaki değeri yükselmiştir. Ulusal bankaların sayısı giderek artmıştır. Ülke genelinde 1924′de 19 ulusal banka varken (15i yabancıların) 1938′de bu sayı 39′a yükselmiştir (9u yabancıların). 1923 yılında İthalat ihracat arasındaki fark (-60) iken, başarılı ekonomik politikalar sonunda 1938de bu fark (-5)e düşmüştür. 1929 dünya ekonomik krizine rağmen 1924-1938 arasındaki büyüme hızı % 10un altına düşmemiştir. Enflasyonsuz büyüme gerçekleştirilmiş, GSMH 3 katına, kişi başına milli gelir 2 katına çıkmıştır. 1923-1938 arasında 11 yıl boyunca gelir gider eşitliği sağlanmış (denk bütçe), 3 yıl gelir giderden fazla olmuştur. 1938e gelindiğinde Merkez Bankasında 36 milyon dolar döviz, 26 ton altın vardır. Artık şeker, çimento, kereste ve deri ürünlerinde milli ihtiyacın tamamı, yünlü dokumada % 83ü, pamuklu dokumada % 43ü, kağıtta % 32si, camda ve cam eşyada % 63ü milli üretimle karşılanmaktadır. 1938de devletin Osmanlı borçlarından başka borcu yoktur.
« Atatürk, ülkenin dört biryanını demiryolu ağlarıyla birbirine bağlamıştır. Osmanlıdan Cumhuriyete, yabancıların kontrolündeki 4.112 km demiryolu miras kalmıştır. 1928-1938 arasında bu demiryollarının 3.387 kilometrekaresi satın alınarak milleştirilmiştir. 1923de 4.112 kilometre olan demiryolu uzunluğu, 1938de 7. 132 kilometreye ulaşmıştır. Yani Osmanlının son 150 yılında üstelik tamamen yabancılara yaptırıp işlettiği demiryoluna yakın uzunlukta bir demiryolu ağını genç Cumhuriyet 10 yılda kendi imkanlarıyla yapmıştır. Üstelik Cumhuriyetin demiryolları, ülkenin doğusuyla batısını, kuzeyiyle güneyini eksiksiz birbirine bağlayan çok daha işlevsel niteliktedir. 1938den günümüze kadar geçen 73 yılda yaklaşık, 1500 kilometre demiryolu yapıldığı göz önüne alınırsa, Atatürk Cumhuriyetinin demiryolu konusundaki başarısı çok daha iyi anlaşılacaktır. Atatürk, yol olmadığı için adeta kaderine terk edilmiş durumdaki köyleri merkeze bağlamak amacıyla köy yollarının yapımına ve onarımına büyük önem vermiştir. Bu doğrultuda çok kısa bir zamanda adeta bir dünya rekoru kırılmış ve 1923-1926 yılı arasında 27.850 km köy yolu açılmış onarılmış ve düzeltilmiştir.
« Atatürk, 1926 yılında Teyyare ve Motor Türk Aşyi kurdurmuştur. 1928de Kayseride bir Uçak Fabrikası kurularak üretme başlamıştır. Fabrika, Alman Junkers firmasıyla birlikte 1938 yılına kadar 15 adet Junkers A 20 Uçağı, 15 adet ABD Havk Muharebe Uçağı, 15 adet Gotha İrtibat Uçağı üretmiştir. Kayseri Uçak Fabrikasında toplam 112 uçaküretilmiştir. Fabrika yurt dışından bile uçak siparişi almıştır. Fabrika, 1939 yılından itibaren uçak üretimine son vererek sadece Hava Kuvvetlerine ait uçakların bakım ve onarım işlerini yapmaya başlamıştır. 1925 yılında Vecihi Hürkuş, her şeyi ile yüzde yüz ilk Türk uçağını yapmıştır. 1936 yılında Nuri Demirağ, İstanbul Uçak Fabrikasını kurmuştur. Nu 37 koduyla uçak üretimine başlamıştır. Bu uçaklardan 24 adet üretilmiştir.
« Atatürk, Türk insanının belini büken amansız hastalıkların kökünü kazımıştır. Sağlık bakanlığına bağlı bir avuç idealist Cumhuriyet doktoru, sıtma, verem, tifüs, frengi, cüzzam ve trahom gibi salgın hastalıklarla mücadele etmiş ve bu hasatlıkları büyük oranda etkisiz hale getirmiştir. 1924 yılında 150 ilçede Muayene ve Tedavievi açılmıştır. Hastane sayısı 1940ta 198e ulaşmıştır. 1926da Manisa ve Elazığda Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastaneleri, Ankara ve Konyada Doğum ve Çocuk Bakımevleri açılmıştır Adana, Malatya, Antep, Kilis, Besni de Trohom Savaş Hastaneleri açılmıştır. Adana, Gaziantep, Malatya, Urfa ve Maraştaki mücadele sırasında toplam 120 yataklı trahom hastaneleri kurulmuş ve yalnızca 1934 yılında müracaat eden 87.000 kişiden 2.215i tedavi, 4.318i ameliyat edilmiştir. 1925-1931 arasında ülke genelinde 40.000 trohomlu tedavi edilmiştir. Adanada Sıtma Enstitüsü hizmete girmiştir. Değişik bölgelerde 11 Sıtma Dispanseri kurulmuştur. 1931 yılına kadar 2 milyon hasta tedavi edilmiştir. 1924-1938 arasında 17 milyon sıtmalı kontrolden geçirilmiştir, 5 milyonu tedavi edilmiştir, 350 kilometrekare bataklık kurutulmuştur. 1000 km kanal açılmıştır. çıkmıştır. Sıtmayla mücadele konusundaki bu büyük başarının dünyada eşi benzeri yoktur. 1922de 22 olan Kızılay Dispanseri sayısı 1932de 339a, yatak sayısı ise 189dan 1318e çıkmıştır. 1960 yılına gelindiğine ülke genelinde doktor sayısı 9.826ya, hemşire sayısı 2420ye, ebe sayısı 3126ya çıkmıştır. 1922de 1.950 köyde sığır vebası vardı. 1932de sığır vebası tamamen önlenmiştir.
« Atatürk, Türk insanına sanatı, sanatçıyı, tarihi, kültürü, sporu, çevreyi sevdirmiştir. Halkevleri aracılığıyla resim, heykel, müzik, tiyatro, sinema gibi sanatların Anadolunun dört bir yanına yayılmasını sağlamıştır. Yetenekli gençleri Avrupaya resim, müzik öğrenimi için göndermiştir Böylece Cemal Reşit Rey, Ulvi Cemal Erkin, Adnan Saygun gibi kompozitörler; Çallı İbrahim, Namık İsmail gibi ressamlar yetişmiştir. 1937de Türkiyedeki ilk resim galerisini, Resim ve Heykel Müzesini açmış, İbrahim Çallı başta olmak üzere dönemin Türk ressamlarıyla ilgilenmiş, İlk Türk operasının (Özsoy) hazırlanması için ünlü müzisyen Adnan Saygunu görevlendirmiş, Cemal Reşit Reye de ilk konservatuarı kurdurmuştur. Türk müziğinin araştırılmasını sağlamış, çok sesli müziğin tanınıp dinlenmesi için mücadele etmiştir. Kulakları çok sesli Alafranga müziğe alıştırmak için bir süre çok sevdiği Alaturka müziği yasaklamıştır. Cumhurbaşkanlığı Orkestrasını kurdurmuştur. Şehir tiyatrolarının yurdun en ücra köşelerine kadar turneler düzenleyerek halka temsiller vermesini sağlamıştır. Eski Türk oyunlarının yeniden hatırlanmasını ve oynanmasını istemiştir. Mevlana, Yunus Emre, Karacaoğlanın hatırlanmasını ve anılmasını; Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Mimar Sinan, Piri Reis gibi Türk büyükleri hakkında bilimsel araştırmaların yapılmasını ve bu kişilerin heykellerinin dikilmesini istemiştir. Nitekim Piri Reis hakkındaki ilk bilimsel araştırmalardan birini Manevi kızlarından tarihçi Afet İnana yaptırmıştır. Arkeolojiye, eski eserlere ve müzelere önem vermiş, Anadolunun köklü tarihinin sergilendiği müzeler açtırmıştır. Radyo yayınlarını başlatmış, sinemanın yayılmasına önayak olmuştur. Güreş, atletizm, havacılık, yüzme sporlarının gelişmesini, dahası bu branşlarda Türk kadın sporcuların yetişmesini sağlamıştır. Ankarada Millet Bahçesinde bir Milli Sinema kurumuş orada halka açık filimler gösterilmiştir. Bireysel olarak da sinemayla ilgilenmiş, fırsat buldukça film izlemiş ve dahası, Kurtuluş Savaşını anlatan bir film senaryosu yazmıştır. Atatürk, başta Ankara Orman çiftliği olmak üzere Türkiyenin değişik yerlerinde kurduğu örnek çiftliklerle modern tarım-ileri hayvancılık yapılan ve biyoyakıt kullanılan çevreci bir Türkiye yaratmak istemiştir. Orman Çiftliğine 3 yılda 150 bin, Yalova-Termal arasındaki yola ise 2250 ağaç diktirmiştir. Yalovada bir çınar ağacağının dalını korumak için ağacın hemen yanındaki köşkünü altına ray döşeterek birkaç metre yana kaydırmıştır. O günden
sonra o köşke yürüyen köşk adı verilmiştir.
İşte Atatürkün aklıyla, iradesiyle yarattığı Cumhuriyet mucizesinin çok kısa bir bilançosu
İşte günümüzde kimilerince oçluyuz sıradanlaştırılmaya, unutturulmaya çalışılan Atatürk gerçeği, Atatürk mucizesi
Elinizi vicdanınıza koyup söyleyin haksız mıyım?Cehalette boğulup sıtmadan ölmediysek eğer bunu Ona borçluyuz. derken haksız mıyım? ,
Sinan MEYDAN
İLK KURŞUN