Can Dündar'dan..

yasemin38

jasjassssssss
Kayıtlı Üye
12 Haziran 2007
152
1
43
Yeni cep telefonuma eskisinin rehberini geçiriyordum dün...
Baktım, bazı isimlerin numaraları duruyor; kendileri yok...
Bir deprem sonrasının hazin sınıf yoklaması gibi:
"- Cem Karaca?"
"- Yok!"
"- Barış Manço?"
"- Yok!"
"- Erol Mutlu?"
"- Yok!".
"- Melih Kibar?"
"- Yok!"


* * *


Sanki mazinin kumsalına yazılmış isimler... Eninde sonunda geleceğini adımız gibi bildiğimiz halde hiç gelmez zannettiğimiz bir dalga geliyor ve yıllar yılı özene bezene sahile işlediğimiz o güzelim yazıları bir darbede siliyor. Kum gibi dağıtıp ummana sürüklüyor. Sonrası boşluk... Sonsuz bir boşluk...


* * *


Yitik dostların, tanışların ekrandaki isimleri üzerinde geziniyor parmağım... "Sileyim mi" diye soruyor telefon...
Başparmağın ucunda bir ömür...
Can, bir tuş mesafesinde...
"Sil" komutuna elim varmıyor.
"Sil"mek ihanet gibi geliyor.


* * *

Rehberim isim dolu... Kimi canlı, kimi ölü... "Sil"meye kıyılamamış nice isim, yaşayanlarla birlikte duruyor orada... "Yaşayanlar" dediğim, sırasını bekleyenler... Kim bilir hangisi, hangisinin ardı sıra... "Ha 3 gün önce, ha 5 gün sonra..."
Kimi vakitli, kimi apansız, bir anda...
Rasgele arıyorum yitenlerden birini...
Gençten bir kadın sesi yanıtlıyor:
"Aradığınız numaraya şu an ulaşılamıyor."
Gelecekte ulaşılması da mümkün görünmüyor. "Daha sonra tekrar deneyiniz" tavsiyesine gülüyorum.
Denemeye söz veriyorum.
Ölmüş de hafızadan silinmemiş dostlar, ölmeden silinenlerden daha uzun yaşıyor bu rehberde...


* * *


Hep merak ederim:
Nereye gider bu bilgisayarların, cep telefonlarının posta kutularından silinen mesajlar, mektuplar, yazılar...
Onca harf, cümle, satır?.. Sanal âlemin görünmez kablolarına tutunup bir ekrandan yüreklere ulaşan haykırışlar, özlemle tuşlanmış, mesaj kutularında saklanmış aşklar... ne olur silinince?..
Uzay boşluğunda dağılır mı?
Yoksa bir yerlerde saklanır mı?
Bir gün yeniden toplanır mı?
Silinmiş yazılar diyarında...
Bir pişmanlık kurultayında...
Ya ölenler?
Onlar hangi keşfedilmemiş ülkeye gider?..


* * *


Galiba hayattan kayıt sildirdikten sonra ilkin gelip sevenlerinin hafızasına kaydoluyorlar.
Bilgisayar gibi değil insan hafızası...
Bir tuşluk "sil" komutuyla silmiyor sevdiğini... silemiyor.
Emir, ferman dinlemiyor.
Hatıralara sarıp saklıyor orada... anıyor, yâd ediyor, "yaşatıyor".
Belki hiç unutmuyor ve yanına gidene dek orada koruyor. Belki -5-10 yıl
sonra- bir gün "hafızası doluyor", onu silip yerine bir başka ismi yazıyor.
İşte insan asıl o zaman "sil"iniyor.
Sözün özü, demem o ki; Unutmazsak yaşatırız! :KK43:
 
cok guzel ! Can Dündarín kalemine hayran biri olarak bende ,affina siginarak bugunki yazisini buraya eklemek istiyorum.

BEN BABAMIN BESIGINI TINGIR MINGIR SALLARKEN...

Bugüne kadar benim için bir masal tekerlemesinden ibaretti bu...
Develerin tellal, pirelerin berber olduğu, evvel zaman içinden kalma...
Değilmiş meğer...
Gün gelir oğullar, babaların beşiğini sallarmış.
* * *
Dışarıda yaman bir dolunay var.
Yataktaki adamın göğsünde sancılar...
Sayıklıyor:
“Can’ın ateşi yükselmiş. Okuldan aradılar...”
Oysa bu kez ateşi yüksek olan o...
Aranan, meraklanan benim...
40 sene evveldi. Ateşlendim mi babam gelir, okuldan alırdı. Elimi tuttu mu, sanki üleşirdik ateşi...
Ateş, babamla buluşma demekti.
Tıpkı bu bayramda olduğu gibi...
Şimdi yarı baygın yattığı yatakta harlı alnına soğuk su basma, avucumdan yastık yapıp ilacını yudumlatma, iğne yapılırken elinden tutma, “Ha gayret, iyi olacaksın” diye kulağına fısıldama sırası benim...
İnatlaşma, nazlanma, sızlanma sırası onun...
* * *
Hayat, garip bir oyun...
Çocuklar baba olduğunda, babalar çocuklaşıyor çoğunlukla...
Bir hayat tecrübesi ters yüz ediliyor sanki...
Makarada sarılı film, oyuncularını değiştirip tersinden oynuyor.
Rolü değişiyor babalarla çocukların...
Size yürümeyi öğreten adamın koluna girip yürütüyorsunuz.
Bir zamanlar sizi besleyen eline destek olup kurumuş dudaklarına su veriyor, içine ekmek doğranmış çorba içiriyorsunuz.
Tıpkı rolleri değişmeden önce onun size yaptığı gibi, geceleri sessizce baş ucuna gidip nefesini dinliyorsunuz.
Üstü açıldı mı örtüyorsunuz.
Söylediğinizi anlamadığında, sürekli bir şeyler sorduğunda tam kızacakken hababam “Bu ne” diye sorup durduğunuz günleri ve onun sabırla cevaplayışını anımsıyor, yutkunuyorsunuz.
Gün geliyor ayağına patik giydiriyor, altını bezliyorsunuz. Sabrınız taştığında biraz dinlenebilmek için onu televizyon karşısına oturtuyor, içerde sessizce ağlıyorsunuz.
Uzayıp giden bitap geceler boyunca onunla bir ümidin battaniyesine sarılıp yatıyor, iki kötülükten daha az acılı olana razı olup “Çektirme Rabbim” diye dualar ediyorsunuz.
* * *
Adına hayat denen bu devr-i daim makinesi döndükçe kundaktakini büyütürken, büyüyeni kundağa döndürüyor yeniden...
Adeta “evvel zaman içinde” kalmış bir borcu ödüyor, giderayak helalleşiyorsunuz.
Dolunaylı bir gece nihayet sehere kavuşurken “Can’ın ateşi yükselmiş” diye sayıklayan ateşli hastaya, ondan öğrendiğiniz eski bir tekerlemeyi mırıldanıyorsunuz:
“Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... Pireler berber, develer tellal iken... Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken...”

CAN DüNDAR
 
kizlar ellerinize saglik........can dundar ses tonu diksiyonu yazilari super....begendigim ender insanlardan biri..........
 
Nefret ettiğim insanların başında gelir kendisi!
Aşk,sevgi üzerine konuşurken mangalda kül bırakmaz!:KK51:
Ama dönüp de bir aynaya bakmaz!:KK19:
 
X