- 20 Mart 2011
- 1.630
- 2
Çağırsam yine gelir misin?
Küçüklüğümden bu yana oynadığım bir oyun vardı. Ne zaman canımı sıkan bir olay olsa ya da üzüldüğüm. Gözkapaklarımı bir daha açmamacasına sıkı sıkı kapatır, bulunduğum yaşın on, beklide on beş yaş sonrasında olduğumu, defalarca yaşanılanları sadece anımsadığımı düşünür avunurdum. Ya da çağırırdım beni koruduğuna inandığım koruyucu meleklerimi, o zamanın çabuk geçmesini ve olanları unutmalarını sağlamalarını dilerdim… O yaşlar için bana verilen koruyucu meleğimin annem olduğunu düşünür babamın boş bıraktığı yatağın sağ tarafında anneme sarılarak, uyumadan önce tanrıya şükrederdim böylesine güçlü bir meleği bana yolladığı için. Zamanla meleğimin sadece bana ait olmadığını anladım, oysa koruması gereken üç tane daha çocuğu vardı. Bana verilmiş her an yanımda olduğunu hissettiğim bir başka güç olmalıydı.
Henüz 6 yaşındayken iki dünya olduğunu kavrattılar bana, tamam biri kendi kurgularımızı yaşadığımız bu yerdi ama, diğerinden sadece bahsediliyordu. Ve babam, sadece annemden öğrendiğim bu ikinci dünyaya gitmişti. Ama nedenleri anlatılmadı bana, küçüktüm ya anlayamazdım, bilemezdim diye sanırım. Unuttukları en önemli şey henüz dağarcığımın milyonda biri boş iken kendi çabalarımla bu merakımı gidermeye çalışmamdı.
Önceleri annemde sorguladım, bütün sorularımın başı neden ile başlıyordu.
‘’ Neden babam gitmeyi seçmişti diğer dünyaya!
‘’ o seçmedi ‘
‘’.Neden? Gitti yâda götürüldü ‘’
‘’ Hastaydı ‘’ çok hastaydı…
Beynime ilk sığdırdığım şey ‘ çok hasta olunca sen istemesen de gidecektin. Ya da götürülecektin. O gün hiç çok hasta olmayacağıma söz verdim kendi kendime… Hasta olsam bile kimselere hissettirmemeliydim ki beni de götürmesinler! O günlerde ufacık aklımla yatmadan önce babamın zorla götürüldüğünü çizdim kafamda bu senaryo beni hep korkuttu…
Korktuğum zaman yine gözlerimi sıkı sıkı yumdum. Büyüdüm ben bunları gülümseyerek anımsıyorum. Çağırıyorum meleğim gel hadi, gel de korkmayayım artık. Geldiğini duymadım, görmedim ama hep hissettim.
Bir elin parmakları kadardık evimizde, hep 6 parmağım olsun istedim başparmağın yanında kocaman güçlü bir parmak daha…
Ne zaman kalabalıklarda yalnız olduğumu hissetsem elime bakarım;
Başparmak annem, büyük yâda başta olduğu için değil, bu satırları okurken elinizin birini yumruk yapın! Evet şimdi! Diğer parmaklara bakın avucunuzun için de değimli yuvanın içinde ya başparmak hepsini korumak sarıp sarmalarcasına üst de ve güçlü. İşte benim annem O...
İşaret parmağı bana hep ileriyi gösteren büyük ablam, ne zaman umutsuzluğa düştüğümü hissetse hep ileriyi gösterdi bana, güzel günler bizi bekliyor diyerek, Umutlarını paylaştı benimle. İleriyi göstererek; benim için kendisinin ileride olduğunu unutmayarak, her zaman örnek oldu.
Orta parmak ailemizin tam ortası kimseler üzülmesin diye hep ortada kalmayı seçmiş nerdeyse kendini düşünememiş diğer ablam, ayırım yapmaksızın elimde sağa ve sola ne pahasına olursa olsun eğilip bükülebilen ablam…
Yüzük parmağı elimde de olduğu gibi bana hep yakınımda olan, özellikle çocukluk yıllarımın, yorulduğum anında sırtımı dayadığım diğer parmaklara anlatamadıklarımı fısıldadığım küçük ablam, en deli olabilecek yıllarımın nefes alabildiğim tek durağı küçük ablam…
Ve serçe parmak. Ben. Kırılması en kolay diğer parmakların desteği ile büyümüş gelişmiş olan yürekte ürkek serçe gibi, ama hep güçlü olmayı seçen serçe parmak ben…
Dedim ya hep altıparmağım olsun istedim babamda olabilsin diye.
Ne zaman kendimi güçsüz hissetsem elimi yumruk yaparım, bir yerlere vurmak için değil elbette, ailemin sıcaklığını içtenliğini bir defa daha hissetmek için…
Uzun zaman 2 dünya karmaşasını yaşadım büyüyen bedenimde ve ruhumda… Kimseler bana yetebilecek cevabı veremiyordu. Bir gün birisi gidenlerin bizi bir yerlerden gördüğünü ve bizi duyduğunu söyledi. Bu bana verilebilecek en güzel haberdi o zamanlar, Babamın mezarına ilk gittiğimde konuşmaya başladım onunla… Gel artık dedim… O yokken yaşananları anlattım… Ama bir sorun vardı. Hevesim kursağımda kalmıştı… Ben konuşuyordum beni duyuyor diye ama o konuşuyor olsa bile ben DUYMUYORDUM. Tüm gücümle denedim duymayı ama duyamadım… Birkaç zaman devam ettim konuşmaya, sonraları babamın vereceği cevabı tahmin ederek cevapladım kendi sorularımı… Bu oyun daha iyi olmamı sağladı zamanla babamın bizimle birlikte olduğunu inandırdım kendime… Çok zaman aldığım ya da almaya çalıştığım kararlarda babam olsa ne yapardı ile yön vermeye çalıştım kendime. . Beni duyduğuna inandığım babamın bana oralardan koruyucu bir melek gönderdiğine ve bu meleğin bir insan olarak benimle olduğunu inandım.
Hızla büyüyordum, ilkokul bitmiş artık ortaokula başlayan genç bir kız olmuştum, hayata ve yaşananlara bakış açım değişmiş benim gibi büyümeye başlamıştı. Tüm bu süreçte ailemle çok daha sıkı bağlar kurmuş adeta birbirimize kenetlenmiş yaşamanın zorluklarını böylece alt etmeyi başarmıştık. Bende değişmeyen tek düşünce koruyucu meleğimin halen benimle olduğu ve ara sırada olsa gözlerimi kapatıp kötü günlerimde kendimi avuttuğum zamanlardı.
O zamanlar yüzük parmağım benim en büyük desteğim, orta parmağım kötü günlerimin hastalandığımda başucumda olan, işaret parmağım küçük annem oldu bana o yıllar. O dönemlere ait vazgeçilmez arkadaş grubum… Arkadaş, dost ilk yürek kıpırtıları kan kardeşlik ler. O zamanlar hiç ayrılmayacağımıza dair verilen sözler… Ama bazen bir ömür kadar süren ayrılıklar…
Beni hiç bırakmayan tek şey koruyucu meleğimdi, bazen gizli gizli onunla konuşur çağırdığım zaman geldiği için teşekkür ederdim… Ayrılıklar, mutluluklar, biten aşklar, başarılar, yeni yaşama evetlerle sürdü hayatım. Tıpkı yaşıtlarım gibi büyüdüm olgunlaştım ve aile kurdum her yeni duygumda yanımdaydı meleğim… Gücüm, umudum, gözyaşımı silenim, benimle ağlayan benimle gülenim benden başkasına görünmeyen benimle aynı düşünen meleğim…
Her şey yolunda giderken bir akşam yepyeni bir hayatla tanıştım… Bu sevimsiz tanışma beni derinden etkilemişti. Oturduğum yerde baktığım her yer bulanıklaşmaya başladı, gözlerimi ovuşturdum görüntüm düzelsin diye, ama ellerime hâkim olamıyordum benden bağımsız hareket ediyor hiçbir şey yapmak istemezcesine iki yanıma düşüyorlardı. Hemen yanımda duran eşime bir şeylerin ters gittiğini anlatmak istediğimde vücuduma hâkim olamadığımı anladım, bir şeyler söylemek istiyor ama dudaklarımı kıpırdatamıyordum bile. Hızla düşünmeye çalıştım ‘’ ne oluyordu bana? Gerçek yaşamla hayal arasında bir yerde mi takılı kalmıştım, neden beynim emirlerini dinletemiyordu uzuvlarıma? Dayanılmaz bir uğultu başladı kulaklarımda… Gözlerim kapanıyor ısrarla açık tutmaya çalışıyordum. Önündeki işle uğraşan eşimin fark etmesini istiyordum taşlaşmış bedenimin imdat çağrısını… Yerde sonsuz bir çukur açılmış birçok güçlü el, ayak bileklerimden tutmuş aşağıya doğru çekiyordu beni… Sessizce meleğimi çağırdım yüreğimin son gücü ile kurtaracak tek şey oydu belki de beni… Gücüm tükenmiş olacaklara teslim etmiştim kendimi, çektiler beni en aşağılara sürekli düşüyor düşüyor düşüyordum… Ama sonu yoktu bu karanlık boşluğun kalbim hızla çarpıyor nefes alamıyordum ve karanlık…
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, gözlerimi açtığımda bir çift endişe dolu gözle bana sürekli seslenen eşim vardı. O nu duyuyor ama cevap veremiyordum. O kadar korkmuş ve endişelenmişti ki sesi titriyordu. Bütün gücümle iyi olduğumu anlatabilmek için gözlerimi bir defa açıp kapayabildim. Sımsıkı sarıldı bana o kadar sıkı sarıldı ki bir daha düşmeme izin vermek istemezcesine… Gözlerimle etrafı inceledim neden bilinmez ama hemen nerde olduğumu ve neler olduğunu algılamam zaman aldı… yavaşca hareket etmeye çalıştım zor olsa da artık vücuduma söz dinletebiliyordum. Büyük bir trafik kazası geçirmişçesine ya da her kemiğim bin parça olmuş gibi ağrıyordu… İlk cümlem ‘’ ne oldu bana? ‘’olmuştu.
Şaşkın gözlerle anlatmaya çalıştı ‘’ birden yığılıp kaldın ‘’ anlayamadım… Tansiyonun mu düştü acaba? Yoksa aç mısın? Bayılmama klasik nedenler arıyordu… İyiyim kaldır beni dediğimde yavaşça kavradı beni ve destek olarak kaldırmaya çalıştı… Ama ayaklarımın üstünde durmaya çalışırken aynı kâbus bir defa daha tekrarlandı… Birçok ses karmaşasıyla açtım gözlerimi bu sefer hastane yatağında acil serviste kolumda serum boylu boyunca yatıyordum. O hastane ve birkaç hastane yapılan defalarca tetkikler sonuç vermemişti bu yaşadığımın adını koymaya… Üstelik bu yaşadığım hemen her gün tekrarlanıyor, her defasında sonsuzluğa gidiyor ve geri dönüyordum… Her hayata tekrar gözlerimi açtığımda umutlarımı yaşama gücümü yitirmeye başlıyordum. Üstelik bunun bir adı koyulamaması ve bu yüzden herhangi bir tedaviye başlanamaması beni biraz daha umutsuzluğa sürüklüyor yaşamdan uzaklaşmama neden oluyordu. Dışarı çıkmak istemiyordum KORKUYORDUM.
Meleğime kızgındım o gün gelmedi beni korumadı diye çağırmadım bir daha… Yapayalnızdım artık, çevremdekilerin bana acıyarak bakması güçlü yüreğimi parçalamaya yetiyordu. Biliyordum bir gün bu karanlığa girecek ve bir defa daha çıkamayacaktım. Son bir umut vardı o sabah hastaneye gittiğimde yeni doktorumla tanıştım arda arda yapılan tüm tetkikler sonucu mr ve eeg sonuçlarıma göre epilepsi nöbeti geçirdiğimi söylediğinde hiç yakıştıramadım bu adı kendime… Kim yakıştırabilirdi ki hastalığı bedenine… Çocukluğum da söz vermiştim oysa çok hasta olmayacaktım. Ya şimdi babam gibi beni de götürürlerse?
Hemen tedaviye başlandı ve bir dolu yasaklar başladı… Uykusuz kalma, stres yok, beslenmene dikkat et, araba kullanma, ateşe bakma, yüksek yerlerde tek başına dolaşma… Artık günlerime bir avuç dolusu ilaç ile başlıyordum… Aileme hissettirmemeye çalışıyordum üzülmesinler diye umutsuzluğuma geceleri sessizce saatlerce gözyaşı döküyordum. Bazen ölmeyi istiyordum bir ömür nerde beni yakalayacağını bilmediğim ataklarla yaşamak ağır geliyordu zayıf omuzlarıma, üstelik her nöbet biraz daha yoruyordu bedenimi. Böyle bir yaşam süremezdim, işte o umutsuzluğumun doruklarında iken tanıştım minik yüreklerle. Kimsesiz melek yüzlü çocuklarla avundum. Onlar ile beraberken tüm kötü duygularımdan arınıyor nefes almanın tadını çıkarabiliyordum. Pozitif düşünme gücüm, ailemin desteği ve minik yüreklerin umut ışığı saçan gözleriyle iyileşmeye başladım. Ama bir yanım eksikti meleğim yoktu etrafımda.
Bir sabah aynanın karşısında uzun uzun kendimi seyrettim, meleğimin benimle olduğuna inandığım zamanlarımı düşündüm… Ve anladım ki koruyucu meleğim yüreğim di… her defasın da umutla etrafa bakmaya çalıştığımda onun varlığını hissediyordum.
Şimdi, evet şimdi! Umutlara ve hayallerime kavuşmam için yüreğimin gücüne ihtiyacım vardı. Gözlerimi kapadım tıpkı küçücükken yaptığım gibi derin bir NEFE AL dım ve seslendim Yüreğime ‘ çağırsam yine gelirmisin?
Gözlerimi açtığımda umut dolu yüreğim geri gelmişti. Artık hayallerime ulaşmamı hiçbir şey engelleyemezdi…
Şimdi!!! sizde kaybettiyseniz umudunuzu, yumun gözlerinizi ve çağırın umut dolu yüreklerinizi!
(alıntı değildir bana aittir)
Küçüklüğümden bu yana oynadığım bir oyun vardı. Ne zaman canımı sıkan bir olay olsa ya da üzüldüğüm. Gözkapaklarımı bir daha açmamacasına sıkı sıkı kapatır, bulunduğum yaşın on, beklide on beş yaş sonrasında olduğumu, defalarca yaşanılanları sadece anımsadığımı düşünür avunurdum. Ya da çağırırdım beni koruduğuna inandığım koruyucu meleklerimi, o zamanın çabuk geçmesini ve olanları unutmalarını sağlamalarını dilerdim… O yaşlar için bana verilen koruyucu meleğimin annem olduğunu düşünür babamın boş bıraktığı yatağın sağ tarafında anneme sarılarak, uyumadan önce tanrıya şükrederdim böylesine güçlü bir meleği bana yolladığı için. Zamanla meleğimin sadece bana ait olmadığını anladım, oysa koruması gereken üç tane daha çocuğu vardı. Bana verilmiş her an yanımda olduğunu hissettiğim bir başka güç olmalıydı.
Henüz 6 yaşındayken iki dünya olduğunu kavrattılar bana, tamam biri kendi kurgularımızı yaşadığımız bu yerdi ama, diğerinden sadece bahsediliyordu. Ve babam, sadece annemden öğrendiğim bu ikinci dünyaya gitmişti. Ama nedenleri anlatılmadı bana, küçüktüm ya anlayamazdım, bilemezdim diye sanırım. Unuttukları en önemli şey henüz dağarcığımın milyonda biri boş iken kendi çabalarımla bu merakımı gidermeye çalışmamdı.
Önceleri annemde sorguladım, bütün sorularımın başı neden ile başlıyordu.
‘’ Neden babam gitmeyi seçmişti diğer dünyaya!
‘’ o seçmedi ‘
‘’.Neden? Gitti yâda götürüldü ‘’
‘’ Hastaydı ‘’ çok hastaydı…
Beynime ilk sığdırdığım şey ‘ çok hasta olunca sen istemesen de gidecektin. Ya da götürülecektin. O gün hiç çok hasta olmayacağıma söz verdim kendi kendime… Hasta olsam bile kimselere hissettirmemeliydim ki beni de götürmesinler! O günlerde ufacık aklımla yatmadan önce babamın zorla götürüldüğünü çizdim kafamda bu senaryo beni hep korkuttu…
Korktuğum zaman yine gözlerimi sıkı sıkı yumdum. Büyüdüm ben bunları gülümseyerek anımsıyorum. Çağırıyorum meleğim gel hadi, gel de korkmayayım artık. Geldiğini duymadım, görmedim ama hep hissettim.
Bir elin parmakları kadardık evimizde, hep 6 parmağım olsun istedim başparmağın yanında kocaman güçlü bir parmak daha…
Ne zaman kalabalıklarda yalnız olduğumu hissetsem elime bakarım;
Başparmak annem, büyük yâda başta olduğu için değil, bu satırları okurken elinizin birini yumruk yapın! Evet şimdi! Diğer parmaklara bakın avucunuzun için de değimli yuvanın içinde ya başparmak hepsini korumak sarıp sarmalarcasına üst de ve güçlü. İşte benim annem O...
İşaret parmağı bana hep ileriyi gösteren büyük ablam, ne zaman umutsuzluğa düştüğümü hissetse hep ileriyi gösterdi bana, güzel günler bizi bekliyor diyerek, Umutlarını paylaştı benimle. İleriyi göstererek; benim için kendisinin ileride olduğunu unutmayarak, her zaman örnek oldu.
Orta parmak ailemizin tam ortası kimseler üzülmesin diye hep ortada kalmayı seçmiş nerdeyse kendini düşünememiş diğer ablam, ayırım yapmaksızın elimde sağa ve sola ne pahasına olursa olsun eğilip bükülebilen ablam…
Yüzük parmağı elimde de olduğu gibi bana hep yakınımda olan, özellikle çocukluk yıllarımın, yorulduğum anında sırtımı dayadığım diğer parmaklara anlatamadıklarımı fısıldadığım küçük ablam, en deli olabilecek yıllarımın nefes alabildiğim tek durağı küçük ablam…
Ve serçe parmak. Ben. Kırılması en kolay diğer parmakların desteği ile büyümüş gelişmiş olan yürekte ürkek serçe gibi, ama hep güçlü olmayı seçen serçe parmak ben…
Dedim ya hep altıparmağım olsun istedim babamda olabilsin diye.
Ne zaman kendimi güçsüz hissetsem elimi yumruk yaparım, bir yerlere vurmak için değil elbette, ailemin sıcaklığını içtenliğini bir defa daha hissetmek için…
Uzun zaman 2 dünya karmaşasını yaşadım büyüyen bedenimde ve ruhumda… Kimseler bana yetebilecek cevabı veremiyordu. Bir gün birisi gidenlerin bizi bir yerlerden gördüğünü ve bizi duyduğunu söyledi. Bu bana verilebilecek en güzel haberdi o zamanlar, Babamın mezarına ilk gittiğimde konuşmaya başladım onunla… Gel artık dedim… O yokken yaşananları anlattım… Ama bir sorun vardı. Hevesim kursağımda kalmıştı… Ben konuşuyordum beni duyuyor diye ama o konuşuyor olsa bile ben DUYMUYORDUM. Tüm gücümle denedim duymayı ama duyamadım… Birkaç zaman devam ettim konuşmaya, sonraları babamın vereceği cevabı tahmin ederek cevapladım kendi sorularımı… Bu oyun daha iyi olmamı sağladı zamanla babamın bizimle birlikte olduğunu inandırdım kendime… Çok zaman aldığım ya da almaya çalıştığım kararlarda babam olsa ne yapardı ile yön vermeye çalıştım kendime. . Beni duyduğuna inandığım babamın bana oralardan koruyucu bir melek gönderdiğine ve bu meleğin bir insan olarak benimle olduğunu inandım.
Hızla büyüyordum, ilkokul bitmiş artık ortaokula başlayan genç bir kız olmuştum, hayata ve yaşananlara bakış açım değişmiş benim gibi büyümeye başlamıştı. Tüm bu süreçte ailemle çok daha sıkı bağlar kurmuş adeta birbirimize kenetlenmiş yaşamanın zorluklarını böylece alt etmeyi başarmıştık. Bende değişmeyen tek düşünce koruyucu meleğimin halen benimle olduğu ve ara sırada olsa gözlerimi kapatıp kötü günlerimde kendimi avuttuğum zamanlardı.
O zamanlar yüzük parmağım benim en büyük desteğim, orta parmağım kötü günlerimin hastalandığımda başucumda olan, işaret parmağım küçük annem oldu bana o yıllar. O dönemlere ait vazgeçilmez arkadaş grubum… Arkadaş, dost ilk yürek kıpırtıları kan kardeşlik ler. O zamanlar hiç ayrılmayacağımıza dair verilen sözler… Ama bazen bir ömür kadar süren ayrılıklar…
Beni hiç bırakmayan tek şey koruyucu meleğimdi, bazen gizli gizli onunla konuşur çağırdığım zaman geldiği için teşekkür ederdim… Ayrılıklar, mutluluklar, biten aşklar, başarılar, yeni yaşama evetlerle sürdü hayatım. Tıpkı yaşıtlarım gibi büyüdüm olgunlaştım ve aile kurdum her yeni duygumda yanımdaydı meleğim… Gücüm, umudum, gözyaşımı silenim, benimle ağlayan benimle gülenim benden başkasına görünmeyen benimle aynı düşünen meleğim…
Her şey yolunda giderken bir akşam yepyeni bir hayatla tanıştım… Bu sevimsiz tanışma beni derinden etkilemişti. Oturduğum yerde baktığım her yer bulanıklaşmaya başladı, gözlerimi ovuşturdum görüntüm düzelsin diye, ama ellerime hâkim olamıyordum benden bağımsız hareket ediyor hiçbir şey yapmak istemezcesine iki yanıma düşüyorlardı. Hemen yanımda duran eşime bir şeylerin ters gittiğini anlatmak istediğimde vücuduma hâkim olamadığımı anladım, bir şeyler söylemek istiyor ama dudaklarımı kıpırdatamıyordum bile. Hızla düşünmeye çalıştım ‘’ ne oluyordu bana? Gerçek yaşamla hayal arasında bir yerde mi takılı kalmıştım, neden beynim emirlerini dinletemiyordu uzuvlarıma? Dayanılmaz bir uğultu başladı kulaklarımda… Gözlerim kapanıyor ısrarla açık tutmaya çalışıyordum. Önündeki işle uğraşan eşimin fark etmesini istiyordum taşlaşmış bedenimin imdat çağrısını… Yerde sonsuz bir çukur açılmış birçok güçlü el, ayak bileklerimden tutmuş aşağıya doğru çekiyordu beni… Sessizce meleğimi çağırdım yüreğimin son gücü ile kurtaracak tek şey oydu belki de beni… Gücüm tükenmiş olacaklara teslim etmiştim kendimi, çektiler beni en aşağılara sürekli düşüyor düşüyor düşüyordum… Ama sonu yoktu bu karanlık boşluğun kalbim hızla çarpıyor nefes alamıyordum ve karanlık…
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, gözlerimi açtığımda bir çift endişe dolu gözle bana sürekli seslenen eşim vardı. O nu duyuyor ama cevap veremiyordum. O kadar korkmuş ve endişelenmişti ki sesi titriyordu. Bütün gücümle iyi olduğumu anlatabilmek için gözlerimi bir defa açıp kapayabildim. Sımsıkı sarıldı bana o kadar sıkı sarıldı ki bir daha düşmeme izin vermek istemezcesine… Gözlerimle etrafı inceledim neden bilinmez ama hemen nerde olduğumu ve neler olduğunu algılamam zaman aldı… yavaşca hareket etmeye çalıştım zor olsa da artık vücuduma söz dinletebiliyordum. Büyük bir trafik kazası geçirmişçesine ya da her kemiğim bin parça olmuş gibi ağrıyordu… İlk cümlem ‘’ ne oldu bana? ‘’olmuştu.
Şaşkın gözlerle anlatmaya çalıştı ‘’ birden yığılıp kaldın ‘’ anlayamadım… Tansiyonun mu düştü acaba? Yoksa aç mısın? Bayılmama klasik nedenler arıyordu… İyiyim kaldır beni dediğimde yavaşça kavradı beni ve destek olarak kaldırmaya çalıştı… Ama ayaklarımın üstünde durmaya çalışırken aynı kâbus bir defa daha tekrarlandı… Birçok ses karmaşasıyla açtım gözlerimi bu sefer hastane yatağında acil serviste kolumda serum boylu boyunca yatıyordum. O hastane ve birkaç hastane yapılan defalarca tetkikler sonuç vermemişti bu yaşadığımın adını koymaya… Üstelik bu yaşadığım hemen her gün tekrarlanıyor, her defasında sonsuzluğa gidiyor ve geri dönüyordum… Her hayata tekrar gözlerimi açtığımda umutlarımı yaşama gücümü yitirmeye başlıyordum. Üstelik bunun bir adı koyulamaması ve bu yüzden herhangi bir tedaviye başlanamaması beni biraz daha umutsuzluğa sürüklüyor yaşamdan uzaklaşmama neden oluyordu. Dışarı çıkmak istemiyordum KORKUYORDUM.
Meleğime kızgındım o gün gelmedi beni korumadı diye çağırmadım bir daha… Yapayalnızdım artık, çevremdekilerin bana acıyarak bakması güçlü yüreğimi parçalamaya yetiyordu. Biliyordum bir gün bu karanlığa girecek ve bir defa daha çıkamayacaktım. Son bir umut vardı o sabah hastaneye gittiğimde yeni doktorumla tanıştım arda arda yapılan tüm tetkikler sonucu mr ve eeg sonuçlarıma göre epilepsi nöbeti geçirdiğimi söylediğinde hiç yakıştıramadım bu adı kendime… Kim yakıştırabilirdi ki hastalığı bedenine… Çocukluğum da söz vermiştim oysa çok hasta olmayacaktım. Ya şimdi babam gibi beni de götürürlerse?
Hemen tedaviye başlandı ve bir dolu yasaklar başladı… Uykusuz kalma, stres yok, beslenmene dikkat et, araba kullanma, ateşe bakma, yüksek yerlerde tek başına dolaşma… Artık günlerime bir avuç dolusu ilaç ile başlıyordum… Aileme hissettirmemeye çalışıyordum üzülmesinler diye umutsuzluğuma geceleri sessizce saatlerce gözyaşı döküyordum. Bazen ölmeyi istiyordum bir ömür nerde beni yakalayacağını bilmediğim ataklarla yaşamak ağır geliyordu zayıf omuzlarıma, üstelik her nöbet biraz daha yoruyordu bedenimi. Böyle bir yaşam süremezdim, işte o umutsuzluğumun doruklarında iken tanıştım minik yüreklerle. Kimsesiz melek yüzlü çocuklarla avundum. Onlar ile beraberken tüm kötü duygularımdan arınıyor nefes almanın tadını çıkarabiliyordum. Pozitif düşünme gücüm, ailemin desteği ve minik yüreklerin umut ışığı saçan gözleriyle iyileşmeye başladım. Ama bir yanım eksikti meleğim yoktu etrafımda.
Bir sabah aynanın karşısında uzun uzun kendimi seyrettim, meleğimin benimle olduğuna inandığım zamanlarımı düşündüm… Ve anladım ki koruyucu meleğim yüreğim di… her defasın da umutla etrafa bakmaya çalıştığımda onun varlığını hissediyordum.
Şimdi, evet şimdi! Umutlara ve hayallerime kavuşmam için yüreğimin gücüne ihtiyacım vardı. Gözlerimi kapadım tıpkı küçücükken yaptığım gibi derin bir NEFE AL dım ve seslendim Yüreğime ‘ çağırsam yine gelirmisin?
Gözlerimi açtığımda umut dolu yüreğim geri gelmişti. Artık hayallerime ulaşmamı hiçbir şey engelleyemezdi…
Şimdi!!! sizde kaybettiyseniz umudunuzu, yumun gözlerinizi ve çağırın umut dolu yüreklerinizi!
(alıntı değildir bana aittir)