- 8 Haziran 2012
- 5.378
- 1.437
- 248
- Konu Sahibi AngryPenguin
- #1
Zekâ, bilgi, birikim, cesaret, gözü karalık ve güzellik.
Hepsi bir arada.
Bu son sıfattan hoşlanmayacaktır ama napim
çok güzel.
Emine Ülker Tarhan farklı bir güzel. Bakmaya
doyamıyor insan.
Uzun uzun incelemek istiyor.
Işık saçıyor.
Bana Müthiş kadın ama biraz soğuk
bulabilirsin! demişlerdi.
Hayır, hiç de öyle bulmadım.
Kendine güvenine bayıldım, kendini ifade
ediş biçimine, yaptığı benzetmelere, seçtiği
sözcüklere...
Ve aman Allahım nasıl cesur!
Ne düşünüyorsa söylüyor.
Takır takır! Durdurabilene aşkolsun. İçinde bulunduğumuz iklimin resmini şahane bir
biçimde çiziyor.
Acıklı halimizi gözler önüne seriyor.
Ve kimseye eyvallahı yok.
Çok çok etkilendim.
CHP Milletvekili Emine Ülker Tarhana kadınlar ve gençler bayılıyor. Ben de onun
hayranlarından biriyim artık. Zaten aktif ama yine de insan onu daha da aktif
görevlerde görebilmek istiyor.
O her ne kadar Olur mu canım öyle şey! dese de CHP başkanlığı için de hatta
cumhurbaşkanlığı için de adı geçiyor.
Aşkla bağlı olduğu bir kocası ve biri 28, diğeri 20 yaşında iki çocuğu var. Büyüğü
uluslararası ilişkiler okumuş, üstüne Hukuk da okuyacağım demiş, küçük zaten
hukuk okuyor, eşi de hukukçu, kendisi de.
Bizde bir hukuktur gidiyor diyor.
Aslında sıkıcı biriyim diye ekliyor, Gezmeyi sevmem, seyahat etmeyi sevmem,
battaniye altında oturayım, kitap okuyayım...
Yakında Emrah Akkurtun kaleme aldığı bir kitabı çıkıyor.
Adı, Beni bir tek şey susturabilir!
Nehir söyleşi...
Hepinize tavsiye ediyorum, Emine Ülker Tarhanın tüm hayatını okuyabiliyorsunuz, su
gibi akan bir söyleşi kitabı...
Bu röportaj, salı günü devam edecek...
Neden sizi daha aktif siyasette göremiyoruz?
-Yoo ben aktif siyaset yapıyorum. Ama görünür olmak her şey demek değil. Ben bire
bir ilişkileri seviyorum. İnsanları dinlemeyi, hukuksal konularda yardımcı olmayı,
bildiğim konularda konuşmayı. Nutuk atmayı sevmiyorum. Ayrıca, Güç; gürültülü ya
da göz alıcı olmak zorunda değil demiş bir düşünür ve buzdağı örneğini vermiş. Bir
de şu var: Aktif siyaset denince algılanan ön sıralarda görünmek ya da liderin yanında
fotoğraf vermekse, ben orada yokum. Ama bu benim tercihim.
Bir hukukçu olarak, CHPnin telefon dinleme ve kaset yöntemi üzerinden siyaset
yapmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Telefon ve kaset siyasetini aslında AKP yapıyor. Başbakan sürekli bunlar üzerinden
konuşuyor, meydanlarda sadece bunları anlatıyor. CHP eğer yöntemler hukuk dışıysa,
bu yöntemlerle mutabık olmadığını elbette ortaya koymalı. Yolsuzluklarla da
mücadele etmeli, bunları teşhir etmeli. AKP örtbas etmeye çalışırsa, CHP örtülmemesi
için elinden geleni yapmalı. Dinsizin hakkından imansız gelir derler ya!
Kanıtlar yeterliyse yüce divanlıktır
Başbakanın oğluyla konuşması iftiraysa, neden bu iftirayı somut delillerle
kanıtlayamıyor?
-Devletin tüm olanakları elinde. Ama kanıtlayamıyor. Somut delil olsa meydanlara
çıkmış, her 20 kilometrede bir miting yaparak, çoktan gözümüze sokmuştu.
Sizce Başbakan, söylediği gibi seçimlerden birinci parti olarak çıkmazsa siyaseti
bırakır mı?
-Başbakanın siyaseti hemen şimdi bırakması gerekir! Çok ağır suçlamalar var. Tarihe
bırakacağı isme değer veriyorsa, görevden çekilip o suçlamalardan aklanmalı, isterse
siyasete sonra dönmeli.
Bu son dönemde, hukuk, nasıl darmadağın edildi?
-Önce ağır bir kadrolaşma dönemi, bir anayasa değişikliğiyle yargıyı tamamen ele
geçirme. Muhalifleri susturmak için özel yetkili mahkemeleri kullanmalar, sahte
kanıtlarla açılan davalarla masumların hayatını karartmalar, medya manipülasyonuyla
yargıyı yönlendirmeler, HSYK uygulamaları, baskıları ve telefon trafikleriyle yargı
kararları verdirmeler. İhale yasasıyla sürekli oynayarak, Sayıştay ve teftiş denetimlerini
engelleyerek iktidarın ve şeriklerin kâr paylarını ve kazançlarını arttırma. Hatta futbol
kulüplerine yargı eliyle ders vermeler... Yargı bağımsızlığı kalktı, iktidarın bağımsızlığı
geldi. Her konuda bağımsız denetimsiz mutlak bir iktidar yaratmak için yargı kullanıldı,
kullanılıyor. Bazı yargıçlar da ne yazık ki, buna alet oldu, oluyor. Bütün pis işleri yargıyı
kullanarak yaptılar! Eski darbeciler, cesetsiz cinayet teknikleri yani faili meçhullerle
ülkeyi yönetiyorlardı. Zamane darbecileri ülkeyi bir cezaevi işletmesi gibi yönetmeye
soyundular. Yargı kararlarının piyasalara etkisi dışında her şey onlar için önemsiz.
Aileler, ölümler umurlarında değil...
Yargı kararlarını tanımamak ne anlama gelir? Başbakana Yüce Divan yolu
gözükebilir mi?
-Yargı bağımsızlığını kabul etmeyen, dava takipçisi, ihale takipçisi olduğu izlenimi
yerleşmiş bir başbakanın geleceği olamaz. O kanıtlar yeterliyse, yüce divanlık bir
adamdır artık. Bizim günah işleme, suç işleme özgürlüğümüz var, müdahale
edemezsiniz! filan diyemezler. Halkın parası, küfürbaz ihalecilere pay karşılığında
peşkeş çekildiyse bunun bir karşılığı olmalı. Sokakta katledilen çocuklar için, Emri
ben verdim! diyenler yargılanmalı. Ben hukukum diyorsanız bu tehlikeli bir
diktatörlüktür. Adaletsizlik, cinayetten farksızdır. Bu cinayete, halk bir yere kadar
tahammül edebilir. Umarım yargılanır. Hem de kendi yarattığı adalet sistemi
tarafından. Ya da bir gün, yurtdışından dönüşü için bekleşen arkadaşlarını boynu
bükük bırakmaya karar da verebilir! Bilinmez.
2000 HÂKİM ARKADAŞ!
Düşünün, Başbakan ve Adalet Bakanı, sisteme transfer edilen 2000 hâkim arkadaştan
bahsediyor. Arkadaş ne sevimli bir ifade değil mi? Öyle fütursuzlar ki artık, son
kararnameyle avukatlıktan atadıkları hâkimlerin bir kısmı AKP yöneticileri. Reza Zarrab
ve bakan çocuklarını serbest bırakan hâkimin çifte standardına dikkat ediniz. Gezide
çocukları kovalayan palalıyı koruyan hâkimle, onlarca adamın tecavüzüne uğrayan
mağdur kız çocuğunu nerdeyse suçlu ilan eden hâkim ruh ikizidir. Halkı değil iktidarı
ve zihniyetini korumakla yükümlüdürler!
ARTIK KALABALIKLARI AŞKA GETİREMİYOR UYKU GETİRİYOR!
Yalanlarla anılan biri oldu Başbakan... Kabataş, camide içki... Bütün bunlar nelere yol
açtı?
-Bir yalan söylenir, ondan sonra gelen tüm yalanlar, bir öncekini kapatmak içindir.
Kuralı bu galiba. Yalanı, yalanla kapatmaya çalışarak öyle bir hale geldi ki, hepsine
birden kendisi de inanır oldu. Gezi olayları sırasında, üst düzeye çıkan bu alışkanlığı
incelenmeye değer bir vaka. Ama tabii hiçbirimizin onun çocukluğuna inme filan gibi
bir mecburiyetimiz yok. Oslo görüşmelerinde, Kabataş olayında, Camide içki içildiyle,
Polisimizi şehit ettilerle, dış mihrak, faiz lobisi, kemirgenle filan sürdü gitti. Yargı
konusunda söyledikleriyle de tüy dikti. Yalanları, duble yollar kadar oldu galiba. Ama
şürekâsı da farksız. Baktılar ki Başbakanları yapıyor ve tutuyor, valileri, emniyet
müdürleri, yargıçları, savcıları da yalan söylemeye başladılar. Yalan söyleyen tanıklar
buldular, yalan söyleyen anketçiler buldular. Güven duymuyor kimse, gündem
değiştirme gücünü yitirdi. Onu güvenilir bir adam zannedenlerde muhtemelen büyük
bir hayal kırıklığı yarattı. Prompterleri patlatmaya da çalışsa, artık kalabalıkları aşka
getiremiyor, uyku getiriyor. Şaka değil, özellikle gençler yolsuzlukla, adaletsizlikle
bunca yalanı söylemekle suçlanan ve bunların aksini kanıtlayamayan bir adamı 7/24
hayatlarında istemiyorlar işte. Ekranda görmeye tahammül edemeyenler, çizgi film
kanallarına yükleniyorlarmış son günlerde. Öyle sıkıcı ki, bir Egemen Bağış bile değil.
O hiç olmazsa, misal hem yürüyebiliyor hem de tweet atabiliyor. Ama Başbakan tweet
de atamıyormuş!
SEN KİMSİN BAŞBAKAN?
Başbakana sen kimsin ki! diye
soruyorsunuz... Korkmuyor musunuz?
-Hiç korkmuyorum. Ben haksızlık yapmaktan
korkarım ama hak ettikleri şeyleri
söylediğimden eminim. Kaldı ki, feda
geleneğine de inanırım. Açıktan meydan
okuyorum Başbakana, tıpkı Gezi olayları ile
ilgili Mecliste yaptığım bir konuşmanın
sonunda söylediğim gibi, Siz sandığınız
kadar çok, biz sandığınız kadar az değiliz!
dedim. Başbakan, bu günlerde olduğu gibi o
gün de kendinden olmayan, kendine
benzetemediği insanlara sövüp sayıyor,
kendi ölçüleriyle dindar bir nesil
yetiştireceklerini söylüyordu. O zaman çıkıp
şöyle söylemiştim: Şundan eminiz ki, biz
onlara inat, fikri hür, vicdanı hür çocuklar,
gençler yetiştirmeye devam edeceğiz! Güç karşısında eğilip bükülmeyen, güçlünün
hizmetkârı ve uşağı olmayan, ruhu kuş gibi özgür, sorgulayan gençler... Zihnini
tembihleyip, pasifize edeceğiniz eşyalar değil bizim çocuklarımız. Öyle kolay değil o iş!
Vesayetin kibirli temsilcilerine, mütehakkimlerine inat, inanç, düşünce ve ifade
özgürlüğünün gücünü ve önemini çocuklarımıza sonuna kadar anlatmaya ve bedeli
ne olursa olsun bu değerleri savunmaya devam edeceğiz... Ve son olarak nesiller
üstünde tahakküme meraklı bu Başbakana sormak istiyorum. Sen kimsin Başbakan?
Anne babalarının bile inancında, kimliğinde ve düşüncelerinde yetkisi sınırlı olan
çocuklarımız üzerinde senin ne hakkın var ki, bizim adımıza genç nesiller üzerinde hak
iddia ediyorsun! Sen kimsin Başbakan! demiştim.
Beni susturabilecek tek şey bilgi, o da sizde yok! diyorsunuz...
-Evet. Bilginin en büyük güç olduğuna inanıyorum. Paradan, aşiretten, cemaatten de
büyük bir güç. Zaten bende de bu saydıklarımdan yok. O gün Mecliste beni
susturmaya çalışıyorlardı. Hakaret etmeye başlamışlardı. Özellikle hiç tanımadığım bir
kadın milletvekili çok bağırıyordu. Ben de Beni susturacak tek şey bilgidir, o da sizde
yok hanımefendi deyiverdim. Bilgi, Meclisteki iktidar koltuklarında değil!
Sizce din araç mı? Her şey güç ve para mı?
-Evet. Hem de nasıl. Dillerinden hiç düşürmedikleri dini kullanıyorlar. Tüm dertlerinin
para olduğu algısını değiştirmeleri artık zor. Zaten, evlerinde biriktirdikleri paralara da
bakılırsa ya dolar ya Euro. Hiç öyle dindarlık gibi bir hevesleri olmadığı da görülüyor!
Hani din kardeşliği söylemleri nerede? Belli ki kardeşlikleri sadece döviz kardeşliği.
Hadi anladık Türk Lirasını sevmiyorlar, demek ki kendi yönettikleri ekonomiye de
güvenmiyorlar...
Bu iş bitmiştir
Başbakan konusunda algı ne kadar değişti? Siz, eskiden onun parayla bu kadar ilgisi
olabileceğini düşünüyor muydunuz?
-Sokakta, otobüste, işyerinde herkes Başbakanın paraları sıfırlama hevesini, oğluna
verdiği talimatları konuşuyorsa artık bu iş bitmiştir. Eminim ki, büyük davaları
olduğuna inandıkları ve bu yönüyle destekledikleri bir liderin, aslında gözünün
mücahitlikte değil, müteahhitlikte olduğuna üzülen iyi niyetli insanlar da vardır. Onlar
adına gerçekten büyük hayal kırıklığı. Ama benim için değil. Yaptıkları, yapacaklarının
teminatıydı adeta. Parayla ilişkisini bilemem. Ama kötü kalpli olduğu, kendisi gibi
düşünmeyen herkesi terörist, çapulcu, kemirgen, dış mihrak ilan etmesinden belliydi
zaten. Bana göre en sevdiği tarihi karakter kendisi olan, kendini seçilmiş uhrevi bir kişi
gibi gören, bazıları tarafından da öyle görülen ama aslında sıradan bir muhafazakârdı.
Fakat asla demokrat değildi. Öyle olsaydı, kendine itiraz eden gençleri şefkatle
anlamaya çalışırdı. Polise destan yazdırmazdı. Şeffaf olurdu, başı her sıkıştığında,
rakiplerini ya da sevmediği insanları yok etmek istediğinde, Alo Fatih, Alo Sadullah
filan diye telefonlara sarılmazdı.
Aydın Doğan davasındaki Sadullah Erginle konuşma, yargıya müdahale değil mi?
-Tam montaj filan diyecek zannediyorduk ki, Başbakan görüşme yaptığını kabul etti.
Hatta Bundan doğal ne olabilir! dedi. Yani müdahaleden doğal ne olabilirmiş?
Kabulüne göre, Başbakanın Adalet Bakanı tarafından bir davanın takibini istemesi, bir
dosyanın Adalet Bakanı tarafından Başbakana sunulması, Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Başkanına talimat vermek, bir davanın ilgililerini kastederek, Bu konudaki şeyi bayağı
hassas. Bunların mahkûm olması lazım demek bırakın yargıya müdahaleyi ceza
talimatı vermek değildir de nedir? Pek çok siyasi davada, orduya kumpas, Ergenekon,
Şike Davasında da aynı yöntemi kullanmadıkları ne malum. Bu kayıttan sonra artık
herhangi bir davanın meşruiyeti kalmış mıdır? Bu ülkede, yargı eliyle seçim güvenliği
sağlanabilir mi? Düşünün bu talimatlarla kaç masum cezaevlerine konuldu kim bilir?
Ve kaç suçlu salıverildi kim bilir? Adalet dağıtmayı kömür dağıtmakla karıştırmış
bunlar! Sadece kendilerini güçlendirmek ve aklamak için kullanıyorlar yargıyı. Biz
biliyorduk ama bu kayıtlarla, adalet bu ülkede artık kimin mülkünün, hangi villaların
temeli herkes öğrendi!
Hâkim Alevi nasıl bir şey?
-Bir tür bölücülük. Bölücülük sadece toprak mülkiyetçiliğiyle haritalarda filan olmuyor,
Ey Balkanlardan, Kafkaslardan gelenler defolun gidin, haddinizi bilin demek de
bölücülük, Hâkim Alevi demek de bölücülük. Çapulcu, ateist, dindar, benim türbanlı
bacım demek de... Hepsi kutuplaşmayı derinleştirir ve tehlikelidir. Hep iddia edip
durdukları gibi Yaradılanı Yaradandan ötürü değil, mensubiyetinden ötürü
sevdiklerinin de kanıtıdır.
Bu iktidarın gitmesini isteyen sadece cemaat mi? Uluslararası güçler sizce bu işin
arkasında mı?
-Ben uluslararası güçler ne yapıyor bilmem, birçok şey yazılıyor, çiziliyor. Ama şunu
biliyorum ki, ben ulusal bir gücüm. Bu toprakların insanıyım. Tüm gücümü burdan
alıyorum ve bu hükümetin gitmesini istiyorum. Ve bu hükümeti bu toprakların
insanları getirdiyse eğer, yine onlar götürsün istiyorum.
Moralsiz ve kararsız
Bazı anket sonuçlarına göre AKP hızla oy kaybediyor. Başbakan şimdiden, savaş
kaybetmiş generaller gibi dağınık, moralsiz ve kararsız. Kararsızlığı, öfkesinin artışına
neden oluyor. Bu yüzden hata yapma oranı da artıyor, yalnızlaşıyor. Ama ortalıkta öyle
çok şaibeli anket sonucu var ki, ne kadar doğru bilemiyorum. AKPnin hedefi artık
herhalde yüzde 35-38 bandını tutturmak. Yerel seçimde AKPnin başta İstanbul olmak
üzere büyük kentleri kaybetmesi, onları çok zor durumda bırakır.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/25969471.asp
Hepsi bir arada.
Bu son sıfattan hoşlanmayacaktır ama napim
çok güzel.
Emine Ülker Tarhan farklı bir güzel. Bakmaya
doyamıyor insan.
Uzun uzun incelemek istiyor.
Işık saçıyor.
Bana Müthiş kadın ama biraz soğuk
bulabilirsin! demişlerdi.
Hayır, hiç de öyle bulmadım.
Kendine güvenine bayıldım, kendini ifade
ediş biçimine, yaptığı benzetmelere, seçtiği
sözcüklere...
Ve aman Allahım nasıl cesur!
Ne düşünüyorsa söylüyor.
Takır takır! Durdurabilene aşkolsun. İçinde bulunduğumuz iklimin resmini şahane bir
biçimde çiziyor.
Acıklı halimizi gözler önüne seriyor.
Ve kimseye eyvallahı yok.
Çok çok etkilendim.
CHP Milletvekili Emine Ülker Tarhana kadınlar ve gençler bayılıyor. Ben de onun
hayranlarından biriyim artık. Zaten aktif ama yine de insan onu daha da aktif
görevlerde görebilmek istiyor.
O her ne kadar Olur mu canım öyle şey! dese de CHP başkanlığı için de hatta
cumhurbaşkanlığı için de adı geçiyor.
Aşkla bağlı olduğu bir kocası ve biri 28, diğeri 20 yaşında iki çocuğu var. Büyüğü
uluslararası ilişkiler okumuş, üstüne Hukuk da okuyacağım demiş, küçük zaten
hukuk okuyor, eşi de hukukçu, kendisi de.
Bizde bir hukuktur gidiyor diyor.
Aslında sıkıcı biriyim diye ekliyor, Gezmeyi sevmem, seyahat etmeyi sevmem,
battaniye altında oturayım, kitap okuyayım...
Yakında Emrah Akkurtun kaleme aldığı bir kitabı çıkıyor.
Adı, Beni bir tek şey susturabilir!
Nehir söyleşi...
Hepinize tavsiye ediyorum, Emine Ülker Tarhanın tüm hayatını okuyabiliyorsunuz, su
gibi akan bir söyleşi kitabı...
Bu röportaj, salı günü devam edecek...
Neden sizi daha aktif siyasette göremiyoruz?
-Yoo ben aktif siyaset yapıyorum. Ama görünür olmak her şey demek değil. Ben bire
bir ilişkileri seviyorum. İnsanları dinlemeyi, hukuksal konularda yardımcı olmayı,
bildiğim konularda konuşmayı. Nutuk atmayı sevmiyorum. Ayrıca, Güç; gürültülü ya
da göz alıcı olmak zorunda değil demiş bir düşünür ve buzdağı örneğini vermiş. Bir
de şu var: Aktif siyaset denince algılanan ön sıralarda görünmek ya da liderin yanında
fotoğraf vermekse, ben orada yokum. Ama bu benim tercihim.
Bir hukukçu olarak, CHPnin telefon dinleme ve kaset yöntemi üzerinden siyaset
yapmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Telefon ve kaset siyasetini aslında AKP yapıyor. Başbakan sürekli bunlar üzerinden
konuşuyor, meydanlarda sadece bunları anlatıyor. CHP eğer yöntemler hukuk dışıysa,
bu yöntemlerle mutabık olmadığını elbette ortaya koymalı. Yolsuzluklarla da
mücadele etmeli, bunları teşhir etmeli. AKP örtbas etmeye çalışırsa, CHP örtülmemesi
için elinden geleni yapmalı. Dinsizin hakkından imansız gelir derler ya!
Kanıtlar yeterliyse yüce divanlıktır
Başbakanın oğluyla konuşması iftiraysa, neden bu iftirayı somut delillerle
kanıtlayamıyor?
-Devletin tüm olanakları elinde. Ama kanıtlayamıyor. Somut delil olsa meydanlara
çıkmış, her 20 kilometrede bir miting yaparak, çoktan gözümüze sokmuştu.
Sizce Başbakan, söylediği gibi seçimlerden birinci parti olarak çıkmazsa siyaseti
bırakır mı?
-Başbakanın siyaseti hemen şimdi bırakması gerekir! Çok ağır suçlamalar var. Tarihe
bırakacağı isme değer veriyorsa, görevden çekilip o suçlamalardan aklanmalı, isterse
siyasete sonra dönmeli.
Bu son dönemde, hukuk, nasıl darmadağın edildi?
-Önce ağır bir kadrolaşma dönemi, bir anayasa değişikliğiyle yargıyı tamamen ele
geçirme. Muhalifleri susturmak için özel yetkili mahkemeleri kullanmalar, sahte
kanıtlarla açılan davalarla masumların hayatını karartmalar, medya manipülasyonuyla
yargıyı yönlendirmeler, HSYK uygulamaları, baskıları ve telefon trafikleriyle yargı
kararları verdirmeler. İhale yasasıyla sürekli oynayarak, Sayıştay ve teftiş denetimlerini
engelleyerek iktidarın ve şeriklerin kâr paylarını ve kazançlarını arttırma. Hatta futbol
kulüplerine yargı eliyle ders vermeler... Yargı bağımsızlığı kalktı, iktidarın bağımsızlığı
geldi. Her konuda bağımsız denetimsiz mutlak bir iktidar yaratmak için yargı kullanıldı,
kullanılıyor. Bazı yargıçlar da ne yazık ki, buna alet oldu, oluyor. Bütün pis işleri yargıyı
kullanarak yaptılar! Eski darbeciler, cesetsiz cinayet teknikleri yani faili meçhullerle
ülkeyi yönetiyorlardı. Zamane darbecileri ülkeyi bir cezaevi işletmesi gibi yönetmeye
soyundular. Yargı kararlarının piyasalara etkisi dışında her şey onlar için önemsiz.
Aileler, ölümler umurlarında değil...
Yargı kararlarını tanımamak ne anlama gelir? Başbakana Yüce Divan yolu
gözükebilir mi?
-Yargı bağımsızlığını kabul etmeyen, dava takipçisi, ihale takipçisi olduğu izlenimi
yerleşmiş bir başbakanın geleceği olamaz. O kanıtlar yeterliyse, yüce divanlık bir
adamdır artık. Bizim günah işleme, suç işleme özgürlüğümüz var, müdahale
edemezsiniz! filan diyemezler. Halkın parası, küfürbaz ihalecilere pay karşılığında
peşkeş çekildiyse bunun bir karşılığı olmalı. Sokakta katledilen çocuklar için, Emri
ben verdim! diyenler yargılanmalı. Ben hukukum diyorsanız bu tehlikeli bir
diktatörlüktür. Adaletsizlik, cinayetten farksızdır. Bu cinayete, halk bir yere kadar
tahammül edebilir. Umarım yargılanır. Hem de kendi yarattığı adalet sistemi
tarafından. Ya da bir gün, yurtdışından dönüşü için bekleşen arkadaşlarını boynu
bükük bırakmaya karar da verebilir! Bilinmez.
2000 HÂKİM ARKADAŞ!
Düşünün, Başbakan ve Adalet Bakanı, sisteme transfer edilen 2000 hâkim arkadaştan
bahsediyor. Arkadaş ne sevimli bir ifade değil mi? Öyle fütursuzlar ki artık, son
kararnameyle avukatlıktan atadıkları hâkimlerin bir kısmı AKP yöneticileri. Reza Zarrab
ve bakan çocuklarını serbest bırakan hâkimin çifte standardına dikkat ediniz. Gezide
çocukları kovalayan palalıyı koruyan hâkimle, onlarca adamın tecavüzüne uğrayan
mağdur kız çocuğunu nerdeyse suçlu ilan eden hâkim ruh ikizidir. Halkı değil iktidarı
ve zihniyetini korumakla yükümlüdürler!
ARTIK KALABALIKLARI AŞKA GETİREMİYOR UYKU GETİRİYOR!
Yalanlarla anılan biri oldu Başbakan... Kabataş, camide içki... Bütün bunlar nelere yol
açtı?
-Bir yalan söylenir, ondan sonra gelen tüm yalanlar, bir öncekini kapatmak içindir.
Kuralı bu galiba. Yalanı, yalanla kapatmaya çalışarak öyle bir hale geldi ki, hepsine
birden kendisi de inanır oldu. Gezi olayları sırasında, üst düzeye çıkan bu alışkanlığı
incelenmeye değer bir vaka. Ama tabii hiçbirimizin onun çocukluğuna inme filan gibi
bir mecburiyetimiz yok. Oslo görüşmelerinde, Kabataş olayında, Camide içki içildiyle,
Polisimizi şehit ettilerle, dış mihrak, faiz lobisi, kemirgenle filan sürdü gitti. Yargı
konusunda söyledikleriyle de tüy dikti. Yalanları, duble yollar kadar oldu galiba. Ama
şürekâsı da farksız. Baktılar ki Başbakanları yapıyor ve tutuyor, valileri, emniyet
müdürleri, yargıçları, savcıları da yalan söylemeye başladılar. Yalan söyleyen tanıklar
buldular, yalan söyleyen anketçiler buldular. Güven duymuyor kimse, gündem
değiştirme gücünü yitirdi. Onu güvenilir bir adam zannedenlerde muhtemelen büyük
bir hayal kırıklığı yarattı. Prompterleri patlatmaya da çalışsa, artık kalabalıkları aşka
getiremiyor, uyku getiriyor. Şaka değil, özellikle gençler yolsuzlukla, adaletsizlikle
bunca yalanı söylemekle suçlanan ve bunların aksini kanıtlayamayan bir adamı 7/24
hayatlarında istemiyorlar işte. Ekranda görmeye tahammül edemeyenler, çizgi film
kanallarına yükleniyorlarmış son günlerde. Öyle sıkıcı ki, bir Egemen Bağış bile değil.
O hiç olmazsa, misal hem yürüyebiliyor hem de tweet atabiliyor. Ama Başbakan tweet
de atamıyormuş!
SEN KİMSİN BAŞBAKAN?
Başbakana sen kimsin ki! diye
soruyorsunuz... Korkmuyor musunuz?
-Hiç korkmuyorum. Ben haksızlık yapmaktan
korkarım ama hak ettikleri şeyleri
söylediğimden eminim. Kaldı ki, feda
geleneğine de inanırım. Açıktan meydan
okuyorum Başbakana, tıpkı Gezi olayları ile
ilgili Mecliste yaptığım bir konuşmanın
sonunda söylediğim gibi, Siz sandığınız
kadar çok, biz sandığınız kadar az değiliz!
dedim. Başbakan, bu günlerde olduğu gibi o
gün de kendinden olmayan, kendine
benzetemediği insanlara sövüp sayıyor,
kendi ölçüleriyle dindar bir nesil
yetiştireceklerini söylüyordu. O zaman çıkıp
şöyle söylemiştim: Şundan eminiz ki, biz
onlara inat, fikri hür, vicdanı hür çocuklar,
gençler yetiştirmeye devam edeceğiz! Güç karşısında eğilip bükülmeyen, güçlünün
hizmetkârı ve uşağı olmayan, ruhu kuş gibi özgür, sorgulayan gençler... Zihnini
tembihleyip, pasifize edeceğiniz eşyalar değil bizim çocuklarımız. Öyle kolay değil o iş!
Vesayetin kibirli temsilcilerine, mütehakkimlerine inat, inanç, düşünce ve ifade
özgürlüğünün gücünü ve önemini çocuklarımıza sonuna kadar anlatmaya ve bedeli
ne olursa olsun bu değerleri savunmaya devam edeceğiz... Ve son olarak nesiller
üstünde tahakküme meraklı bu Başbakana sormak istiyorum. Sen kimsin Başbakan?
Anne babalarının bile inancında, kimliğinde ve düşüncelerinde yetkisi sınırlı olan
çocuklarımız üzerinde senin ne hakkın var ki, bizim adımıza genç nesiller üzerinde hak
iddia ediyorsun! Sen kimsin Başbakan! demiştim.
Beni susturabilecek tek şey bilgi, o da sizde yok! diyorsunuz...
-Evet. Bilginin en büyük güç olduğuna inanıyorum. Paradan, aşiretten, cemaatten de
büyük bir güç. Zaten bende de bu saydıklarımdan yok. O gün Mecliste beni
susturmaya çalışıyorlardı. Hakaret etmeye başlamışlardı. Özellikle hiç tanımadığım bir
kadın milletvekili çok bağırıyordu. Ben de Beni susturacak tek şey bilgidir, o da sizde
yok hanımefendi deyiverdim. Bilgi, Meclisteki iktidar koltuklarında değil!
Sizce din araç mı? Her şey güç ve para mı?
-Evet. Hem de nasıl. Dillerinden hiç düşürmedikleri dini kullanıyorlar. Tüm dertlerinin
para olduğu algısını değiştirmeleri artık zor. Zaten, evlerinde biriktirdikleri paralara da
bakılırsa ya dolar ya Euro. Hiç öyle dindarlık gibi bir hevesleri olmadığı da görülüyor!
Hani din kardeşliği söylemleri nerede? Belli ki kardeşlikleri sadece döviz kardeşliği.
Hadi anladık Türk Lirasını sevmiyorlar, demek ki kendi yönettikleri ekonomiye de
güvenmiyorlar...
Bu iş bitmiştir
Başbakan konusunda algı ne kadar değişti? Siz, eskiden onun parayla bu kadar ilgisi
olabileceğini düşünüyor muydunuz?
-Sokakta, otobüste, işyerinde herkes Başbakanın paraları sıfırlama hevesini, oğluna
verdiği talimatları konuşuyorsa artık bu iş bitmiştir. Eminim ki, büyük davaları
olduğuna inandıkları ve bu yönüyle destekledikleri bir liderin, aslında gözünün
mücahitlikte değil, müteahhitlikte olduğuna üzülen iyi niyetli insanlar da vardır. Onlar
adına gerçekten büyük hayal kırıklığı. Ama benim için değil. Yaptıkları, yapacaklarının
teminatıydı adeta. Parayla ilişkisini bilemem. Ama kötü kalpli olduğu, kendisi gibi
düşünmeyen herkesi terörist, çapulcu, kemirgen, dış mihrak ilan etmesinden belliydi
zaten. Bana göre en sevdiği tarihi karakter kendisi olan, kendini seçilmiş uhrevi bir kişi
gibi gören, bazıları tarafından da öyle görülen ama aslında sıradan bir muhafazakârdı.
Fakat asla demokrat değildi. Öyle olsaydı, kendine itiraz eden gençleri şefkatle
anlamaya çalışırdı. Polise destan yazdırmazdı. Şeffaf olurdu, başı her sıkıştığında,
rakiplerini ya da sevmediği insanları yok etmek istediğinde, Alo Fatih, Alo Sadullah
filan diye telefonlara sarılmazdı.
Aydın Doğan davasındaki Sadullah Erginle konuşma, yargıya müdahale değil mi?
-Tam montaj filan diyecek zannediyorduk ki, Başbakan görüşme yaptığını kabul etti.
Hatta Bundan doğal ne olabilir! dedi. Yani müdahaleden doğal ne olabilirmiş?
Kabulüne göre, Başbakanın Adalet Bakanı tarafından bir davanın takibini istemesi, bir
dosyanın Adalet Bakanı tarafından Başbakana sunulması, Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Başkanına talimat vermek, bir davanın ilgililerini kastederek, Bu konudaki şeyi bayağı
hassas. Bunların mahkûm olması lazım demek bırakın yargıya müdahaleyi ceza
talimatı vermek değildir de nedir? Pek çok siyasi davada, orduya kumpas, Ergenekon,
Şike Davasında da aynı yöntemi kullanmadıkları ne malum. Bu kayıttan sonra artık
herhangi bir davanın meşruiyeti kalmış mıdır? Bu ülkede, yargı eliyle seçim güvenliği
sağlanabilir mi? Düşünün bu talimatlarla kaç masum cezaevlerine konuldu kim bilir?
Ve kaç suçlu salıverildi kim bilir? Adalet dağıtmayı kömür dağıtmakla karıştırmış
bunlar! Sadece kendilerini güçlendirmek ve aklamak için kullanıyorlar yargıyı. Biz
biliyorduk ama bu kayıtlarla, adalet bu ülkede artık kimin mülkünün, hangi villaların
temeli herkes öğrendi!
Hâkim Alevi nasıl bir şey?
-Bir tür bölücülük. Bölücülük sadece toprak mülkiyetçiliğiyle haritalarda filan olmuyor,
Ey Balkanlardan, Kafkaslardan gelenler defolun gidin, haddinizi bilin demek de
bölücülük, Hâkim Alevi demek de bölücülük. Çapulcu, ateist, dindar, benim türbanlı
bacım demek de... Hepsi kutuplaşmayı derinleştirir ve tehlikelidir. Hep iddia edip
durdukları gibi Yaradılanı Yaradandan ötürü değil, mensubiyetinden ötürü
sevdiklerinin de kanıtıdır.
Bu iktidarın gitmesini isteyen sadece cemaat mi? Uluslararası güçler sizce bu işin
arkasında mı?
-Ben uluslararası güçler ne yapıyor bilmem, birçok şey yazılıyor, çiziliyor. Ama şunu
biliyorum ki, ben ulusal bir gücüm. Bu toprakların insanıyım. Tüm gücümü burdan
alıyorum ve bu hükümetin gitmesini istiyorum. Ve bu hükümeti bu toprakların
insanları getirdiyse eğer, yine onlar götürsün istiyorum.
Moralsiz ve kararsız
Bazı anket sonuçlarına göre AKP hızla oy kaybediyor. Başbakan şimdiden, savaş
kaybetmiş generaller gibi dağınık, moralsiz ve kararsız. Kararsızlığı, öfkesinin artışına
neden oluyor. Bu yüzden hata yapma oranı da artıyor, yalnızlaşıyor. Ama ortalıkta öyle
çok şaibeli anket sonucu var ki, ne kadar doğru bilemiyorum. AKPnin hedefi artık
herhalde yüzde 35-38 bandını tutturmak. Yerel seçimde AKPnin başta İstanbul olmak
üzere büyük kentleri kaybetmesi, onları çok zor durumda bırakır.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/25969471.asp