internette borderline yazdığınızda, forumlarda insanlar "kaçın" der:) ama ben kendimden kaçamıyorum. okuduklarım içinde bence en isabetli borderline tarifi "ya cehennemde yada cennette yaşamak". cehennemden ya da cennetten çıkıp dünyada yaşamak, sağlıklı ilişkiler kurmak, öfkemi yönetmek o kadar ama o kadar zor ki benim için. kendimden kaçabilmeyi çok isterdim.
uzun zamandır anneme olan öfkemle mücadele ediyorum. bu arada annem bir canavar değil tabiki, sıradan bir anne. ama beni ve kardeşlerimi babamla olan mutsuz, şiddet dolu, kavga gürültü eksik olmayan evliliklerinin bir parçası yaptılar ve omuzlarımıza yükledikleri yükü hiç farketmediler bence. annem hep mağduru oynadı. galiba güçlü olmakla, işkenceye dayanmayı karıştırdı. hep dayandı ama ne düzeltmek için bişey yaptı ne de kurtulmak için. sadece dayandı. babamdan şu an için bahsetmicem çünkü o da uzun bir konu. yani mutsuz insanların mutsuz çocuklarıyız ben ve kardeşlerim.
annem için eleştiri oklarını yönlendirdiği hedeften başka bişey ifade ettiğimi hiç sanmıyorum. çocukluğumdan beri asi, burnunun dikine giden, hayal kırıklığı tabirleriyle anar adımı. yaptığım hiçbirşey iyi ya da doğru değildir onun için. annem aklıma gelince aklıma gelen diğer şey hep "mücadele" olur. çünkü bana hiç destek olmadığı gibi yapmak istediğim şeylerin hep önünde durdu. üniversiteye gitmek istedim, karşı çıktı. gittim. memleketimin dışında çalışmama karşı çıktı. çalıştım. çalıştığım dönemde yurt dışında dil eğitimi almak istedim, karşı çıktı. gittim. bunları yaparken bana yaşattığı diğer şeyin adı suçluluk duygusuydu. acaba yanlış mı yapıyordum, acaba annem haklımıydı, acaba ben gerçekten kötü bir evlatmıydım.bir de bunlarla mücadele ederek yaptım hayatta herşeyi. bu örnekler hayati kararlar ama günlük hayatın her durumunda aynı şeyi yaşadım. ben babasının kızıyımdır her durumda. onun bakış açısından babam gibi olmak çok kötü birşeydir yani. oysa kardeşlerim de ben de en çok anneme benzeriz bir çok yönden. herneyse, bence tek başına kalmamak için ve bekar olduğum için memlekette yanında olmamı istedi. mutlu ya da mutsuz olmam önemli değildi onun için. çünkü orda mutlu olmadığımı çok iyi biliyordu. ben yine de iki kez işimden istifa edip yanında yaşamaya başladım ama olmadı yapamadım. bunun nedeni kısmen annemle kısmen de memleketin gelişmemiş ve iş alanının kıstlı olmasıyla ilgiliydi. sonuç kariyerimde attığım geri adımlar oldu. zaten sonunda kariyer falan da kalmadı. bütün bunlar olurken alkolizme doğru gittiğimi ve belkide öyle olduğumu hiç bilmedi. çektiğim acılara hiç şahit olmadı. çoğu zaman kendimi annemin çocuğu olarak değilde annesi gibi hissetmişimdir. normal olan odur ya. anne çocuğuna destek olur, güç verir, korur. bizde tam tersidir.
sonra evlendim. tabi ki kocam da onay görmedi. kocam annem için bir yabancıdan daha yabancı birisidir. ama artık annemle mücadele etmeyi bıraktım. sevsin ya da sevmesin, beni kurtaran adamdır kocam. o olmasaydı alkolik, rastgele ilişkiler yaşayan, ne yaptığını bilmeyen birisiydim hala. anlayışıyla kurtardı beni, sevgisiyle sardı. ve bana dünyanın en büyük hediyesini verdi; bebeğimi. şimdi sımsıkı sarılıyorum kızıma, kulağına sen harika bir bebeksin ve ben seni çok seviyorum diye fısıldıyorum. annemi örnek alıyorum kendime. yaptıklarını yapmamam gerketiğini çok iyi biliyorum. kızım çaresizliğe mahkum etmeyeceğim, sevgiyi ve saygıyı ve takdir edilmeyi hakettiğini bilerek, suçluluk duymadan yaşaması için elimden geleni yapacağım. bir evlat olarak ise o kadar kızgın ve üzgünüm ki. depremler kopuyor içimde. anlatacak ne çok şey var aslında, ne kadar çok duygu.
sonuç olarak hayat bir kere yaşanıyor. benimki ise 33 yılı heba olmuş, 35 yıllık bir hayat...