bizi ilgilendiren haberleri paylasalim yorumlayalim

6. “Bakılacak büyük çocuklarım da var.”

Büyük çocuklar ilginin azalmasına alışkındırlar. Siz bir bebeği beslerken ve altını değiştiriyorken bile yanlarında bulunabileceğinizi çabucak öğrenirler. Yaşça büyük erkek ve kız kardeşler, kendilerinden yaşça daha küçük kardeşleriyle ebeveynlerinden daha fazla iletişim kurabilirler. Daha sezgisel olabilmektedirler. Birçok kez, ben izleyemediğim zamanlarda, Benjamin’in, henüz bebek olan kardeşi Daniel’in tuvalete gitmesi gerektiğini bana haber verdiğini hatırlıyorum. Erkek kardeşler ve kız kardeşler dahi mükemmel modeldir; bebekler kendi kardeşlerinin tuvaleti kullanışını izlemek yoluyla çok şey öğrenirler. Siz ve Tİ uygulamalı bebeğiniz arasında sağlamış olduğunuz gelişmiş iletişim şekli nasılsa çocuklarınızın birbiri ile sağlayacağı iletişim de öyle olacaktır.

7. “Ev dışında çalışıyorum.”

Tİ iletişim hakkındadır ve herkes bir çocuk ile iletişim kurmayı öğrenebilir. Eğer eşiniz, akrabalarınız veya bakıcınız, anlamadıkları için Tİ yöntemini denemekte isteksizlerse onlara biraz zaman verin. Bebeğiniz, büyüdükçe bakıcısı ile nasıl iletişim kuracağını çözebilir. Bebeğiniz, sadece sizin yanınızdayken Tİ yöntemli hale geliyorsa bu da iyi sayılır; tıpkı bebeklerin hem meme hem de biberonu birlikte kullanmayı öğrenebilmesi gibi bezlerden lazımlığa geçiş de çok kolay olabilir.

8. “Aşırı bunaldım.”

Tİ yöntemi, yarı zamanlı uygulanabilir; tıpkı benim Da¬ni¬el’e bebekliği döneminde yaptığım gibi. O zamanlar, amacım sadece uyanık olmaktı ve Daniel’e bedensel farkın¬dalığını koruması amacı ile tuvaletini yaptığında altını değiştirmek, (zamanında lazımlığa oturtamasam bile) bilfiil her tuvalet ihtiyacının farkında olmak ve Tİ’nin önemini vurgulayamadığım zamanlarda da bu yöntemi uygulamaktı. En can alıcı nokta, iletişime odaklanmaktır; asıl iş olan çocuğunuzu zamanında “yakalamak” konusu, iletişim kurmak ve çocuğunuzun ne yaptığını fark etmekten daha az önemlidir. İnsanlara, genellikle bunu günde sadece yarım saat denemelerini tavsiye ederim; bebeğinizi alt açma pedinin veya kumaş bezin üzerinde altına bir şey bağlamadan, çıplak olarak durmasına izin verin. Veya bebeğinizi banyo yaptırmadan önce, lazımlığa oturtun ve bunu eğlenceli bir alışkanlık haline getirin. Tİ, yarı zamanlı olarak devam edilse bile kalıcı, güzel bir tecrübe haline gelir.

9. “Şehirde yaşıyoruz” veya “Devamlı hareket halindeyiz.”

Elbette şehirde yaşayan bir Tİ uygulayıcısı olmanın zorlukları vardır; fakat kolaylıkları da bulunmaktadır. Sadece alışmanız gerekiyor. Bebek bezi çantanıza, son derece hafif plastik bir kâseyi koymak zor bir mesele değildir; her şeyden önce çok sayıda bez kullanmıyorsanız yeterli derecede yer vardır. Aynı zamanda, bir ebeveynin, bir günün beslenme ve uyku programlamasını serbestçe düzenleyebilmesi gibi, siz de bebeğinizin tuvalete çıkma işaretlerinin farkına vardığınız zaman, evin dışına çıkmak için en uygun anları tespit edebileceksiniz. Çoğu ebeveyn, hayat hareketlendikçe veya dışarı çıktığında, bezlere daha fazla güvendiğini ifade ediyor ve bu da tamamıyla iyi sayılır.

10. “Bu yöntemi denemeye karar vermiştim; fakat hâlen işe yaramıyor -birçok kez kaçırmamız oldu. Henüz bebeğimle iletişimde değilim.”

Tuvalet iletişimi her toplum tarafından uygulanırdı ve herkes birbirine destek vererek birbirine rehberlik ederdi. Günümüzde olduğu kadar yaygın değildi. Şimdi ise başarılı olmak için, internet üzerinden, yerel Bezsiz Bebek destek hattından veya bu konuyla ilgili yazılan kitaplarla destek aramak gereklidir. Zaman zaman cesaretinizin ve hevesinizin kırılması durumu geleneksel tuvalet eğitimi sırasında da görülür. Bu, Tİ yöntemini uygulayan kişiler arasında da yaygındır. Kitap boyunca, her gelişimsel aşamada, çocuğunuzla iletişimin kesildiğini hissettiğiniz za¬manlarda, ona nasıl yaklaşacağınızı anlatacağım.
 
SAĞLIK
Sütte ölüme götüren korkunç hile
Sütte ölüme götüren korkunç hile
03 Kasım 2008 13:30
Süte, un ve nişasta katılarak daha yağlı görünmesi sağlanıyor. Sütte yapılan bu akıl almaz hileler ölüme götürüyor. İşte temel besin sütün bilinmeyenleri...

Özlem Kamer'in haberi

Gözümüzü açar açmaz tanıştığımız süt ve süt ürünleri, 7'den 70'e herkesin vücudu için gerekli olan bütün besinleri barındırıyor. Büyüme ve gelişmenin temel yapı taşını oluşturuyor, içerisinde kalsiyumun yanı sıra, potasyum, fosfor ve protein bulunuyor. Ancak, yapılan akıl almaz hilelerle, büyümenin temeli süt ve süt ürünleri öldürücü bile olabiliyor. Süte un ve nişasta karıştırıldığını söyleyen Medical Park Göztepe Hastanesi Diyetisyeni Hülya Çağatay, süt ve süt ürünlerinde yapılan hilelerin, besin zehirlenmelerinin en önemli nedeni olduğunu, yapılan hilelerin ölümlerle sonuçlanan rahatsızlıklara bile sebep olduğunu söyledi.

BAKTERİLER YOK OLUYOR
Diyetisyen Hülya Çağatay, akıl almaz hileleri ise şöyle sıraladı
* Sütü daha yağlı kıvamda göstermek için un ve nişasta katılıyor.
* Bakteriyel faaliyeti önlemek için formaldehit, borik asit, hidrojen peroksit gibi bakteri öldürücü özellikte maddeler katılıyor. Bu maddeler zararlı bakterileri yok ederken yararlı olanları da yok ediyor.
* Ayrıca sütün uzun süre kesilmeden kalabilmesini sağlamak amacıyla bir diğer başvurulan hile yöntemi ise çoğunlukla sütün pişirilmesi oluyor.

RENGİNE DİKKAT EDİN
* Eğer sütün renginde morarma varsa ya da kokusu keskinse muhakkak bozuktur.
* Sütün hileli olup olmadığını vatandaşın anlaması oldukça zor. Fakat sütün içine su karıştırıldığında rengi açılır, kokusu ve tadı değişir. Tüm bunlardan üründe hile olup olmadığını, ayırt etmeye çalışabiliriz. Ancak her ne olursa olsun tam olarak emin olabilmeniz mümkün değildir.

Uzun ömürlü süt almayın
Dr. Hülya Çağatay: Pastörize günlük süt tüketin. Uht sütleri yani kutudaki uzun ömürlü sütleri ve pazarlarda satılanları önermiyoruz. Çünkü, cam şişedeki günlük sütte insan vücudu için yararlı olan bakteriler bulunmakta. Bu bakteriler uht sisteminde yaşamaz. Günlük sütten yoğurdunuzu, hatta yine aynı sütten çok sağlıklı olan ve kalsiyum içeriği yüksek olan çökeleğinizi de kendiniz yapabilirsiniz.

Kapaklara dikkat!
Paketli ürün alacaksanız, en çok dikkat edilmesi gereken husus, ürünün kapağının bombe yapmış olmaması ve kutuların hava yapıp şişmiş olmaması. Şişme, koku gibi durumlar mikroorganizma üremiş olduğunu gösterir.

Yılda 12 litre tüketiyoruz
Peynir ve süt pazarı hakkında bilgi veren Türkiye, Süt, Et, Gıda Sanayicileri ve Üreticileri Birliği (SETBİR) Başkanı Erdal Bahçıvan, şunları kaydetti: 3 Türkiye'de kişi başı ambalajlı süt tüketimi 6 yılda 2'ye katlandı. 3 Ambalajlı süt pazarı yıllık yüzde 9 büyüyor. 3 Yıl sonunda toplam ambalajlı süt pazarının 978 milyon litre olacağı öngörülüyor. Bir bu kadar daha açıkta süt satıldığı tahmin ediliyor. 3 Türkiye'de yıllık süt tüketimi yaklaşık 12 litreyken, Avrupa'da bu rakam 3 katı civarında.

Ambalaj açılmazsa 4 ay taze kalıyor
Ülker Gıda ve İçecek Grubu Başkanı Mehmet Tütüncü, günlük 2 bin 100 ton üretim kapasitesi ile Türkiye'nin ve komşu coğrafyanın en büyük süt ve sütlü ürünler üreticisi olduklarını söyledi. Tütüncü, ambalajlı ürün tercih edilmesini ve paketlenen sütün, ambalajı açılmazsa 4 ay tazeliğini koruduğunu kaydetti. Ülker Gıda ve İçecek Grubu Başkanı Mehmet Tütüncü, günlük 2 bin 100 ton üretim kapasitesi ile Türkiye'nin ve komşu coğrafyanın en büyük süt ve sütlü ürünler üreticisi olduklarını söyledi. Tütüncü, ambalajlı ürün tercih edilmesini ve paketlenen sütün, ambalajı açılmazsa 4 ay tazeliğini koruduğunu kaydetti.

Aklınızda bulunsun...

Kaynayınca besinler ölüyor
* Diyet sütlerin besin değeri daha mı azdır?
Gıda Güvenliği Derneği (GGD): Hayır, değildir. Diyet sütlerde yağ miktarı azaltıldığı için daha düşük kalorilidir.

* Hayvanların aldığı hormonlu yemler sütü etkiler mi?
GGD: Evet, etkiler. Fakat Türkiye ve AB'de hormon kullanımı yasaktır. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, Kalıntı İzleme Sistemi kapsamında düzenli olarak numuneler alıp analizler yaparak hayvan yemlerinde hormon kullanılıp kullanılmadığını tespit eder.

* Laktik asit insan sağlığına zararlı mıdır?
GGD: Hayır değildir, süt asiti olarak da bilinir. Her insanın vücudunda oluşan tabii bir organik bileşiktir.

* Sokak sütü ne kadar süre kaynatılmalıdır?
GGD: Kaynatma yöntemiyle sütün içindeki tüm bakteriler yok edilemediği için kesin bir süre vermek mümkün değildir. Aksine kaynatma yöntemi sütün besin değerinin azalmasına da neden olmakta.

(Takvim)
 
Bebek arabası sürerken ayrıntıya dikkat
Bir araştırmaya göre, çocukların bebek arabalarında sürülürken ebeveynlerinin yüzünü görmesi uzun dönemde duygusal ve dil gelişimi açısından olumlu rol oynuyor.

Araştırmacılar, günümüzde bebek arabalarının birçok çocukta stres yarattığını belirterek, stresli çocukların ilerde endişeli yetişkinlere döndüğünü ifade ettiler.
 
Doğumdan sonra işe dönüş nasıl olacak?
Bir anne ve çalışan kadın olarak kendinize yeni bir yol çizerken en iyi öğretmenleriniz diğer çalışan kadınlar olacak ve onlar da muhtemelen size şöyle diyecekler: "İyi bir bakıcı bulduysan onu kaçırmamak için ne gerekiyorsa yap, çünkü o gerçekten çok, çok değerli..." Çocuğunuzun onu seven, koruyan, ihtiyaçlarını karşılayan iyi biri ile birlikte olduğunu bilmek içinizi rahatlatacaktır.

Ancak, bebeğinizin, bulmak için çok çaba sarf ettiğiniz bu sıcak, sevecen insanla yakınlığı konusunda biraz huzursuzluk veya üzüntü hissetmeniz de son derece doğal. Gene de, çalışan anneler geride bıraktıkları bir yıla baktıklarında genellikle başka bir insanla birlikte olmanın bebek için olumlu bir durum olduğunu hissederler. Sonuç olarak bebeğinizin hayatına onu seven, koruyan ve görmekten mutluluk duyduğu başka bir insan daha kattınız. Ve unutmayın bebekler anne-babalarının kim olduğunu yine de bilir ve onlara düşkünlükleri devam eder. İşe dönüşünüzde yaşayacağınız geçiş sürecini kolaylaştıracak bazı değerli ipuçları:

Bakıcının, siz işe başlamadan en az bir hafta önce işe başlamasını sağlayın. İlk gün bakıcı ile birlikte bir saat geçirin ve sonraki günlerde bu süreyi yavaş yavaş artırın. Böylece hem bebeğiniz bu yeni insana alışır, hem siz onun bebeğinize nasıl baktığını görürsünüz, hem de her ikiniz de yeni düzene daha rahat uyum sağlarsınız.

İlk haftanızda işe Çarşamba, Perşembe ya da Cuma günü başlayın. Böylece ilk çalışma haftanızın kısa olması hem sizin hem de bebeğin işini kolaylaştıracaktır. Tabii mümkünse ilk birkaç hafta part-time (örneğin haftada 3 gün) çalışmanız veya çıkış saatinizin daha erken olması (örneğin 15.00) bu geçiş dönemini daha rahat atlatmanızı sağlayacaktır.

İşe başladıktan sonra da bebeğinizi emzirmeye devam edin. Gün içinde işyerinde sütünüzü pompayla çekmek, bebeğinizle ayrı yerlerde olsanız bile bağlantı içinde olduğunuzu hissettir.

Hayatınızın diğer büyük bölümüne, yani işinize dönüşünüz konusunda bazı endişeler duymanız *çok doğal. İşe başladıktan sonra, herkesin bebeğin resimlerine bakmayı ve bebek hakkında konuşmayı istediği bir balayı dönemi olur genellikle. Ama bu dönem de biter ve sizin de artık "normale" döndüğünüz varsayılır.

İşe başlamadan önce iş sorumluluklarınız ve çalışma takviminiz konusunda patronunuzla görüşmeniz yararlı olabilir. Ayrıca çalışma ve aile hayatını birlikte götüren başka kadınların öykülerini dinlemek de size yardımcı olacaktır. Kesinlikle çalışan bir anneyi en iyi anlayacak kişiler çalışan diğer annelerdir ve onların size moral ve fikir vermek için söyleyecekleri pek çok şey olacaktır. Konuştuğunuz kişiler içinden tek, mükemmel bir model bulmaya çalışmak yerine kendinize uygun birçok fikir ve öneriyi değerlendirmeye çalışın.

İş arkadaşlarınızdan bazıları sizi destekleyecek ve yardımcı olacaktır. Bazıları ise duyarsız davranabilecektir. Bunlara karşı da hazırlıklı olmalı ve herkesten aynı anlayış ve dostluğu beklememelisiniz. Yine de iş ortamınız genel olarak dostane bir ortam değilse, sizi çok fazla geriyor ve mutsuz ediyorsa, başka bir iş arama olasılığını da gözden geçirmeniz gerekebilir.

İşe başladıktan sonra işten eve dönüşleri de kolaylaştıracak yollar bulun. Günün sonunda bebeğinize kavuşmadan önce beş-on dakikayı kendinize ayırmaya çalışın. Bir an önce bebeğinize kavuşmak istiyor olabilirsiniz, ancak aynı zamanda da aç ve yorgun olacaksınız. Akşam yemeklerini hızlı ve çabuk şekilde halletmenizi sağlayacak yöntemlere odaklanın. Eşiniz varsa, bebekle ilgilenme ve yemek hazırlama işlerini dönüşümlü olarak yapmaya çalışın.

Dengeyi bulmak

Evde ve işte talepler ve kaynaklarınız arasında bir denge kurmalısınız. Zamanınıza yönelik talepleri ve bunları karşılamanızı sağlayacak kaynakları (eşiniz, aileniz, arkadaşlarınız ve para) gözden geçirin. Hangi işleri başkasına devredebilirsiniz? Hangi işleri erteleyebilirsiniz. Annenizin yaptığı gibi (ya da belki de sizin eskiden yaptığınız gibi) her zaman herşeyi siz halletmek zorunda değilsiniz.

Sadece çatışmalara değil, iyi şeylere de odaklanın. Evet, çalışan kadınların yaşadığı stres konusunda pek çok okudunuz, duydunuz. Ancak nadir de olsa şöyle söyleyen kadınlar da var: "Çocuk sahibi olmadan önce iş hayatında pek sabırlı davranamazdım. Çocuklarım bana sabırlı olmayı öğretti." Ayrıca iş hayatında öğrendikleri müzakere becerilerinin evde de işine yaradığını söyleyen kadınlar da var.

Eğlenceli ara melodiler

Bu kadar yük karşısında elinizden geldiğinde organize olmaya çalışmanız doğal. Ancak her saniyeyi kontrol etmeye çalışmanız da, örneğin bebeğinizi giydirirken ayaklarını keşfetmesi gibi beklenmedik mutlulukları kaçırmanıza neden olabilir. Tüm bunları kesintiler ya da gecikmeler değil, eğlenceli ara melodiler olarak görmeye çalışın.

Bebeğinizle birlikteyken tümüyle kendinizi verin, kafanız yapmanız gereken diğer şeylerle meşgul olmasın. Bebeğinizi kucağınızda sallamanın, ona şarkı söylemenin, banyo yaptırmanın keyfini çıkarın. Ancak bebeği biraz erken yatırın ki, size de eşinizle birlikte geçirecek ya da kendinize ayıracak zaman kalsın.

Zorlandığınız zamanlarda boş zaman, eşler ve bebeğin ihtiyaçları konusunda çalışan annelerle çalışmayan annelerin şaşırtıcı biçimde aynı şeyleri hissettiklerini unutmayın. Bir annenin söylediği gibi: "İlk zamanlarda yaşadığım güçlüklerin tümünün sadece benim çalışıyor olmamdan kaynaklanmadığını ancak şimdi, bebek büyüdükten sonra anladım."
 
Bebeği ayakta sallamak tehlikeli

Psikolog Tanju Sürmeli çocuklarda 0-4 yaş aralığında olabilecek ufak tefek sarsıntıların kişide hastalıkları meydana getirebileceğini hatta ölüme kadar götürebileceğini söyledi.
Bebeği ayakta sallamak tehlikeli


Radyo 7’nin sevilen programcılarından Eda Çelebi’nin hazırlayıp sunduğu Eda’yla Gün Ortası programının dünkü konuğu Dermatolog Psikolog Uzman Dr. Tanju Sürmeli oldu.
Depresyonun nedenlerini ve tedavi yöntemlerini anlatan Psikolog Sürmeli, başa alınacak darbelerin ileride sorun yaratabileceğini belirtti. Bebeklerin ayakta sallanmasının doğru olmadığını kaydeden Sürmeli, hiperaktiveyle ilgili bilgiler de aktardı.

EDA: Depresyon nedir?
TANJU SÜRMELİ: Depresyon insanların günlük hayatını etkileyecek şekilde hayattan zevk almama, uykularda düzensizlik, gelecekle ilgili umutların azalması şeklinde ortaya çıkabiliyor. Depresyona girenlerin %15 ila %35inde intihar düşünceleri oluşabiliyor. Kendine zarar verme düşünceleri oluşuyor ve bazılarında da ciddi anlamda planlar bile geliştirilebiliyor. Ayrıca dikkatte, motivasyonda büyük miktarlarda eksiklikler, halsizlik, bitkinlik, yorgunluk… Bunların hepsinin birlikte olduğu tablo depresyondur. Bunların yaşandığı dönemde kendi kendinize telkinlerde bulunulduğu halde bunu gerçekleştiremeyebiliriz.

EDA: Beynimizin bir köşesinde hep bir olumsuz düşünce vardır değil mi?
TANJU SÜRMELİ: Beynimizin hayattan zevk almamızı sağlayan bölgesinde elektriksel ve kimyasal bir dengesizlik oluşmaya başlıyor. Özellikle beynin sol ön kısmında bu düzensizlikler oluştuğu zaman, sağlıksız beyin dalgalarında bir artış olduğu zaman hayattan zevk almayla ilgili sorunlar ortaya çıkmaya başlıyor. Tabi bunun gerçek bir depresyon olup olmadığının araştırılması gerekiyor. Çünkü depresyonun genelde genlere bağlı olduğunu görüyoruz. O kişilerinin yakınlarında da depresyon olduğunu görüyoruz. Bir de genlere bağlı olmayan kısım var. Bazen ufak tefek kazalar oluyor, kafamızı çarpıyoruz, darbe aldık mı almadık mı bilmiyoruz ya da tiroid hormonları düzgün çalışmayabiliyor. Bazen kullanılan ilaçların yan etkisi olabiliyor. Bu ve daha bunlar gibi pek çok etkenler depresyonun oluşmasına neden olabiliyor.

EDA: Geçirilmiş hafif derece de kafa travmaları psikiyatrik ya da nörolojik rahatsızlıklar yapabiliyor mu?
TANJU SÜRMELİ: Aslında çocukluğumuzdan beri özellikle 0 ila 4 yaş arasındaki düşmelerimizi biz önemsemiyorduk. Ama son 30 yıldır yapılan bilimsel araştırmalar bunun önemli olduğunu söylüyor. Özellikle bu 0-4 yaş arasında olan ufak tefek düşmeler sonucunda ölenlerde olabiliyor. Beyinde elektriksel düzensiz akımlarda oluşturabiliyor. Bazen hemen etkisini gösterip epilepsi dediğimiz sara hastalığının başlamasına neden olabiliyor. Hırçınlık, agresiflik, uyku bozukluğu yapabiliyor. Panik atak gibi şikayetler ortaya çıkabiliyor. Hatta şizofreniyi tetikleyebildiği gibi şizofreniye benzer bir tabloda ortaya çıkarabiliyor. Yapılan çalışmalarda 30 km hızda bile ani bir fren yapıldığı zaman vücudumuz bir öne bir arkaya gidiyor. O sırada beynimiz de kafatasının içinde bir öne bir arkaya giderken kafatasına çarpıyor. Ne yazık ki beyinde bir kemer yok.

EDA: Bu darbe yıllar sonra da kendini gösterebiliyor mu? Bu konuda şikayetler oluyor mu?
TANJU SÜRMELİ: Beynin bir esneklik özelliği var. Bu özelliğe göre beyin ya hemen belirti verebiliyor ya da bir 10 sene sonra bile ortaya çıkabiliyor.

EDA: Bu anlamda kafamıza aldığımız her darbe önemlidir diyebilir miyiz?
TANJU SÜRMELİ: Kafamıza mümkün olduğunca darbe almamaya dikkat etmek lazım. Ama bazen 10 tane darbe alırsınız bu kişide hiçbir etki yaratmaz. Yada çok etkileyen bir şey ortaya çıkmaz çünkü beyin bunu esnekliğiyle ortaya çıkarabilir. Veya bazen alınan bir darbe bile beyinde zararlara yola açabilir.

EDA: O zaman hekimler ilaç yazmadan önce geçmişte bir kafa darbesi alındı mı diye sormalılar.
TANJU SÜRMELİ: Bu konuda ne yazık ki hekimler yeterli derecede eğitilmediler. Hekimlerin sonradan çıkan bu teknolojilerle ilgili de bilgi sahibi olmaları lazım. Bu durumun önemli olduğunu ve ne yazık ki depresyonun az sayıda gerçekleşmediğini bilmek gerekiyor.

EDA: Kafa travmalarında tanı koymada hangi bilimsel yöntemler kullanılıyor?
TANJU SÜRMELİ: Geçirilmiş kafa travmalarında kendinizi sorgulamanız gerekiyor. Kafanıza ya da yüzünüze bir darbe aldınız mı? Mesela bizim halkımız burna, çeneye alınan bir darbeyi kafaya alınan bir darbe olarak düşünmüyor. Öncelikle bunun düzgün bir şekilde sorgulamamız lazım. Sonra darbeyi aldıktan sonra herhangi bir değişiklik hissettik mi, kısa süreli bir bilinç kaybı oldu mu ya da görüntüler değişti mi diye bunları sorgulamamız gerekiyor. sonrasında bazı hastalarımız emar, tomografi çektirdiklerini ve onların sonucuna bakarak kendilerine bireyin olmadığını söylüyorlar. Ama bu doğru değil. Emarlar, tomografiler beynin elektriksel yapısının bozulmasını göstermiyor. Ancak ciddi anlamda bir hücre zararı ya da kanama olursa o zaman hasarı gösterebiliyor. Hafif dereceli travmalarda beynin elektriksel yapısında bir aksaklık oluyor. Bunu bilgisayarlı EEG sisteminde kaydediyoruz. Önce çıplak gözle inceliyoruz, ondan sonra da bir veri tabanında kafaya darbe almış diğer insanlarla karşılaştırmasını yapıyoruz. Biz buna nörometrik analiz diyoruz. Bunları yaptığımız zaman %3-%5 yanılma payıyla o kişinin darbeden etkilenip etkilenmediğini bulabiliyoruz. Bunun dışında yapılan emarlar, tomografiler normal bile olsa kafanın çarpmadan etkilenmediğini söyleyemiyoruz. Ancak kesin cevabı böyle bir yöntemle bakılınca anlayabiliyoruz.

EDA: Anneler çocuklarını sürekli ayakta, kucakta, sallarlar. O zaman da beyin zedelenmiyor mu?
TANJU SÜRMELİ: Biz bu tür sallamaları doğru bulmuyoruz. Ama bu artık geleneksel olarak yaptığımız davranışlar içinde ve biz bunu tavsiye etmiyoruz. Bununla ilgili çocuk ölümleri bile olabiliyor. Beyin kafatasının içinde sabit değil. Ufak bir sarsıntıda bile beyin kafatasına çarpıyor ve etkileniyor.

EDA: Bu travmalardan dolayı agresiflikte olabiliyor demiştiniz. Bu düzensizliğin belirtileri giderilebiliyor mu?
TANJU SÜRMELİ: Beynin ön kısmında frenleme sistemlerimiz var. Bunlar bize düşünüp eyleme geçmemizi sağlatıyor. Bir şeye kızdığımız zaman frenleme yoksa vurma, kırma, bağırma, hakarete giden agresif davranışlar oluyor. Biz bu elektriksel akım düzensizliklerini tespit ediyoruz. Veri tabanlarında inceliyoruz. Normalle olan farklılıklarını saptıyoruz ve beyine özel bir alet yardımıyla beynin kendi elektrik akımını normale getirmesini öğretiyoruz. Bunu genelde beyin öğreniyor ama hiçbir yöntem %100 değildir.

EDA: O zaman insanlar tedaviyle beyne hükmedip normal bir beyne sahip olabiliyor değil mi?
TANJU SÜRMELİ: Biz aslında kendi beynimize hükmetmeyi öğretiyoruz. Diyelim ki telkinle yapılamayan bir şeyi siz beyninize alet yardımıyla yaptırtabiliyorsunuz.

EDA: Dikkati toplayamama, aşırı hareketlilik gibi şeyler basit gibi görünen ama yaşamı zorlaştıran sorunlardır diyebilir miyiz?
TANJU SÜRMELİ: Mesela bazı çocuklar okula yeni başladıklarında dikkat, konsantrasyon bozukluğu, hareketlilik problemleri oluyor. bu kişilere yanlış teşhis veriliyor, hiper aktif teşhisi alıyorlar ve ilaçlar kullanmaya başlıyorlar. Bir kısmı sonradan bize geldiklerinde ilaçların etkisinin olmadığını görüyoruz. Bu ilaçlardan yararlanmayan kısmı incelediğimizde daha önceden daha önce kafasına aldığı darbelerden elektrik aksamının bozulduğunu düşünüyoruz. Bunları düzenli hale getirerekte bu sorunlar ortadan kalkıyor. Bu durumda ailenin daha mutlu daha dengeli bir hayat yaşamasını sağlıyor.

EDA: O zaman böyle bir durumda ailenin size başvurması gerekiyor değil mi?
TANJU SÜRMELİ: Ebeveynlerde bu konularda hatalar yapabiliyorlar. Onlarda beynin negatif oluşmasını sağlatabiliyorlar. Beyin zaman içinde negatif şeyleri öğreniyor. Hayır demeyi bilmiyorlar. Anne baba hayır dediği halde çocuk ısrarcı olduğunda evete dönüştürüyorlar ve çocuklar anne babayı kullanmaya başlıyorlar. Bu kullanmada özellikle beynin ön bölgesini olumsuz etkiliyor.

EDA: Hiper aktif biriyle yaşamanın ne gibi zorlukları vardır?
TANJU SÜRMELİ: Hiper aktif kişi kurallara uymaz. Devamlı hareket halinde, yerinde durmaz, yap dersin yapmaz, inatlaşır, tehlikeyi anlamaz. Okulda da sınıfta oturmaz, dikkatini vermez, gezinir, iki kişi konuşurken araya girer…

EDA: Bunlarında tedavisi var mı?
TANJU SÜRMELİ: Hiper aktivitede yapılan çalışmalarda ilaçların etkisinin yüksek olduğu görülmüştü. Ama Amerikan hükümeti 3 sene boyunca bunları takip ettiğinde ilaçların etkisinin ilk çalışmalarda ki kadar yüksek olmadığı görüldü. Nöroterapi dediğimiz uygulamalarda başarı oranının %75 civarında olduğunu ve 10 senelik takiplerde de bu başarının aynı seviyede kaldığı hatta daha da arttığı tespit edilmiştir. İlaçlarında yan etkileri var. Her gruba uymayabiliyor. Bunlarında bilinmesinde yarar var. Mesela İngiltere’deki grup ilaçların en zor vakalara verildiğini söylüyorlar. Önce aileyi, çocuğu eğitelim, disiplin şartlarını değiştirelim. Eğer bunlarla değişmezse ilaç verelim. Bizde ne yazık ki daha ilk görüşmeden hastaya ilaç veriliyor.

EDA: İkinci bir kardeş için çocuğu nasıl hazırlamak gerekiyor?
TANJU SÜRMELİ: Çocuklara karşı çok açık sözlü olmamız lazım, dürüstçe bir kardeş geleceğini, evin daha kalabalık olacağını, ilerde ona kendi tecrübelerini öğretebileceğini, bunun sevindirici bir haber olacağını onlara söylemeliyiz. Bazen çocuklara kardeş geldi senin pabucun dama atıldı gibi sözler söyleniyor. Bunlar şaka bile olsa söylenmemesi gereken şeyler. Çocuğa sürekli olumlu mesajlar vermeliyiz.

haber 7
 
X