Beynin Gelişimi ve Özellikleri

vicdan

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
20 Kasım 2006
1.098
26
Beynin yapısı ve gelişimi üzerindeki çalışmalar çok gerilere gitmemektedir. İlk çalışmalarda uzmanlar, hafıza kaybı, cücelik, felç gibi hastalıklardan ölen kişilerin beyinlerinden aldıkları kesitlerde incelemeler yapmışlar ve beynin hangi bölümlerinin hangi görevleri üstlendiklerini bulmuşlardır. Çalışmalar, parçalanan hasta beynin, sağlıklı olanla karşılaştırılması esasına dayanmaktadır. Özel laboratuvarların ve tekniklerin son yıllarda gelişmesiyle, beyin üzerinde somut deneyler yapılmaya başlanmış, zihinlerde çözümü bekleyen birçok sorunun cevabı verilmiştir.İlk ipuçları, hastalıklı beyinlerin hastalıkları nedeniyle geçirdikleri ruhsal değişikliklerini gözlemleyerek elde edilmiştir.

Beyin, merkezi sinir sisteminin en önemli bölümü olarak, kafatasının içinde saklı bulunur. Böylelikle de dış koşullardan ve darbelerden korunmuş olur.Evrimsel gelişimi itibariyle beynin en eski bölümü, diğer bölümler tarafından neredeyse tamamen örtülmüş olan ‘’ana beyin’’ dir.

Her canlı türünün ortaya koyduğu, kendine özgü tepkileri mevcuttur.Bu tepkiler canlıların gelişimi ile orantılı olarak karmaşıklaşır ve alternatiflerini doğurur.En basiti; bir salyangozun antenlerine dokunduğumuz zaman, hayvanın derhal antenlerini içeri çekmesi, birkaç saniye sonra da eski konumuna getirmesidir. Bunu her tekrarlayışımızda aynı tepkiyi verecektir; üretebileceği bir alternatifi olmayacaktır.Aynı deneyi gelişmişlik düzeyi daha üst sınıfta olan bir canlı üzerinde denediğimiz zaman, farklı sonuçlarla karşılaşmamız mümkündür. İlkinde muhtemelen kendini korur,tekrarı halinde ise herhangi bir şekilde bizi etkisiz hale getirmeye çalışır ya da kendini oradan uzaklaştırır. Bu durum salyangoz deneyinden çok farklı neticelerin ortaya çıkması olarak değerlendirilebilir.

‘Davranış’ dediğimiz şey aslında, temelde programlanmış, yeme, içme, çiftleşme, kaçma ve uyku gibi özelliklerden meydana gelir. İlkel canlılarda içgüdü olarak isimlendirilen davranışlar, belli işaretler yaratılmasıyla start alacak, tıpkı bilgisayar programı gibi otomatik davranışlar ortaya konacaktır.İşte bu hoşlanılan ve hoşlanılmayan duygulardan oluşan değerler, o canlıda ‘’Temel bilinç alanı’’nın doğmasına neden olur.Hemen insanın aklına, ‘bu temel bilinç alanı, beynin neresinde yer alır?’ sorusu geliyor…

Evrimsel gelişim içinde yükselerek gelişen hayvanların beyinleri incelendiğinde, beynin evrimleşmesi ile birlikte ‘’eylemlere duyguları katma‘’ ilkesinin de artan oranda başarıldığı görülmektedir.Duyguların işe karışmaları öylesine gelişmiştir ki, sonuçta duygular özelliklerini değiştirmiş ve geliştirmiştir. ‘’Bilinç’’ haline gelen duygular, insanlarda, düşünmek, planlamak, kıyaslamak, fikir üretip geliştirmek, karar vermek, gözlemleyip sonuç çıkarmak gibi son derece karmaşık işlemlerin gerçekleştirilebilmesine yardımcı olur.

Duygusal hayatımızın en eski kökü, koklama duyusuna dayanır ya da diğer bir deyişle kokuyu alıp inceleyen, koku lobudur. Koku lobundan, duyguya yol açan eski merkezler gelişmeye başlayıp beyin sapının baş kısmını çevreleyecek kadar genişledi. Kokuların büyük ölçüde hatırlatma gücüne sahip oldukları bilinir.Örneğin, bazı anahtar kokular, kişilerin çocukluğundaki birçok olayın yeniden hatırlanmasını sağlar. Bundan başka beyindeki nöronlar arasında yeni bağlantıların kurulması ile oluşan beyin ağı, daha önceden depolanmış bilgilerle bağlantı kurulup yeni çıkarımların ortaya konmasını sağlar. Birtakım yeni düşünce ve duyguların oluşması ve bunların farkına varmak da insanda benlik bilincinin hissedilmesi sonucunu doğurur.

Beynin isimlendirilmiş bölümlerinin görev ve fonksiyonları hakkındaki bilgiler de şöyle:

Ensemizin arkasına denk gelen bölgede beynimizin, beyincik (küçük beyin) adı verilen bölümü yer alır. Bütün istemli ve istemdışı (otomatik) kas hareketlerinin koordine edilmesinden sorumludur. Motorik düzenleme ve denge merkezidir.Vücudun duruşu ile iskelet kaslarının kasılma derecesini düzenler.Duyu organlarından gelen tüm impulslar ve büyük beyinden gelen tüm emirler, beyincikte toplanır.Emirleri ve impulslari koordine eden beyincik, sonucu kaslara iletir.

Acı, sıcaklık ve belirli diğer duyusal değişiklikler (impulslar) talamus içersinde duyu olarak benlik kazanır.Gelen uyarıların ‘’iyi’’,’’kötü’’ olarak değerlendirilebilmesi için beyin korteks (dış beyin) inin ilgili merkezlerine iletilir. Buraya ulaşan yüzlerce uyarı arasından hangisine konsantre olabileceğimizi saptar.Korku ve sevinç duygularının algılanması da talamusta olmaktadır.

Talamusun altında yer alan hipotalamus bölümü, vücut sıcaklığı, su dengesi, iştah, karbonhidrat ve yağ metabolizması, uyku, vücut ağırlığı ve heyecan mekanizmalarından sorumludur.Bu bölümde oluşacak en ufak aksaklık, direkt ölümle sonuçlanır.

Hipotalamusun görevini yerine getirmedeki en büyük yardımcısı, hipofiz’dir.Hemen hemen tüm hormonal dengeyi yönetir. Cinsel tavır ile cinsel davranışları belirler. Ayrıca tiroid, sindirim organları ve cinsel organların çalışmalarını yönlendirir. Stres reaksiyonlarının bir bölümünün yönetilmesi, etkilerinin saptanması ve gri beyin hücrelerine (korteks=dış beyin) yollanması da hipofizin görevleri arasındadır.

Epifiz talamusun üst yüzeyinde, yuvarlak yapılı bir bezdir. Beyin yarım kürelerinin arasında yer alır.Epifiz salgısı yumurtalıkların işlevlerini ya doğrudan doğruya ya da hipofiz üzerindeki etkisi nedeniyle dolaylı olarak etkiler. Bu salgı, yumurtalıkların çalışmasını durdurucu niteliktedir. Ayrıca, insanın günlük yaşam ritmini ayarlar, gece ve gündüze, ışık değişimlerine karşı tepki gösterir.

Üstten baktığımız zaman, beynin, ortasından derin bir yarıkla ikiye ayrılmış olduğunu görürüz. Biri diğerinin simetrisi görünümündeki bu iki lob ‘’Corpus Callosum=Nasırlı cisim) adı verilen bir köprü ile bağlanmıştır. Beynin iki loblu yapısının izdüşümü, morfolojik yapıda da gözlenmektedir. İki gözümüz, iki kulağımız, iki bacağımız ve kolumuz vardır. Bunların bütün işlevlerini koordine eden iki ‘’hareketli’’ merkez vardır. Yürümek, tutmak ve çiğnemek gibi hareketleri yönlendiren bu merkezlerin yanı sıra beyinde, kasların dokunma ve eklem yerlerinin şekil alma duyarlılıklarını yöneten iki de ‘’duyumsal’’ merkez bulunmaktadır. Korteksimizde (Üst beyin) yine buna benzer biçimde iki görme ve işitme merkezimiz vardır. İşitme merkezini ele alalım: Sağ ve sol lobda birer işitme merkezi bulunur. İlginç bir nokta, gürültü ve müzik sağ yarım küredeki işitme merkezince daha iyi değerlendirilmekte, buna karşılık soldaki merkezde, konuşma, anlatma ve açıklama gibi vasıflar daha başarılı olarak algılanıp, gerçekleştirilmektedir. Görme merkezimizde de bu asimetrik durum göze çarpmaktadır. Soldaki merkez daha çok yazıları (kelime ve harfleri) değerlendirirken, beynin sağ yarım küresinde yer alan görme merkezi ise, figürler, formlar (biçimler) konusunda aktif olmaktadır.

Bedenimizin sağ ve sol tarafındaki bazı organlar, beynin kendisine göre ters olan bölümü tarafından yönetilirler.

‘’Temel Bilinç Alanı’ nın beyinde bir merkezi var mı?” sorusuna gelelim. Beyinle ilgilenen bilim adamları, beyinde bu yönde bir merkezin olmadığı düşüncesindeler. Pribram için hologram ile beynin işleyiş biçimi arasında benzerlik çok çarpıcı idi. O, hatıraların, beynin içinde belirli bir bölgede yerleşik bulunamayacağı, hologram prensibine uygun şekilde homojen dağılarak snapslara yazılacağı görüşündeydi.

İndiana Üniversitesinde bu kurama inanmayan ve öfkeyle karşı çıkan biyolog Paul Pietsch’nin deneyleri Pribramı doğrular nitelikteydi. Deneylerinde semenderi denek olarak kullanan Pietsch, beyni çıkartılmış bir semenderin ölmediğini biliyordu. Semender beyni dışarda olduğu süre içinde baygın yatıyor, ama beyni yerine konduktan sonra hemen normale dönebiliyordu. Pietsch eğer semenderin beslenme davranışı beynimizin içindeki belirli herhangi bir merkezden yönetilmiyorsa,mantıksal olarak beynin yerleştirilme biçiminin hiçbir önemi olmayacağını düşünüyordu. Eğer bir sorun yaratacaksa, Pribram’ın kuramının yanlış olduğu ortaya çıkacaktı. Pietsch, semenderin beyninin sağ ve sol yarımkürelerinin yerlerini değiştirdi, ama büyük bir şaşkınlıkla semenderin normal beslenme davranışlarına kısa bir sürede döndüğünü gözlemledi. Başka bir semenderin beynini baş aşağı yerleştirdi. İyileşince onun da normal biçimde beslenmekte olduğunu gördü. 700’e yakın deneğin beyinlerini dilimledi,fiskeledi,ameliyatla çeşitli bölümlerini aldı; ama sonuç hiç değişmedi. Bu deneylerdeki bulgular, Pietsch’i Pribram’a inanmış hale getirdi.

Bu yüzden, beynin birçok merkezinin yerini kesin olarak bilmek ve tanımlamak mümkün olamamaktadır.Beyne gelen impulslar, enformasyonlar ve bilgiler, o bilgi türü için görevli merkezlerce algılanır. Daha sonra snaptik bağlantılardan yararlanarak, bütün yüzeyine yayılır ve aynı anda değişik yerlerde saklanır.

Beyin bir halogramdır. Beynin işleyiş yasaları, tek boyutlu ve nedenselliğe dayalı bir mantıkla kavranılmayacak derece komplekstir. Onu anlayabilmek için yeni sibernetik yasalara gerek duymaktayız.​
 
İnsanlar kendi vücutlarının göremedikleri iç sistematiğine, çok uzak durduklarından, neredeyse kendi vücutlarına yabancıdırlar. Vücut kendi içinde mükemmel bir dengeler sistemine sahiptir. Her organ kendi görevini yapar. Birbirlerinden emir almazlar ancak, birbirleri ile mükemmel bir uyum gösterirler. Öncelikleri daha önce çizilmiş bir kurala uyarlar. Bu sistemin organizatörü, beyindir. Beynin fizyolojisi, açıklanabilir bir noktaya ulaşmıştır. Tıbbi müdahaleler üst boyutta yapılmaktadır. Ancak, beyin bilinmezlerle doludur. Özellikle, öğrenme ve davranma ilişkileri konusundaki açıklamalar yeterli değildir. Yapılan araştırmalar sonucu bulunanlar, beraberlerinde yeni bilinmeyenleri getirmektedir. Beyin adeta evrenin küçük bir modelidir.
Beynin evriminde, birincil etki, insanın dik yürümesidir. Bu yürüme şekli beyin üzerindeki kas baskısını azaltmış, beynin gelişmesini sağlamıştır. Ayrıca, bu yürüme şekli ile kol ve eller serbest kalmıştır. Bu da evrim için önemli olmuştur. Evrim üzerindeki ikinci olumlu etki, yiyeceklerin pişirilerek yenmesidir, böylece çene kasları zayıflamıştır. Kas baskısının beyin üzerinde azalması da beynin gelişimi üzerinde olumlu etki yapmıştır.
Evrimsel bir bakış açısından bakıldığında da beyin, insan bedenindeki en alışılmadık organlardan biridir. Diğer organlarımız- kalp, karaciğer, bağırsaklar vb.- o kadar iyi gelişmişlerdir ki, insanlığın çağlar boyu süren evrimi boyunca aynı kalmışlardır. Fakat son dört ya da beş milyon yıl boyunca, beyin gelişmeye ve değişmeye devam etmiştir. Günümüzde bir ya da iki milyon yıl aralıklarla gelen üç ayrı beynimiz vardır. İnsan olarak karşılaştığımız meydan okumalardan biri de, bu farklı beyinler arasında uyumu sağlayarak fiziksel ve duygusal hastalıklardan uzak kalmaktır.
Beynin evrimi, bir çiçek tomurcuğunun çiçek olana kadar olan yapısal büyümesine benzerlik göstermektedir. Birbiri üzerinde büyüyen üç beyinden bahsedebiliriz. Dipteki ilk beyin, onun üstündeki orta beyin, onun üstündeki en dışta kalan üst beyin.

Beynin dip kısmında beyin sapı vardır. Yaklaşık beşyüz milyon yıl yaşındadır ve sürüngen beyni olarak adlandırılır ( ve gerçekten de bir timsahın beyninin tamamına benzer). Sürüngen beyni sabahları sizi uyandırır, akşamları uykuya yatmanızı sağlar ve kalbinize atmayı hatırlatır. İlkel bir yaşam için programlanmıştır. Otomatik bir sistematiği vardır. Binlerce yılın birikimleriyle, hayatta kalmayı sağlayan mekanizmalarla korunmaktadır. Ameliyat masasına yatırılan bir hastaya verilen narkozun şiddeti ne olursa olsun, bu beyni uyutmak mümkün olamaz. Ameliyat sırasında hasta, kollarından bağlanır sonra, narkoz verilmeye başlanır. Birinci kademede en dışta yer alan korteks uyur, fonksiyonları durur. Bu an orta beyin, korteksin devreden çıkması ile savunmaya geçer. Korteksin uyumasını,dışarıdan bir saldırı olarak değerlendirirse, kol ve bacaklarla vücudu korumaya çalışır. Duyu organlarından göz, devreden çıktığı için, kol ve bacaklarla yapılan savunma, rast gele sağa sola hareketler şeklindedir. Bir süre sonra bu beyinde uykuya dalacaktır. Ancak, uyumayan tek beyin, beyin sapıdır. Bu beynin uyumaması ile, vücudun yaşam fonksiyonları işlevlerine devam etmektedir. (kalbin çalışması, akciğerlerin soluk alıp vermesi, v.s.)

Beyin sapının üstünde orta beyin bulunur ve burası, memeli beyni diye de bilinir. Kabaca üçyüz milyon yıl yaşında olan bu beyin, çeşitli farklılıklarla tüm memelilerde bulunan beyindir. Orta beyin, bedenin iç ısısını düzenler, duygularımızı barındırır ve tehlike karşısında bizi canlı tutan savaşma ya da kaçma tepkisini yönetir. Türümüzü devam ettiren güdülemeler, bu beyin tarafından düzenlenir.

Beynin üçüncü parçası ise beyin zarıdır (korteks) ve yaklaşık yüz milyon sene önce gelişmeye başlamıştır. Beynin tümünü saran beyin zarı, insan olma mucizemizin sorumlusudur. Uygarlık, edebiyat, sanat ve müzik burada yer alır. Mantıklı düşüncelerimizin ve yaratıcı düşüncelerimizin üretildiği yer burasıdır. Öğrenmelerin saklandığı, muhakemelerin yapıldığı, bizi biz yapan tüm düşünsel özelliklerimiz bu beynin ürünüdür. Bir değişiklik yapmak ya da yaratıcı bir sürece geçmek istediğimizde, beyin zarına ulaşmamız gerekir.

Bu üç beyin, her zaman olumlu ve çatışmasız bir şekilde çalışmaz. Mantıklı zihnimiz bize kilo vermemizi söyler fakat bir oturuşta, birkaç tabak yemek yiyebiliriz. Ya da yeni bir projeyle yaratıcı bir atılım yapmak isteriz ama zihnimiz taze dökülmüş beton kadar boştur.

Düşünsel, mantıklı bir değişiklik yapmak istediğiniz halde bir engelle karşılaşıyorsanız, genellikle işleri bozduğu için orta beyni suçlayabilirsiniz. Orta beyin amigdala denilen bir parçayı bulacağınız yerdir. Amigdala, hayatta kalabilmemiz için kesinlikle yaşamsal derecede önemlidir. Tüm diğer memelilerde olduğu gibi bizde de bulunan bir alarm mekanizması olan savaşma ya da kaçma tepkisini kontrol eder. Ani bir tehlike karşısında bedenin parçalarını uyarıp harekete geçirecek şekilde tasarlanmıştır. Bunu yapmasının bir yolu, mantıklı ve yaratıcı düşünce gibi kaçmak ya da savaşmak için gerekli fiziksel becerileri engelleyebilecek diğer işlevleri durdurması ya da yavaşlatmasıdır.

Savaşma ya da kaçma tepkisinin pek çok anlamı vardır. Eğer bir panter size saldırıyorsa, beyin, acil durum hakkında dikkatle düşünerek zaman kaybetmenizi istemez. Bunun yerine beyin, yaşam fonksiyonlarınızı devam ettirirken, sadece sindirim, cinsel arzu ve düşünme süreci, gibi o an için gerekli olmayan işlevleri geçici olarak duraklatır ve bedeni hemen hareket geçmeye zorlar. Binlerce yıl önce, biz de balta girmemiş ormanlar ve savanalarda diğer memelilerle birlikte dolaşırken bu sistem, insanların güvenlikten ve alışıldık olandan ayrıldıkları sırada, tehlikeyle her karşılaşmalarında devreye girmişti. Çok hızlı koşamadığımız, avlanarak yaşamını sürdüren yırtıcı hayvanlardaki güç bizde olmadığı ve onlar kadar iyi göremediğimiz ve koku alamadığımız için bu ürkeklik bizim için yaşamsal derecede önemliydi. Savaşma ya da kaçma tepkisi günümüzde de yaşamsaldır, örneğin karayolunda otomobil kullanırken bir araba sizin yolunuzda üzerinize doğru geldiğinde ya da yanan bir evden kaçmanız gerektiğinde bu sistem devreye girer ve tepkisel bir hareket gösteririz.

Günümüzde amigdala ya da bundan kaynaklanan savaşma ya da kaçma tepkisi ile ilgili asıl problem, biz ne zaman alışıldık, güvenli düzenimizden çıkmak istesek amigdalanın alarm zilleri çalmasıdır. Beyin, herhangi bir yeni mücadele veya fırsat ya da arzu durumunda belli bir düzeyde, korkuyu tetikleyecek şekilde tasarlanmıştır. Bu mücadele, ister yeni bir iş, isterse sadece yeni biriyle karşılaşmak olsun, amigdala harekete geçmek için, bedenin uzuvlarını uyarır ve beynin düşünen parçası olan beyin zarına olan ulaşımımız kısıtlanır, hatta bazen durdurulur. O an mantıklı düşünemeyiz.

Bu olayı, bir sınav sırasındaki sinirlilik durumunda da deneyimleyebilirsiniz. Bu sınavın ne kadar önemli olduğuna inanırsanız, sonuçtan o kadar çok uzaklaşır, o kadar fazla korku hissedersiniz. Sonunda dikkatinizi odaklamanız giderek zorlaşır. Bir önceki gece kafanızda olan bir cevap, sanki o sırada hafıza bankanızda kendini saklıyor gibi gözükebilir. Bir türlü beyin zarınıza, her zaman hatırladığınız bilgiye ulaşamazsınız. Sınav korkusu ile gelen başarısızlıkların temel sebebi budur.

Büyük ve kompleks bir hedefe ulaşmak için harekete geçmek isterseniz, korku sonucu, amigdala, beyin zarına ulaşıp, harekete geçmenizi engeller ve sonuç başarısızlıktır.
Hedefinizi parçalara ayırıp küçülttüğünüzde, korku aşıldığından, amigdala devreye girmez, beyin zarı ile düşünüp, organize edip, başarıya ulaşabilirsiniz.​
 
Beyni forma sokmak

Eğitimde insan ve beyin gelişimi birbirinden farklı pekçok görüş farklılıkları içermektedir. Beyni çözmeden gelişimini göze almadan insanı anlamayı beklemek, gerçekçi eğitimsel süreçleri göze almamak demektir ki, bu kabul edilemez bir gerçektir.

Erişkin insan beyni ortalama 1500 gr. kadardır. Ana yapısı itibarıyla sol ve sağ beyin olarak iki bölümdür. Alt beyin, orta beyin ve üst beyin katmanlarıda mevcuttur. Doğum sonrası gelişimde gelişim hızı dikkate alınırsa, ilk gelişim yılları oldukça önem taşımaktadır. Okul öncesi dönemolarak da adlandırılan özellikle 3-6 yaşın insan hayatındaki önemi de, beyinde bu dönemde yaşanan hızlı gelişmelerle doğru orantılıdır.

Beyine dayalı araştırmalar bütün hızı ile sürerken, elde edilen bilgiler, insana ve eğitime bakış açımıza ciddi yönler vermektedir. Beyin ile ilgili dile getirilen bazı bilgiler, "beyin temelli öğrenme" modellerinin gelişimine katkıda bulunmuştur.

Beynin sol yarımküresi, akıl yürütme, dil becerileri, analitik düşünme, detyaları seçme gibi görevleri üstlenmişken, sağ yarımküresi ise sentezci düşünce, bütünü görme, beden dilini anlama, renkleri algılama vb. İşlemlerle yükümlüdür. Herhangi bir olayda beynimizin bir yarımküresi ile yürütmek yerine, her iki yarımküreyi de aktif hale getirerek yürütürsek, öğrenme performansında beklenmedik artış gözlemlenmiştir. Sağ beyni uyaracak eğitim çalışmalarının, öğrenci merkezli, görerek yaşayarak öğrenen, öğrenme materyaline sahip ortamların olmasında fayda tespit edilmiştir.

Her iki beyin yarım küresinin fonksiyonları göze alınırsa, öğretmenin taşıdığı görev sorumluluğu oldukça önem taşımaktadır. Öğrencilerin olumlu duygularının harekete geçirilmesi, hem beyin hem de performans motivasyonu için önem taşımaktadır. Erken yaşlarda beyine yapılan tüm uyarılar sinir hücrelerinin organizasyonun oluşmasına olanak tanımaktadır.

0-1 yaş anadil
0-2 yaş duyular (5 duyu)
1-4 yaş mantık ve matematik
0-10 yaş yabancı dil
0-10 yaş müzik
Bu dönemler önem taşıyan ve gelişimde etkisi olan dönemlerdir. Bu dönemlerde tüm yatırımlar beyne yapılmaktadır. Kritik döenmlerde beyne nitelik ve nicelik olarak yeterli düzeyde uyarıcılar göndermek ve bunu da bilinçli olarakyapmak gerekmektedir. Burada büyük sorumluluk eğitimi üstlenen kişilerdedir. Beyni belli bir forma sokmak ciddi sorumluluk getirmektedir.

Sonuçta; eğitim beyin gelişimi ile doğrudan ilişkili olduğu kadar eğitimcilerin etkisi altındadır. Bu nedenle de eğitimin ciddi ve bilinçli yapılması bilime saygılı yaklaşılması gerekmektedir.

Yediğimiz besinlerin insanın hafıza, zeka ve konsantrasyon gücü üzerinde çok önemli bir etkisi vardır. Örneğin vücut ağırlığımızın sadece % 2 ila 3’ü oranında ağırlığı olan beyin, günlük kalorilerimizin ortalama % 30’unu harcamaktadır. Hafıza ve Zeka Gelişimi açısından bazı besin kaynaklarının diğerlerine göre önemi çok daha fazladır. Örneğin bunların arasında B vitaminlerini içeren yiyecekler birinci sırada gelmektedir. Yine "demir"in beynin beslenmesi için hayati bir önemi vardır. "B" vitaminlerinin beyindeki önemli reaksiyonların gerçekleştirilmesindeki payı zihinsel potansiyel açısından hayatidir. Ayrıca B vitaminleri beyni strese karşı da korumaktadır. Beyin için enerji üretimine büyük katkısı olan B vitaminlerinin eksikliği yorgunluğa, hafıza ve zeka performansının zayıflamasına neden olur. Beynin ihtiyacı olan B vitaminlerinin yeterince alınması halinde aşağıda belirtilen zihinsel fonksiyonlarda gelişmelerin olduğu açıkça hissedilmektedir;

Öğrenme ve Hafıza Gücü,
Konsantrasyon,
Hızlı Düşünme,
Sözel Yetenek ve Akıcılık,
Uyanıklık,
Yaratıcı Düşünme,
Enerjik Hissetme.
Kuru baklagiller, kırmızı et, ayçekirdeği, balık, yoğurt, süt, peynir, yeşil yapraklı sebzeler, tavuk eti, hindi, yerfıstığı, muz, kavun, brokoli, ıspanak, domates, yumurta, kavun ve enginar kombinasyonları B grubu (complex) vitaminlerini garanti eden besin kaynaklarıdır. Yeteri kadar dengeli beslenemediğini düşünenlere ilave olarak düşük dozlu "B-Complex" vitaminleri almaları tavsiye edilmektedir. Ayrıca demirin beyne oksijen taşınmasında çok önemli bir rolü vardır. Özellikle oksijenin beyne taşınması ve beyin tarafından kullanılmasını sağlayan kandaki hemoglobin ve alyuvarların oluşumunda demire ihtiyaç vardır. Daha kısa bir ifadeyle beynin temel enerji kaynaklarından biri olan oksijenin beyne taşınabilmesi için demire ihtiyaç vardır. Dolayısı ile diyetimiizde mutlaka demir içeren yiyecekler bulundurmalıyız.

Tüm kırmızı etler, kuru baklagiller, koyu yeşil sebzeler, domates ve pekmez demir açısından zengin olan yiyeceklerdir. Demirin yiyeceklerden emilmesini kolaylaştıran vitamin ise "C" vitaminidir. Bundan dolayı demir içeren yiyeceklerin "C" vitamini içeren, örneğin turunçgiller, kivi, domates, patates, karnabahar, brokoli, kavun, çilek, incir, kırmızı ve yeşil biber gibi besinlerle birlikte alınmasında fayda vardır. Bunun yanında kafein içeren içecekler ise demirin emilmesini engellemektedir.

"C" vitamininin yanında "E" vitamininin de antioksidan olarak beynin etkin ve verimli kullanılmasına büyük katkıları vardır. Bitkisel yağlar, yerfıstığı, ayçekirdeği ve buğday E vitamini açısından zengin besinlerdir.​
 
X