Atatürk, 21.3.1923’te Konya’da kadınlara şunları söylemiş: “Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu, keresteyi getiren, mahsulatı pazara götürerek paraya kalbeden, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlara beraber sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip cephenin mühimatını taşıyan hep onlar; hep o ulvi, o fedakar, o ilahi Anadolu kadınları olmuştur.” Kadınlarımızın Kurtuluş Savaşımızdaki, büyük emekleri için duyduğu minnet bu sözlerde hemen seziliyor.
Atatürk’te kadın ve kadın hakları konusu, bu minneten mi ibaret? Elbet ondan ibaret değil. Atatürk`ün kadın haklarına bakışı, çoğu zaman bir eşitlik sorunu, kadın erkek eşitliği sorunu olmaktan ibaret gibi görülmüş, anlaşılmıştır. Acaba öyle mi ve bundan mı ibaret? Bundan da ibaret değil. Sadece bir eşitlik sorunu da değil...
Atatürk kadın haklarına, toplumun bir yarısının sorunu gibi değil, toplumun tümünü kapsayan bir sorun olarak, bir bütünlük içinde bakıyor. Toplumsal bir bilinçle, tarih bilinci ile bakıyor o soruna. Bu tespiti önemli sayıyorum.
Atatürk’te kadın sorunu, elbet bir uygarlık, bir çağdaşlık, bir demokrasi sorunu. Ama Atatürk, kadınları geri bırakılmış bir toplumun, kanatlarından biri kırık bir toplum değil, kanatlarının ikisi de kırık bir toplum olacağını düşünüyor.
1923 Martındaki şu sözlerine bakalım: “Kadınlarımız, hatta erkeklerden daha çok münevver, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar. Eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa böyle olmalıdırlar.” Milletin anası olmak. Atatürk, kadınlara sadece kendi çocuklarının değil, bütün bir milletin anası olarak bakıyor ve aydınlanmış, çağdaş, uygar kadınları olan bir toplumun erkeklerinin de aydın, çağdaş ve uygar olacağını söylüyor. Çünkü çocukları önce onlar eğitecek, yetiştiricek.
Bu nasıl olacak? Elbet önce eşitsizlikleri kaldırarak: “Halbuki bir heyet-i içtimaiye, aynı gayeye bütün kadınları ve erkekleriyle beraber yürümezse terakki etmesine imkan-ı fenn-i ve ihtimal-i ilmi yoktur.”
“Mümkün müdür ki bir camianın yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı semalara yükselebilsin?”
Atatürk bunları söylüyor.
Ocak 1923’te şunları da söylemiş: “...bizi analarımızın adam etmesi lazım idi. Onlar edebildikleri kadar etmişlerdir. Fakat bugünkü seviyemiz, bugünkü icabat ve ihtiyacat-ı esasiyeye gayr-ı kafidir. Başka zinniyette, başka kemalde adamlara muhtacız. Bunları yetiştirecek olan bundan sonraki validelerdir.“
“Bundan sonraki valideler...”, yani Cumhuriyetin anaları.
Atatürk kadın sorununu, bir hak ve görev bütünlüğü içine oturtuyor: “Başka zihniyette, başka olgunlukta” yeni insanları yetiştirmek, Cumhuriyetin insanını yetiştirmek. Bu, Türk kadınının görevi. Bu nasıl yapılacak? Kadın eve kapatılarak mı? Hayır diyor Atatürk, kadın “vezaif-i beytiyesi” (ev işleri çerçevesi) içine kapatılamaz. Siyasal ve toplumsal bütün haklara ve olanaklara sahip olacak, meslek sahibi olacak. Bunlar da kadınların hakları. O haklara, sadece insan hakları oldukları için değil; anaların, Cumhuriyetin yeni insanını yetiştirmeleri, bu haklara sahip olmalarına bağlı olduğu için de sahip olacaklar. Cumhuriyetin kadın hakları sorunu bence, sadece genel bir insan hakları sorunu olmaktan ibaret değildi.
Atatürk’ün şu anısını okuyalım: "Bir gün Akşehir civalarında bir köye gittim (elbet Kurtuluş Savaşı günlerinde, çünkü bunları Mart 1923’te anlatıyor). Çok yağmur yağıyordu ve soğuk vardı. Kendimi belli etmeyerek bir evin önünde duran bir kadına, hemşire, yağmur var, soğuk var, beni kabul eder misiniz dedim. Hiç tereddüt etmeyerek buyurun dedi ve beni bir odaya aldı. Odada ateş olmadığı için, isterseniz bizim odaya gidelim, orada hazır ateş var dedi. Gittik. Müteakiben komşulardan birkaç kadın ve birkaç erkek geldi. Beraber konuşmaya başladık. Konuşurken bana en mühim sualleri soran kadınlar oldu. Akerin vaziyetini, düşmanın halini, en mühim düşmanın hangisi olduğunu sordular ve bunları sorarken hiçbir telaş ve takayyüde (kayıt, şart) lüzum görmediler. İnsanca konuştular. Fakat benim kim olduğumu anlayınca telaş gösterdiler ve söyledikleri şeylerden kendilerine bir zarar geleceğini zannederek korktular. Çünkü şimdiye kadar resmi bir adamla açıkça konuşmayı büyük bir kabahat telakki etmişlerdi."
İşte Atatürk, düşünmeyen ve konuşmayan değil, aslında düşünen ve konuşan, ama “vezaif-i beytiye” (ev görevleri) içine hapsedilmiş o kadınları topluma kazandırmak istemiştir.
Atatürk kadın sorununa bilinçle bakıyordu dedim. Daha önce bir yazıda değindim, burada da hatırlayalım. 1916 yılının son günlerinde Doğu Cephesi`nde tuttuğu günlüğün 22 Kasım Çarşamba gününe ait bölümde şunları yazmış: “Erkan-ı harp reisiyle tesettürden lağvı (kaldırılması) ve hayat-ı içtimaiyemizin ıslahı hakkında sohbet: 1) Muktedir ve hayata vakıf ana yetiştirmek, 2) Kadınlara serbestesini vermek.”
Atatürk kadınları, “vezaif-i beytiye”lerinin dışına çıkarmaya daha 1919’da başlamış. 9 Aralık 1919’da Sivas’ta kurulan bir "Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan cemiyeti" var. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne paralel, merkezi Sivas`da olan bir dernek. Anadolu’nun pek çok yerinde şubeleri var. Nasıl o günlerde Sivas’ta çıkan "İrade-i Milliye" gazetesini çıkarttıran Atatürk ise, bu derneği de kurdurtan mutlaka o.
Bu konuda bir bilgi: Daha önce “Bağımsızlık, hepsi bu” yazısında bahsettiğim The Saturday Evening Post dergisinin yazarı F. Marcosson, 1923 yazısında Atatürk’le görüşmek üzere geldiği Ankara’da Latife Hanım’la da konuşmuş. Kadın sorunları üzerinde de konuşmuşlar ve yazar özellikle o konuda sorular sormuş. Latife Hanım şunları söylemiş: ”Cahil köylülerin sırtına oy hakkını yüklemek saçma olur. Uzun vadede, kadınlar için, kadınlarca yönetilen okullarımız olmalı. Bunu yavaş bir süreç olması kaçınılmaz.”
Devrimci Mustafa Kemal Atatürk ve evrimci Latife Hanım. Latife hanım, kadın ve erkek okullarının ayrı olmasını ve bunun uzun vadeli olmasını da istiyor. Atatürk’ün evliliği kısa sürmüştü, ikibuçuk yıl kadar. Anlaşılan aralarında dünya görüşü ayrılıkları da varmış.
Atatürk’te kadın ve kadın hakları konusu, bu minneten mi ibaret? Elbet ondan ibaret değil. Atatürk`ün kadın haklarına bakışı, çoğu zaman bir eşitlik sorunu, kadın erkek eşitliği sorunu olmaktan ibaret gibi görülmüş, anlaşılmıştır. Acaba öyle mi ve bundan mı ibaret? Bundan da ibaret değil. Sadece bir eşitlik sorunu da değil...
Atatürk kadın haklarına, toplumun bir yarısının sorunu gibi değil, toplumun tümünü kapsayan bir sorun olarak, bir bütünlük içinde bakıyor. Toplumsal bir bilinçle, tarih bilinci ile bakıyor o soruna. Bu tespiti önemli sayıyorum.
Atatürk’te kadın sorunu, elbet bir uygarlık, bir çağdaşlık, bir demokrasi sorunu. Ama Atatürk, kadınları geri bırakılmış bir toplumun, kanatlarından biri kırık bir toplum değil, kanatlarının ikisi de kırık bir toplum olacağını düşünüyor.
1923 Martındaki şu sözlerine bakalım: “Kadınlarımız, hatta erkeklerden daha çok münevver, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar. Eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa böyle olmalıdırlar.” Milletin anası olmak. Atatürk, kadınlara sadece kendi çocuklarının değil, bütün bir milletin anası olarak bakıyor ve aydınlanmış, çağdaş, uygar kadınları olan bir toplumun erkeklerinin de aydın, çağdaş ve uygar olacağını söylüyor. Çünkü çocukları önce onlar eğitecek, yetiştiricek.
Bu nasıl olacak? Elbet önce eşitsizlikleri kaldırarak: “Halbuki bir heyet-i içtimaiye, aynı gayeye bütün kadınları ve erkekleriyle beraber yürümezse terakki etmesine imkan-ı fenn-i ve ihtimal-i ilmi yoktur.”
“Mümkün müdür ki bir camianın yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı semalara yükselebilsin?”
Atatürk bunları söylüyor.
Ocak 1923’te şunları da söylemiş: “...bizi analarımızın adam etmesi lazım idi. Onlar edebildikleri kadar etmişlerdir. Fakat bugünkü seviyemiz, bugünkü icabat ve ihtiyacat-ı esasiyeye gayr-ı kafidir. Başka zinniyette, başka kemalde adamlara muhtacız. Bunları yetiştirecek olan bundan sonraki validelerdir.“
“Bundan sonraki valideler...”, yani Cumhuriyetin anaları.
Atatürk kadın sorununu, bir hak ve görev bütünlüğü içine oturtuyor: “Başka zihniyette, başka olgunlukta” yeni insanları yetiştirmek, Cumhuriyetin insanını yetiştirmek. Bu, Türk kadınının görevi. Bu nasıl yapılacak? Kadın eve kapatılarak mı? Hayır diyor Atatürk, kadın “vezaif-i beytiyesi” (ev işleri çerçevesi) içine kapatılamaz. Siyasal ve toplumsal bütün haklara ve olanaklara sahip olacak, meslek sahibi olacak. Bunlar da kadınların hakları. O haklara, sadece insan hakları oldukları için değil; anaların, Cumhuriyetin yeni insanını yetiştirmeleri, bu haklara sahip olmalarına bağlı olduğu için de sahip olacaklar. Cumhuriyetin kadın hakları sorunu bence, sadece genel bir insan hakları sorunu olmaktan ibaret değildi.
Atatürk’ün şu anısını okuyalım: "Bir gün Akşehir civalarında bir köye gittim (elbet Kurtuluş Savaşı günlerinde, çünkü bunları Mart 1923’te anlatıyor). Çok yağmur yağıyordu ve soğuk vardı. Kendimi belli etmeyerek bir evin önünde duran bir kadına, hemşire, yağmur var, soğuk var, beni kabul eder misiniz dedim. Hiç tereddüt etmeyerek buyurun dedi ve beni bir odaya aldı. Odada ateş olmadığı için, isterseniz bizim odaya gidelim, orada hazır ateş var dedi. Gittik. Müteakiben komşulardan birkaç kadın ve birkaç erkek geldi. Beraber konuşmaya başladık. Konuşurken bana en mühim sualleri soran kadınlar oldu. Akerin vaziyetini, düşmanın halini, en mühim düşmanın hangisi olduğunu sordular ve bunları sorarken hiçbir telaş ve takayyüde (kayıt, şart) lüzum görmediler. İnsanca konuştular. Fakat benim kim olduğumu anlayınca telaş gösterdiler ve söyledikleri şeylerden kendilerine bir zarar geleceğini zannederek korktular. Çünkü şimdiye kadar resmi bir adamla açıkça konuşmayı büyük bir kabahat telakki etmişlerdi."
İşte Atatürk, düşünmeyen ve konuşmayan değil, aslında düşünen ve konuşan, ama “vezaif-i beytiye” (ev görevleri) içine hapsedilmiş o kadınları topluma kazandırmak istemiştir.
Atatürk kadın sorununa bilinçle bakıyordu dedim. Daha önce bir yazıda değindim, burada da hatırlayalım. 1916 yılının son günlerinde Doğu Cephesi`nde tuttuğu günlüğün 22 Kasım Çarşamba gününe ait bölümde şunları yazmış: “Erkan-ı harp reisiyle tesettürden lağvı (kaldırılması) ve hayat-ı içtimaiyemizin ıslahı hakkında sohbet: 1) Muktedir ve hayata vakıf ana yetiştirmek, 2) Kadınlara serbestesini vermek.”
Atatürk kadınları, “vezaif-i beytiye”lerinin dışına çıkarmaya daha 1919’da başlamış. 9 Aralık 1919’da Sivas’ta kurulan bir "Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan cemiyeti" var. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne paralel, merkezi Sivas`da olan bir dernek. Anadolu’nun pek çok yerinde şubeleri var. Nasıl o günlerde Sivas’ta çıkan "İrade-i Milliye" gazetesini çıkarttıran Atatürk ise, bu derneği de kurdurtan mutlaka o.
Bu konuda bir bilgi: Daha önce “Bağımsızlık, hepsi bu” yazısında bahsettiğim The Saturday Evening Post dergisinin yazarı F. Marcosson, 1923 yazısında Atatürk’le görüşmek üzere geldiği Ankara’da Latife Hanım’la da konuşmuş. Kadın sorunları üzerinde de konuşmuşlar ve yazar özellikle o konuda sorular sormuş. Latife Hanım şunları söylemiş: ”Cahil köylülerin sırtına oy hakkını yüklemek saçma olur. Uzun vadede, kadınlar için, kadınlarca yönetilen okullarımız olmalı. Bunu yavaş bir süreç olması kaçınılmaz.”
Devrimci Mustafa Kemal Atatürk ve evrimci Latife Hanım. Latife hanım, kadın ve erkek okullarının ayrı olmasını ve bunun uzun vadeli olmasını da istiyor. Atatürk’ün evliliği kısa sürmüştü, ikibuçuk yıl kadar. Anlaşılan aralarında dünya görüşü ayrılıkları da varmış.