- 30 Mayıs 2007
- 267
- 1
Ruhumu kaybetmiştim gecenin bir vakti... Ve işin kötü tarafı bilmiyordum nerede unuttuğumu... Bulmam lazımdı onu... Yoksa ben ne yapardım... Ben, ben olamazdım ki onsuz... Düşlerim de bir işe yaramazdı... Düşlerim olur muydu acaba... Ama ben düşlersiz yaşıyamam ki... Beni yalnız bırakmamalıydı ruhum... Karanlıktan da korkardım onsuz olunca... Hissedebilir miydim acaba korkuyu? İçime işler miydi yalnızlık soğuk bir rüzgar gibi... Bulabilecek miydim ruhumu, düşlerimi... Kim bana tercüman olacaktı... Bulmalıydım ruhumu... Ve hatırlamalıydım nerede unuttuğumu... Yağmur da yağıyordu ve düşünüyordum nerede unuttuğumu ruhumu... Oyuncakçı olamazdı, kapısından çıktığımda mutluydum çünkü. O olmadan mutlu olamazdım... Artık mutlu olamıyacak mıyım? Mutlu olamadığıma göre mutsuz muyum acaba... Bir insan mutlu değilse, mutsuzdur... Ama ben bunu da hissedemiyorum ki... Yoksa öldüm mü ben? Ölüm de böyle bir şey olsa gerek.. İyi ama bu evlerin işi ne burada... Cebim de boş üstelik... Umutlarımı da kaybetmişim...
Ve yağmur yağıyordu ve düşünüyordum ruhumu... Bir kadın vardı sokağın ucunda, ağlıyordu... Niye acaba... O da ruhunu kaybetmiş olabilir mi?.. O biliyor mu benim ruhumun yerini... Biliyorsa da söyler mi ki bana... Niye sokakta başkası yok. Ve niye sokakta hiç lamba yok. Ve niye sokağı sadece kadının yürekleri tuzla buz eden içli hıçkırık sesleri kaplıyordu... Benim sesim niye çıkmıyor... Bağırmalı mıyım yoksa... Güneş ne zaman doğacak peki... Acele etmeliyim, güneş doğmadan bulmalıyım ruhumu... Ve yağmur yağıyordu ve üşüyordum ve de düşünmeye çalışıyordum... Kadın da gitmişti üstelik... Yalnız kalmıştım sokakta... Lambası da yoktu sokağın... Ve tüpçü kamyonu geçiyordu sokaktan... Şarkı söylüyordu kamyon... Ama o da gitti, benim sesim gene çıkmadı... Bağırsaydım keşke... Ben de gitmeliydim... Bir de hatırlasam ruhumu nerede unuttuğumu... Ve bir de bulsam onu güneş doğmadan... Ah bir bulsam, kaybetmiyeceğim bir daha, söz veriyorum... Ben kime söz veriyorum ki?.. Ve yağmur yağıyordu ve üşüyordum ve sesim de çıkmıyordu... Kitapçı da unutmuş olabilir miydim ruhumu... Zaten ağır bir havası vardı o kitapçı dükkanının... Duyguları vardı oradaki kitapların ve duygular vardı kitapçının raflarında... Umut da vardı orda, korku da... Kaygı da vardı, heyecan da... Ve aşk dans ediyordu terk edilmişlikle... Kesin orada kaldı ruhum... O yeşil ciltli, kalın kitabı elime hiç almamalıydım... Alırken elim titremişti zaten... Tozluydu üstü. Üflemiştim, tozlarıyla vedalaşsın diye... Ve sayfalarını karıştırmıştım öylesine... Kesin o kitabın sayfalarına takılmıştır ruhum... Dalmıştır bir aşk öyküsüne, ya da bir umudun telaşına... Tabi ya, benim umutlarım hep dar gelirdi ona... Benim umutlarım bana da dar gelirdi... Ve benim aşklarım acıyla kavrulurdu... Ama o yeşil ciltli, kalın kitabın içindeki aşklar öyle miydi... O aşklar düşlerim gibiydi, mutluydu aşklar, aşıklar... Kitabın adı neydi ya... Kitapçı kapanmamış olabilir mi... Güneş de doğmak üzere... Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de yağmur yağıyordu... Şemsiyemi kim aldı? Yağmurdan bir kaç damla aldım, ödünç olarak... Çünkü ağlıyamıyordum... Çünkü üzülemiyordum... Peki ya o yeşil ciltli, kalın kitabı birisi aldıysa... Ruhumu da almış olurdu o zaman... Ah!! Keşke o kitabı ben alsaydım... Hem belki okurdum da... Belki yeni umutlarım da olurdu... Hem o zaman ruhum da yanımda olurdu... Bana tercümanlık da yapardı... Mutlu da olurdum üstelik... Yeni düşlerim de olurdu. Daha güzel düşlerim... Sınırı olmayan düşler... Gecenin sonsuz karanlığını dolduran düşler... Bana benden daha yakın olan düşler... Mavi düşler... Yeşil düşler... Ulan yeşil ciltli kalın kitap... Nelere kadirmişsin be! Acaba kapanmış mıdır kitapçı... Güneşin doğmasına ne kadar var... Her şey bir yana bu ses de ne?.. Gökgürültüsü olmadığı çok açık... Yağmur durmuştu çünkü... Damlaları bendeydi... Ödünç almıştım ya... İyi de bu ses... Yoksa ağlayan kadın mı... Düşlerim olabilir mi... Yoksa, yoksa ruhum mu geliyor... Bu ses... Bu... Bu benim çalar saatimin sesi ya... Haayır! Gene beni çağırıyorlar... İyi de daha ruhumu bulamadım ki... Ve güneşin doğmasına da daha var... Belki kitapçı da kapanmamıştır... Kitapçıya gitmem lazım...
-Anne..! Boşversene okulu, sen ruhumu gördün mü, onu söyle...
alntı
Ve yağmur yağıyordu ve düşünüyordum ruhumu... Bir kadın vardı sokağın ucunda, ağlıyordu... Niye acaba... O da ruhunu kaybetmiş olabilir mi?.. O biliyor mu benim ruhumun yerini... Biliyorsa da söyler mi ki bana... Niye sokakta başkası yok. Ve niye sokakta hiç lamba yok. Ve niye sokağı sadece kadının yürekleri tuzla buz eden içli hıçkırık sesleri kaplıyordu... Benim sesim niye çıkmıyor... Bağırmalı mıyım yoksa... Güneş ne zaman doğacak peki... Acele etmeliyim, güneş doğmadan bulmalıyım ruhumu... Ve yağmur yağıyordu ve üşüyordum ve de düşünmeye çalışıyordum... Kadın da gitmişti üstelik... Yalnız kalmıştım sokakta... Lambası da yoktu sokağın... Ve tüpçü kamyonu geçiyordu sokaktan... Şarkı söylüyordu kamyon... Ama o da gitti, benim sesim gene çıkmadı... Bağırsaydım keşke... Ben de gitmeliydim... Bir de hatırlasam ruhumu nerede unuttuğumu... Ve bir de bulsam onu güneş doğmadan... Ah bir bulsam, kaybetmiyeceğim bir daha, söz veriyorum... Ben kime söz veriyorum ki?.. Ve yağmur yağıyordu ve üşüyordum ve sesim de çıkmıyordu... Kitapçı da unutmuş olabilir miydim ruhumu... Zaten ağır bir havası vardı o kitapçı dükkanının... Duyguları vardı oradaki kitapların ve duygular vardı kitapçının raflarında... Umut da vardı orda, korku da... Kaygı da vardı, heyecan da... Ve aşk dans ediyordu terk edilmişlikle... Kesin orada kaldı ruhum... O yeşil ciltli, kalın kitabı elime hiç almamalıydım... Alırken elim titremişti zaten... Tozluydu üstü. Üflemiştim, tozlarıyla vedalaşsın diye... Ve sayfalarını karıştırmıştım öylesine... Kesin o kitabın sayfalarına takılmıştır ruhum... Dalmıştır bir aşk öyküsüne, ya da bir umudun telaşına... Tabi ya, benim umutlarım hep dar gelirdi ona... Benim umutlarım bana da dar gelirdi... Ve benim aşklarım acıyla kavrulurdu... Ama o yeşil ciltli, kalın kitabın içindeki aşklar öyle miydi... O aşklar düşlerim gibiydi, mutluydu aşklar, aşıklar... Kitabın adı neydi ya... Kitapçı kapanmamış olabilir mi... Güneş de doğmak üzere... Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de yağmur yağıyordu... Şemsiyemi kim aldı? Yağmurdan bir kaç damla aldım, ödünç olarak... Çünkü ağlıyamıyordum... Çünkü üzülemiyordum... Peki ya o yeşil ciltli, kalın kitabı birisi aldıysa... Ruhumu da almış olurdu o zaman... Ah!! Keşke o kitabı ben alsaydım... Hem belki okurdum da... Belki yeni umutlarım da olurdu... Hem o zaman ruhum da yanımda olurdu... Bana tercümanlık da yapardı... Mutlu da olurdum üstelik... Yeni düşlerim de olurdu. Daha güzel düşlerim... Sınırı olmayan düşler... Gecenin sonsuz karanlığını dolduran düşler... Bana benden daha yakın olan düşler... Mavi düşler... Yeşil düşler... Ulan yeşil ciltli kalın kitap... Nelere kadirmişsin be! Acaba kapanmış mıdır kitapçı... Güneşin doğmasına ne kadar var... Her şey bir yana bu ses de ne?.. Gökgürültüsü olmadığı çok açık... Yağmur durmuştu çünkü... Damlaları bendeydi... Ödünç almıştım ya... İyi de bu ses... Yoksa ağlayan kadın mı... Düşlerim olabilir mi... Yoksa, yoksa ruhum mu geliyor... Bu ses... Bu... Bu benim çalar saatimin sesi ya... Haayır! Gene beni çağırıyorlar... İyi de daha ruhumu bulamadım ki... Ve güneşin doğmasına da daha var... Belki kitapçı da kapanmamıştır... Kitapçıya gitmem lazım...
-Anne..! Boşversene okulu, sen ruhumu gördün mü, onu söyle...
alntı