Ailesi
Anne ve Babası; Zübeyde ve Ali Rıza
Zubeyde Hanım gülümserken. 1918 yılında İzmir'deki evinde.
Zübeyde Hanım'ın evlenmeden önce ailesiyle beraber yaşadığı yerleşim yeri olan Langaza vilayeti.
Zübeyde Hanım
Zübeyde Hanım, bir Türkmen ailesi olan Hacı Sofi ailesinden gelen babası, Sofuzade Feyzullah Sadullah Ağa ve annesi Ayşe Hanım'ın kızıdır. Kökeni Konya ilinin Karaman ilçesine uzanmaktadır. Ailesi, Fatih Sultan Mehmed Han (II. Mehmet) zamanında İzmir'den Rumeli topraklarına göç etmiş ve son olarak şuanki Yunanistan'ın Selanik şehrine göç ederek Langaza olarak bilinen yere yerleşmişlerdir. Zübeyde Hanım, miladi takvime göre 1857 yılında (Hicri, 1273) Langaza vilayetinde dünyaya gelmiştir. Zübeyde; sükunet sahibi, aklı başında, muhafazakar bir kişiliğe sahip olmanın yanında zeki bir kişidir aynı zamanda. Güzel bir görünüşe sahip olan Zübeyde, koyu mavi gözlere, sarıya çalan kumral ve dalgalı saçlara sahipti. O dönemin şartları neticesinde bayanların okula gönderilmesi ve okumak istemesi normal karşılanmadığı ve okur yazarlığın pek olmadığı bir dönemde kendisi okuyabiliyor ve yazabiliyordu. Annesi, Ayşe Hanım gibi. Bu yüzden kızı Zübeyde'de kendisi gibi çevresinde adının yanında "Molla" lakabı ile anılacak, yaşadığı çevrede "Zübeyde Molla" şeklinde tanınacaktı.
Günlerden bir gün Zübeyde Hanım, yorgan doldurma esnasında yorgan inesini kaza ile bacağına saplar. İğneği burada çıkartarak riske girmek istemeyen aile, O'nu bir saat mesafedeki Selanik'e götürecek ve oradaki hekimlere çıkartıracaklardı. Aile yola koyulur ve Selanik'e vararak doğruca Hekimin yanına giderek ineği çıkartırlar. Daha sonra Zübeyde Hanım'ın ailesi evlerine Langaza'ya dönmek isterler ancak Zübeyde buna karşı çıkarak bir müddet daha Selanik'te kalmak ister ve dediği olur.
Ali Rıza Efendi
Ali Rıza Bey'in bu Fotoğrafı, Selanik'teki Asakir-i Milliye Taburunda çektirdiği sanılan bir diğer fotoğraf
Ali Rıza Bey'in bu Fotoğrafı, Selanik'teki Asakir-i Milliye Taburunda Subaylık görevini yerine getirdiği sıralarda çekildiği sanılıyor.
Kesin olarak bilinmemekle beraber Ali Rıza Efendi 1839 yılında dünyaya geldiği bilinmektedir. Soyu itibariyle Osmanlı Devleti'nin Makedonya ve Yunanistan'da Tesella adı verilen bölgeyi Türkleştirme Politikası çerçevesinde 1460 yılında Makedonya'nın Manastır Vilayeti'nin Debre-i Bala Sancağı'na bağlı Kocacık Köyü'ne; oradan 1830'larda Selanik'e göç etmiş olan Kocacık Yörüklerindendir. Kocacık Yörükleri, Orta Asya'dan gelerek Anadolu'da Konya-Karaman Bölgelerinde yaşayan "Kızıloğuz" Türkmenlerindendir. Babası Kızıl Hafız Ahmet Efendi ve Amcası Kızıl Hafız Mehmet Emin Efendi'nin taşıdıkları "Kızıl" lakabı da buradan gelmektedir.(kaynak:VikiPedi)
Çocukluğu ve gençliği hakkında fazla bilgi ve belge bulunmamakla beraber, ilk okulunu Abdi Hafız Mahalle Mektebi'nde okumuştur. Selanik şehrinde Evkaf İdaresi olarak adlandırılan ve bu gün Vakıf İdaresi olarak bilinen kurumda bir müddet katiplik görevinde bulunduktan sonra Selanik'e yaklaşık 120 km. uzaklıkta bulunan Olimpos Dağı'nın eteklerinde ve Ege Denizi kyısında yer alan geniş bir ormanlık alan içinde bulunan Çayağzı yada Papazköprüsü olarak bilinen bölgede yer alan Gümrük Muhafaza Teşkilatı'nda Gümrük Muhafaza Memuru olarak görev alacaktır.
Kardeşleri; Fatma, Ahmet, Ömer, Makbule ve Naciye
Atatürk'ün büyük kız kardeşi; ablası, Fatma
Ali Rıza ve Zübeyde çiftinin ilk çocukları Fatma idi. Fatma'nın doğum ve vefat tarihi konusunda net bir yıl verilememektedir. Doğumu 1871 yada 1872 olarak belirtilmektedir. Vefatı konusunda ise eldeki bilgiler ışığında çiftin üçüncü çocuğu yani Ömer'in doğduğu yıl olarak bilinmektedir.
Atatürk'ün büyük erkek kardeşi; ağabeyi, Ahmet
1874 yılında doğduğu tahmin edilmekte ve Çayağzı'ndan veya Papaz Köprüsü'nden ayrılmadan önce dönemin ölümcül ve salgın hastalıklarından birisi olan ve kuşpalazı olarak bilinen Difteri hastalığı nedeniyle vefat etmiştir. Ancak net bir tarih verilememekte ve 9 yaşına kadar yaşamış olduğu söylensede eldeki kronolojik bilgiler ışığında yanlış olduğu görülmektedir.
Atatürk'ün büyük erkek kardeşi; ağabeyi, Ömer
Ömer'de 1875 yılında dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. O'nun da yaşamı ablası ve Ağabeyi gibi kısa sürecek ve hayata daha çocuk yaşlarında veda edecekti. Abisi Ahmet gibi O'nunda ölüm nedeninin difteri olduğu sanılmaktadır. O dönemki sağlık koşullarının yanı sıra ailenin yaşamını sürdürdüğü yer olan Çayağzı bölgesi ozamanki sıradan yerleşim yerleriyle dahi kıyaslanamayacak derecede kötü şartlara sahipti. Gerek yiyecek gerek sağlık ihtiyacı gibi ihtiyaçların şehire inerek karşılanabiliyor olması, bölgenin iklimsel ve coğrafi yapısı yaşamayı yetişkin insanlar için yaşanmaz hale getirirken çocukların vefatı bir bir gerçekleşiyordu. Sonunda Ömer'de hayata veda edecek ve Hakkın Rahmetine nail olacaktı. Ömer'inde vefatı hususunda kesin bir kanı söz konusu değildir ancak yine eldeki kronolojik bilgiler neticesinde Ömer'inde Çayağzı'nda vefat ettiği sanılmaktadır.
Atatürk'ün küçük kız kardeşi, Makbule
Mustafa Kemal Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Hanım
Makbule, Mustafa'dan sonra doğduğu bilinmekte ve doğum tarihi olarakta 1885 yılı gösterilmektedir. Mustafa'nın sonradan dünyaya gelecek ve vefat edecek kız kardeşi Naciye ile birlikte iki kız kardeşinden birisidir. Makbule'de Mustafa gibi ailenin Selanik'teki Islahane semtinin Ahmet Subaşı Mahallesinde bulunan üç katlı evinde doğduğu bilinmektedir. Makbule hanım saf bir kişiliğe sahipti. Mustafa Kemal (Atatürk), sonraki yıllarda bu saflığının neticesinde Makbule'nin olaylara verdiği tepkileri sık sık dile getirerek tebessüm içerisinde keyifli bir şekilde dile getirirdi. Babası Ali Rıza'nın vefat etmesi, annesi Zübeyde'nin Ragıp Bey ile evlenip bir müddet beraber yaşadıktan sonra 1913 yılında Birinci Balkan Savaşı patlak verir ve Balkan toprakları Osmanlı Devleti'nin elinden düşer bunun üzerine annesi Zübeyde ile beraber İstanbul'a taşınırlar. İstanbul'da Beşiktaş Akaretler'de bir eve yerleştiler. Cumhuriyet'in ilanı edilmesinin hemen ardından yine Annesiyle birlikte Ankara'ya gittiler ve Ağbeyi Mustafa Kemal (Atatürk) ile birlikte Çankaya Köşkünde ikamet ettiler. Burada bir müddet kaldıktan sonra Zübeyde hanım rahatsızlandı ve tedavisi için İzmir'e gitti. Daha sonra kendisi için Çankaya Köşkü Arazisi üzerine Camlı Köşk inşa edildi ve bir süre orada kaldı. Bu sırada Soyadı Kanunu çıkarılmış ve Makbule Hanım "ATADAN" soyadını almıştır. Sonraki dönemde Makbule Atadan, Mustafa Kemal (Atatürk)'in isteği üzerine Fetih Okyar'ın kurduğu Serbest Cumhuriyet Fıkrası'na(Partisi) girdi. Parti bir müddet sonra kapatılınca Makbule Atadan siyasetten çekildi. Partideki görevi sırasında Milletvekili Mecdi Boysan ile tanışan Makbule 1935 yılında Mecdi Bey ile evlendi. Mustafa Kemal (Atatürk)'in hayatı hakkında bilgi için kendisine başvurulan biriside olan Makbule Atadan, 18 Ocak 1956 yılında 71 yaşında hayata gözlerini yumarak bu dünyadan ayrılacaktır.
Atatürk'ün küçük kız kardeşi, Naciye
Kesin bir tarih söz konusu olmamakla beraber kronolojik sıralama ve Makbule Atadan'ın görüşleri neticesinde, Naciye'nin doğum tarihi 1893 olarak bilinmektedir. Makbule Atadan'ın anlattıklarına göre; babası Ali Rıza Efendi'nin vefat ettiği gün dadısının Naciye'yi yere düşürmesiyle ayağı kırılıyordu. Naciye yaşına rağmen uzun boylu, iri yapılı ve güzel bir kızdı. Fakat Naciye'de daha 10 yaşında bir çocuk iken vefat edecekti.
Mustafa Kemal Atatürk'ün eşi Latife Hanım evlenmeden önce.
Atatürk'ün Eşi, Latife Hanım (Uşaklıgil)
Latife, 17 Haziran 1898 tarihinde İzmir'de dünyay gelmiştir. Babası, İzmir'in tanınmış ailelerinden Uşakizade ailesine mensup Muhammer Bey dir. İzmir Lisesi'nden mezun olduktan sonra Fransa'nın Paris şehrine giderek Sorbonne üniversitesi'nde öğrenimini görmesinin ardında İngiltere'ye giderek dil öğrenimi görmüştür. Mustafa Kemal Atatürk ile evliliği yaklaşık iki yıl sürmüştür. İlk Cumhurbaşkanı eşi olma ünvanıda Latife Hanım'a aittir. İstanbul'da ikamet ettiği sıralarda 1975 yılının 12 Temmuz günü 77 yaşında hayata gözlerini yummuştur.
Atatürk'ün üvey babası; Ragıp Bey
Ragıp Bey hakkında pek bir bilgi bulunmamaktadır. Eşi vefat eden Zubeyde Hanım'ın ikinci eşi olduğu bilinmektedir. Zubeyde Hanım'ın ve Ragıp Bey'in evlilikleri sırasında çocukları olmamıştır. Birinci Balkan Savaşı'nın çıkması sonucu bölgede barınmanın güçlüğü nedeniyle Zübeyde Hanım Ragıp Bey ile aralarındaki evliliği sonlandırmıştır. Falih Rıfkı Atay'a göre Mustafa Kemal Atatürk'ün üvey babası Ragıp Bey Birinci Dünya Savaşı sonrasında Selanik'te ikamet ettiği sıralarda vefat etmiştir.
Atatürk'ün üvey kardeşleri; Süreyya, Hakkı ve Ruhiye
Ragıp Bey ve vefat eden eşi Afet Hanım'ın üç çocuğu dünyaya gelmiştir. Bu çocuklar, Süreyya, Hakkı ve Ruhiye dir. Haklarında pek bir bilgi bulunmamaktadır. Süreyya Bey'in asker olduğu bilinmekte ve Mustafa Kemal'in askerliği seçmesindeki nedenlerden birisi olarak Süreyya Bey'e duyduğu sevgi ve hayranlık olduğu belirtilmektedir. Süreyya Bey Yüzbaşı rütbesinde askerliğini sürdürmesi sırasında vefat etmiştir. Hakkı Bey, yaşamının bir kısmını Türkiye'de geçirmiş ve demiryollarında kondüktörlük yapmıştır. Ruhiye Hanım ise Ahmet Fevzi adında eski Anadolu Ajansı mensubu bir memur ile evlenmiş ve Afet isminde bir kız çocuğu dünyaya gelmiştir.
Mustafa Kemal (Atatürk)'in Ailesi ve Aile'nin Hayatı
Rivayetlere göre Ali Rıza Efendi rüyasında sarı saçlı ve açık tenli bir kız görür ve ardından ortaya çıkan ak sakallı birisi "evleneceğin kız bu" der. Zübeyde ve ailesi Langaza'da evlerinde yaşadıkları sırada Zübeyde, yorganı doldurduktan sonra ağzını dikmeye başlar. Dikme esnasında dizine yorgan iğnesini batırıverir ve bunun üzerine ailesi Zübeyde'yi 1 saat uzaklıktaki Selanik'e doktora götürür ve İğne çıkarılır. Zübeyde ve yakınları rahat bir nefes alır. Aile Langaza'ya dönmek istemişsede Zübeyde Selanik'ten hoşlanmış ve bir müddet burada kalmak istemiştir. Bu sırada gördüğü rüyayı ablasınada açan Ali Rıza, ablasının Zübeyde'yi göstermesiyle rüyasında gördüğü kız olduğunun farkına varır ve durumu ailesinede bildirerek Zübeyde ile evlenmek istediğini dile getirir. O sıralarda 14 yaşında gencecik bir kız olan Zübeyde'nin annesi Ayşe Hanım, kimi zaman aradaki 20 yaş farkınıda sebep gösterek bu olaya sıcak bakmamış. Bir müddet şiddetle karşı çıkar fakat sonradan Ali Rıza'nın ricası üzerine Ayşe Hanım'ın üvey evladı ve Zübeyde hanımın da üvey Ağabeyi Hüseyin'in araya girmesiyle anne Ayşe Hanım evliliklerine onay vererek bu zorlu direnişine son vermiş. 1871 yılında Ali Rıza ve Zübeyde'nin nikahları kıyılarak evlenirler.
Şemsi Belli'nin Makbule Hanım ile yaptığı ropörtajda anne ve babasının evlenmeden önce yaşadıklarını Makbule Hanım şöyle anlatmıştır :
" Büyük pederim ve büyük validem, Selanik'e bir saat mesafedeki Langaza'da otururlarmış. Orada malları ve çiftlikleri varmış. Annem Zübeyde Hanım, bu çiftlikte büyümüş. O zaman güzel bir genç kızmış. Bir gün yorgan kaplarken dizine yorgan iğnesi batmış. İğneyi çıkartmak için hemen bir arabaya koyup Selanik'e getirmişler. İğne, doktor müdahalesiyle çıkarılmış. Ama Selanik'in havasını beğenen annem çiftliğe dönmek istememiş.
Bu sıralarda Selanik'te bulunan ve henüz bekar olan babam, evleneceği kızı aramakla meşgulmüş. Bize naklettiklerine göre babam, annemi şahsen tanımadan evvel onu rüyasında görmüş. İşte bu sıralarda garip bir tesadüf babamı, rüyasında gördüğü genç kızla karşılaştırmış. Babam, annemi çok, pek çok beğenmiş. Zaten evlenmek niyetinde olduğu için derhal ailesinden istemiş. İstemiş ama, veren kim?
Büyük validem bir hayli mukavemet göstermiş.
'Vermem, benim evlendirecek kızım yok' demiş.
Israr etmişler, rica etmişler. Nihayet büyük validem biraz yumuşamış.
'Sırmalı kaftan isterim, sırmalı fotin isterim, şunu isterim, bunu isterim'
demiş durmuş.
O zaman babamın maaşı sadece 3 altın lira... Bu kadarcık para ile müstakbel kayınvalidesinin arzusuna cevap veremeyeceğini anlayan babam, işi başka şekilde halletmek çarelerini düşünmüş. Annemin üvey kardeşini bularak kendisine yardım etmesini rica etmiş. üvey dayım ne yapmışsa yapmış, büyük validemin de, annemin de gönlünü razı etmiş.
Annem Zübeyde Hanım'la, babam Ali Rıza Efendi, işte bu şartlar içinde ve bu kadar engellerden sonra evlenebilmişler. "
"İlgili yazı araştırmacı yazar ve televizyon sunucusu Can Dündar'ın yazılarından alınmıştır. İlgili yazıya buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Evlilikleri sırasında Ali Rıza, 34 yaşında idi. Hayatlarını, Ali Rıza Efendi'nin ailesiyle beraber ikamet ettiği; Selanik şehrinin Yenikapı semtinde yer alan evde sürdürecektir. 1871 yılında Ali Rıza ve Zübeyde'nin ilk çocukları ve aynı zamanda ilk evlat acılarıda olacak olan bir kız çocuğu dünyaya geldi. İsmini Fatma koyarlar ancak Fatma bir müddet sonra hayata veda eder. Ancak Fatma'nın vefat tarihi tam bilinmemekle beraber, ailenin Çayağzı'na taşınmadan önce vefat ettiği tahmin edilmektedir. Ama hayat devam edecek; 1874 yılında Ahmet ve 1875 yılında Ömer adında iki oğlan çocuğu dünyaya getirecektir.
Ali Rıza Efendi'nin Gümrük Muhafaza Memuru olarak çalıştığı yer olan Çayağzı, o zamanlar Paşaköprüsü olarakta bilinirdi. Olimpos Dağı'nın Ormanlarla kaplı eteklerinde, Ege kıyısında yer alan ve Selanik'e 120 km. uzaklıkta olan Ormanlık bir bölge idi. Ne kasaba, ne köy olan ıssız, derme çatma bir yerdi. Başlıca tesisi bir gümrük karakolundan ibaretti. Bu gümrük karakolu bölgedeki kereste ticaretinin kontrolünü sağlamakta idi. Issız fakat ticari anlamda yüksek bir hacime sahip olan bu bölge, eşkiyaların kontrolü altındaydı. Selanik'in Yenikapı semti ile Çayağzı bölgesi arasındaki mesafe'nin günün şartları neticesinde fazla olması sebebiyle Ali Rıza, vefat eden kızı Fatma'yı geride bırakarak, eşi Zübeyde'yi ve çocukları Ömer ve Ahmet'i Çayağzı'na götürmüş ve yaşamlarını orada sürdürme kararı almışlardır.
Bakımsızlığın ve kötü hava şartlarının, hüküm sürdüğü, yiyecek ve sağlık ihtiyaçlarının karşılanamadığı ve devamlı olarak eşkiyaların saldırıları noktalarından birisi haline gelmesi burada yaşamayı imkansız kılmakta ve aile fertlerini özellikle çocukları kötü etkilemekteydi. Ali Rıza ve Zübeyde'nin iki küçük oğlu; Ahmet ve Ömer bu duruma daha fazla dayanamayacak; Önce Ahmet 9 yaşında yaşama gözlerini yumacak ardından da evin tek çocuğu Ömer 8 yaşında hayata veda edecekti. Vefat nedenleri olarak o dönem bölgede sıkça ve yoğun bir şekilde başgösteren kuşpalazı olarak bilinen Difteri salgınından olduğu söylenmektedir. Şartlar o kadar kötüdürki, anlatılanlara göre, vefatı gerçekleşen çocuklarından Ahmet, sahilde kumluk alanda bir mezara defin edilmiş ancak gece dalgaların şiddetiyle açığa vuran beden, çakalların saldırısına uğramıştır.
Mustafa'nın doğumu ve Ailenin sonraki yaşamı
Mustafa Kemal (Atatürk) Atatürk'ün Doğduğu ev, Pembe Ev
Daha sonra Osmanlı Devleti ile Rus Çarlığı arasında başlayacak olan ve o zaman kullanulan Rumi Takvim'in 1293 yılına denk gelmesi nedeniyle 93 Harbi olarak bilinecek olan Osmanlı-Rus savaşı 1877 yılında meydana gelecektir. Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit döneminde meydana gelecek bu harp iki cephede meydana gelecekti. Birisi Kafkasya Cephesi bir diğeri Tuna Cephesi. Ali Rıza, savaşın patlak vermesiyle orduya çağrılır ve Selanik'te Asakir-i Milliye taburunda subay olarak görevini sürdürür. Daha sonra savaşın bitmesiyle ordudan ayrılan Ali Rıza, Memuriyet hayatınada son vererek, memuriyeti boyunca edindiği tecrübe ve bölgenin kerestecilik ve odun-kömür ticaretinin büyük kazanç getirdiğine şahit olması nedeniyle kereste ticaretine atılır. İşlerin yolunda gitmesi ve artık yaşanan acılardan da uzaklaşmanın verdiği istekle Aile Selanik'e geri dönecek ve artık yaşamlarını; Islahane semtinin Ahmet Subaşı Mahallesindeki, üç odalı ve üç katlı pembe renge sahip bir evde sürdüreceklerdi (Şu anki adresi; Apostolu Pavlu Cad. Numara: 75, Aya Dimitriya Mahallesi şeklindedir).
M.K. Atatürk'ün kız kardeşi, Makbule Atadan'a göre Mustafa, Pembe Evde değil; babası Ali Rıza Efendi'nin ailesinin kaldığı Selanik, Yenikapı semtinde yer alan evde dünyaya gelmiştir.
O günkü Yunan Hükümeti'nin direktifi üzerine, Selanik belediyesi 1933 yılında Pembe Evi Atatürk'e hediye etmiş, Türkiye Cumhuriyeti 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın isteği üzerine 1953 yılında ise müze haline getirilmiştir.
Pembe Ev ile ilgili bir diğer anektod ise şöyledi;
Selanik belediyesi'nin Pembe Evi hediye etmesinin ardından, Atatürk bu olaydan çok mutlu olmuş ve kız kardeş Makbule'ye durumu dile getirmiştir. Makbule bunun üzerine şunları söylemiştir:
"Bilirsin ya ağabey, köşedeki pembe oda benim odamdı, yine bana ayrılsın. "
Bu cevap Mustafa Kemal (Atatürk)'in çok hoşuna gitmiş ve fırsatını yakaladığı anlarda bu olayı büyük bir tebessüm ile dile getirirmiş.
Ali Rıza burada Keresteci Cafer olarak tanınan Cafer Efendiyle ortaklık kuracak ve işleri yolunda giderek iyi kazançlar elde edeceklerdi. Ali Rıza ve Zübeyde çiftinin 1881 yılın bir kış ayında; sarışın, mavi gözlü bir erkek çocuğu dünyaya gelecektir. Dünyaya gelen bu küçük bebek Türk milletine ve Türkiye toprakları üzerinde yaşayan diğer topluluklar için adeta ALLAH'ın bir lütfu olarak üzerlerine doğacak; dünya'nın kaderini değiştirecek ve bir milletin kör talihini kırarak yok olmaktan kurtaracaktı. Ten rengi, göz rengi ve saç rengini annesinden alan bu küçük oğlan daha sonra belirginleşecek surat çehresini babasından aldığı görülecektir. İsmi Mustafa olacak olan bebeğin adını Babası Ali Rıza koymuştur. Nedeni olarak, kendisi küçük yaşlarda iken beşikten düşerek hayatını kaybeden kardeşinin adı olmasıydı. Çiftin dördüncü çocuğu olan Mustafa'dan sonra 1885 yılında Makbule isminde bir kız evlatları dünyaya gelecektir.
Doğum tarihi hakkında
Mustafa Kemal (Atatürk) Atatürk'ün doğum tarihi net olarak bilinmemektedir. Bilinen tek husus, Rumi 1296 yılı. Fakat gün ve ay bilinmediğinden dolayı Miladi takvim'e (Gregoryen) göre 1880 yılımı yoksa 1881 yılımı kestirilememektedir. Resmi kayıtlarda 1881 yılının 19 mayıs günü belirtilmiştir. Aşşağıda 19 mayıs olarak belirtilmesinin nedeni ve tartışmalarına yer verilmiştir. Ayrıca Doğum günü konusunda ortaya atılan iddialar ve çeşitli görüşler yer almaktadır. Burada bahsi geçen yazısal döküman araştırmacı yazar Sayın Ahmet Akyol'dan alınmıştır. İlgili sayfaya buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
1296'nın Rumi mi, Hicri mi olduğuna dair bir işaret olmadığına göre, 7 Kanunusani 1329 ( 20 Ocak 1914) tarihli Doğum Tarihleri Hakkındaki Şûrayı Devlet Kararı'na göre, bunun Rumi sayılması gerekir.
Osmanlı Devleti'nde 1840 tarihinden itibaren Hicri(Kameri) ve Mali (Rumi) takvim birlikte kullanılmaya başlamış,bu takvimlerle ilgili 28 Şubat 1917 ve 1 Ocak 1918 tarihlerinde ay ve gün kaydırılmak suretiyle yeni düzenlemeler yapılmıştı.
26 Aralık 1925 tarihinde 698 sayılı yasayla da, Miladi Takvim kabul edildi.
Bu takvimlerin her birinde yıl, ay ve gün farklılıkları vardır. Dolayısıyla, basit mantık oyunları dışında, bu takvimler arasında karşılaştırma yapma, gerçekten zor ve karmaşık bir iştir.
Rumi (Mali) 1296 yılı, kronolojik açıdan Miladi 13 Mart 1880'den 12 Mart 1881 tarihine kadar olan zaman dilimini kapsar.
Mustafa Kemal (Atatürk) Atatürk'ün doğum tarihini yıl olarak gösteren en eski belge, 1899 yılında, İstanbul'da, Mekteb-i Harbiye-i Şahane (Kara Harp Okulu)'ye girdiği tarihte, okulun "1315 Duhüllülere Mahsus Künye Defteri"ne düşülen nottur:
"
Numarası 1283. Selanik'te Kocakasım Mahallesi, Gümrük memurlarından müteveffa Ali Rıza Efendi'nin mahdumu (oğlu), uzun boylu, beyaz benizli Mustafa Kemal (Atatürk) Efendi Selanik 96 (1296)
"
Atatürk'ün, ilk TBMM kurulduktan sonra, Meclis'e verdiği Tercümeihal Fişi'nde de doğum tarihi 1296 olarak gösterilmiştir.
O dönemde ailelerin önemli bir bölümü yeni bir çocuğun doğumunu aile reisinin bir Kur'an'ın boş bir tarafına veya o zamanki evlerin demirbaş kitaplarından olan Ahmediye veya Muhammediye ciltlerinin bir kenarına kaydetmeleri alışkanlığı vardı.
Zübeyde Hanım, evdeki iki Kur'an-ı Kerim'den birine çocukların doğumlarının yazıldığını, fakat Ali Rıza Efendi ölünce, başucunda sadece bir Kur'an-ı Kerim olduğunu, onda da hiçbir yazının olmadığını, belki de Ali Rıza Efendi'nin kayıtlı Kur'an-ı Kerim'i, devam ettiği camideki hocalardan birine hediye etmiş olabileceğini, söylemişti.
Bizzat Atatürk de, doğum tarihinin evlerindeki Kur'an-ı Kerim'de yazılı olduğunu, sonra bu Kur'an'ın kaybolduğunu, bu sebeple doğum gününü bilmediğini söylemişti.
Eskiden Resmi nüfus kütüklerinde, doğum tarihleri kaydedilirken, çoğu zaman sadece yılın yazılması, ay ve günün belirtilmemesi geleneği, cumhuriyetin ilk yıllarına kadar da sürmüştü. Fakat bu durum karışıklıklara neden oluyordu. Rumi 1296'dan Miladi takvime geçip, kesin doğum yılını belirleyebilmek için, doğum yapılan ayın, bazen de günün bilinmesi şarttır.
Tarihçi ve Yazar Faik Reşit Unat ( 1899-1964), bu durumu öğrenebilmek maksadıyla, Selanik'e giderek Zübeyde Hanım'ın halen hayatta olan komşularıyla görüşmüştü. Ancak, aldığı cevaplar çelişkiliydi. Bazı komşularına göre Zübeyde Hanım, Mustafa'yı bir bahar mevsiminde, bazılarına göre zemheride ( ocak, şubat ayları) doğurmuştu.
Atatürk :
"Annemden işittiğime göre, bir bahar mevsiminde doğmuşum"
Kardeşi Makbule Atadan'ın açıklaması daha değişikti; Annesinden duyduğuna göre, Atatürk fırtınalı bir gecede doğmuştu.
Atatürk'ün doğum yılı ile ilgili önemli bir belge, Atatürk soyadının kabulünden ( 24 Kasım 1934) sonra, Ankara Nüfus Müdürlüğü tarafından yeniden düzenlenen ve günümüzde aslı İstanbul- Şişli'deki Atatürk Müzesi'nde bulunan son nüfus hüviyet cüzdanıdır.
Atatürk'ün sağlığında ve şüphesiz onun onayı alındıktan sonra düzenlenen bu nüfus hüviyet cüzdanında, doğum yılı 1881 olarak gösterilmiştir.
Buna göre, 1881 yılı, Atatürk'ün de kabul ettiği tarihtir.
Atatürk'ün arkadaşlarından Ali Fuat Cebesoy der ki :
" Bazı biyografilerde 1880'de doğduğu ileri sürülürse de, 1881 doğumlu olduğu muhakkak gibidir. Hiç unutmam. Mütarekede İstanbul'da, bugünkü Atatürk Müzesi olan binada, bir akşam yemeğinden sonra, oturmuş, oradan buradan konuşuyorduk. Rauf Orbay da orada idi. Söz dönmüş dolaşmış yaş bahsine gelmişti."
" Fuat Paşa' demişti, Rauf Bey'le ben senin ağabeyin sayılırız. Çünkü ikimiz de senden birer yaş büyüğüz"
"Benim doğum tarihim 1882'dir."
M.K. Atatürk'ün doğum gününün 19 Mayıs olmasının nedeni.
Türk Tarih Kurumu kurucuları arasında yer alan Tarihçi-Yazar Reşit Saffet Atabinen ( 1884-1965), 19 Mayıs 1932'de, Atatürk'e, Türk Kurtuluş Savaşı'nın örgütlenme ve koordinesinin ilk adımı kabul edilen 19 Mayıs'ı kutlamak için, Doğum Gününüzü Kutlarım şeklinde bir telgraf çekmişti.
Esasen bu yapılan, Atatürk'ün maddi anlamda dünyaya geldiği günün kutlanması değil, Atatürk'ün 19 Mayıs'ta Samsun'a çıkışının önemini belirten manevi bir jestti.
19 Mayıs 1919'un önemini gösteren bu jest, Atatürk'ün çok hoşuna gitti.
Bunu izleyen günlerde, 1932 yılının Temmuz ayında, Birinci, Türk Tarih Kongresi sıralarında, Aydın Halkevi'nden bir öğretmen, bir Gazi Günü tertiplemek istediklerini söyleyip, ona doğum gününü sormuştu. Atatürk :
"Bana sormayınız, doğum günümü bilmiyorum. Gazi Günü olarak da, Samsun'a çıktığımız günü Gazi Günü yapabilirsiniz"
diye cevapladı.
Atatürk'ün doğum gününün 19 Mayıs 1881 olarak kabul edildiği, Atatürk'ün onayı alınarak, Cumhurbaşkanlığı'nın resmi belgelerinde de yer aldı.
İngiltere Büyükelçisi Morgan, 10 Kasım 1936'da, Dışişleri Bakanlığı'na, İngiltere Kralı Edward VIII ( 12 Aralık 1936'dan sonra Windsor Dükü Prens Edward)'ın, doğum günü nedeniyle, kendisine özel ve samimi bir tebrik telgrafı çekeceğini söyleyerek, Atatürk'ün doğum tarihinin bildirilmesini rica etmişti.
Buna, Genel Sekreter tarafından, 12 Kasım 1936 günü,
"Cumhurbaşkanı Atatürk'ün 19 Mayıs 1881 tarihinde doğmuş olduklarını arz ederim"
diye cevap verildi.
Bu konuyu Prof. Afet İnan şöyle anlatır;
" Mustafa Kemal (Atatürk)'in doğum ayı ve günü ya hiç yazılmaz veya yanlış olarak sonbahar diye gösterilir. Başka tarihleri verenler de yok değil. Halbuki kendisinden bizzat işitmişimdir bir ilkbahar günü doğduğunu. Hatta bunun mayıs olduğunu söylemiştir.
Bir gün yanında benim de bulunduğum sırada Riyaseticumhur Umumi Katibi Hasan Rıza Soyak, Atatürk'e evrak getirmişti. Bunda doğum gününün bildirilmesi rica ediliyordu, sonradan arşivlerde bulduğum yazı şuydu:
10/11/1936
Türkiye Cumhuriyeti Hariciye Vekaleti
Protokol Dairesi Şefliği
U. No: 21081
H. No: 177
Riyaseticumhur Umumi Katipliğine :
İngiltere Maslahatgüzarı Mösyö Morgan Vekaletimize müracaat ederek Reisicumhurumuzun yevmi veladeti münasebetiyle İngiltere Kralı 8. Edward tarafından hususi ve samimi bir tebrik telgrafı çekileceğini söylemiş ve Atatürk'ün doğum tarihinin bildirilmesini rica etmiştir.
Keyfiyeti arz eder ve İngiltere Büyükelçiliği'nce talep edilen malumat tensip buyurulduğu takdirde iş'arına müsaadelerinizi rica ederim.
Hariciye Vekili Y. Türkgeldi.
Atatürk, bunun üzerine bir süre düşündü. Herhalde kendisi de bunu tam olarak bilemiyordu. Annesi i ilkbahar günü doğduğunu söylemişti vaktiyle, onu hatırlıyordu. Biraz bekledikten sonra birden Hasan Rıza Soyak'a dedi ki :
- "Bu bir 19 Mayıs günü niçin olmasın?.." Bunun üzerine Hariciye Vekaleti'ne 12/11/1936 tarihli şöyle bir yazı gönderildi :
"Reisicumhur Atatürk'ün 19 Mayıs 1881 tarihinde doğmuş olduğunu arz ederim.
Hasan Rıza Soyak."
Mustafa Kemal Atatürk'ün, Atatürk soyadını aldıktan sonra kendisine verilen nüfus cüzdan örneği.
Mustafa Kemal Atatürk'e Ankara Nüfus Müdürlüğünce 27 Ocak 1923 yılında kendisine verilen Nüfus Cüzdanı.
13 yıla yakın Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Tevfik Rüştü Aras'ın, bu konudaki açıklaması da şu şekildedir :
" Atatürk'le beraber günlerce araştırıp düşünmüş, hatırlamaya çalışmıştık olayları Okul kayıtlarına, nüfus idarelerine bakılmıştı. Bütün bunlardan sonra, Mayıs ayında doğduğu ortaya çıkmıştı. 10 mayıs il1 20 Mayıs arasına bile yaklaşmıştık. Atatürk, o zaman, "19 Mayıs niçin olmasın?" dedi.
Zaten, 19 Mayıs'ta Samsun'a çıktığı ilk güne içtenlikle bağlıydı.
Ve böylece bu tarih, yalnız İngiltere Kralı'na değil, bütün yabancı devletlere Dışişleri kanalı ile bildirildi."
Ancak, gün olarak 19 Mayıs'ın kabul edilmesiyle, ilginç bir durum ortaya çıkıyordu.
1881'in 19 Mayıs'ı, Rumi 1297'ye denk geliyordu; Atatürk'ün Rumi doğum yılı ise 1296 idi.
Ya da Rumi 1296, Miladi 13 Mart 1880- 12 Mart 1881 arasını kapsadığından, 19 Mayıs 1880 olması gerekiyordu.
Kısacası gün ve ay bilinmediğinden, Rumi 1296'ın karşılığı ne 1880, ne de 1881 kesin olarak doğru kabul edilemiyordu.
İşleri yolunda giden Ali Rıza Efendi, eşine yardımcı olması hasebiyle üfrade isminde Afrika kökenli bir bayan hizmetkar tutacaktır. Ardından aileye ümmügül isminde bir Sütnine kabul edilecektir. İşleri yolunda giden Ali Rıza daha sonra hiç ortada olmayan nedenlerden dolayı zorlanacaktı. Bölgenin düzensiz bir yönetim yapısı ve asayişin kötü olması sebebiyle ticaret işlerine yasal icraatçilerin dışında bölgede hüküm süren çetelerde katılıyor ve son sözü onlar söylüyordu. Ali Rıza sektörün her alanında söz sahibi olan eşkiyanın isteği dışında ne ağaç kesilebiliyor ne de kesilen ağaçlardan elde edilen kerestelerin sevkiyatı gerçekleşebiliyordu.
Ali Rıza Efendi'yi tanıyan ve Mustafa'nın çocukluk arkadaşı olan Hacı Mehmet Somer bu hususu şöyle dile getirmiştir :
"Ali Rıza Efendi, kereste ticaretine varını yoğunu vermişti. İlk zamanlarda büyük başarılar gösteren bu teşebbüs, Katerin'in ezeli belası olan eşkıyaların hırslarını tahrik etti. Ali Rıza Efendi'yi para göndermesi için tehdit ettiler. Şayet para göndermezse, kerestelerini yakacaklarını bildirdiler. Bu sebeple orman mıntıkasına gitmek, işlerini kontrol etmek mümkün olmuyordu. İşlenmiş keresteleri sahile nakletmeye korkuyordu. Çünkü bu keresteler eşkıyalar için rehine mahiyetinde idi. Nihayet Ali Rıza Efendi'den ümit ettikleri para gelmeyince, bütün keresteleri yaktılar. İşçileri de tehdit ettiler. İşçiler de dağılıp gittiler."
Ali Rıza Efendi, Rum eşkiyaların dediklerini yerine getirmeyecek ve istedikleri haracı ödemeyecektir. Fakat sonunda eşkiya tehditlerini yerine getirerek Tomruk stoklarını yakacaktır. Bu olay üzerin Ali Rıza, kerestecilikteki ticaret hayatına veda etmek zorunda kalmıştır. Bir müddet sonra Tuz işinde muvaffak olmak istedi ancak top aldığı tuzları zamanında elden çıkaramayacak ve elindeki tuzlar eriyecektir. Bu alanda da beklenmeyen sorunlarla karşılaşan ve varını yoğunu yitiren Ali Rıza, derin bir üzüntünün içinde çırpınırken ailesi için var olmanın peşine düşmüş ve hangi boyutta olursa olsun tekrar memuriyet için koşuşturmuş fakat buradanda sonuç alamamıştır. Sonraki arayışlarında da bir türlü cevap alamayacak olan Ali Rıza artık bir girdap halini alacak olan üzüntüsünün ardından Barsak Veremine yakalanacaktır.
Eşi Zübeyde Hanım o günlerden bahsederek :
"Merhum (Ali Rıza Bey), son günlerinde işinin fena gitmesinden çok müteessir oldu. Kendini salıverdi. Daha sonra da derviş meşrep bir hal alarak eridi, gitti. Kocamın hastalığı büyüdü. Artık yaşayamazdı. Ben dul kaldığım zaman, yirmi yedi yaşında bir tazeydim. Bana iki mecidiye (40 kuruş) dul maaşı bağladılar."
Çocuğu Makbule Hanım ise babas Ali Rıza Bey'in işlerinin eşkiyalar yüzünden bozulduğunu söyledikten sonra şunları söylemiştir :
"Bundan sonra babam tuz ticaretine başladı. Mağazasında bulunan tuzlar toptan eridi. Babam bu işten de zarar gördü. Tekrar memuriyete geçmek istedi, fakat muvaffak olamadı. İşlerinin bozuk gitmesinden çok müteessir oldu. Nihayet Bağırsak Veremine tutuldu,. üç sene hastalık geçirdikten sonra vefat etti."
Ali Rıza Bey, 3 sene boyunca bu hastalıkla mücadele ettikten sonra daha fazla dayanamayarak hayata ve yakınlarına 47 yaşında veda etmiş, vefat etmiştir. Vefatı sırasında altıncı çocuklarına gebe olan Zübeyde Hanım Ali Rıza Bey'in vefatının ardından 1889 yılında ismi Naciye olacak olan kız çocuğunu dünyaya getirecekti.
Önemli !
Ali Rıza Bey'in vefat tarihi ve altıncı çocuğu olan Naciye'nin doğum tarihi konusunda kesin bir tarih yoktur. Ancak ortaya atılmış bazı görüşler şu şekildedir :
Ali Fuat Cebesoy'a göre, Ali Rıza Efendi, 1893 yılı Kasım ayının ikinci yarısında vefat etmişti.
Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Atadan hatıralarında, kendisinin 1885'te doğduğu günlerde, babasının hastalığının başladığını, işine gidemediğini ve ilk yaşını doldurduğunda da bu hastalığın çok arttığını en küçük kardeşi Naciye'nin 1889'da doğumundan kırk gün sonra babasının vefat ettiğini anlatmıştı.
Bu durumda Ali Rıza Efendi'nin ölümünün 1889 ve 1890'ın ilk aylarına rastlaması gerekir. Mustafa Kemal (Atatürk), o sıralarda dokuzuncu yaşı içindeydi ve Şemsi Efendi Okulu'nun da üçüncü sınıfındaydı.
Utkan Kocatürk, vefat tarihini 1888 olarak verirken , Faik Reşit Unat da, Makbule Hanım'a ilk kocasından ayrıldıktan sonra babasından aylık bağlanmasına ait dosyadaki belgeleri kaynak göstererek, Ali Rıza Efendi'nin 28 Kasım 1893'te vefat ettiğini ileri sürer.
Zübeyde'nin üvey erkek kardeşi(Ağabeyi) olan Hüseyin, vefatın ardından Selanik'e gelerek kız kardeşi Zübeyde'yi ve babasız kalan 3 yeğenini beraberinde; Zübeyde'nin de evlenmeden önce yaşadığı şehire Langaza'da idare etmekte olduğu Rapla Çiftliğine getirdi. Hüseyin Ağa, kardeşini ve çocuklarını üzmeyecek onları eniyi şekilde büyütmek için kardeş Zübeyde ile elinden geleninin eniyisini yapmaya çalışacaktır. Hüseyin Ağa yeğenlerini severken çoğu zaman isimleri yerine lakaplar takarak seslenir ve severdi.
Mustafa'ya "Paşam!"
Makbule'ye "Makbuş!"
Naciye'ye "Bülbül!"
Mustafa'nın eğitim ve öğrenim nedeniyle telaşlanan Zübeyde Hanım ve Ağabeyi Hüzeyin Ağa, Mustafayı Selanik'e halalarının yanına göndermiş fakat Mustafa halasının tavırlarından hiç haz duymayarak Dayısı Hüzeyin Ağa'nın çiftliğine geri dönmüştür.
Bu hususu Makbule Hanım'ın 1948 yılında Haftalık Akın Dergisinde, Selime Seden'e verdiği ropörtajda şu şekilde bahsedilmektedir.
Dayıları ile anneleri baş başa veriyorlar. Küçük Mustafa'yı okutmak lazım! Fakat nasıl?
Nihayet, Makbule Hanım'la hemşireleri Naciye'yi çiftlikte bırakmağa ve Mustafa'yı alıp Selanik'e, halalarının yanına götürmeğe karar veriyorlar. Bırakıp dönecekler ve küçük Mustafa orada tahsiline devam edecek! Oldukça maceralı ve heyecanlı olan bu kısa devreyi de Bayan Makbule'nin dilinden ve hatıralarından dinleyelim:
Küçük Mustafa'yı, halasının evine bırakarak çiftliğine dönüyorlar. Halası, Bayan Makbule'nin nitelendirmesine göre, sert ve katı bir hanımdır. Daha o gece misafir çocuğu, simit alması için çarşıya gönderiyor, getirdiği simitleri beğenmediği için "değiştirmesini" söyleyerek bir daha göndermekten çekinmiyor. Hadise, dokuz yaşındaki Mustafa'nın izzetinefsine dokunuyor, cumayı bekliyor. Çiftlikten cuma namazı için Selanik'e, "Hamzabey Camii"ne gelen dayısını buluyor. Arada geçen kısa ve kesin konuşma şudur:
Dayı, siz beni halama uşak mı verdiniz?
Ne münasebet! O nasıl söz!
Beni gece yarıları çarşılara gönderiyor. Ben orada oturamam!
Burada bir müddet kalan aile Mustafa'nın eğitim ve öğrenimi için tekrar Selanik'e dönecektir. Burada bir süre kaldıktan sonra Ağabeyine yük olmak istemeyen Zübeyde 32 yaşlarında ismi Ragıp olan ve Larissa'dan göç etmiş birisiyle evlenir. Ragıp Efendi'ninde 3 çocuğu bulunmakta ve eski eşi Afet Hanım'ın vefat etmesiyle dul kalmıştır. Çocuklarının ismi; Hakkı, Rukiye(Ruhiye) ve Süreyya dır.
Hüseyin Bey, Zübeyde Hanımın Babası Sofuzade Feyzullah Sadullah Ağa'nın ilk eşinden olan erkek çocuğudur.
Evlat acısının ne demek olduğunu çok iyi bilen birisi haline gelmiş olan Zübeyde Hanım son kez bir evladının daha vefatına şahit olacaktı. Mustafa Kemal (Atatürk)'in Harp Okulundan Mezuniyeti sırasında yani 1902 yılında Verem hastalığına yakalanmış olan 12 yaşındaki Naciye'yi Hakkın Rahmetine vakıf olması temennisiyle uğurlamıştır.
Mustafa Kemal (Atatürk), Ali Fuat Cebesoy'a, Ragıp Bey hakkında şunları söylemiştir :
"Bana karşı hep çok saygılı davranmış, büyük adam muameleri etmiştir. Nazik ve kibar bir insandır."
Zübeyde Hanım, oğlu Mustafa'nın öğrenimi için elinden geleni yapmıştır. Zübeyde Hanım oğlu Mustafa'nın II inci Abdülhamit yönetimine karşı çalışan bir takım arkadaşlariyle yaptığı toplantıda nelerle uğraşıldığını öğrenince, padişaha karşı çalışmanın sonuçlarından ürkmüş, ancak Mustafa Kemal (Atatürk)'in işi kendisine anlatması üzerine sorunu kavrayıp :
"gizli şeyleriniz varsa ben saklayayım, muvaffak olmak zordur, mahvolmak daha tabiidir"
dedikten sonra şöyle konuşmuştur :
"... evladım bir gün bu işler olduktan sonra seni namus ve haysiyet sahibi olanlarla görmezsem işte o zaman meyus olurum. Ben senin kadar okumadım, senin kadar bilmem, seni gördüğün, anladığın şeyleri yapmaktan menetmiye kalkışmam, yalnız dikkat et, esas muvaffak olmaktır, muvaffak olmaya çalış".
Annesi Zubeyde Hanım'ın vefatını öğrenmesinden bir kaç saat sonra çekilen resmi
Bilgi :
Falih Rıfkı Atay'a göre, Ragıp Bey, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Selanik'te öldü. üvey ağabeyi Süreyya Toyran, intihar etti. Diğer kardeşi Hakkı Bey, reji memuru idi.
Zubeyde Hanım'ın İzmir Karşıyaka'daki köşkünde geçirdiği son günler.
Zübeyde Hanım Birinci Balkan Savaşı'nın ardından yani tahmini olarak 1912 yılının sonlarında ikinci ve son eşi Ragıp Bey'den ayrılır.
Balkanların Osmanlı Devleti'den kopmasıyla kızı Makbule Hanım ile beraber İstanbul'a gider ve İstanbul'da Beşiktaş Akaretlerde bir evde yaşamaya başlarlar. Aile burada yaklaşık 11 sene yaşadıktan sonra 1922 yılının sonlarına doğru Ankara'ya Mustafa Kemal (Atatürk)'in yanına Çankaya Köşkünde ikamet etmeye başlamıştır. Fakat daha sonra Zübeyde Hanım rahatsızlanacak bu nedenle, tedavi olması ve havasının yumuşak olması nedeniyle İzmir'in Karşıyaka semtinde bulunan köşke 1922 yılının Aralık ayında yerleşecektir. Burada ikamet ettiği sırada ecel kapısını çalacak ve Zübeyde Hanım 14 Ocak 1923 yılında Hak'ın Rahmetine Mazhar olacaktı. İzmir'de kaldığı süre zarfında çoğu zaman Latife Hanım yanında olacak vefat ettiği gece ise Latife Hanım yine yanında kalacaktır. Zübeyde Hanım ölmeden önce vasiyet namesini Latife Hanım'a yazdırmıştır. Hatta Vefatın gerçekleşmesinin ardından Latife, köşke 33 hafız çağırır ve hatim ve dualar ile merhum'u ebedi yolculuğuna uğurlarlar. Şuan İzmir'in Karşıyaka ilçesinde bulunmakta olan ve 1940 yılında anıt mezarda naaşı bulunmaktadır.
Makbule Hanım ise validesi Zübeyde Hanım'ın vefatı sırasında Ankara'daydı. Ankarada yaşamını sürdüren ve ömrünün sonuna kadar orada kalan Makbule, bir dönem Abisi Mustafa Kemal (Atatürk)'in isteği üzerine yeni kurulacak olan Serbest Cumhuriyet Fırkası'na(Parti) girdi ve siyaset hayatına atılmış oldu. Ancak partinin sınırı aşarak olumsuzluklara imza atıyor olması M.K. Atatürk'ü kuşkulandırmış partinin varlığından rahatsızlık duyarak kapatılması imasında bulunmuştur. Bunun üzerine Fethi Bey (Fethi Okyar) partinin genel başkanı olarak partinin feshini ilan etmiş yani partiyi kapatmıştır.
Dahiliye Vekaletine verilmek üzere hazırlanan Fesih Beyannamesi aşşağıda okunacağı şekildedir.
"Tebellür eden son vaziyete göre, Fırkamız, Büyük Gazi Hazretlerine karşı, siyasi sahnede mücadele edecek bir mevkie getirilmiştir. Fırkamız doğrudan doğruya Gazi Hazretlerinin teşvik ve tasvipleriyle vücuda gelmiş ve Büyük Reisimizin her iki fırkaya karşı müsavi muavenet ve muamelesine mazhar olacağı teminatı almış idi. Esasen başka türlü siyasi bir teşekküle vücut vermek mesuliyetini almağı hiçbir zaman hatırımıza getirmedik. Halbuki emri vaki şeklinde tahakkuk eden son vaziyet karşısında bizce başarılması muhal olan bu teşebbüse devam etmek beyhude olacağından Fırkamızın feshine ve keyfiyetin bilumum teşkilata ve Dahiliye Vekaletine bildirilmesine karar verilmiştir. 16.11.1930"
Mustafa Kemal (Atatürk) Atatürk'ün cenaze töreni sırasında Makbule Atadan'ın hali
Partinin kapatılmasıyla Makbule Hanım'da siyaset hayatına son vermiştir. Partide görevini sürdürmesi sırasında Milletvekili Mecdi Boysan'la tanışır. Ardından 1935 yılında evlenirler. Makbule hayatının en kötü anıyla karşılaşacak ve Ağabeyi Mustafa' yı kaybedecekti. Makbule Hanım Mustafa Kemal (Atatürk)'in hayatına tanıklık etmiş birisi olarak, Atatürk ile alakalı bir çok konuya ışık tutmuştur. O'nun da bir insan olduğunu O'nun da duyguları ve sıradan bir insanın yaşayabildiklerini sık sık soranlara anlatmıştır. 71 yaşında olan Makbule Hanım, 1956 yılının 18 Ocağında hayata gözlerini yumacaktır.
Anne ve Babası; Zübeyde ve Ali Rıza
Zubeyde Hanım gülümserken. 1918 yılında İzmir'deki evinde.
Zübeyde Hanım'ın evlenmeden önce ailesiyle beraber yaşadığı yerleşim yeri olan Langaza vilayeti.
Zübeyde Hanım
Zübeyde Hanım, bir Türkmen ailesi olan Hacı Sofi ailesinden gelen babası, Sofuzade Feyzullah Sadullah Ağa ve annesi Ayşe Hanım'ın kızıdır. Kökeni Konya ilinin Karaman ilçesine uzanmaktadır. Ailesi, Fatih Sultan Mehmed Han (II. Mehmet) zamanında İzmir'den Rumeli topraklarına göç etmiş ve son olarak şuanki Yunanistan'ın Selanik şehrine göç ederek Langaza olarak bilinen yere yerleşmişlerdir. Zübeyde Hanım, miladi takvime göre 1857 yılında (Hicri, 1273) Langaza vilayetinde dünyaya gelmiştir. Zübeyde; sükunet sahibi, aklı başında, muhafazakar bir kişiliğe sahip olmanın yanında zeki bir kişidir aynı zamanda. Güzel bir görünüşe sahip olan Zübeyde, koyu mavi gözlere, sarıya çalan kumral ve dalgalı saçlara sahipti. O dönemin şartları neticesinde bayanların okula gönderilmesi ve okumak istemesi normal karşılanmadığı ve okur yazarlığın pek olmadığı bir dönemde kendisi okuyabiliyor ve yazabiliyordu. Annesi, Ayşe Hanım gibi. Bu yüzden kızı Zübeyde'de kendisi gibi çevresinde adının yanında "Molla" lakabı ile anılacak, yaşadığı çevrede "Zübeyde Molla" şeklinde tanınacaktı.
Günlerden bir gün Zübeyde Hanım, yorgan doldurma esnasında yorgan inesini kaza ile bacağına saplar. İğneği burada çıkartarak riske girmek istemeyen aile, O'nu bir saat mesafedeki Selanik'e götürecek ve oradaki hekimlere çıkartıracaklardı. Aile yola koyulur ve Selanik'e vararak doğruca Hekimin yanına giderek ineği çıkartırlar. Daha sonra Zübeyde Hanım'ın ailesi evlerine Langaza'ya dönmek isterler ancak Zübeyde buna karşı çıkarak bir müddet daha Selanik'te kalmak ister ve dediği olur.
Ali Rıza Efendi
Ali Rıza Bey'in bu Fotoğrafı, Selanik'teki Asakir-i Milliye Taburunda çektirdiği sanılan bir diğer fotoğraf
Ali Rıza Bey'in bu Fotoğrafı, Selanik'teki Asakir-i Milliye Taburunda Subaylık görevini yerine getirdiği sıralarda çekildiği sanılıyor.
Kesin olarak bilinmemekle beraber Ali Rıza Efendi 1839 yılında dünyaya geldiği bilinmektedir. Soyu itibariyle Osmanlı Devleti'nin Makedonya ve Yunanistan'da Tesella adı verilen bölgeyi Türkleştirme Politikası çerçevesinde 1460 yılında Makedonya'nın Manastır Vilayeti'nin Debre-i Bala Sancağı'na bağlı Kocacık Köyü'ne; oradan 1830'larda Selanik'e göç etmiş olan Kocacık Yörüklerindendir. Kocacık Yörükleri, Orta Asya'dan gelerek Anadolu'da Konya-Karaman Bölgelerinde yaşayan "Kızıloğuz" Türkmenlerindendir. Babası Kızıl Hafız Ahmet Efendi ve Amcası Kızıl Hafız Mehmet Emin Efendi'nin taşıdıkları "Kızıl" lakabı da buradan gelmektedir.(kaynak:VikiPedi)
Çocukluğu ve gençliği hakkında fazla bilgi ve belge bulunmamakla beraber, ilk okulunu Abdi Hafız Mahalle Mektebi'nde okumuştur. Selanik şehrinde Evkaf İdaresi olarak adlandırılan ve bu gün Vakıf İdaresi olarak bilinen kurumda bir müddet katiplik görevinde bulunduktan sonra Selanik'e yaklaşık 120 km. uzaklıkta bulunan Olimpos Dağı'nın eteklerinde ve Ege Denizi kyısında yer alan geniş bir ormanlık alan içinde bulunan Çayağzı yada Papazköprüsü olarak bilinen bölgede yer alan Gümrük Muhafaza Teşkilatı'nda Gümrük Muhafaza Memuru olarak görev alacaktır.
Kardeşleri; Fatma, Ahmet, Ömer, Makbule ve Naciye
Atatürk'ün büyük kız kardeşi; ablası, Fatma
Ali Rıza ve Zübeyde çiftinin ilk çocukları Fatma idi. Fatma'nın doğum ve vefat tarihi konusunda net bir yıl verilememektedir. Doğumu 1871 yada 1872 olarak belirtilmektedir. Vefatı konusunda ise eldeki bilgiler ışığında çiftin üçüncü çocuğu yani Ömer'in doğduğu yıl olarak bilinmektedir.
Atatürk'ün büyük erkek kardeşi; ağabeyi, Ahmet
1874 yılında doğduğu tahmin edilmekte ve Çayağzı'ndan veya Papaz Köprüsü'nden ayrılmadan önce dönemin ölümcül ve salgın hastalıklarından birisi olan ve kuşpalazı olarak bilinen Difteri hastalığı nedeniyle vefat etmiştir. Ancak net bir tarih verilememekte ve 9 yaşına kadar yaşamış olduğu söylensede eldeki kronolojik bilgiler ışığında yanlış olduğu görülmektedir.
Atatürk'ün büyük erkek kardeşi; ağabeyi, Ömer
Ömer'de 1875 yılında dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. O'nun da yaşamı ablası ve Ağabeyi gibi kısa sürecek ve hayata daha çocuk yaşlarında veda edecekti. Abisi Ahmet gibi O'nunda ölüm nedeninin difteri olduğu sanılmaktadır. O dönemki sağlık koşullarının yanı sıra ailenin yaşamını sürdürdüğü yer olan Çayağzı bölgesi ozamanki sıradan yerleşim yerleriyle dahi kıyaslanamayacak derecede kötü şartlara sahipti. Gerek yiyecek gerek sağlık ihtiyacı gibi ihtiyaçların şehire inerek karşılanabiliyor olması, bölgenin iklimsel ve coğrafi yapısı yaşamayı yetişkin insanlar için yaşanmaz hale getirirken çocukların vefatı bir bir gerçekleşiyordu. Sonunda Ömer'de hayata veda edecek ve Hakkın Rahmetine nail olacaktı. Ömer'inde vefatı hususunda kesin bir kanı söz konusu değildir ancak yine eldeki kronolojik bilgiler neticesinde Ömer'inde Çayağzı'nda vefat ettiği sanılmaktadır.
Atatürk'ün küçük kız kardeşi, Makbule
Mustafa Kemal Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Hanım
Makbule, Mustafa'dan sonra doğduğu bilinmekte ve doğum tarihi olarakta 1885 yılı gösterilmektedir. Mustafa'nın sonradan dünyaya gelecek ve vefat edecek kız kardeşi Naciye ile birlikte iki kız kardeşinden birisidir. Makbule'de Mustafa gibi ailenin Selanik'teki Islahane semtinin Ahmet Subaşı Mahallesinde bulunan üç katlı evinde doğduğu bilinmektedir. Makbule hanım saf bir kişiliğe sahipti. Mustafa Kemal (Atatürk), sonraki yıllarda bu saflığının neticesinde Makbule'nin olaylara verdiği tepkileri sık sık dile getirerek tebessüm içerisinde keyifli bir şekilde dile getirirdi. Babası Ali Rıza'nın vefat etmesi, annesi Zübeyde'nin Ragıp Bey ile evlenip bir müddet beraber yaşadıktan sonra 1913 yılında Birinci Balkan Savaşı patlak verir ve Balkan toprakları Osmanlı Devleti'nin elinden düşer bunun üzerine annesi Zübeyde ile beraber İstanbul'a taşınırlar. İstanbul'da Beşiktaş Akaretler'de bir eve yerleştiler. Cumhuriyet'in ilanı edilmesinin hemen ardından yine Annesiyle birlikte Ankara'ya gittiler ve Ağbeyi Mustafa Kemal (Atatürk) ile birlikte Çankaya Köşkünde ikamet ettiler. Burada bir müddet kaldıktan sonra Zübeyde hanım rahatsızlandı ve tedavisi için İzmir'e gitti. Daha sonra kendisi için Çankaya Köşkü Arazisi üzerine Camlı Köşk inşa edildi ve bir süre orada kaldı. Bu sırada Soyadı Kanunu çıkarılmış ve Makbule Hanım "ATADAN" soyadını almıştır. Sonraki dönemde Makbule Atadan, Mustafa Kemal (Atatürk)'in isteği üzerine Fetih Okyar'ın kurduğu Serbest Cumhuriyet Fıkrası'na(Partisi) girdi. Parti bir müddet sonra kapatılınca Makbule Atadan siyasetten çekildi. Partideki görevi sırasında Milletvekili Mecdi Boysan ile tanışan Makbule 1935 yılında Mecdi Bey ile evlendi. Mustafa Kemal (Atatürk)'in hayatı hakkında bilgi için kendisine başvurulan biriside olan Makbule Atadan, 18 Ocak 1956 yılında 71 yaşında hayata gözlerini yumarak bu dünyadan ayrılacaktır.
Atatürk'ün küçük kız kardeşi, Naciye
Kesin bir tarih söz konusu olmamakla beraber kronolojik sıralama ve Makbule Atadan'ın görüşleri neticesinde, Naciye'nin doğum tarihi 1893 olarak bilinmektedir. Makbule Atadan'ın anlattıklarına göre; babası Ali Rıza Efendi'nin vefat ettiği gün dadısının Naciye'yi yere düşürmesiyle ayağı kırılıyordu. Naciye yaşına rağmen uzun boylu, iri yapılı ve güzel bir kızdı. Fakat Naciye'de daha 10 yaşında bir çocuk iken vefat edecekti.
Mustafa Kemal Atatürk'ün eşi Latife Hanım evlenmeden önce.
Atatürk'ün Eşi, Latife Hanım (Uşaklıgil)
Latife, 17 Haziran 1898 tarihinde İzmir'de dünyay gelmiştir. Babası, İzmir'in tanınmış ailelerinden Uşakizade ailesine mensup Muhammer Bey dir. İzmir Lisesi'nden mezun olduktan sonra Fransa'nın Paris şehrine giderek Sorbonne üniversitesi'nde öğrenimini görmesinin ardında İngiltere'ye giderek dil öğrenimi görmüştür. Mustafa Kemal Atatürk ile evliliği yaklaşık iki yıl sürmüştür. İlk Cumhurbaşkanı eşi olma ünvanıda Latife Hanım'a aittir. İstanbul'da ikamet ettiği sıralarda 1975 yılının 12 Temmuz günü 77 yaşında hayata gözlerini yummuştur.
Atatürk'ün üvey babası; Ragıp Bey
Ragıp Bey hakkında pek bir bilgi bulunmamaktadır. Eşi vefat eden Zubeyde Hanım'ın ikinci eşi olduğu bilinmektedir. Zubeyde Hanım'ın ve Ragıp Bey'in evlilikleri sırasında çocukları olmamıştır. Birinci Balkan Savaşı'nın çıkması sonucu bölgede barınmanın güçlüğü nedeniyle Zübeyde Hanım Ragıp Bey ile aralarındaki evliliği sonlandırmıştır. Falih Rıfkı Atay'a göre Mustafa Kemal Atatürk'ün üvey babası Ragıp Bey Birinci Dünya Savaşı sonrasında Selanik'te ikamet ettiği sıralarda vefat etmiştir.
Atatürk'ün üvey kardeşleri; Süreyya, Hakkı ve Ruhiye
Ragıp Bey ve vefat eden eşi Afet Hanım'ın üç çocuğu dünyaya gelmiştir. Bu çocuklar, Süreyya, Hakkı ve Ruhiye dir. Haklarında pek bir bilgi bulunmamaktadır. Süreyya Bey'in asker olduğu bilinmekte ve Mustafa Kemal'in askerliği seçmesindeki nedenlerden birisi olarak Süreyya Bey'e duyduğu sevgi ve hayranlık olduğu belirtilmektedir. Süreyya Bey Yüzbaşı rütbesinde askerliğini sürdürmesi sırasında vefat etmiştir. Hakkı Bey, yaşamının bir kısmını Türkiye'de geçirmiş ve demiryollarında kondüktörlük yapmıştır. Ruhiye Hanım ise Ahmet Fevzi adında eski Anadolu Ajansı mensubu bir memur ile evlenmiş ve Afet isminde bir kız çocuğu dünyaya gelmiştir.
Mustafa Kemal (Atatürk)'in Ailesi ve Aile'nin Hayatı
Rivayetlere göre Ali Rıza Efendi rüyasında sarı saçlı ve açık tenli bir kız görür ve ardından ortaya çıkan ak sakallı birisi "evleneceğin kız bu" der. Zübeyde ve ailesi Langaza'da evlerinde yaşadıkları sırada Zübeyde, yorganı doldurduktan sonra ağzını dikmeye başlar. Dikme esnasında dizine yorgan iğnesini batırıverir ve bunun üzerine ailesi Zübeyde'yi 1 saat uzaklıktaki Selanik'e doktora götürür ve İğne çıkarılır. Zübeyde ve yakınları rahat bir nefes alır. Aile Langaza'ya dönmek istemişsede Zübeyde Selanik'ten hoşlanmış ve bir müddet burada kalmak istemiştir. Bu sırada gördüğü rüyayı ablasınada açan Ali Rıza, ablasının Zübeyde'yi göstermesiyle rüyasında gördüğü kız olduğunun farkına varır ve durumu ailesinede bildirerek Zübeyde ile evlenmek istediğini dile getirir. O sıralarda 14 yaşında gencecik bir kız olan Zübeyde'nin annesi Ayşe Hanım, kimi zaman aradaki 20 yaş farkınıda sebep gösterek bu olaya sıcak bakmamış. Bir müddet şiddetle karşı çıkar fakat sonradan Ali Rıza'nın ricası üzerine Ayşe Hanım'ın üvey evladı ve Zübeyde hanımın da üvey Ağabeyi Hüseyin'in araya girmesiyle anne Ayşe Hanım evliliklerine onay vererek bu zorlu direnişine son vermiş. 1871 yılında Ali Rıza ve Zübeyde'nin nikahları kıyılarak evlenirler.
Şemsi Belli'nin Makbule Hanım ile yaptığı ropörtajda anne ve babasının evlenmeden önce yaşadıklarını Makbule Hanım şöyle anlatmıştır :
" Büyük pederim ve büyük validem, Selanik'e bir saat mesafedeki Langaza'da otururlarmış. Orada malları ve çiftlikleri varmış. Annem Zübeyde Hanım, bu çiftlikte büyümüş. O zaman güzel bir genç kızmış. Bir gün yorgan kaplarken dizine yorgan iğnesi batmış. İğneyi çıkartmak için hemen bir arabaya koyup Selanik'e getirmişler. İğne, doktor müdahalesiyle çıkarılmış. Ama Selanik'in havasını beğenen annem çiftliğe dönmek istememiş.
Bu sıralarda Selanik'te bulunan ve henüz bekar olan babam, evleneceği kızı aramakla meşgulmüş. Bize naklettiklerine göre babam, annemi şahsen tanımadan evvel onu rüyasında görmüş. İşte bu sıralarda garip bir tesadüf babamı, rüyasında gördüğü genç kızla karşılaştırmış. Babam, annemi çok, pek çok beğenmiş. Zaten evlenmek niyetinde olduğu için derhal ailesinden istemiş. İstemiş ama, veren kim?
Büyük validem bir hayli mukavemet göstermiş.
'Vermem, benim evlendirecek kızım yok' demiş.
Israr etmişler, rica etmişler. Nihayet büyük validem biraz yumuşamış.
'Sırmalı kaftan isterim, sırmalı fotin isterim, şunu isterim, bunu isterim'
demiş durmuş.
O zaman babamın maaşı sadece 3 altın lira... Bu kadarcık para ile müstakbel kayınvalidesinin arzusuna cevap veremeyeceğini anlayan babam, işi başka şekilde halletmek çarelerini düşünmüş. Annemin üvey kardeşini bularak kendisine yardım etmesini rica etmiş. üvey dayım ne yapmışsa yapmış, büyük validemin de, annemin de gönlünü razı etmiş.
Annem Zübeyde Hanım'la, babam Ali Rıza Efendi, işte bu şartlar içinde ve bu kadar engellerden sonra evlenebilmişler. "
"İlgili yazı araştırmacı yazar ve televizyon sunucusu Can Dündar'ın yazılarından alınmıştır. İlgili yazıya buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Evlilikleri sırasında Ali Rıza, 34 yaşında idi. Hayatlarını, Ali Rıza Efendi'nin ailesiyle beraber ikamet ettiği; Selanik şehrinin Yenikapı semtinde yer alan evde sürdürecektir. 1871 yılında Ali Rıza ve Zübeyde'nin ilk çocukları ve aynı zamanda ilk evlat acılarıda olacak olan bir kız çocuğu dünyaya geldi. İsmini Fatma koyarlar ancak Fatma bir müddet sonra hayata veda eder. Ancak Fatma'nın vefat tarihi tam bilinmemekle beraber, ailenin Çayağzı'na taşınmadan önce vefat ettiği tahmin edilmektedir. Ama hayat devam edecek; 1874 yılında Ahmet ve 1875 yılında Ömer adında iki oğlan çocuğu dünyaya getirecektir.
Ali Rıza Efendi'nin Gümrük Muhafaza Memuru olarak çalıştığı yer olan Çayağzı, o zamanlar Paşaköprüsü olarakta bilinirdi. Olimpos Dağı'nın Ormanlarla kaplı eteklerinde, Ege kıyısında yer alan ve Selanik'e 120 km. uzaklıkta olan Ormanlık bir bölge idi. Ne kasaba, ne köy olan ıssız, derme çatma bir yerdi. Başlıca tesisi bir gümrük karakolundan ibaretti. Bu gümrük karakolu bölgedeki kereste ticaretinin kontrolünü sağlamakta idi. Issız fakat ticari anlamda yüksek bir hacime sahip olan bu bölge, eşkiyaların kontrolü altındaydı. Selanik'in Yenikapı semti ile Çayağzı bölgesi arasındaki mesafe'nin günün şartları neticesinde fazla olması sebebiyle Ali Rıza, vefat eden kızı Fatma'yı geride bırakarak, eşi Zübeyde'yi ve çocukları Ömer ve Ahmet'i Çayağzı'na götürmüş ve yaşamlarını orada sürdürme kararı almışlardır.
Bakımsızlığın ve kötü hava şartlarının, hüküm sürdüğü, yiyecek ve sağlık ihtiyaçlarının karşılanamadığı ve devamlı olarak eşkiyaların saldırıları noktalarından birisi haline gelmesi burada yaşamayı imkansız kılmakta ve aile fertlerini özellikle çocukları kötü etkilemekteydi. Ali Rıza ve Zübeyde'nin iki küçük oğlu; Ahmet ve Ömer bu duruma daha fazla dayanamayacak; Önce Ahmet 9 yaşında yaşama gözlerini yumacak ardından da evin tek çocuğu Ömer 8 yaşında hayata veda edecekti. Vefat nedenleri olarak o dönem bölgede sıkça ve yoğun bir şekilde başgösteren kuşpalazı olarak bilinen Difteri salgınından olduğu söylenmektedir. Şartlar o kadar kötüdürki, anlatılanlara göre, vefatı gerçekleşen çocuklarından Ahmet, sahilde kumluk alanda bir mezara defin edilmiş ancak gece dalgaların şiddetiyle açığa vuran beden, çakalların saldırısına uğramıştır.
Mustafa'nın doğumu ve Ailenin sonraki yaşamı
Mustafa Kemal (Atatürk) Atatürk'ün Doğduğu ev, Pembe Ev
Daha sonra Osmanlı Devleti ile Rus Çarlığı arasında başlayacak olan ve o zaman kullanulan Rumi Takvim'in 1293 yılına denk gelmesi nedeniyle 93 Harbi olarak bilinecek olan Osmanlı-Rus savaşı 1877 yılında meydana gelecektir. Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit döneminde meydana gelecek bu harp iki cephede meydana gelecekti. Birisi Kafkasya Cephesi bir diğeri Tuna Cephesi. Ali Rıza, savaşın patlak vermesiyle orduya çağrılır ve Selanik'te Asakir-i Milliye taburunda subay olarak görevini sürdürür. Daha sonra savaşın bitmesiyle ordudan ayrılan Ali Rıza, Memuriyet hayatınada son vererek, memuriyeti boyunca edindiği tecrübe ve bölgenin kerestecilik ve odun-kömür ticaretinin büyük kazanç getirdiğine şahit olması nedeniyle kereste ticaretine atılır. İşlerin yolunda gitmesi ve artık yaşanan acılardan da uzaklaşmanın verdiği istekle Aile Selanik'e geri dönecek ve artık yaşamlarını; Islahane semtinin Ahmet Subaşı Mahallesindeki, üç odalı ve üç katlı pembe renge sahip bir evde sürdüreceklerdi (Şu anki adresi; Apostolu Pavlu Cad. Numara: 75, Aya Dimitriya Mahallesi şeklindedir).
M.K. Atatürk'ün kız kardeşi, Makbule Atadan'a göre Mustafa, Pembe Evde değil; babası Ali Rıza Efendi'nin ailesinin kaldığı Selanik, Yenikapı semtinde yer alan evde dünyaya gelmiştir.
O günkü Yunan Hükümeti'nin direktifi üzerine, Selanik belediyesi 1933 yılında Pembe Evi Atatürk'e hediye etmiş, Türkiye Cumhuriyeti 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın isteği üzerine 1953 yılında ise müze haline getirilmiştir.
Pembe Ev ile ilgili bir diğer anektod ise şöyledi;
Selanik belediyesi'nin Pembe Evi hediye etmesinin ardından, Atatürk bu olaydan çok mutlu olmuş ve kız kardeş Makbule'ye durumu dile getirmiştir. Makbule bunun üzerine şunları söylemiştir:
"Bilirsin ya ağabey, köşedeki pembe oda benim odamdı, yine bana ayrılsın. "
Bu cevap Mustafa Kemal (Atatürk)'in çok hoşuna gitmiş ve fırsatını yakaladığı anlarda bu olayı büyük bir tebessüm ile dile getirirmiş.
Ali Rıza burada Keresteci Cafer olarak tanınan Cafer Efendiyle ortaklık kuracak ve işleri yolunda giderek iyi kazançlar elde edeceklerdi. Ali Rıza ve Zübeyde çiftinin 1881 yılın bir kış ayında; sarışın, mavi gözlü bir erkek çocuğu dünyaya gelecektir. Dünyaya gelen bu küçük bebek Türk milletine ve Türkiye toprakları üzerinde yaşayan diğer topluluklar için adeta ALLAH'ın bir lütfu olarak üzerlerine doğacak; dünya'nın kaderini değiştirecek ve bir milletin kör talihini kırarak yok olmaktan kurtaracaktı. Ten rengi, göz rengi ve saç rengini annesinden alan bu küçük oğlan daha sonra belirginleşecek surat çehresini babasından aldığı görülecektir. İsmi Mustafa olacak olan bebeğin adını Babası Ali Rıza koymuştur. Nedeni olarak, kendisi küçük yaşlarda iken beşikten düşerek hayatını kaybeden kardeşinin adı olmasıydı. Çiftin dördüncü çocuğu olan Mustafa'dan sonra 1885 yılında Makbule isminde bir kız evlatları dünyaya gelecektir.
Doğum tarihi hakkında
Mustafa Kemal (Atatürk) Atatürk'ün doğum tarihi net olarak bilinmemektedir. Bilinen tek husus, Rumi 1296 yılı. Fakat gün ve ay bilinmediğinden dolayı Miladi takvim'e (Gregoryen) göre 1880 yılımı yoksa 1881 yılımı kestirilememektedir. Resmi kayıtlarda 1881 yılının 19 mayıs günü belirtilmiştir. Aşşağıda 19 mayıs olarak belirtilmesinin nedeni ve tartışmalarına yer verilmiştir. Ayrıca Doğum günü konusunda ortaya atılan iddialar ve çeşitli görüşler yer almaktadır. Burada bahsi geçen yazısal döküman araştırmacı yazar Sayın Ahmet Akyol'dan alınmıştır. İlgili sayfaya buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
1296'nın Rumi mi, Hicri mi olduğuna dair bir işaret olmadığına göre, 7 Kanunusani 1329 ( 20 Ocak 1914) tarihli Doğum Tarihleri Hakkındaki Şûrayı Devlet Kararı'na göre, bunun Rumi sayılması gerekir.
Osmanlı Devleti'nde 1840 tarihinden itibaren Hicri(Kameri) ve Mali (Rumi) takvim birlikte kullanılmaya başlamış,bu takvimlerle ilgili 28 Şubat 1917 ve 1 Ocak 1918 tarihlerinde ay ve gün kaydırılmak suretiyle yeni düzenlemeler yapılmıştı.
26 Aralık 1925 tarihinde 698 sayılı yasayla da, Miladi Takvim kabul edildi.
Bu takvimlerin her birinde yıl, ay ve gün farklılıkları vardır. Dolayısıyla, basit mantık oyunları dışında, bu takvimler arasında karşılaştırma yapma, gerçekten zor ve karmaşık bir iştir.
Rumi (Mali) 1296 yılı, kronolojik açıdan Miladi 13 Mart 1880'den 12 Mart 1881 tarihine kadar olan zaman dilimini kapsar.
Mustafa Kemal (Atatürk) Atatürk'ün doğum tarihini yıl olarak gösteren en eski belge, 1899 yılında, İstanbul'da, Mekteb-i Harbiye-i Şahane (Kara Harp Okulu)'ye girdiği tarihte, okulun "1315 Duhüllülere Mahsus Künye Defteri"ne düşülen nottur:
"
Numarası 1283. Selanik'te Kocakasım Mahallesi, Gümrük memurlarından müteveffa Ali Rıza Efendi'nin mahdumu (oğlu), uzun boylu, beyaz benizli Mustafa Kemal (Atatürk) Efendi Selanik 96 (1296)
"
Atatürk'ün, ilk TBMM kurulduktan sonra, Meclis'e verdiği Tercümeihal Fişi'nde de doğum tarihi 1296 olarak gösterilmiştir.
O dönemde ailelerin önemli bir bölümü yeni bir çocuğun doğumunu aile reisinin bir Kur'an'ın boş bir tarafına veya o zamanki evlerin demirbaş kitaplarından olan Ahmediye veya Muhammediye ciltlerinin bir kenarına kaydetmeleri alışkanlığı vardı.
Zübeyde Hanım, evdeki iki Kur'an-ı Kerim'den birine çocukların doğumlarının yazıldığını, fakat Ali Rıza Efendi ölünce, başucunda sadece bir Kur'an-ı Kerim olduğunu, onda da hiçbir yazının olmadığını, belki de Ali Rıza Efendi'nin kayıtlı Kur'an-ı Kerim'i, devam ettiği camideki hocalardan birine hediye etmiş olabileceğini, söylemişti.
Bizzat Atatürk de, doğum tarihinin evlerindeki Kur'an-ı Kerim'de yazılı olduğunu, sonra bu Kur'an'ın kaybolduğunu, bu sebeple doğum gününü bilmediğini söylemişti.
Eskiden Resmi nüfus kütüklerinde, doğum tarihleri kaydedilirken, çoğu zaman sadece yılın yazılması, ay ve günün belirtilmemesi geleneği, cumhuriyetin ilk yıllarına kadar da sürmüştü. Fakat bu durum karışıklıklara neden oluyordu. Rumi 1296'dan Miladi takvime geçip, kesin doğum yılını belirleyebilmek için, doğum yapılan ayın, bazen de günün bilinmesi şarttır.
Tarihçi ve Yazar Faik Reşit Unat ( 1899-1964), bu durumu öğrenebilmek maksadıyla, Selanik'e giderek Zübeyde Hanım'ın halen hayatta olan komşularıyla görüşmüştü. Ancak, aldığı cevaplar çelişkiliydi. Bazı komşularına göre Zübeyde Hanım, Mustafa'yı bir bahar mevsiminde, bazılarına göre zemheride ( ocak, şubat ayları) doğurmuştu.
Atatürk :
"Annemden işittiğime göre, bir bahar mevsiminde doğmuşum"
Kardeşi Makbule Atadan'ın açıklaması daha değişikti; Annesinden duyduğuna göre, Atatürk fırtınalı bir gecede doğmuştu.
Atatürk'ün doğum yılı ile ilgili önemli bir belge, Atatürk soyadının kabulünden ( 24 Kasım 1934) sonra, Ankara Nüfus Müdürlüğü tarafından yeniden düzenlenen ve günümüzde aslı İstanbul- Şişli'deki Atatürk Müzesi'nde bulunan son nüfus hüviyet cüzdanıdır.
Atatürk'ün sağlığında ve şüphesiz onun onayı alındıktan sonra düzenlenen bu nüfus hüviyet cüzdanında, doğum yılı 1881 olarak gösterilmiştir.
Buna göre, 1881 yılı, Atatürk'ün de kabul ettiği tarihtir.
Atatürk'ün arkadaşlarından Ali Fuat Cebesoy der ki :
" Bazı biyografilerde 1880'de doğduğu ileri sürülürse de, 1881 doğumlu olduğu muhakkak gibidir. Hiç unutmam. Mütarekede İstanbul'da, bugünkü Atatürk Müzesi olan binada, bir akşam yemeğinden sonra, oturmuş, oradan buradan konuşuyorduk. Rauf Orbay da orada idi. Söz dönmüş dolaşmış yaş bahsine gelmişti."
" Fuat Paşa' demişti, Rauf Bey'le ben senin ağabeyin sayılırız. Çünkü ikimiz de senden birer yaş büyüğüz"
"Benim doğum tarihim 1882'dir."
M.K. Atatürk'ün doğum gününün 19 Mayıs olmasının nedeni.
Türk Tarih Kurumu kurucuları arasında yer alan Tarihçi-Yazar Reşit Saffet Atabinen ( 1884-1965), 19 Mayıs 1932'de, Atatürk'e, Türk Kurtuluş Savaşı'nın örgütlenme ve koordinesinin ilk adımı kabul edilen 19 Mayıs'ı kutlamak için, Doğum Gününüzü Kutlarım şeklinde bir telgraf çekmişti.
Esasen bu yapılan, Atatürk'ün maddi anlamda dünyaya geldiği günün kutlanması değil, Atatürk'ün 19 Mayıs'ta Samsun'a çıkışının önemini belirten manevi bir jestti.
19 Mayıs 1919'un önemini gösteren bu jest, Atatürk'ün çok hoşuna gitti.
Bunu izleyen günlerde, 1932 yılının Temmuz ayında, Birinci, Türk Tarih Kongresi sıralarında, Aydın Halkevi'nden bir öğretmen, bir Gazi Günü tertiplemek istediklerini söyleyip, ona doğum gününü sormuştu. Atatürk :
"Bana sormayınız, doğum günümü bilmiyorum. Gazi Günü olarak da, Samsun'a çıktığımız günü Gazi Günü yapabilirsiniz"
diye cevapladı.
Atatürk'ün doğum gününün 19 Mayıs 1881 olarak kabul edildiği, Atatürk'ün onayı alınarak, Cumhurbaşkanlığı'nın resmi belgelerinde de yer aldı.
İngiltere Büyükelçisi Morgan, 10 Kasım 1936'da, Dışişleri Bakanlığı'na, İngiltere Kralı Edward VIII ( 12 Aralık 1936'dan sonra Windsor Dükü Prens Edward)'ın, doğum günü nedeniyle, kendisine özel ve samimi bir tebrik telgrafı çekeceğini söyleyerek, Atatürk'ün doğum tarihinin bildirilmesini rica etmişti.
Buna, Genel Sekreter tarafından, 12 Kasım 1936 günü,
"Cumhurbaşkanı Atatürk'ün 19 Mayıs 1881 tarihinde doğmuş olduklarını arz ederim"
diye cevap verildi.
Bu konuyu Prof. Afet İnan şöyle anlatır;
" Mustafa Kemal (Atatürk)'in doğum ayı ve günü ya hiç yazılmaz veya yanlış olarak sonbahar diye gösterilir. Başka tarihleri verenler de yok değil. Halbuki kendisinden bizzat işitmişimdir bir ilkbahar günü doğduğunu. Hatta bunun mayıs olduğunu söylemiştir.
Bir gün yanında benim de bulunduğum sırada Riyaseticumhur Umumi Katibi Hasan Rıza Soyak, Atatürk'e evrak getirmişti. Bunda doğum gününün bildirilmesi rica ediliyordu, sonradan arşivlerde bulduğum yazı şuydu:
10/11/1936
Türkiye Cumhuriyeti Hariciye Vekaleti
Protokol Dairesi Şefliği
U. No: 21081
H. No: 177
Riyaseticumhur Umumi Katipliğine :
İngiltere Maslahatgüzarı Mösyö Morgan Vekaletimize müracaat ederek Reisicumhurumuzun yevmi veladeti münasebetiyle İngiltere Kralı 8. Edward tarafından hususi ve samimi bir tebrik telgrafı çekileceğini söylemiş ve Atatürk'ün doğum tarihinin bildirilmesini rica etmiştir.
Keyfiyeti arz eder ve İngiltere Büyükelçiliği'nce talep edilen malumat tensip buyurulduğu takdirde iş'arına müsaadelerinizi rica ederim.
Hariciye Vekili Y. Türkgeldi.
Atatürk, bunun üzerine bir süre düşündü. Herhalde kendisi de bunu tam olarak bilemiyordu. Annesi i ilkbahar günü doğduğunu söylemişti vaktiyle, onu hatırlıyordu. Biraz bekledikten sonra birden Hasan Rıza Soyak'a dedi ki :
- "Bu bir 19 Mayıs günü niçin olmasın?.." Bunun üzerine Hariciye Vekaleti'ne 12/11/1936 tarihli şöyle bir yazı gönderildi :
"Reisicumhur Atatürk'ün 19 Mayıs 1881 tarihinde doğmuş olduğunu arz ederim.
Hasan Rıza Soyak."
Mustafa Kemal Atatürk'ün, Atatürk soyadını aldıktan sonra kendisine verilen nüfus cüzdan örneği.
Mustafa Kemal Atatürk'e Ankara Nüfus Müdürlüğünce 27 Ocak 1923 yılında kendisine verilen Nüfus Cüzdanı.
13 yıla yakın Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Tevfik Rüştü Aras'ın, bu konudaki açıklaması da şu şekildedir :
" Atatürk'le beraber günlerce araştırıp düşünmüş, hatırlamaya çalışmıştık olayları Okul kayıtlarına, nüfus idarelerine bakılmıştı. Bütün bunlardan sonra, Mayıs ayında doğduğu ortaya çıkmıştı. 10 mayıs il1 20 Mayıs arasına bile yaklaşmıştık. Atatürk, o zaman, "19 Mayıs niçin olmasın?" dedi.
Zaten, 19 Mayıs'ta Samsun'a çıktığı ilk güne içtenlikle bağlıydı.
Ve böylece bu tarih, yalnız İngiltere Kralı'na değil, bütün yabancı devletlere Dışişleri kanalı ile bildirildi."
Ancak, gün olarak 19 Mayıs'ın kabul edilmesiyle, ilginç bir durum ortaya çıkıyordu.
1881'in 19 Mayıs'ı, Rumi 1297'ye denk geliyordu; Atatürk'ün Rumi doğum yılı ise 1296 idi.
Ya da Rumi 1296, Miladi 13 Mart 1880- 12 Mart 1881 arasını kapsadığından, 19 Mayıs 1880 olması gerekiyordu.
Kısacası gün ve ay bilinmediğinden, Rumi 1296'ın karşılığı ne 1880, ne de 1881 kesin olarak doğru kabul edilemiyordu.
İşleri yolunda giden Ali Rıza Efendi, eşine yardımcı olması hasebiyle üfrade isminde Afrika kökenli bir bayan hizmetkar tutacaktır. Ardından aileye ümmügül isminde bir Sütnine kabul edilecektir. İşleri yolunda giden Ali Rıza daha sonra hiç ortada olmayan nedenlerden dolayı zorlanacaktı. Bölgenin düzensiz bir yönetim yapısı ve asayişin kötü olması sebebiyle ticaret işlerine yasal icraatçilerin dışında bölgede hüküm süren çetelerde katılıyor ve son sözü onlar söylüyordu. Ali Rıza sektörün her alanında söz sahibi olan eşkiyanın isteği dışında ne ağaç kesilebiliyor ne de kesilen ağaçlardan elde edilen kerestelerin sevkiyatı gerçekleşebiliyordu.
Ali Rıza Efendi'yi tanıyan ve Mustafa'nın çocukluk arkadaşı olan Hacı Mehmet Somer bu hususu şöyle dile getirmiştir :
"Ali Rıza Efendi, kereste ticaretine varını yoğunu vermişti. İlk zamanlarda büyük başarılar gösteren bu teşebbüs, Katerin'in ezeli belası olan eşkıyaların hırslarını tahrik etti. Ali Rıza Efendi'yi para göndermesi için tehdit ettiler. Şayet para göndermezse, kerestelerini yakacaklarını bildirdiler. Bu sebeple orman mıntıkasına gitmek, işlerini kontrol etmek mümkün olmuyordu. İşlenmiş keresteleri sahile nakletmeye korkuyordu. Çünkü bu keresteler eşkıyalar için rehine mahiyetinde idi. Nihayet Ali Rıza Efendi'den ümit ettikleri para gelmeyince, bütün keresteleri yaktılar. İşçileri de tehdit ettiler. İşçiler de dağılıp gittiler."
Ali Rıza Efendi, Rum eşkiyaların dediklerini yerine getirmeyecek ve istedikleri haracı ödemeyecektir. Fakat sonunda eşkiya tehditlerini yerine getirerek Tomruk stoklarını yakacaktır. Bu olay üzerin Ali Rıza, kerestecilikteki ticaret hayatına veda etmek zorunda kalmıştır. Bir müddet sonra Tuz işinde muvaffak olmak istedi ancak top aldığı tuzları zamanında elden çıkaramayacak ve elindeki tuzlar eriyecektir. Bu alanda da beklenmeyen sorunlarla karşılaşan ve varını yoğunu yitiren Ali Rıza, derin bir üzüntünün içinde çırpınırken ailesi için var olmanın peşine düşmüş ve hangi boyutta olursa olsun tekrar memuriyet için koşuşturmuş fakat buradanda sonuç alamamıştır. Sonraki arayışlarında da bir türlü cevap alamayacak olan Ali Rıza artık bir girdap halini alacak olan üzüntüsünün ardından Barsak Veremine yakalanacaktır.
Eşi Zübeyde Hanım o günlerden bahsederek :
"Merhum (Ali Rıza Bey), son günlerinde işinin fena gitmesinden çok müteessir oldu. Kendini salıverdi. Daha sonra da derviş meşrep bir hal alarak eridi, gitti. Kocamın hastalığı büyüdü. Artık yaşayamazdı. Ben dul kaldığım zaman, yirmi yedi yaşında bir tazeydim. Bana iki mecidiye (40 kuruş) dul maaşı bağladılar."
Çocuğu Makbule Hanım ise babas Ali Rıza Bey'in işlerinin eşkiyalar yüzünden bozulduğunu söyledikten sonra şunları söylemiştir :
"Bundan sonra babam tuz ticaretine başladı. Mağazasında bulunan tuzlar toptan eridi. Babam bu işten de zarar gördü. Tekrar memuriyete geçmek istedi, fakat muvaffak olamadı. İşlerinin bozuk gitmesinden çok müteessir oldu. Nihayet Bağırsak Veremine tutuldu,. üç sene hastalık geçirdikten sonra vefat etti."
Ali Rıza Bey, 3 sene boyunca bu hastalıkla mücadele ettikten sonra daha fazla dayanamayarak hayata ve yakınlarına 47 yaşında veda etmiş, vefat etmiştir. Vefatı sırasında altıncı çocuklarına gebe olan Zübeyde Hanım Ali Rıza Bey'in vefatının ardından 1889 yılında ismi Naciye olacak olan kız çocuğunu dünyaya getirecekti.
Önemli !
Ali Rıza Bey'in vefat tarihi ve altıncı çocuğu olan Naciye'nin doğum tarihi konusunda kesin bir tarih yoktur. Ancak ortaya atılmış bazı görüşler şu şekildedir :
Ali Fuat Cebesoy'a göre, Ali Rıza Efendi, 1893 yılı Kasım ayının ikinci yarısında vefat etmişti.
Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Atadan hatıralarında, kendisinin 1885'te doğduğu günlerde, babasının hastalığının başladığını, işine gidemediğini ve ilk yaşını doldurduğunda da bu hastalığın çok arttığını en küçük kardeşi Naciye'nin 1889'da doğumundan kırk gün sonra babasının vefat ettiğini anlatmıştı.
Bu durumda Ali Rıza Efendi'nin ölümünün 1889 ve 1890'ın ilk aylarına rastlaması gerekir. Mustafa Kemal (Atatürk), o sıralarda dokuzuncu yaşı içindeydi ve Şemsi Efendi Okulu'nun da üçüncü sınıfındaydı.
Utkan Kocatürk, vefat tarihini 1888 olarak verirken , Faik Reşit Unat da, Makbule Hanım'a ilk kocasından ayrıldıktan sonra babasından aylık bağlanmasına ait dosyadaki belgeleri kaynak göstererek, Ali Rıza Efendi'nin 28 Kasım 1893'te vefat ettiğini ileri sürer.
Zübeyde'nin üvey erkek kardeşi(Ağabeyi) olan Hüseyin, vefatın ardından Selanik'e gelerek kız kardeşi Zübeyde'yi ve babasız kalan 3 yeğenini beraberinde; Zübeyde'nin de evlenmeden önce yaşadığı şehire Langaza'da idare etmekte olduğu Rapla Çiftliğine getirdi. Hüseyin Ağa, kardeşini ve çocuklarını üzmeyecek onları eniyi şekilde büyütmek için kardeş Zübeyde ile elinden geleninin eniyisini yapmaya çalışacaktır. Hüseyin Ağa yeğenlerini severken çoğu zaman isimleri yerine lakaplar takarak seslenir ve severdi.
Mustafa'ya "Paşam!"
Makbule'ye "Makbuş!"
Naciye'ye "Bülbül!"
Mustafa'nın eğitim ve öğrenim nedeniyle telaşlanan Zübeyde Hanım ve Ağabeyi Hüzeyin Ağa, Mustafayı Selanik'e halalarının yanına göndermiş fakat Mustafa halasının tavırlarından hiç haz duymayarak Dayısı Hüzeyin Ağa'nın çiftliğine geri dönmüştür.
Bu hususu Makbule Hanım'ın 1948 yılında Haftalık Akın Dergisinde, Selime Seden'e verdiği ropörtajda şu şekilde bahsedilmektedir.
Dayıları ile anneleri baş başa veriyorlar. Küçük Mustafa'yı okutmak lazım! Fakat nasıl?
Nihayet, Makbule Hanım'la hemşireleri Naciye'yi çiftlikte bırakmağa ve Mustafa'yı alıp Selanik'e, halalarının yanına götürmeğe karar veriyorlar. Bırakıp dönecekler ve küçük Mustafa orada tahsiline devam edecek! Oldukça maceralı ve heyecanlı olan bu kısa devreyi de Bayan Makbule'nin dilinden ve hatıralarından dinleyelim:
Küçük Mustafa'yı, halasının evine bırakarak çiftliğine dönüyorlar. Halası, Bayan Makbule'nin nitelendirmesine göre, sert ve katı bir hanımdır. Daha o gece misafir çocuğu, simit alması için çarşıya gönderiyor, getirdiği simitleri beğenmediği için "değiştirmesini" söyleyerek bir daha göndermekten çekinmiyor. Hadise, dokuz yaşındaki Mustafa'nın izzetinefsine dokunuyor, cumayı bekliyor. Çiftlikten cuma namazı için Selanik'e, "Hamzabey Camii"ne gelen dayısını buluyor. Arada geçen kısa ve kesin konuşma şudur:
Dayı, siz beni halama uşak mı verdiniz?
Ne münasebet! O nasıl söz!
Beni gece yarıları çarşılara gönderiyor. Ben orada oturamam!
Burada bir müddet kalan aile Mustafa'nın eğitim ve öğrenimi için tekrar Selanik'e dönecektir. Burada bir süre kaldıktan sonra Ağabeyine yük olmak istemeyen Zübeyde 32 yaşlarında ismi Ragıp olan ve Larissa'dan göç etmiş birisiyle evlenir. Ragıp Efendi'ninde 3 çocuğu bulunmakta ve eski eşi Afet Hanım'ın vefat etmesiyle dul kalmıştır. Çocuklarının ismi; Hakkı, Rukiye(Ruhiye) ve Süreyya dır.
Hüseyin Bey, Zübeyde Hanımın Babası Sofuzade Feyzullah Sadullah Ağa'nın ilk eşinden olan erkek çocuğudur.
Evlat acısının ne demek olduğunu çok iyi bilen birisi haline gelmiş olan Zübeyde Hanım son kez bir evladının daha vefatına şahit olacaktı. Mustafa Kemal (Atatürk)'in Harp Okulundan Mezuniyeti sırasında yani 1902 yılında Verem hastalığına yakalanmış olan 12 yaşındaki Naciye'yi Hakkın Rahmetine vakıf olması temennisiyle uğurlamıştır.
Mustafa Kemal (Atatürk), Ali Fuat Cebesoy'a, Ragıp Bey hakkında şunları söylemiştir :
"Bana karşı hep çok saygılı davranmış, büyük adam muameleri etmiştir. Nazik ve kibar bir insandır."
Zübeyde Hanım, oğlu Mustafa'nın öğrenimi için elinden geleni yapmıştır. Zübeyde Hanım oğlu Mustafa'nın II inci Abdülhamit yönetimine karşı çalışan bir takım arkadaşlariyle yaptığı toplantıda nelerle uğraşıldığını öğrenince, padişaha karşı çalışmanın sonuçlarından ürkmüş, ancak Mustafa Kemal (Atatürk)'in işi kendisine anlatması üzerine sorunu kavrayıp :
"gizli şeyleriniz varsa ben saklayayım, muvaffak olmak zordur, mahvolmak daha tabiidir"
dedikten sonra şöyle konuşmuştur :
"... evladım bir gün bu işler olduktan sonra seni namus ve haysiyet sahibi olanlarla görmezsem işte o zaman meyus olurum. Ben senin kadar okumadım, senin kadar bilmem, seni gördüğün, anladığın şeyleri yapmaktan menetmiye kalkışmam, yalnız dikkat et, esas muvaffak olmaktır, muvaffak olmaya çalış".
Annesi Zubeyde Hanım'ın vefatını öğrenmesinden bir kaç saat sonra çekilen resmi
Bilgi :
Falih Rıfkı Atay'a göre, Ragıp Bey, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Selanik'te öldü. üvey ağabeyi Süreyya Toyran, intihar etti. Diğer kardeşi Hakkı Bey, reji memuru idi.
Zubeyde Hanım'ın İzmir Karşıyaka'daki köşkünde geçirdiği son günler.
Zübeyde Hanım Birinci Balkan Savaşı'nın ardından yani tahmini olarak 1912 yılının sonlarında ikinci ve son eşi Ragıp Bey'den ayrılır.
Balkanların Osmanlı Devleti'den kopmasıyla kızı Makbule Hanım ile beraber İstanbul'a gider ve İstanbul'da Beşiktaş Akaretlerde bir evde yaşamaya başlarlar. Aile burada yaklaşık 11 sene yaşadıktan sonra 1922 yılının sonlarına doğru Ankara'ya Mustafa Kemal (Atatürk)'in yanına Çankaya Köşkünde ikamet etmeye başlamıştır. Fakat daha sonra Zübeyde Hanım rahatsızlanacak bu nedenle, tedavi olması ve havasının yumuşak olması nedeniyle İzmir'in Karşıyaka semtinde bulunan köşke 1922 yılının Aralık ayında yerleşecektir. Burada ikamet ettiği sırada ecel kapısını çalacak ve Zübeyde Hanım 14 Ocak 1923 yılında Hak'ın Rahmetine Mazhar olacaktı. İzmir'de kaldığı süre zarfında çoğu zaman Latife Hanım yanında olacak vefat ettiği gece ise Latife Hanım yine yanında kalacaktır. Zübeyde Hanım ölmeden önce vasiyet namesini Latife Hanım'a yazdırmıştır. Hatta Vefatın gerçekleşmesinin ardından Latife, köşke 33 hafız çağırır ve hatim ve dualar ile merhum'u ebedi yolculuğuna uğurlarlar. Şuan İzmir'in Karşıyaka ilçesinde bulunmakta olan ve 1940 yılında anıt mezarda naaşı bulunmaktadır.
Makbule Hanım ise validesi Zübeyde Hanım'ın vefatı sırasında Ankara'daydı. Ankarada yaşamını sürdüren ve ömrünün sonuna kadar orada kalan Makbule, bir dönem Abisi Mustafa Kemal (Atatürk)'in isteği üzerine yeni kurulacak olan Serbest Cumhuriyet Fırkası'na(Parti) girdi ve siyaset hayatına atılmış oldu. Ancak partinin sınırı aşarak olumsuzluklara imza atıyor olması M.K. Atatürk'ü kuşkulandırmış partinin varlığından rahatsızlık duyarak kapatılması imasında bulunmuştur. Bunun üzerine Fethi Bey (Fethi Okyar) partinin genel başkanı olarak partinin feshini ilan etmiş yani partiyi kapatmıştır.
Dahiliye Vekaletine verilmek üzere hazırlanan Fesih Beyannamesi aşşağıda okunacağı şekildedir.
"Tebellür eden son vaziyete göre, Fırkamız, Büyük Gazi Hazretlerine karşı, siyasi sahnede mücadele edecek bir mevkie getirilmiştir. Fırkamız doğrudan doğruya Gazi Hazretlerinin teşvik ve tasvipleriyle vücuda gelmiş ve Büyük Reisimizin her iki fırkaya karşı müsavi muavenet ve muamelesine mazhar olacağı teminatı almış idi. Esasen başka türlü siyasi bir teşekküle vücut vermek mesuliyetini almağı hiçbir zaman hatırımıza getirmedik. Halbuki emri vaki şeklinde tahakkuk eden son vaziyet karşısında bizce başarılması muhal olan bu teşebbüse devam etmek beyhude olacağından Fırkamızın feshine ve keyfiyetin bilumum teşkilata ve Dahiliye Vekaletine bildirilmesine karar verilmiştir. 16.11.1930"
Mustafa Kemal (Atatürk) Atatürk'ün cenaze töreni sırasında Makbule Atadan'ın hali
Partinin kapatılmasıyla Makbule Hanım'da siyaset hayatına son vermiştir. Partide görevini sürdürmesi sırasında Milletvekili Mecdi Boysan'la tanışır. Ardından 1935 yılında evlenirler. Makbule hayatının en kötü anıyla karşılaşacak ve Ağabeyi Mustafa' yı kaybedecekti. Makbule Hanım Mustafa Kemal (Atatürk)'in hayatına tanıklık etmiş birisi olarak, Atatürk ile alakalı bir çok konuya ışık tutmuştur. O'nun da bir insan olduğunu O'nun da duyguları ve sıradan bir insanın yaşayabildiklerini sık sık soranlara anlatmıştır. 71 yaşında olan Makbule Hanım, 1956 yılının 18 Ocağında hayata gözlerini yumacaktır.