• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

2009 Aralık Anneleri

iyiyiz biz senemcim ama gece uykusu yalan oldu bizimde bütün gece bi sağa bi sola atıyo kendini yavrum..
senin tempoyu okurken ben yoruldum valla..çocuk büyütmek zaten başlı başına bir işmiş ben onu anladım..bide çalışan anne olmak çook daha zor allah kolaylık versin size..sende haftada bir yada 15 te bir filan yardımcı bulsan kendine enazından çamaşırdı ütüydü temizlikti diye yormazsın kendini bu saatlere kadar..
burcu laptopu şirkete götürecekti yeni alana kadar eşimin laptoptan girmeye çalışırım demişti ama görünmüyo bikaç gündür..

evet canım bende düşünüyorum zaten...
bayram öncesi veya sonrası velilerime söylicem
eksik gedik yoksa benim ev işleri:)
 
Son düzenleme:
günaydın sevgili anneler:emir_bebek:
paylasmak istedim..

"En Güçlü Miras"

Bir anababanın evladına bırakabileceği en anlamlı, en güçlü miras ...ne olabilir?
Bu soru bana sorulduğunda cevabım, anlam verme sistemi olacaktır. Evet, 52 yıllık bir meslek yaşamı içinde değerlendirerek yazıyorum, cevabım bu olacaktır.
Bir anababanın çocuklarına bırakabileceği en güçlü sermaye onların kazanmış olduğu anlam verme sistemidir. Bir ulusun en büyük sermayesi de o toplumun anlam verme sistemidir.
İnsanın gerçek gücünün kaynağı onun anlam verme sistemidir.

Çok yüksek kapasitede bir monitör sistemi olan beyin, her an kim olduğumuzu, nerede olduğumuzu, niçin orada olduğumuzu, günü, saati, ayı, yılı bildiği gibi sosyal rollerimizi, kimliğimizi, duygularımızı ve daha birçok şeyleri sürekli izler. Böylece ne kadar aç olduğumuzu, tuvaletimizin gelip gelmediğini doğrudan biliriz. Aynı şekilde duygularımızı, bir şeyden keyif mi alıp almadığımızı hemen hissederiz.
Değişik yaşlarda altı yüz kadar öğrenciye, “Bu okulda ne kadar varsınız?” diye sordum; “0” en düşük ve “100” en yüksek arasında değerlendiren öğrencilerin çoğu yuvarlak rakam vermediler, “54,” “62,” “78” gibi ara rakamlar verdiler. “Niye 62?” diye sorduğumda, cevap olarak, “Çünkü öyle hissediyorum,” dediler. Demek ki içimizde barometre gibi bir sistem var; bu sistem sayesinde “şimdi burada” ne kadar var olduğumuzu beynimiz sürekli izliyor. Ve izleyen bu beyin sayesinde kişi kendisini kendiyle, çevresiyle, şimdiyle, geçmişle, gelecekle ilişki içine sokuyor ve böylece yaşamına anlam veriyor.
Şimdi bir anne ve çocuk etkileşimini düşünün. Anne çocuğun önüne dört köfte koyuyor ve çocuk iki köfte yedikten sonra doyduğunu hissediyor ve “doydum anne!” diyor. Şimdi iki ortam düşünelim: Bu ortamların ilkinde anne çocuğun bu ifadesinin çocuğun gerçeğini yansıttığını kabul ediyor ve saygı duyuyor ve bu gerçekle uyum içinde çocukla ilişkisini sürdürüyor. “Tamam, evladım,” diyor, “ilerde acıkınca bana söyle.”
İkinci ortamda anne çocuğun algıladığı gerçeğe saygısız; o nedenle çocuğu hiç hesaba katmadan, “Hayır doymadın; iki köfteyle doyulmaz, kalan köfteleri ye!” diyor. Çocuk müthiş bir çelişki yaşıyor; bir yandan içindeki sistem onun doyduğunu söylüyor ve doğal olarak çocuk tuvaletinin geldiğini bildiği gibi bunu da biliyor ve bu iç sisteme inanıyor. Bu onun iç gerçeği. Diğer yandan anne ve babasının her şeyi bildiğini, onların çok güçlü olduğuna da inanıyor. Onlar olmadan yaşamını sürdürmesinin olanaksız olduğunu, onlara inanması ve güvenmesi gerektiğini biliyor. Müthiş bir kaygı ve sıkıntı içinde, “Doydum anne, vallahi doydum,” diyor ve o yıpratıcı, çocuğu kendi yaşamından alıp çıkartan acı süreç başlıyor. Çocuk yavaş yavaş kendi içinden gelen duygulara, sezgilere ve sonunda kendine inanmayı kaybediyor. Yaşamın içinin boşalması başlıyor.
Gözleyen biri anlattı; annesi, çişinin bittiğini söyleyen bir oğluna, “hayır bitmedi, haydi bitir,” diye birkaç kez tekrar edince çocuk, “vallahi bitti anne!” diyerek ağlamış. Bana anlatan adam dayanamamış, “Bayan lütfen, duymuyor musunuz, çocuk bitti diyor,” diyerek müdahale etmek zorunda kalmış.
Bu satırları yazarken ne kadar acı çektiğimi bilemezsiniz. Şu anda ben bu satırları yazarken ve siz okurken bu ülkede çocuğunu sevdiğini sanan kaç kadın ve erkek (onlara “anne” ve “baba” diyemedim, içimden gelmedi) tarafından kaç çocuğun psikolojik dokusunun paramparça edildiğini hayal ediyorum ve içim sızlıyor.
“Üşüyorsun,” deyip hemen hırkayı giydirmenin, hiç sorma gereği duymamanın ne kadar yok edici, zarar verici olduğunun farkında değiliz. Onları yok ettiğimizin ve bu ülkenin gerçek sorununun bu “yok etme” olduğunun farkında değiliz.
"Doğan Cüceloğlu (09.05.2010)"
 
bilge yok 1 haftadır ne olduki acaba haberiniz varmı??
umut ve kendisi biraz rahatsızdı
rapor aldı cnm
çarşamba başlıyacak:)))
günaydın sevgili anneler:emir_bebek:
paylasmak istedim..

"En Güçlü Miras"

Bir anababanın evladına bırakabileceği en anlamlı, en güçlü miras ...ne olabilir?
Bu soru bana sorulduğunda cevabım, anlam verme sistemi olacaktır. Evet, 52 yıllık bir meslek yaşamı içinde değerlendirerek yazıyorum, cevabım bu olacaktır.
Bir anababanın çocuklarına bırakabileceği en güçlü sermaye onların kazanmış olduğu anlam verme sistemidir. Bir ulusun en büyük sermayesi de o toplumun anlam verme sistemidir.
İnsanın gerçek gücünün kaynağı onun anlam verme sistemidir.

Çok yüksek kapasitede bir monitör sistemi olan beyin, her an kim olduğumuzu, nerede olduğumuzu, niçin orada olduğumuzu, günü, saati, ayı, yılı bildiği gibi sosyal rollerimizi, kimliğimizi, duygularımızı ve daha birçok şeyleri sürekli izler. Böylece ne kadar aç olduğumuzu, tuvaletimizin gelip gelmediğini doğrudan biliriz. Aynı şekilde duygularımızı, bir şeyden keyif mi alıp almadığımızı hemen hissederiz.
Değişik yaşlarda altı yüz kadar öğrenciye, “Bu okulda ne kadar varsınız?” diye sordum; “0” en düşük ve “100” en yüksek arasında değerlendiren öğrencilerin çoğu yuvarlak rakam vermediler, “54,” “62,” “78” gibi ara rakamlar verdiler. “Niye 62?” diye sorduğumda, cevap olarak, “Çünkü öyle hissediyorum,” dediler. Demek ki içimizde barometre gibi bir sistem var; bu sistem sayesinde “şimdi burada” ne kadar var olduğumuzu beynimiz sürekli izliyor. Ve izleyen bu beyin sayesinde kişi kendisini kendiyle, çevresiyle, şimdiyle, geçmişle, gelecekle ilişki içine sokuyor ve böylece yaşamına anlam veriyor.
Şimdi bir anne ve çocuk etkileşimini düşünün. Anne çocuğun önüne dört köfte koyuyor ve çocuk iki köfte yedikten sonra doyduğunu hissediyor ve “doydum anne!” diyor. Şimdi iki ortam düşünelim: Bu ortamların ilkinde anne çocuğun bu ifadesinin çocuğun gerçeğini yansıttığını kabul ediyor ve saygı duyuyor ve bu gerçekle uyum içinde çocukla ilişkisini sürdürüyor. “Tamam, evladım,” diyor, “ilerde acıkınca bana söyle.”
İkinci ortamda anne çocuğun algıladığı gerçeğe saygısız; o nedenle çocuğu hiç hesaba katmadan, “Hayır doymadın; iki köfteyle doyulmaz, kalan köfteleri ye!” diyor. Çocuk müthiş bir çelişki yaşıyor; bir yandan içindeki sistem onun doyduğunu söylüyor ve doğal olarak çocuk tuvaletinin geldiğini bildiği gibi bunu da biliyor ve bu iç sisteme inanıyor. Bu onun iç gerçeği. Diğer yandan anne ve babasının her şeyi bildiğini, onların çok güçlü olduğuna da inanıyor. Onlar olmadan yaşamını sürdürmesinin olanaksız olduğunu, onlara inanması ve güvenmesi gerektiğini biliyor. Müthiş bir kaygı ve sıkıntı içinde, “Doydum anne, vallahi doydum,” diyor ve o yıpratıcı, çocuğu kendi yaşamından alıp çıkartan acı süreç başlıyor. Çocuk yavaş yavaş kendi içinden gelen duygulara, sezgilere ve sonunda kendine inanmayı kaybediyor. Yaşamın içinin boşalması başlıyor.
Gözleyen biri anlattı; annesi, çişinin bittiğini söyleyen bir oğluna, “hayır bitmedi, haydi bitir,” diye birkaç kez tekrar edince çocuk, “vallahi bitti anne!” diyerek ağlamış. Bana anlatan adam dayanamamış, “Bayan lütfen, duymuyor musunuz, çocuk bitti diyor,” diyerek müdahale etmek zorunda kalmış.
Bu satırları yazarken ne kadar acı çektiğimi bilemezsiniz. Şu anda ben bu satırları yazarken ve siz okurken bu ülkede çocuğunu sevdiğini sanan kaç kadın ve erkek (onlara “anne” ve “baba” diyemedim, içimden gelmedi) tarafından kaç çocuğun psikolojik dokusunun paramparça edildiğini hayal ediyorum ve içim sızlıyor.
“Üşüyorsun,” deyip hemen hırkayı giydirmenin, hiç sorma gereği duymamanın ne kadar yok edici, zarar verici olduğunun farkında değiliz. Onları yok ettiğimizin ve bu ülkenin gerçek sorununun bu “yok etme” olduğunun farkında değiliz.
"Doğan Cüceloğlu (09.05.2010)"

günaydın,
paylaşımın için teşekkürlervereliniortak
 
arkadaşlar günaydın
haftanın son günü olmasından dolayı çooooooooook mutluyumhihoyyyt:sm_cool:kaydirigubbakcemile2
 
nilgüncüğümün herkeze çoooooooook selamı var
öpüyormuş hepinizi
sorunu çözüyorum az kaldı dedi
 
haftanın son günü demek benim için bavul hazırlamak hazırlanmak demek boshayallersmile
hadi bakalım kolay gele

samsunları yolları taştan
sen çıkardın beni baştan

buda benden sana cnm...
uydurmazyon bir şarkı oldu
artıkın kabul eyle...

sende iyiki varsın meralimmm olumunekankayizsmile opuyorumnanaktan
cannnnıııııııımmmmmmmmmolumunekankayizsmile

herkese günaydııınnn

müzeyyenim nerelerdesin cnm benim
günaydın sanada

paşalar nasıl?
 
günaydın herkeseee :3:
Günaydııınnn
günaydın herkeze:3:haftanın son günühihoyyythihoyyythihoyyyt
Günaydıııınnnn
haftanın son günü demek benim için bavul hazırlamak hazırlanmak demek boshayallersmile
Kolay gelsin canım.
herkese günaydııınnn

günaydıınnnn.gel öpüşelim artıkın:kedi::sinifsinif:a.s.:1hug:


Biz de öğleden sonra sağlık ocağına gidecez dün aradılar.Oğlumun adını söylediler onun evi mi diyorlar ay bi şaşırdımkaydirigubbakcemile3 kim arıyo diyorum sanki bebeğe verecem teli:1: sağlık ocağımız değişmiş yarın bi gelin ölçülerini alalım dediler:1:
 
GunAydinnn mina daha iyi cok sukur ama hala burnu cok tikaniyor o yuzden uyumakta ve emmekte zorlaniyor birkacgune gecer o da diye umut ediyorum
 
Ben giremiyorum pek fazla merak etmeyin mina pek huyszu diye nazan ev almissiniz hayirli olsun annemler 12 yil once kirada oturuyordu orda coook pahalliydi hatirliyorum bugunun 1200 lirasiydi yani gercekten eregli her konuda pahalli en iyisini yapmissiniz ev almakla
 
Back