Arkadaşlar akşama kadar aralıklarla bu ödevi aradım en uygunu bunlardı...
Yeni Türk alfabesinin ilk biçimlerini kendisine götürdüğüm zaman, komisyonun en aşağı beş yıllık bir geçiş dönemi düşündüğünü söylemiştim. ....
Dikkatle dinledikten sonra bir daha sordu:
- “Demek beş yıl düşündünüz?” dedi.
- “Evet!” dedim.
- “Üç ay!” dedi.
Donakaldım,
üç ay!
Üç ay içinde bütün memleket yayını “Türk Harfleri” ile değişecekti.
ılave etti:
“Ya üç ayda uygulayabiliriz, yahut hiç uygulayamayız. Sizin Arap harflerine bırakacağınız sütunlar yok mu, onların adedi bire de inse, herkes yalnız o sütunu okur ve beş yıl sonra, tıpkı yarın başlar gibi başlamaya zorunlu kılarız. Hele arada bir buhran, bir savaş çıkarsa attığımız adımları da geri alırız.”
Falih Rıfkı ATAY
yenilseydik suçlu ben olacaktım..
Bir aralık konu ıstiklâl Savaşı'na geldi. Dikkat ettim, Binbaşılar dahil her komutanın hangi birliğe komuta Çağıl'ın ''Kod Sıfır'' ve Graham Fuller'in ''Yeni Türkiye Cumhuriyeti'' isimli
ettiğini, nerede bulunduğunu, -bir gün önce olmuş gibi- hatırlıyordu. O kitapları okurla buluştu.
savaş ki araç, gereç, personel kıtlığı bugün güç tasavvur edilirdi.
Tümenlere binbaşılar, Kolordulara yarbaylar komuta ediyordu! Fakat, bu kadro canını
dişine takmış bir ekipti. Var olmak ya da olmamak bu
savaşın sonucuna bağlıydı. 30 Ağustos bu ruh haletinin eseriydi. Böyle
bir dramı, hem yazarı, hem baş aktörünün ağzından dinlemek müstesna
bir mutluluktu. O anılar Ata'yı coşturdukça coşturuyordu. Anlatmalarında abartma yoktu.
Ama bu anlatış öylesine canlı, öylesine plastikti ki, hepimiz heyecandan
heyecana sürükleniyorduk. Anlatışlarını şöyle bağladı:
- ışte büyük zafer
böyle ortak bir eserdir. Şerefler de ortaktır.
Bu alçakgönüllülük
şaheseriyle konunun kapanacağını tahmin ediyorduk. Bu arada Atatürk bir duraklama
yaptı. Sonra içine dönük, adeta kendisiyle konuşur gibi ilave etti:
- Ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak yalnız bana ait
olacaktı.
Bu belagat karşısında gözyaşımı tutamadım. Tarihin, zaferleri kendine
maleden, yenilgileri ise maiyetine yükleyen sahte kahramanlarını hatırladım.
Ord. Prof. Sadi IRMAK
Büyük Taarruz öncesi Afyon'un Çay ilçesinde Kolordu ve Ordu Komutanları toplanmış, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşanın ( Çakmak ) saldırı plânını dinliyorlardı. ısmet Paşa saldırı plânına karşı olduğunu beyan etti. Atatürk' ün Harp Okulu'ndan tabiye hocası, çok sevdiği, takdir ettiği ve kendisine "Hocam" diye hitap ettiği Yakup Şevki Paşa, milletin varını yoğunu zar gibi atmanın tarihçe cinayet sayılacağını söyledi. Mustafa Kemal:
- Milletin varı yoğu bundan mı ibarettir Hocam ?
- Evet!
- O halde kesin sonucu bununla almak zorundayız! Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşada bizim geri teşkilâtının düşmanı yirmi kilometreden fazla kovalayamayacağını söyleyince ;
- Bizim geri teşkilâtımız düşmanı yirmi kilometreden fazla kovalayamaz mı?
- Hayır Paşam !
- O halde düşmanı yirmi kilometre içinde tepelemek zorundayız!
ıkinci Ordu Komutanı Nurettin Paşa ise, cepheye henüz yeni geldiğinden, bir fikri olmadığı cevabını verir. Bu arada, belki ikisi arasında bir tertip eseri olarak, Fevzi Paşa " Madem ki, Ordunun bana güveni yok, ben çekiliyorum !." diye istifasını verir. Mustafa Kemal de, Genel Kurmay Başkanı çekildiğine göre kendisinin de Baş Komutanlık görevinde kalamayacağını belirtir. Telaşa düşen ısmet Paşa şöyle der ; "Efendim bize fikrimizi sordunuz, söyledik. Yoksa, hepinizin emrinizdeyiz, ne yolda isterseniz öyle hareket ederiz ! " Taarruz sürpriz bir şekilde kuzeyden değil, güneyden, dağlık bölge üzerinden yapılır ve sonuç kesin zaferdir.