Şimdiki en iyi yatırım hangisi?

KRİZ PLANI

13 Kasım 2008

Ortalık yine gelişmekte olan ülkelerden gelen haberlerle tarumar durumda. Rusya'da üç bankaya el konulması ve İzlanda'ya yapılacak yardımda sorunlar çıkması ortalığı karıştırdı. Aslında geçen hafta sonu Çin'in açıkladığı 560 milyar dolarlık paket herkes tarafından olumlu karşılandı ama, bu paket durumun vehametini ve dünyadaki dış talebin daralmasının ölçülerini gösteriyordu.

Öncelikle Çin'İn açıkladığı 560 milyar dolarlık harcama paketinin ne anlama geldiğini söyleyeyim. Bu paket Çin'İn GSMH'nın neredeyse yüzde 20'sine yaklaşıyor. Yani devlet kamu harcamalarını bu miktarda artıracak. Düşünsenize biz eğer bu tür bir paket açıklamış olsaydık ne yapardık? Bizim GSMH'mız yaklaşık 550 milyar dolar civarındaydı. Bunun yüzde 20'si 100 milyar dolardan fazla ediyor. Şu anki kurla zaten bizim bütçemiz 120 milyar dolardır. Bunun üzerine 100 milyar dolar daha harcama planını açıklasaydık ne olurdu?

Peki Çin bunu niye yaptı?

Çünkü çinde son birkaç yılda kurulan fabrikaların tümü yaklaşık yüzde 90 kaldıraçla kuruldu. Yani siz 10 lira koyup 90 lira da banakadan borç alıp fabrikaları kurdunuz. Krizle birlikte dış talep kesilince, bu sefer Çin iç talebi canlandırmaya çalışıyor ve makinelerin çalışmasını sağlayıp, Fabrikaların bankalara olan yükümlülüklerini yerine getirmesini istiyor. Fakat başarılı olamayacaklar. Çünkü Çin'de insanların tasarruf eğilimi çok yüksektir. Yani Japonya gibidir. Devlet harcamalarını ne kadar artırırlarsa artırsınlar, bu para harcamaya dönüşmeyip tasarruf edilecek ve çarpan etkisi yaratmayacaktır. Dolayısıyla Çin ekonomisi de şiddetli bir resesyona girmek zorundadır. Fakat bu hemen olacak birşey değil. İleride göreceğiz.

Şimdi "hocam biz kendi derdimize mi yanalım? Çin'in derdine mi yanalım" dediğinizi duyuyorum. Merak etmeyin bizim derdimiz falan yok. Ekonomi yönetimimiz hala krizin boyutlarının farkında değil. 100 yılda bir ortaya çıkan türde bir kriz var ama "beni ısırmaz" mantığı hakim.

Bundan sonra olacakları anlatayım. Dolar 1.75'e gelecek. Yeniden buradan aşağı dönecek gibi olacak. Fakat ardından bu seviye yukarı kırılınca 1.80 civarında Merkez Bankamız müdahale ederek, 2-3 gün içinde en az 8-10 milyar doların daha dışarı kaçmasına ve rezervlerin erimesine sebep olacak. Bu arada vatandaşlarda aynı seviyelerde hızla dolar satmaya başlayacaklar. Bunları da dışarı kaptıracağız. Hele ki Rusya'dan ruble'nin devalüe edildiği haberi geldiği anda kurları tutmak mümkün olmayacak.

Şu an Bankalar her ne kadar kredileri geri çağırmasa da kredi faizleri yüzde 30'u geçmiş bulunuyor ve dışarıdan borçlanan firmalarımız şimdi içeriye döndüler ama nakit bulamıyorlar. Bursa, Eskişehir, Denizli sapır sapır dökülüyor. Krizin ayak sesleri ortalığı inletmeye başladı. Bankalar şu an eleman çıkarıyorlar. Hatta eleman çıkarmakta olan bir banka basım mensuplarını çağırıp, eleman alacağız, büyüyeceğiz falan diyor. Kamu bankaları da eleman çıkarmaya başladılar. Kısa bir süre notumuz da düşecek ve ortalık yangın yerine dönecek. Aslında hala vaktimiz var ama, sesimizi duyuramıyoruz. Duyanlar ise "yaşar sen de çok abartıyorsun" diyorlar.

Ben bu filmi tam kırk kere izledim. Aynı şeyler oluyor. Son 7 yılda 40 tane krizi dakika dakika inceledim. Filmin bütün sahneleri aynı. Ekonomi yönetimleri aynı şeyleri söylüyor. Arjantin krizi öncesinde Arjantin devlet başkanının veya Meksika krizi öncesinde Meksika Başkanının söyledikleri adeta copy edilip şu an paste ediliyor.

Borsa daha da düşecek. Önümüzdeki bir yıl içinde 1 doların da altını göreceğiz.

Dolar dünyada değer kazanmaya devam edecek. Şu an gelişmekte olan ülkelerde dolar borcu olan herkes dolar bulup bunu kapatmaya çalışıyor ve dolar yetmiyor. Düşünsenize tüm dünyada neredeyse 5 trilyon dolarlık likidite sağlanmış ve hala dolar değer kazanıyor. Herkesin borç kapatmak için dolara nasıl saldırdığına bir bakın. Bu arada Japonya'dan carry trade yapanlar da dolar bulup Yen pozisyonlarını kapattığı için, Japon Yeni de dolara karşı değer kazanıyor. Artık kâr ve zarar mehfumu ortadan kalkmış durumda ve yeni bir felaket HEDGE Fonlardan gelecek. Bu hafta sonu hedge fona yatırım yapanlar paralarını çekip çekmemeye karar verecek. Ocak ayında ise bunun sonuçlarını göreceğiz. Soros'un söylediği gibi 2 trilyon dolarlık hedge fon piyasası belki de 600 milyar dolara düşecek. TÜREV olan herşeyin şu an integrali alınmaya çalışılıyor ve dünyadaki felaket gittikçe büyüyor.

Herkes dolar borcunu kapattıktan sonra, takriben 2009'un Mart-Nisan aylarından sonra belki de daha erken bir zamanda bu dolarlar piyasaya çıkmaya başlayınca seyreyleyin cümbüşü. Bir yandan faizler hızla artmaya başlarken bir yandan da şiddetli bir enflasyon gelecek ve tek adres altın olacak. Çünkü dolar tahttan inince bu boşluğu altın dolduracak. Ben yarın ne olacağını anlatmıyorum. Ben sizlere önümüzdeki 1-2 yılda neler olacağını anlatıyorum. Bu yüzden kalkıp da yarın bana "Altın düştü" hocam demeyin. Kısa vadede belki de altın 640 dolarlara kadar inecek ama ondan sonraki yükselişi de çok sert olacak. Neyse bu konuyu ileriki zamanlarda daha uzun uzun yazacağız ama o zaman geldiğinde sizlere "dönüp 2008 Kasım ayında yazdığım yazıları bir daha okuyun" diyeceğim. Fakat şimdilik dolar revaçta kalmaya devam edecektir. Euro/dolar paritesi önümüzdeki 3 ay içinde 1.16 seviyelerine kadar gerileyebilir. Euro/Dolar'da 1.2950 yukarı kırılmadığı sürece 1.16'ya gerileme olasılığı yüksektir.

Dün gece dow jones yüzde 4'ten fazla düştü. Bugün bizim borsa da 24 bin civarında açılıp yeniden 23.500 seviyelerini görebilir. Fakat bunun bir önemi yok. Borsadan ne olursa olsun uzak durun. Çünkü hiç ummadığınız şirketler iflas edebilir. Dün mahkemedeydim. Bilirkişi olarak elime birçok dosya geliyor. Şu an mahkemelerde haciz dosyaları ikiye katlanmış ve iflas erteleme talebiyle başvuranların sayısında ciddi bir artış var. Tüm bunlar olurken, hala "kriz bizi etkiler mi" tartışması abuk subuk bir tartışmadır.

Son bir veriden bahsedip yazımı bititiriyorum. Navlun endeksi 19.850 tepe seviyesinden 875'e kadar düştü. Yani 6 ay önce geminizi bir günlüğüne 19.850 dolara kiraya verirken, şimdi geminin günlük kirası 875 dolardır. Bu para ile gemide çalışanların günlük yemek ihtiyacını bile karşılayamazsınız. Navlun endeksleri dünya ekonomisinin en iyi öncü göstergeleridir. Gelecek yıl dünya ticaret hacminin ne kadar daralacağını gösteriyor. IMF tahminlerine göre dünya ticaret hacmi yüzde 2 daralacakmış. Sevsinler sizi... Bu rakamın en az beş katı daralma olacak. Dow Jones endeksinin önümüzdeki 1 yılda 4-5 bine düştüğünü görürseniz de hiç şaşırmayın. Biz hala çok güzel günlerimizi yaşıyoruz.

Ama şunu da söyleyeyim ki; bu yazıyı okuyup iki gün sonra unutacaksınız... Çünkü beyin Cenab-ı Allah tarafından öyle programlanmıştır. Kötüyü kabul etmek istemez. Krizler "cash is king" siz de cash'de kalmaya devam edin. Bu durum ekonomi için hiç iyi birşey değil ama, herkes hep birlikte harcamaya karar vermedikçe, sizin tek başınıza gidip harcama yapmanız ekonomi batarken sizi de batırıyor.
 
Lütfen bir sabır ile okuyun.çevrenizde bu tür dostlarınız var ise engelleyin.hoşçakalınız


ERTEM EFENDİ, SEZAİ BEY ve FOTOKOPİ

30 Ekim 2007 Salı

Ertem efendi ve Sezai bey, ellerindeki sermaye ile birer fotokopi dükkanı açtılar.
Birinin dükkanı yolun bu tarafında, diğeri de karşısındaydı.
Her ikisi de ellerindeki 15 bin YTl'Lik sermayenin 5 bin YTL'si ile birer fotokopi makinası almış, kalan paralarıyla da dükkan kiralayıp malzeme stoku ve diğer harcamaları yapmışlardı.

İşler fena gitmiyordu... Sabah saat 09:00'da dükkanlarını açıyorlar, akşam saat 18:00'de kapatıyorlardı.
Her ikisi de günde ortalama 600-700 fotokopi çekiyordu.

Aradan biraz zaman geçti... ülkede yapısal değişimden falan bahsedilmeye başlamış ve yeni bir hükümet kurulmuştu. Çektikleri fotokopi sayısı her gün hızla artıyordu. Bir günde, binin üzerinde fotokopi çekmeye başladılar. Bu nedenle de akşam 19:00'a kadar çalışmak zorunda kalıyorlardı.

Günler geçtikçe, fotokopi çektirenlerin sayısı arttı ve akşamları saat 21:00'e kadar çalışmak zorundaydılar artık. Ama mutluydular. Çünkü fotokopi makinalarının maliyetinin yaklaşık yüzde 30'unu kâr olarak çıkarmışlardı. Böyle giderse bir seneye kalmaz, fotokopi makinaları kendisini amorti ederdi.

Bir sabah dükkan'dan içeriye takım elbiseli, beyaz gömlekli, temiz yüzlü genç bir adam girdi. Ertem efendi adamı "buyur" edip bir çay ikram etti.

"Görüyorum ki çok yoğunsunuz, bu yüzden fazla zamanınızı almayacağım. Neden hemen bir fotokopi makinası daha almıyorsunuz?"

"Alırım ama henüz bu makinanın parasını çıkarmadım. Önce bu makina kendini bir ödesin, sonra düşünürüz."

"Bakın beyefendi, piyasalar hızla açılıyor ve genişliyor. Fotokopi ihtiyacı gün geçtikçe artıyor ve siz bu talebi ancak gece yarılarına kadar çalışarak karşılayabiliyorsunuz. Ben Amerika'da ekonomi tahsili aldım. Ekonominin genişlediği zamanlarda yeni yatırım yapmazsanız, çok büyük fırsatları kullanmamış olursunuz."

Ertem efendi sordu...

"İyi söylüyorsun da, bende şu an yeni bir fotokopi makinasına yatıracak para yok. Elimdeki para ile bu makinayı çeviriyorum."

"Şu söylediğinize bakın... Ben bankacıyım, hemen bir imzanızla size kredi açarız ve yeni bir fotokopi makinasını yarın sabah bu dükkana getirebilirsiniz. Üstelik bir de eleman alırsınız, bu kadar yorulmazsınız ve evinize yine akşam 18:00 veya 19:00'da gidersiniz. Bu sayede ekonomiye ve işsizliğe de olumlu katkı yapmış olacaksınız."

Onlar bunları konuşurken, fotokopi çektirmeye gelenler de kuyruk olmuşlardı. Talep adeta patlamıştı. Fotokopi çektirmeye gelenlerden biri diğerine
"haydi diğer dükkana gidelim" dedi.
Ötekisi cevapladı;
"Ben oradan geliyorum, orada da kuyruk var."

Ertem efendi biraz düşündükten sonra, genç, yakışıklı bankacıya döndü ve;
"Benim rahmetli babam, 'ne iş yaparsan yap ama sermayenle yap, başkasının parasına güvenerek sakın iş yapma' derdi. Teklifine teşekkür ederim. Bu makina kendini ödesin, ikinci bir fotokopi makinası almak için, en az yüzde 70'i kadar parayı biriktireyim, o zaman yeni makina almayı düşünürüm. Borç almaya niyetim yok."

Temiz yüzlü, genç bankacı, küçümseyen bir eda ile tebessüm ettikten sonra "çok pişman olacaksınız" diyerek dükkandan ayrıldı.

Bankacının arkasından baktı... Karşı dükkan'a girdiğini gördü. Ertem efendi, başını iki yana sallarken fotokopi çekmeye devam ediyordu.

Ertesi sabah dükkanını açtığı sırada, karşı dükkanın önünde bir pikap durdu. Yeni bir fotokopi makinasını indiriyorlardı. Belli ki Sezai, bankacının söylediklerine ikna olmuştu.

Artık, bir günde çektiği fotokopi sayısı 2 bine yükselmişti ve gece saat 23:00'lere doğru evine gidebiliyordu. Birçok müşteri de kuyruk beklememek için, iki tane fotokopi makinası olan Sezai'nin dükkanına gidiyor ve bu nedenle de kendisi müşteri kaybına uğruyordu. "Hata mı yaptım?" diye kendisine sürekli soruyor ama babasının sözü hiç aklından çıkmıyor, sonra "doğru yapıyorum" diyordu. Çünkü babası yıllarca üretim ve ticaret yapmış, nice krizleri görmüş geçirmiş adamdı.

Bir süre daha geçti. Sezai, bazı tadilatlar yaparak, yan dükkanı da içine kattı ve yeni bir makina daha aldı. Böylece üç makina ile çalışmak daha kolay olacaktı. Üstelik çalıştırdığı eleman sayısı da üç kişiye çıkmıştı.

Sezai'nin bir günde çektiği fotokopi sayısı 10 bini aşarken, Ertem efendi, kendi başına çalışıyor, geç saatlerde eve gidiyordu.

Aradan bir yıl daha geçti. Birlikte bu işe giriştikleri Sezai, artık Sezai bey olmuştu. Yeni aldığı lüks arabası, dükkanın önünde pırıl pırıl parlarken, şoförü de Sezai beyi oraya buraya, toplantılara götürüp getiriyordu. Üstelik artık Sezai'ninki sadece fotokopi dükkanı değil, koca bir kırtasiyeci dükkanıydı. Nasıl olsa firmalar vadeli bir şekilde kırtasiye malzemeleri veriyorlardı. Dükkan içinde yok yoktu.

Ertem ise bir fotokopi makinasıyla, küçük dükkanında iş yapmaya devam ederken, biriktirdiği para ile yeni bir makina daha aldığında, Sezai'nin makina sayısı 5'e çıkmış, bu sırada sokaktai fotokopi dükkanı sayısı da beşe yükselmişti. Sezai'nin büyüme hızı çok çarpıcıydı.

Ertem efendi, bir gece yatağına uzandı ve;

"Babacığım, canım babacığım... bak bu sefer yanıldın. Senin verdiğin öğüdü tutmasaydım ben de en az Sezai kadar olacaktım. Bankacı haklı çıktı..."

İçinden tam bunları söylemişti ki, birden kafasında önemli bir soru belirdi. "İnsanlar neden böyle deli gibi fotokopi çektiriyorlar ve kırtasiye malzemesi tüketiyorlardı? Herkes bu kadar zenginleşmiş miydi? Daha önceleri 1 tane fotokopi çektiren müşterileri, neden bu sıralarda 5-10 tane fotokopi çektiriyorlardı?"

Sabah olduğunda doğruca dükkanına gitti. Bankacı'nın aylar önce geldiği zaman verdiği kartvizitini buldu. Hangi bankanın hangi şubesinde çalıştığını not ettikten sonra, dükkanı kapatıp doğruca o bankaya gitti, ama bankadan içeri girmedi. Dışarıda bekliyordu. Bir ajan gibi bankacının nereye gittiğini ve gün içinde ne yaptığını öğrenecekti. Biraz sonra bankacının elinde çantasıyla çıktığını gördü. O'nu izlemeye başladı. Bankacı doğruca, kendi dükkanlarının biraz ilerisinde bulunan üniversiteye gitti. Üniversitesnin içinde bir masası vardı ve öğrenciler kuyruk olmuşlar, fotokopi çektirmek için kredi formu dolduruyorlar, 15-20 dakika sonra da, yan masadan kredilerini nakit olarak alıyorlar ve doğruca fotokopi çektirmeye gidiyorlardı.

Demek ki bu bankacı önce fotokopi çektirmek isteyenlere kredi açmış, işler patlayınca da fotokopicilere kredi ile makina satmıştı. Yani bir taşla iki kuş vuruyordu. Peki ya bu öğrenciler bir gün kredilerini geri ödeyemezse, babaları para gönderemezse ne olcaktı? Bu saadet zincirinin devam etmesine imkan yoktu. Öğrencilerin bu kredileri ödeyebilmeleri için, mezun olup iş bulmaları ve kendi gelirlerini artırmaları gerekiyordu. İKi tane mezun öğrenci Sezai'nin yanında iş bulmuştu, fakat öğrencilere kredi kesildiği anda onlar da işsiz kalacaktı.

Babasına bir fatiha okuyarak dükkanın yolunu tuttu. Dükkan'a geldiğinde, Sezai beyin lüks arabası yine yolun karşısında pırıl pırıl parlıyordu.

Aradan bir hafta geçmemişti ki, Ertem efendi bir akşam evine gitmek için dükkanı kapattığında saat 18:00'di ve anormal bir gün olmuştu. Daha düne kadar iki makinasıyla 4 binin üzerinde fotokopi çekerken, bugün sadece 900 tane fotokopi çekebilmişti. Acayip bir durumdu.

Ertesi sabah saat 09:00'da dükkanını açtı. Saat 10:00 olmasına rağmen sadece üç beş tane fotokopi çektiren olmuştu. Kapıyı kilitleyip doğruca üniversiteye gitti. Orası ana baba günüydü. Öğrencilerin anne ve babaları okulun önünde kızgın bir şekilde bağırıyorlardı.

Aradan bir saat geçtikten sonra Ertem efendi olayın iç yüzünü öğrenmişti. Kısa bir süre önce birkaç öğrenci aldığı krediyi geri ödeyemeyince, bankacılar öğrencilere verdikleri kredileri geri çağırmışlardı. Kredisini ödeyemeyecek durumda olanlar faizler yükseldiği için daha da batağa saplanırken, artık hiç bir öğrenciye yeni kredi açılmıyordu. Vadesi geldiği halde kredisini ödeyemeyen öğrencilerin anne ve babalarına haciz işlemi başlamıştı.

Ertem Efendi yeniden dükkan'a döndüğünde Sezai beyin dükkanında da anormallikler olduğunu sezdi. Genç bankacı ve Sezai bey hararetli bir tartışma içindeydiler. Bankacı, karşı dükkan'dan sinirli bir şekilde ayrıldıktan bir saat sonra, haciz memurları gelip dükkan'da ne var ne yoksa arabalara yüklemeye başlamışlar, bu arada toptan kırtasiye malzemesi satan iş adamları da Sezai'nin dükkanı'na üşüşmeye başlamıştı.

Akşama saatlerine doğru, Ertem efendi birkaç öğrenci için bir yandan fotokopi çekerken bir yandan da karşı dükkanı izlemeye devam ediyordu. Bir çekici, dükkan'ın önüne gelip Sezai beyin pırıl pırıl lüks arabasını da alıp götürdü. Sezai'nin dükkan'daki bütün varlıklarını ve arabasını satsanız, borçlarının sadece yüze 80'ini karşılayabiliyordu. Çünkü, elindeki fotokopi makinalarını ve arabayı bir hafta önce en az 100 bin YTL'ye satabilecekken, şimdi bunların toplamı 50 bin YTL bile etmiyordu. Bu gelişmeler sonrasında elindeki varlıkların fiyatları yarıya yarıya düşmüştü ama borçlar aynı borçlardı ve faiz işlediği için de artmaya devam ediyordu.

Krediler geri ödenemediği için, bankalar da ciddi zararlar yazmaya başlamıştı. Aradan 15 gün geçtiğinde Ertem efendi'nin sokağında sadece 1 tane fotokopi çeken dükkan kalmış, diğerlerinin hepsine, kelepir fiyatlarıla bankalar el koymuştu.

Ertem Efendi krizden etkilendi ama bir sene sonra bu krizden güçlenerek çıktı. Çünkü sokaktaki tek fotokopi dükkanı olmaya devam ediyordu. Günde bin beşyüz fotokopi çekiyordu ama, huzurlu ve mutluydu. Her akşam babasına dualar gönderiyor.

Sezai Bey; Evini de haczettiler, eşi evi terketti. Şu an taksimde çiğ köfte satıyor. Eski günlerindeki ihtişamını diğer seyyar satıcılara anlatıyor.
 
* Sermaye piyasasının yüzde 72’si yabancıların elindeyse

* Bankacılık sektörünün yüzde 51’i yabancı kontrolündeyse

* “Düşük kurun” nedenleri ile sonuçlarını ayırt edebilecek “finansal entelektüel” birikim yoksa, kur son marjinal kuruşu da “kâra” çevirince aniden % 50’ye yakın “artabiliyorsa”

* Siyasetçi, “finansal entelektüel” zümre eksikliğinden faydalanarak “sıcak paranın yarattığı” kısa süreli “cenneti” siyasi rantını maksimize etmek için kullanıyorsa

* “Ekonomi IMF’ye”, “dış siyaset Avrupa Birliği ve Amerika’ya endekslenmiş” ise

* IMF ile o milletin menfaatlerini korumak adına pazarlık etmesi gereken bakan bile aynı zamanda İngiltere vatandaşı ise

* Üretim refleksleri kaybolmuş, sıcak paranın bastığı kur ile “üreten dinamikler” ithalatçı olma yoluna girmiş ise

* Dış politikada alınması gereken kararlar, güvenlikte atılması gereken adımlar, devletin en yetkili makamlarında “aman piyasa bozulmasın” diye gecikiyorsa

* Vatandaşların yabancı bankalara borcu 50 milyar doları geçmiş ise

* İç ve dış borç son 5 yılda dolar bazında “defalarca katlanmış” ise

* Yılda ödenen faiz, bütçe içinde “eğitim ve sağlık” harcamalarının 10 katı ise

* Sıcak para, ülkenin “ekonomik reflekslerini” çürütürken “kısa vadeli sonuç ortaya çıkmıyor” diye “ana dinamikler” analiz edilemiyorsa

* “Avrupa Birliği ne der” kaygısı ile Hava Kuvvetleri terörist unsurlara karşı kullanılamıyorsa

* Deniz Kuvvetleri’ne ait muhrip “müttefik bir ülke tarafından” vurulmuş, içinde onlarca seçme subayını taşıyan uçağı ne hikmetse ilk uçuşunda düşmüş, askerlerinin başına çuval geçirilmiş ise

* 15 askerinin öldüğü gün en yetkili ağızdan “Sayın Başkan ile 1 ay sonra görüşeceğim, gerekeni yapacağız” açıklaması yapılmış ise

* Askerlerinin öldüğü dakikalarda “el konduğu için devlet kontrolünde olan” televizyon kanalında “dansöz oynatılıyor” ve yayını kesme ihtiyacı dahi hissedilmiyorsa

* Vatandaşların bir bölümü “seve seve ölüme” giderken, bir bölümü “malı götürme” sevdasına düşmüş, “hangi toprakta yaşadığını bile umursamadan” kendilerine doları “efendi” edinmişler ise

Ve en kötüsü “içeride kargaşa”, “dışarıda tam bağımlılık” ortaya çıkmışsa 29 Ekim’i hakkıyla kutlamak hepimizin hakkıdır! Haydi dolduralım “stadları”, şiirler okuyalım, şarkılar söyleyelim ama “bir gün bile” geçmeden Cumhuriyetin “ruhuna aykırı” davrandığımız “hayatlarımıza” dönelim... Cumhuriyet Bayramımız şimdiden kutlu olsun!
 
İMF İLE NELER OLACAK?
Neler olacağını ben size anlatayım. Bütün dünya gazeteleri Türkiye'nin IMF'ye ihtiyacı olduğunu söylüyor. Bugün ATilla Yeşilada Japon büyükelçisi Tanaka'nın bize "IMF ile anlaşın" dediğini yazmış. Röportajı Murat Yetkin yapmış. Bu konudaki yazının özü şöyle; Japonya'nın Türkiye'de yatırımları var ve bu ülke bizim IMF ile anlaşmamız gerektiğini söylüyor.
Diğer taraftan bir sürü yabancı ülekinin bir sürü firmaları artık. Yani Onların büyükelçileri de gelip "IMF ile Anlaşın" diyecekler. Yabancı yatırımcı gelirken iyiydi, ama şimdi artık ekonomi konularında ne tür kararlar almamız gerektiğini de onlar dikte edecek ve Türkiye yeniden IMF'nin politikaları altına girecek.
Sayın Başbakan'nın 20 Kasım'da Washington'daki toplantısı sonrasında eğer IMF'yi hala kabul etmemişse çok şaşırırım. Çünkü şu an zemini hazırlayan kişi Devlet Bakanı sayın Mehmet Şimşek'tir. Diğer devlet liderleri veya bakanlarına gerekli mesajları verecek ve bunun sayın Başbakan'a anlatılmasını isteyecektir. Çünkü "Ben sözümü dinletemiyorum" diyecektir.
Bunun üzerine sayın Başbakan ülkeye çok sıkıntılı dönecektir. Bir yanda "Yok öyle yama, ümüğümüzü sıkamazsınız" sözünü geri almak var, diğer yanda da "IMF ile anlaşmaya varmanın" faydalarını anlatmak zorunda kalmak var.
Sonra ne olacak?
IMF yine ofisini açacak ve karşılık oranlarını artırmamız isteyecek. Kamu harcamalarını ciddi biçimde sıktıracak ve ekonomiyi daha hızlı bir boğulma sürecine götürecek. Nereden mi biliyorum? IMF bunu hep yapıyor. Ayrıca Günlerdir Erdal Sağlam ve Okan Müderrisoğlu IMF'nin neler istediğini yazıp duruyor. Bu savaşta sayın Başbakan yalnız kalacak, Çünkü hem Merkez Bankamız hem de Devlete Bakanımız böyle olmasını istiyor (Ne gariptir 1997'de Malezya'da yaşananlar aynen burada yaşanıyor!).
Tabi ki IMF politikalarını uygulayınca da ekonomiyi daha hızlı daraltacağımız için işsizliği daha kısa sürede artırabileceğiz. Dolayısıyla da ekonomi daha hızlı daralacak.
Peki bunları niye yapacağız?
10-15 milyar dolarlık veya 20 milyar dolarlık kredi için... Bu kredi de yine vergi mükellefinin üzerine binecek.
Yani sonuç olarak ekonomiyi daha hızlı daraltıp bir de vergi mükellefinin üzerine yeni borç yükleyeceğiz...
IMF dediğiniz kurum "gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelerdeki paralarını kurtarma" kurumudur. Eğer gidip IMF sayfasına IMF'nin Görevi kısmına bakarsanız, IMF'nin gelişmekte olan ülkelerdeki ödemeler dengesinde oratya çıkan dengesizlikleri gidermek olduğunu görürüsünüz. Peki bu IMF şu ana kadar biz o kadar cari açık verirken neredeysi? Niye bizim ödemeler dengemizde ortaya çıkan dengesizliği önleyici tedbirleri çoook öncelerden önermedi? Çünkü Gelişmiş ülkelerin keyfi yerindeydi. Kurlar burada düşmüştü ve biz sürekli ithalat yapıyorduk. Adanada'ki Ahmet amcanın pamuğu yerine, Yunanistan'dan pamuk getiriyor, Arjantin'den kuru fasülye ithal ediyorduk. Böylelikle gelişmiş ülkelere istihdam ve iş alanı yaratıyorduk. Bu düşük kur politikasını öneren IMF değil miydi? Bizim cari açığımızı dibine kadar bozan IMF değil miydi?
O sıralarda bas bas bağırdık. "Yabancılara istihdam yaratıyoruuuuz!..." diye bağırıyorduk.
Bizim elimizde zaten 75 milyar dolar döviz rezervi ve tonlarca döviz mevduatı var.
IMF'den gelecek 10-15 milyar dolar yerine, O zaman elinizdekini kaçırmayın kardeşiiiiiim... Hoooooppppp...
Bırakın döviz artsın. Yeterki yabancılara kaptırmayın. Bırakın benim ihracatçım yeniden Adanada'ki Ahmet Amca'ya "Bana bu yıl pamuk üret" desin. Döviz borcu olanlar için yapılacak şeyler ise basit. Çünkü elimizde şu an eşek yüküyle döviz var. Kurlar yukarıda olursa ithalat kendiliğinden hızla düşecektir. İç piyasa, yani ihracata dönük olan ve eskiden çok güçlü olan yan sanayimiz hızla istihdam yaratarak güçlenecektir.
Fakaaaaattttt... Bunlar yine olmayacak ve çok fazla bir zaman değil, 2-3 haftaya kadar IMF ile yeni bir anlaşma yapmış olmanın erdemlerini konuşuyor olacağız... Çünkü sayın Başbakan'ın üzerindeki yabancı yatırımcı baskısı da artacaktır... Bizim ekonomideki kararlarımızı biz değil, yabancılar verecektir... Yaşasın ekonomik bağımsızlığımız...
 
X