Yusuf Hayaloğlu şiirleri

E

eny

Ziyaretçi
Ah Ulan Rıza

Neden hala gelmedi, yoksa
Saati mi şaşırdı bu hıyar?
Gerçi hiç saati olmadı ama
En azından birine sorar.

Cebimde bir lira desen yok,
Madara olduk meyhaneye!
Ah eşşek kafam benim,
Nasıl da güvendim bu hergeleye!

Gelse balığa çıkacaktık,
Ne çekersek kızartıp birayla yutacaktık.
Kafamız tam olunca, şarkılar döktürüp
Enteresan hayallere dalacaktık.

Bu sandalı geçen hafta denk getirip
Çalıntıdan düşürdük.
Arkadaşlar ısrar etti,
Biz de, iyi olur, bize uyar diye düşündük.

Saat sekizde gelecekti,
Bana birkaç milyon borç verecekti.
Yoksa o nemrut karısı kaçtı da
Onun peşinden mi gitti?

Eğer öyleyse yandık,
Gudubet gene yaptı yapacağını!
Geçen sene de merdivenden itip
Kırmıştı Rıza' nın bacağını.

Abi, kadında boy şu kadar;
Kalça fırıldak, göz patlak, kafa çatlak!
Korkuyorum, bir gün ya kendini asacak,
Ya horlarken Rıza' yı boğacak!

Bak şimdi acıdım, aşkolsun adama,
Ben olsam, vallahi baş edemem!..
Hele beş tane velet var ki boy-boy,
Allah'tan düşmanıma dilemem!

Aslında iyi çocuktur Rıza, efendi huyludur,
Herkesin suyuna gider.
Yoksa, kalıba vursan hani,
Tek başına on tane adam eder!

Bir keresinde, hiç unutmam
Üç-beş zibidi haraca dadandı;
Rıza, sandalyeyi kaptığı gibi
Herifleri hastaneye kadar kovaladı!

Aynı mahallede büyüdük, aynı kızları sevdik,
Aynı kafadaydık.
Orta ikiden bıraktık, matematik ağır geliyordu,
Biz, başka havadaydık.

Aynı gömleği giyer, aynı sigaraya takılır,
Aynı takımı tutardık.
Fener' in her maçında iddialaşıp
Millete az mı yemek ısmarladık!..

Bir tek askerde ayrıldık,
Bana Bornova düştü, ona Gelibolu.
Döner dönmez evlendirdiler,
En büyük salaklığı da bu oldu!..

Bense hiç düşünmedim, zaten param da yoktu.
Hep tek tabanca gezdim.
Benim beğendiğimi anam istemedi,
Onun gösterdiğini ben sevmedim.

Neyse bunlar derin mevzu...
Anlaşıldı, bu herif artık gelmeyecek.
Ufaktan yol alayım
Anam evde yalnız, şimdi merakından ölecek!..

Gittim, vurup kafayı yattım;
Rüyamda gördüm, gülümseyerek geldiğini.
Ne bilirdim, yolda kamyon çarpıp
Hastaneye kavuşmadan can verdiğini!..

Vay be Rıza!..
Sonunda sen de düşüp gittin Azrail'in peşine!
Dün, boşuna günahını almışım,
Ne olur, kızma bu kardeşine!

Öğlen kahvede söylediler, Rıza öldü, dediler
Ne kolay söylediler!
Sanki dev bir taş ocağını
Kökünden dinamitleyip üstüme devirdiler!

Ah dostum... o kocaman gövdene
O beyaz kefeni nasıl kıyıp giydirdiler?
O zalim tabutun tahtalarını
Senin üstüne nasıl böyle çivilediler?

Yani sen şimdi gittin, yani yoksun,
Yani bir daha olmayacak mısın?
Yani bir daha borç vermeyecek,
Bir daha bira ısmarlamayacak mısın?

Peki beni kim kızdıracak,
Kim zar tutacak, kim ağzını şapırdatacak?
Peki, beni bu köhne dünyada
Senin anladığın kadar kim anlayacak?

Ulan Rıza... ne hayallerimiz vardı oysa,
Ne acayip şeyler yapacaktık...
Totoyu bulunca dükkan açacak,
Adını Dostlar Meyhanesi koyacaktık.

Talih yüzümüze gülecekti be!..
Karıyı boşayıp sıfır mersedes alacaktık.
Hafta sonu iki yavru kapıp
Boğaz yolunda o biçim fiyaka atacaktık!

Ah ulan Rıza... bu mahallenin,
Nesini beğenmedin de öte yere taşındın?
Ara sıra gıcıklaşırdın ama inan ki,
Benim en kral arkadaşımdın!..

Ah ulan Rıza... ben şimdi,
Bu koca deryada tek başıma ne halt ederim?
Senden ayrılacağımı sanma,
Bir kaç güne kalmaz, ben de gelirim!..
 
Ayrılık Hediyesi

Şimdi saat, sensizliğin ertesi...
Yıldız dolmuş gökyüzü ay-aydın...
Avutulmuş çocuklar çoktan sustu.
Bir ben kaldım tenhasında gecenin,
Avutulmamış bir ben...

Şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim
Ki bu yaşlar
Utangaç boynunun kolyesi olsun.
Bu da benden sana
Ayrılığın hediyesi olsun...

Soytarılık etmeden güldürebilmek seni...
Ekmek çalmadan doyurabilmek...
Ve haksızlık etmeden doğan güneşe
Bütün aydınlıkları içine süzebilmek gibi
Mülteci isteklerim oldu ara-sıra, biliyorsun...
Şimdi iyi niyetlerimi,
Bir-bir yargılayıp asıyorum...
Bu son olsun be... bu son olsun!
Bu da benim sana,
Ayrılırken mazeretim olsun!

Şimdi saat yokluğunun belası...
Sensiz gelen sabaha günaydın!
İşi-gücü olanlar çoktan gitti
Bir ben kaldım voltasında sensizliğin
Hiç uyumamış bir ben...

Şimdi dişlerimi sıkıp
Dudaklarıma kanamayı öğrettim
Ki bu kızıl damlalar
Körpe yanağında bir veda busesi olsun.
Bu da benden sana
Heba edilmiş bir aşkın
Son nefesi olsun...

Kafamı duvara vurmadan,
Tanıyabilmek seni...
Beyninin içindekileri anlayabilmek...
Ve yitirmeden, yüzündeki anlık tebessümü,
Bütün saatleri öylece durdurabilmek için,
Çıldırasıya paraladım kendimi...
Lanet olsun!
Artık sigarayı üç pakete çıkardım günde
Olsun be... ne olacaksa olsun!
Bu da benim sana,
Ayrılırken şikayetim olsun!

gözyaşım, utangaç boynunun
inciden kolyesi olsun.
her damla, vefasız teninde
bir veda busesi olsun.
Isterim, sen de ben gibi yan,
ömrüne hep ağla.
hep ağla, bu benden, son dua,
bu benden, ayrılık hediyesi olsun...
 
Beni Düşün, Unutma

Ay doğarken bir söğüdün ardından,
Göl yüzünde sisli bir esintiyle,
Akşamın göğsüne hüzün serperek,
Ve yağmurdan geceye
Çiçekli perdeler çekerek,
Beni düşün...
Beni düşün, unutma...

En umarsız, en mutsuz gününde,
Bağrına bir yumruk çökeldiğinde,
Ve dağların mazlum ateşi,
O güzelim saçlarına,
Cayır-cayır yanıp ulaştığında,
Beni düşün...
Beni düşün, unutma...

Beni düşün bir kavganın içinde;
Helal bir ekmeğin peşinde...
Ve kurtlardan arta kalmış yüreğimin,
Can çekişen o son parçasını da
Sana sakladığımı bil!..

Bil ki haykırırcasına,
Bu esir gövdemi yakarcasına,
Kavuşmak için o serin bağrına,
Ateşten bir yol arıyorum...

Kar yağarken mor dağların ucundan,
Sol yerine sessiz bir iniltiyle,
Yastığın yüzüne yaşlar dökerek,
Ve akşamdan gizlice bir ah çekerek,
Beni düşün...
Beni düşün, unutma...

Kan kızılı bir gelincik seherinde,
Sırtıma kahpe bir hançer indiğinde,
Ve bu gencecik ve bu hemencecik ölüm,
Çığırtkan bir gazete başlığında,
Çığlık-çığlık sana kavuştuğunda,
Beni düşün...
Beni düşün, unutma...

Beni düşün, şehre her yağmur yağdığında,
Islak ve kırılgan bir türkünün içinde...
Göğsünden dudaklarına doğru,
Sancılı bir isyan kabardığında;
Bastırarak kalbini avuçlarınla
Sesini okşadığımı bil!..

Bil ki yalvarırcasına,
Uzayan yollara dağılırcasına,
Sonsoz bir mahşerin ortasında,
Bir zemzem suyu gibi,
Seni, seni özlüyorum...
 
Bir Veda Havası

Vakit tamam!.. seni terk ediyorum.
Bütün alışkanlıklardan
Ve bütün sıradanlıklardan öteye,
Yorumsuz bir hayatı seçiyorum.
Doymadım inan,
Kanamadım sevgine ...

Korkulu geceleri sayar gibi,
Deprem gecesinde bir yıldız,
Birdenbire kayar gibi;
Ellerim kurtulacak ellerinden,
Bir kuru dal, ağacından
Çatırdayıp kopar gibi...

Aşksa, bitti...
Gülse, hiç dermedik.
Bul kendini kuytularda, hadi dal!
Seninle bir bütün olabilirdik...
Hoşça kal gözümün nuru,
Hoşça kal...

Vakit tamam!.. seni terk ediyorum.
Bu, kırık ve incecik
Bir veda havasıdır.
Tutuşan ellerimden
Parmak uçlarına değen sıcaklık,
İncinen bir hayatın yarasıdır...

Kalacak tüm izlerin hayatımda.
Gözümden bir damla yaş,
Sızlayıp resmine aktığında;
Bir yer bulabilsem keşke
Bir yer, seni hatırlatmayan;
Kan tarlası gelincik şafağında...

Ölümse, korktun.
Savaşsa, hep kaçtın...
Vur kendini kuşkularda, hadi al!
Sen bir suydun oysa,
Sen bir ialçtın...
Hoşça kal canımın içi,
Hoşçakal...
 
Can Dostum


Dün gece düşümde can dostu gördüm
Ulu bir çınardan dal verdi bana
Uzandım yüzüne yüzümü sürdüm
Ben zehir istedim bal verdi bana

Dağ yanarsa yağmur çiser mi dedim
Ten yanarsa rüzgar eser mi dedim
Can yağarsa canan küser mi dedim
Çağırdı yanına el verdi bana
Can dostum dostum kül verdi bana

Ben aşkı sırtıma vurdum da geldim
Hasretin acısını çöl verdi bana
Can dostu görünce eridim bittim
Yüreğime ateş kül verdi bana
Can dostum dostum kül verdi bana

Aşk olmazsa kalem yazar mı dedim
Dost olmazsa gönül tozar mı dedim
Hayaloğlu sana kızar mı dedim
Yanağımdan öptü gül verdi bana
Can dostum dostum gül verdi bana
 
Dağlarda Kar Olsaydım

Şu dağlarda kar olsaydım...
Bir asi rüzgar olsaydım...
Arar bulur muydun beni,
Sahipsiz mezar olsaydım?

Şu yangında har olsaydım...
Ağlayıp bizar olsaydım...
Belki yaslanırdın bana,
Mahpusta duvar olsaydım...

Şu bozkırda han olsaydım,
Yıkık perişan olsaydım...
Yine sever miydin beni,
Simsiyah duman olsaydım?

Şu yarada kan olsaydım,
Dökülüp ziyan olsaydım...
Bu dünyada yerim yokmuş,
Keşke bir yalan olsaydım!.
 
Demek Şimdi Gidiyorsun

Demek şimdi gidiyorsun;
Yazdığımız son şiir, öyle yarım kalacak!.
Demek şimdi gidiyorsun;
Kuşlarımız acıkacak,
Saksılarımız artık sulanmayacak!.
Demek öykümüzü bir ruj lekesi gibi yapıştırıp
Aynanın sahtekar yüzüne,
- Oy benim yaralım -
Demek şimdi gidiyorsun;
Beni böyle toz gibi dağıtıp
Merdivenlerin dibine!.

Her şey tamam, diyorsun, git...
Beni viran bir şehir gibi terket..
Haydi git!
Dışarısı ispiyon.. dışarısı ihanet..
Seni bir gören olmasın,
Dikkat et!..

Dostlukmuş.. ölüme yürümekmiş..
Üstüne titremekmiş.. Vefaymış!..
Aşk dediğin, zavallı bir kapıyı,
Duvara çarpıp çıkıncaya kadarmış...
Bana komaz deyip,
Sancını bir kilo rakıya gömsen de gece yarıları,
- Oy benim yaralım -
Asıl sancı, uyandığında
Bütün odaları boş görünce koyarmış!.

Gitmek istiyorsun, git...
Bir savaşçı asla vedalaşmaz!.
Durma git!
Dışarısı dinamit.. dışarısı enkaz!.
Şunu cebine koy,
Ne olur ne olmaz...

Eylül mağdurlarıydık,
Kimsemiz yoktu...
Yaralarımız aman vermiyordu canımıza..
Kimseye kıymamıştık oysa,
Masumduk...
Rahatsız etmiyordu bizi bu yalancı tarih!
Yırtılan bir pankart gibi,
Şehirlerin ortasına çığ düşürdüyse öfkemiz;
- Oy benim yaralım -
En az bir karıncanın yüreği kadar,
Namuslu ve çalışkandı ellerimiz!.

Artık bitti, diyorsun, git...
Kırılsın kapı-çerçeve, kırılsın bu cam!
Sorma git!
Dışarısı panik, dışarısı izdiham!.
Biliyorum, seni vuracaklar bu akşam...

Ne çok fire verdik üst-üste;
Ne çok arkadaş yitirdik
Bu tozlu yolculukta...
Kimliği tespit edilmemiş,
Ne çok ceset vurdu,
Zeytin güzeli akşamlarımıza!.
Büyük ütopyalar ve büyük dağlar gibi
İçerden çürümüşüz meğerse..
- Oy benim yaralım -
Her gelen ölüm yazmış,
Her giden ayrılık işlemiş,
Bu talihsiz gergefimize...

Kendini arıyorsun, git..
Aptal bir hayat kur,
İçinde beni barındırmayan..
Kalma, git!
Dışarısı barut, dışarısı gardiyan!.
Yine bir tek ben olurum, sana parçalanan...

Demek şimdi gidiyorsun;
Sonunda bizi de çökertiyor
Bu kancık zelzele!.
Demek şimdi gidiyorsun;
Yıkılan bir duvar gibi
Ömrime devrile-devrile...
Demek mecburi istikametlerin,
Ayrılığı gösteren o adaletsiz kavşağında;
- Oy benim yaralım.. maralım! -
Demek şimdi gidiyorsun,
Ve bana bir tek seçenek kalıyor:
Güle-güle!.. güle-güle!..

Beni öldürüyorsun, git..
Kalmasın sende kahrım, kalmasın derdim..
Bakma, git!
Kafamı yumruklayıp
Ardın sıra ağlarsam, namerdim...
 
Geride Kaldın Sen

Devrilip gidiyorum işte
Geride kaldın sen...

Aşınmış sevdalar gibi
Yıpranmış postallar gibi
Lime-lime, yararsız
Geride kaldın sen...

Kaprislerinle, nazlarınla
Bakışlarınla, sözlerinle
Tutulmayan vaatler gibi
Harcanmış saatler gibi
Tek başına, kararsız
Geride kaldın sen...

Buraya kadarmış güzelim
Boynumda bıraktığın diş izi
Bitmez sandığın aşk denizi
Buraya kadarmış.

Vedalaşmak isterdim oysa
Klasik bir film öyküsü gibi
Ellerini tutup usulca
Son bir kez öpmek isterdim
Kendimi mazur gösterip
Masum ve mağrur bir duruşla
Herşeyi kadere yıkmak isterdim.

Ne gerek var oysa
Yürümeyen birtakım şeylerin
Nedenlerini tartışmaktansa
Asla yürümeyeceğini anlayıp
Bunu hiç konuşmamak
Daha bir yiğitçe değil mi?

Süzülüp gidiyorum işte
Bela olmadan
Yoluna çıkmadan
Hesap filan sormadan
İncitmeden, acıtmadan...

Bir bileti yırtar gibi
Bir kabuğu atar gibi
Sıyrılıp gidiyorum işte
Geride kaldın sen...

Bir tren penceresinden
Akıp giden bozkırın
Ortasında bir kuru ağaç gibi
Geride kaldın sen...
 
Gitti Ah Gitti

Gitti ah...
Gecelere hüzünleri serperek.
Yaralı bir kuş gibi kanarcasına gitti...
Yalvaran gözlerime, elemi pay ederek,
Bir kabahatmiş gibi,
Kaçarcasına gitti...

Gitti ah...
Şarkılara bel bağlamak faydasız.
Üstüme kapıları kaparcasına gitti...
Gecenin geldiğini haber vermeden, hırsız
Yaşanmamış bir ömrü,
Çalarcasına gitti...

Gitti ah... bir nehirdi,
Yazmadığım şiirdi.
Yüzüme son bir defa
Bakarcasına gitti...

Gitti ah...
Gözyaşları yanaklarımda kaldı.
Hayatın perdesini çekercesine gitti...
Belki duyulmamış, toz-pembe bir masaldı.
Göğsümden yüreğimi,
Sökercesine gitti...

Gitti ah...
Karşılaşmak ömür boyu imkansız.
Beni hazanda koyup, bahar dalına gitti...
Biliyorum, ne yapsam, ne söylesem anlamsız.
Ayrılmıştı dünyamız;
Kendi yoluna gitti...

Gitti ah... bir mevsimdi,
Çizmediğim resimdi.
Kalbime bir çiviyi,
Çakarcasına gitti...
 
Hangi Ayrılık

Hangi sevgili var ki, senin kadar duyarsız ve kalpsiz?
Ve hangi sevgili var ki, benim kadar çaresiz?

Hangi ayrılık var ki, böyle kanasın ve böyle acısın?
Ve hangi taş yürek var ki, benim kadar ağlasın?


Hangi gün karar verdin, küt diye çekip gitmeye?
Hangi lafım dokundu sana, böyle inceden inceye?
Hangi otobüs söyle, hangi uçak, hangi tren?
Seni benden götüren, beni bir kuş gibi öttüren.
Hangi kırılası eller dolanır, kırılası beline?
Hangi rüzgar şarkı söyler, o ay tanrıçası teninde?
Hangi çirkin gerçek uğruna, tükettin güzel ütopyamızı?
Hangi boşboğazlara deşifre ettin, en mahrem sırlarımızı?
Hangi cama kafa atsam?
Hangi kapıyı omuzlayıp kırsam?
Hangi meyhanede dellenip, hangi masaları dağıtsam?

Bende bu sersem başımı, karakolun duvarına vursam.
Kendimi caddeye atıp, arabaların altına savursam.
Hangi tercih beni en hızlı şekilde öldürür?
Hangi şekil öldürmez de, ömür boyu süründürür?
Kayıp ilanı mı versem, şehir şehir dolanmak yerine?
Ödül mü koysam, ölü veya diri seni bulup getirene?
Hangi ayrılık var ki, böyle diş ağrısı gibi durmadan zonklasın?
Hangi cam kesiği var ki, böyle musluk gibi içime damlasın?
Hiç sanmam! ...
Hasta kalbim bunu bir süre daha kaldıramaz! .
Feriştah olsa, böyle eli kolu bağlı bekleyip duramaz.
Hangi mübarek dua,
Hangi evliya tesir eder, seni döndürmeye?
Hangi aptal mazeret ikna eder, ateşimi söndürmeye?
Olur mu be! . olur mu?
Bu da benim gibi adama yapılır mı?
Aşk dediğin mendil mi?
Buruşturup bir kenara atılır mı?
VEFA bu kadar basit mi? Alınır mı? Satılır mı?

Hangi hırsız çaldı, seni yırtık cebimden?
Hangi pense kopardı bizi birbirimizden?
Hangi uğursuz hamal taşıdı valizini?
Hangi çöpçü süpürdü yerden bütün izini?
Hangi yaldızlı otel çarşaf serip barındırdı?
Hangi süslü manzara seni kolayca kandırdı?
Hangi şarlatan imaj böyle çabuk ilgini çekti?
Hangi pembe vaadler o saf kalbini cezbetti?

Dağ gibi adamı eze eze! .....
Hangi anası tipli parlak çömeze,
Hangi alemlerde kahkahanı ettin meze?
Hangi yamyamlara yedirdin o masum rüyamızı?
Hangi mahluklar çiğnedi el değmemiş sevdamızı?
Hangi bıçak keser şimdi benim biriken hıncımı?
Hangi mermi dağıtır insanlara olan inancımı?
Hangi bekçi, hangi polis artık zapteder beni?
Ve! .. Hangi su bağışlatır?
Hangi musalla temizler seni?

Bu Nasıl Ayrılık? ...
 
İncinen Gurur

Pencereden baktığımda görüyorum;
Senin yüzün, incir yaprağında.
Senin ürkekliğin,
Duvar üstünde yürüyen,
Bir kedinin kıvraklığında.

Aynada dururken, görüyorum;
Kırmızı öpüşün, sol yanağımda.
Dişimi fırçalarken senin ağzın,
Serin suların berraklığında.

Rakı devrilmiş masalarda yokluğun,
Veya benden önce kalkıp gitmişliğin;
Gece boyu dolandığım barlarda.
Sarhoşlara tekrarladığım adın;
Balıkçı kahvesinde, çorbacıda,
Kenarlarda...

Dökülmek istemiyorum, hayır!
Çingene çiçekçiler,
Habire yaltaklandığında;
Bilmediğim soruların açtığı çukuru,
Yalanlarla doldurmak istemiyorum!

Seni kaybettim galiba...
İki taşın arasında kaldım!
Bu, benim hatam değildi,
Seni ben çok geç tanıdım!

Derin acılar bahçıvanı,
Yüreğime ne ektin böyle?
Aşk, korkağını bağışlar mı,
Söyle?..

Aramak ne kötü, herkeste seni,
Her gözde bulup yanılmak seni!.
Ah turuncu rüyalar güzeli!
Hem kendini yok ettin,
Hem beni...

Başka ne acıtabilir içimi,
Yaşım kırkı devirmişken,
Seni böyle patavatsızca sevmişken,
Ve tam aynayı güneşe çevirmişken;
Başka ne?..

Seni vefasız aşklara bırakıyorum
Yüzümü kırılan bardaklarda ara...
Düşünme, ben ne olurum?
Sanırım, bir daha onarılmaz,
İncinen gururum...
 
İntihar Mavi

Dağların dorukları dumanlı olur
Geriye dönmez savaşçılar...

Fırtınayla yıkanmıştır ömürleri
Karla yıkanmıştır yüzleri...
Bu yüzden asla vedalaşmaz
Ve kılıçlarında taşırlar şiiri! .

Bu yüzden sevdaları mahzundur
Yürekleri kallavi!
Alınları ihanet vurgunudur.
Gözleri intihar mavi...
 
İşte Gidiyorum

Belki son bir şey söylemek isterdin birilerine
Dert etme... Ben söyledim işte senin yerine

İşte gidiyorum...
Karşılıksız bir aşka kurban ettim ömrümü!
İşte gidiyorum,
Toprak alsın benim de bu hazin öykümü...

İşte gidiyorum... gurbet yorgunu gövdemi,
Çukura kim indirecek?
İşte gidiyorum,
Bu menfur cinayeti, şimdi çıkıp kim üstlenecek?

Çürüdü gözlerim,
Çürüdü yüreğim, bu yağmurlu şehirde.
İşte gidiyorum,
Beni kaldırın, hicran kalsın teneşirde.

Size, yüzyallardır sesini kaybetmiş
Bir türkü söyleyecektim;
Ve bir yayla rüzgarı şefkatiyle
Kirpiğinizin ucundan öpecektim...

Bir masum türküydü sadece
Yüz binlerce mağdurun gönlünde;
Belki söyleriz hep birlikte
Belki... mahşerin birinci gününde.

Nasıl sevmiştim hepinizi,
Nasıl böyle oldu akıbetim?
Ve nasıl çöle döndü,
O benim gül-gülistan memleketim?

İşte gidiyorum,
Hiçbiriniz, hiçbir dilde beni anlamadınız.
Ben başımı verdim, sizinse
İnsafsız bir linç oldu karşılığınız.

İşte gidiyorum,
Penceresiz bir dünyanın bilinmez labirentine...
İşte gidiyorum,
''Saçlarındaki yıldızları artık koparabilirsin anne!''

Sonunda kaptırdım gönlümü
Ölüm denen o kaypak türküye.
Ve işte kurtuldun benden
Şen olasın ey sevgilim; Türkiye!

Elbet benim de vardı,
Kendime ve yurduma dair umutlarım.
Belki bıraktığım yerden sürdürür;
Dostlarım, karım ve çocuklarım...

Çatladı yüreğim, çatladı sazım.
Demek ki böyleymiş yazım.
Sizlere armağan olsun
Sizlerden ödünç aldığım bu yürek sızım.

Bu nasıl hapis Tanrım
Sabah-sabah bu ne hikmet, bu ne sis?
Kalbime son mermiyi sıkmak
Sana mı düştü, ey güzel Paris?

İşte gidiyorum,
Kalmadı söyleyecek son bir sözüm.
Dediğiniz gibi olsun be!
Dediğiniz gibi olsun gözüm!

İşte gidiyorum,
Tükenmişti inancım, bu nankör hayata dair.
Belki benim için birkaç mısra döktürür
Hayaloğlu diye bir şair!..
 
İyimser Bir Gül

Uyandım, seni düşündüm
Birdenbire duvar
Birdenbire gece yarısı...

Sonra devriye parolası
Ve rüzgar
Ve birdenbire kalp ağrısı...

Uyandım, seni düşündüm
Ey yar
Ey göğsümün sol yarısı!

Su bulanınca
Meydanlarda sesin yırtılınca
Hiç dostun kalmayınca
Sarsılmış bir ömrün
Basamaklarından
Görüşüme gel ne olur
İyimser bir gül olsun
Dudaklarında...

Dert etme, iyiyim ben
Ara sıra mahşer
Ara sıra yaşama hırsı...

Sonra mazgal altı zulası
Ve mektuplar
Ve ara sıra hasret belası...

Dert etme, iyiyim ben
Ey yar
Ey hüznümün tütün sarısı...

Kan bulaşınca
Yangınlarda yüzün harlaşınca
Saçların tutuşunca
Zorlanmış bir hükmün
Tutanaklarından
Görüşüme gel ne olur
İyimser bir gül açsın
Yanaklarımda...
 
Ne Kaldı

Ne kaldı senden geriye;
Birkaç hüzün şarkısından
Ve göğsü yıpranmış bir sazdan başka?

Ah, o hazin kalıntısı ömrün..
Depremlerden arta kalmış bir yağmanın,
Kararmış, ezik hatırası..

Sana kul olmuş gözüken,
Seni yere-göğe koyamayan
O patlayan avuçlardan ne kaldı;
Örselenmiş teninden başka?

Ne kaldı o leş kargalarından,
Senden geriye ne kaldı?

Benimse, sana kırılmış yüreğim;
Ah yüreğim, deli dalgalar denizi,
Göğsümün kayasını hırpalar durur...

Ne kaldı senden geriye;
Horlanmış bir duyarlılıktan
Ve boşa harcanmış sözlerden başka?

Ah o yara, gurur yarası...
İçimiz yangın yıkıntısı, viran;
İçimiz bir kül tablası..

Sakin bir çaydım ovada;
Hiçbir dalı incitmeden akan.
Dudağımın ucunda kanayan,
O kekremsi tadından başka,
Ne kaldı selden ve kasırgadan;
Senden aldığım ne kaldı?

Benimse, sana çıldırmış hasretim;
Ah hasretim, sonsuz ovalar kısrağı,
Ömrümün çayırını soldurur gibi...
 
Sana Geldim


Yağmurlar içinden ıslandım geldim
Bir kuru değneye yaslandım geldim
Sıcacık çorbana muhtacım inan
Ölümlerden geçtim uslandım geldim

Üşüdü ellerim üşüdü kalbim
Yaban ellerinde taşlandım geldim
Sanki cehennemdi sensizlik bana

Irmaklar içinden sislendim geldim
Tren yollarında islendim geldim
Kalmadı hevesim kalmadı inan
Yıkandım arındım süslendim geldim

Sana geldim sana kucaklarmısın
Bilmemki yeniden bağışlarmısın
 
Topal Sevda

Dün sahilde karşılaştık.
Bir an gözüm ısırdı,
Sonra birden tanıdım.
Düşmemek için zor tuttum kendimi
Bacaklarım titredi,
Bir ağaca yaslandım.

Yırtılan bir mektup gibi,
Sisli hatıraların gerisinden bakıyordu.
Eski bir sevdanın
Durulmamış nehirleri,
Çırpınarak yüreğime akıyordu.

Hatırladığım,
Bir sonbahar günüydü,
Karşımızdaki yeni eve taşındılar.
Bütün gün bakışıp duruyorduk.
Gözleri...
Gözleri sanki birer kurşundular!..

O zamanlar ben,
Zıpkın gibi bir çocuktum,
Liseye yeni başlamıştım.
Onun, saçlarını geriye savurup
Çapkınca gülümsemesinden hoşlanmıştım.

Ne zaman cama çıksam, karşı balkonda
Itırlı bir çiçek gibi tütüyordu
Ne zaman buluşalım, desem,
Olmaz, diyordu.
Mektuplaşmak ona yetiyordu.

Bir Temmuz akşamıydı,
Unutmam...
Yazlık sinema daha yeni dağılmıştı,
Bahçe kapısında sıkıştırıp öpmüştüm,
İçeri kaçıp saatlerce ağlamıştı.

Sonraları çok konuştuk, gezdik.
Bazen ağlaşıp bazen de gülüştük.
Çılgın gibiydik,
her firsatta buluştuk.
Uluorta öpüştük, herkesin diline düştük.

Ailesi baş edemedi,
Mersin’deki halasına gönderdi.
Hiç arayıp sormadım.
Ben o sıralar eylemci oldum;
Mahalleden ayrılıp
Yıllarca eve de uğramadım.

Dünyam değişmişti artık...
Memleketin gidişatını
Hiç mi hiç beğenmiyordum.
Forumlara, yürüyüşlere katılıyor,
Durmadan şiir okuyup,
Ajitasyon çekiyordum.

Ah o gençlik rüzgarı, ah...
Ezilen insanları, tek başıma
Kurtaracağımı sandım...
Anarşik bir eylem sırasında,
Seken kurşunlarla
Bacağımdan yaralandım.

Ameliyatın ardından
Yıllarca yattım içerde...
Dosyam bir hayli kabarmıştı.
Beni, o nemli koğuşlarda,
Vefakar anamdan başka
Hiç kimse aramamıştı...

İçerden çıkınca, onu sordum,
Bir astsubayla evlenip buradan gitmişti.
Oysa, kibrit ağusuyla
Koluma dağladığım ismi,
Hala silinmemişti...

Hayat devam ediyordu...
İçkiye vurmuştum,
Unutmayı deniyordum.
Pencerenin önünde,
Kuruyan bir çiçek gibi
Günden güne tükeniyordum...

Anam çökmüştü artık,
Ölmeden mürüvvet istiyordu
Bazen oturup dertleşirdik.
Kimsesiz bir kadın varmış, körmüş,
Olur, demiş.
Ben de fazla uzatmadım, evlendik.

Geçmişe ait ne varsa,
Mektuptu, resimdi;
Bir-bir ayırıp yaktım ateşte.
Nasıl gittiğini sorarsanız,
Ne bileyim,
Kör-topal gidiyor işte...

Ne var ki, o hırçın saçları
Hep yüzüme savruluyor,
Balkona her baktığımda.
Pişmanlık, bir eski yara gibi
Hala kımıldayıp duruyor
Onu hatırladığımda.

Biliyorum, onunla olsaydım
Böyle kavga edip durmazdım yüreğimle.
Biliyorum, bu sevdayı ben yıktım,
Ben öldürdüm
Bu hoyrat ellerimle!..

Dün, sahilde karşılaştık.
Bir an boş bulundum,
Sendeler gibi oldum.
Öyle bir baktı ki,
Ben o gözlerde
Bir ömrün bütün acılarını buldum...

Bir şeyler söylemek ister gibiydi.
Başını eğip gitti, çocuklarının yanına
Nedendir bilmiyorum, fakat
Girmek istemedi sanki,
Kocasının koluna...

Ardından koşup durduramadım,
Ona soramadım.
Öylece donakaldım...
Çünkü o anarşik eylemden beri
Ben artık
Değnekli bir topaldım!..
 
Yalnızca Bir Anlık

Bu derede, bu bulutun gölgesi,
Yalnızca bir anlıktır.
Bir daha tekrarlanmaz asla.
Dere gider bir yana,
Bulut gider bir yana,
Sen kalırsın ortada.

Son vapurda, bir kadına rastlar,
Kibarca gülümsersin.
Kaybettin, geri gelmez artık.
Vapur gider bir yana,
Kadın gider bir yana,
Kalbin kalır ortada.

Yalnızca bir anlıktır mutluluk.
Sevdalar, heyecanlar;
Hepsi bir anlık.
Kalansa, tortusudur hayatın,
Yalanlar ve acılar;
Bir de yalnızlık.

Hey koca Yusuf!
Yusuf'cuk, ah yusufçuk!

Rüzgarlara savurdun hep, şarkını.
Herkesten saklandın,
Herşeye gücendin durdun.
Yoruldun,
İflah etmezsin sen.

Ömrün gitti bir yana,
Hüznün gitti bir yana,
Şiirin kaldı ortada...
 
Yüreğim Kanıyor

Sakin göllerin kuğusuyduk,
Salınarak suyun yanağında.
Ve okşayarak nilüfer saçlarını gecenin.
Sonumuzun adım-adım
Yaklaştığını görürdük...

Yarılan ekmeğin buğusuyduk;
Paylaşılan zeytin tanesinin,
Yüzümüze saldıran yağmur avanesinin.
Biz hep üşüyen burnumuzu
Avucumuzda hohlayarak yürürdük.

Hiçbir hesabımız yoktu kimseyle.
Hiçbir aykırı yanımız,
Hiçbir yalanımız...
Gözüm yaşarıyor,
Yüreğim kanıyor...
Olmasaydı sonumuz böyle!..

Biri, saksımızı çiğneyip gitti.
Biri, duvarları yıktı,
Camları kırdı,
Fırtına gelip aramıza serildi.
Biri, milyon kere çoğaltıp hüzünleri
Herşeyi kötüledi,
Bizi yaraladı...

Biri şarabımızı döktü,
Soğanımızı çaldı.
Biri, hiç yoktan vurdu,
Kafeste kuşumuzu!
Ciğerim yanıyor,
Yüreğim kanıyor...
Solmasaydı gülümüz böyle!.

Dağlarda çoban ateşiydik,
Sarmalayarak acı bir sevda masalını
Ve hıçkırarak
Hırçın rüzgarların kavalını...
Namlunun, bağrımıza
Sinsice sokulduğunu bilirdik...

Ceylanın pınara inişiydik,
Vedalaşan birkaç damla gözyaşının;
Tenine kan bulaşan
O masum çakıl taşının...
Oysa biz dualarımızda hep
Birbirimizden daha önce
Ölmeyi dilerdik...

Bazı sorumluluklarımız vardı,
Hayata ilişkin.
Bazı basit sorularımız,
Anlaşılır bazı sorunlarımız...
Göğsüm daralıyor,
Yüreğim kanıyor...
İncinmeseydi gençliğimiz böyle...

Birer yolcuyduk,
Aynı ormanda kaybolmuş.
Aynı çıtırtıyla ürperen birer serçe.
Hep aynı kaderde buluşurduk
Sevmeye tutuklu gibi...

Birer tomurcuktuk hayatın kollarında.
Birer çiğ damlasıydık,
Bahar sabahında,
Gül yaprağında...
Dedim ya,
Hiç yoktan susturuldu şarkımız!
Yüreğim kanıyor,
Yüreğim kanıyor...
Bitmeseydi öykümüz böyle!..
 
sadece muhteşem """ hangi musalla temizler seni ""
 
X