- 20 Haziran 2007
- 4.250
- 27
- 358
- 45
Kaderimde Emniyet Gnl.Md.'lüğünde siyasi şubelerde görev yapmak vardı... Uzun yıllar boyunca süren bir hizmetim oldu. Şükürler olsun ki o yıllar boyunca tertemiz bir bardak çayı eğilmeden kendi paramla içtim … Fakat en sonunda anormal tayinlerden bıktım ve istifa ettim...
Kader bu ya bu sefer de (1984 yılında) karşıma Amerikan Baş Konsolosluğu çıktı… Security olarak göreve başladım…
Ortaköy’de hemen köprünün ayağı altında bulunan Başkonsolosun ikametinde yakın koruma iken bir gün… yıl 86 olabilir, gece saat 02.30 sıralarında bir gölge gördüm ve ‘’Dur kımıldama,’’ diye seslendim. Durdu ve beni bekledi.
Yanına gidince kasketli, sakalları oldukça uzamış, perişan, ayağında lastik ayakkabılar ve yün çoraplar olan bir kişi ile yüz yüze geldim.
‘’Ne işin var burada’’ dediğimde yatacak yer aradığını söyledi ben de ‘’Dün akşam nerede yattın,’’ dedim ‘’Durakta,’’ cevabını aldım.’’Daha önceki gece başka durakta, daha önceki gece Karaköyde köprü altında,’’... ‘’Peki seni bu halde kimse görmedi mi,’’ dediğimde ''Polisler bir kez Kadıköy’de kaymakamlığa götürdüler. Ama o da ilgilenmedi,’’ dedi.
‘’İstanbulda ne ararsın,’’ diye sorduğumda: ‘’İş aramaya geldim. Boğazda lokantalarda bulaşık yıkayacaktım, arkadaşlar işe almadılar,’’ dedi.
O gün de bayram arifesiydi. ‘’Kusura bakma ama ben senin üzerini arayacağım,’’ dedim. ‘’Buyur ağabey, ara,’’ dedi. Aramayı yaptım; üzerinden Kars Tuzluca Pirli köyü kayıtlı nüfus cüzdanı ve ‘’askerlik yapamaz kalbi delik’’ yazılı bir belge çıktı.
‘’Aç mısın,’’ diye sorduğumda, on beş gündür yemek yemediğini söyledi. Bunun üzerine ofiste ne varsa ikram ettim, bir kupadda çay hazırladım… Sigara kullanmadığı da aklımda… Hiç konuşmayan, sorduğumda cevap veren durumu dikkatimi çekti. Sanki dilini yutmuştu.
O sırada bizim supervısorumuz Suat Can geldi…. ‘’Bu kim, bunun ne işi var burda, acele yolcu et, şimdi konsolos uyansa duman oluruz,’’ dedi. Ben de ‘’Valla ben yolcu olurum bu işten ama bu adamı bırakmam,’’ yanıtını verdim.
Saat zaten 06.00a gelmişti… İsmi Celal olan bu arkadaşa köyünde Celgit derlermiş…
Celgit’le beraber caddeye indik. O kılıkta bir insanı kimse arabaya almazdı. Baktım bir taksi geliyor, kendimi ön kapıya siper edip Celal’i arka koltuğa oturttum. Dikilitaş’taki evimize gidene kadar yolda tek kelime konuşmadık.
Rahmetli eşimden acele bir takım elbise, bir gömlek kravat, temiz bir ayakkabı ve çorap istedimve hemen aşağı indim. Başka bir taksi ile Beşiktaş hamamına indik. Hamam daha yeni ısınmış tertemiz; ilk biz girdik ve beraberce yine hiç konuşmadan yıkandık.. ‘’Kese olmak ister misin,’’ dediğimde ‘’Ağabey dayanamıyorum, ben çıkacağım,’’ dedi. O derece zayıftı ki kemikleri sayılıyordu... Biraz sonra ben de yukarı çıktım o, odada uyuyordu; giydirdim ve en yakındaki berbere gittik. Sinekkaydı bir traş oldu.
O sırada berberde bir telefon gözüme ilişti -hatta telefonun kırmızı olduğu bile aklımda-. Haydarpaşa garını aradım; saat 22.15’de tren olduğunu söylediler. Kendisiyle bayramlaştık, ‘’İstersen gelirim, fakat çok uykum var,’’ dedim. ‘’Abi ben giderim,’’ dedi ve ayrıldık.
Geceden beri benimle toplam on kelime konuşmuştu… o da sorularıma cevaplar...
Akşamsaat 20.15’ ti unutmuyorum… Birden içimden bi ses ‘’Yolcu et, el salla ona,’’ dedi... Üzerimi acele değiştirip taksi ile Karaköy iskelsine geldiğimde gemi halat almıştı. Bağırdım ‘’Kapamayın kapıyı,’’ diye ve koşarak vapura atladım; son vapurmuş üstelik.
Gara geldiğimde treni buldum; bütün kompartmanları koşa koşa en öne kadar geldim. Tek korkum bana ‘’Abi beni takip mi ediyosun;’’ demesiydi… Hayır, asla… Gideceğini adım gibi biliyordum zaten… Ben sadece o anı yaşamak için gitmiştim oraya...
Ve onu buldum. Uyuyordu. ‘’Celgiiit,’’ diye bağırdım. Ayağa fırladı ‘’ağabeyyyy’’ dedi bana sarıldı. Bir süre öyle kaldık. O bir şey demeden ben, onun gideceğini bidiğimi asla kontrola gitmediğimi sadece vedalaşmaya geldiğimi söyledim...
Tren hareket etti… Gözden kaybolana kadar el salladım...
Aradan bir ay geçti. Çalıştığım yere, yani konsolosluğa bir mektup geldi. Celgit’ten idi mektup.
Aynen şöyle yazıyordu besmele ile başladığı mektubunda:
‘’AĞABEYCİĞİM SANA HASRETLE SARILIRIM… EMMİM ÜMMÜM NENEM HERKESDEN SANA SELAM SANA… BİR GERÇEĞİ AÇIKLAMAK İSTİYORUM O GÜN BANA SORDUĞUNDA BEN SANA YALAN SÖYLEDİM YATACAK YER ARAMIYORDUM… ORADAN HEMEN YUKARI ÇIKIŞ VAR… KÖPRÜYE NÖBET DEĞİŞİMİ İÇİN KULLANILAN YOL… ORADAN KÖPRÜYE ÇIKIP KENDİMİ ATACAKTIM CANIM AĞABEYİM......’’
---------------------------
başka bir sitede okudum arkadaşlar
çok içime dokundu:çok üzgünüm:
koyacak başlık bile bulamadım
sadece paylaşmak istedim
sevgilera.s.
Kader bu ya bu sefer de (1984 yılında) karşıma Amerikan Baş Konsolosluğu çıktı… Security olarak göreve başladım…
Ortaköy’de hemen köprünün ayağı altında bulunan Başkonsolosun ikametinde yakın koruma iken bir gün… yıl 86 olabilir, gece saat 02.30 sıralarında bir gölge gördüm ve ‘’Dur kımıldama,’’ diye seslendim. Durdu ve beni bekledi.
Yanına gidince kasketli, sakalları oldukça uzamış, perişan, ayağında lastik ayakkabılar ve yün çoraplar olan bir kişi ile yüz yüze geldim.
‘’Ne işin var burada’’ dediğimde yatacak yer aradığını söyledi ben de ‘’Dün akşam nerede yattın,’’ dedim ‘’Durakta,’’ cevabını aldım.’’Daha önceki gece başka durakta, daha önceki gece Karaköyde köprü altında,’’... ‘’Peki seni bu halde kimse görmedi mi,’’ dediğimde ''Polisler bir kez Kadıköy’de kaymakamlığa götürdüler. Ama o da ilgilenmedi,’’ dedi.
‘’İstanbulda ne ararsın,’’ diye sorduğumda: ‘’İş aramaya geldim. Boğazda lokantalarda bulaşık yıkayacaktım, arkadaşlar işe almadılar,’’ dedi.
O gün de bayram arifesiydi. ‘’Kusura bakma ama ben senin üzerini arayacağım,’’ dedim. ‘’Buyur ağabey, ara,’’ dedi. Aramayı yaptım; üzerinden Kars Tuzluca Pirli köyü kayıtlı nüfus cüzdanı ve ‘’askerlik yapamaz kalbi delik’’ yazılı bir belge çıktı.
‘’Aç mısın,’’ diye sorduğumda, on beş gündür yemek yemediğini söyledi. Bunun üzerine ofiste ne varsa ikram ettim, bir kupadda çay hazırladım… Sigara kullanmadığı da aklımda… Hiç konuşmayan, sorduğumda cevap veren durumu dikkatimi çekti. Sanki dilini yutmuştu.
O sırada bizim supervısorumuz Suat Can geldi…. ‘’Bu kim, bunun ne işi var burda, acele yolcu et, şimdi konsolos uyansa duman oluruz,’’ dedi. Ben de ‘’Valla ben yolcu olurum bu işten ama bu adamı bırakmam,’’ yanıtını verdim.
Saat zaten 06.00a gelmişti… İsmi Celal olan bu arkadaşa köyünde Celgit derlermiş…
Celgit’le beraber caddeye indik. O kılıkta bir insanı kimse arabaya almazdı. Baktım bir taksi geliyor, kendimi ön kapıya siper edip Celal’i arka koltuğa oturttum. Dikilitaş’taki evimize gidene kadar yolda tek kelime konuşmadık.
Rahmetli eşimden acele bir takım elbise, bir gömlek kravat, temiz bir ayakkabı ve çorap istedimve hemen aşağı indim. Başka bir taksi ile Beşiktaş hamamına indik. Hamam daha yeni ısınmış tertemiz; ilk biz girdik ve beraberce yine hiç konuşmadan yıkandık.. ‘’Kese olmak ister misin,’’ dediğimde ‘’Ağabey dayanamıyorum, ben çıkacağım,’’ dedi. O derece zayıftı ki kemikleri sayılıyordu... Biraz sonra ben de yukarı çıktım o, odada uyuyordu; giydirdim ve en yakındaki berbere gittik. Sinekkaydı bir traş oldu.
O sırada berberde bir telefon gözüme ilişti -hatta telefonun kırmızı olduğu bile aklımda-. Haydarpaşa garını aradım; saat 22.15’de tren olduğunu söylediler. Kendisiyle bayramlaştık, ‘’İstersen gelirim, fakat çok uykum var,’’ dedim. ‘’Abi ben giderim,’’ dedi ve ayrıldık.
Geceden beri benimle toplam on kelime konuşmuştu… o da sorularıma cevaplar...
Akşamsaat 20.15’ ti unutmuyorum… Birden içimden bi ses ‘’Yolcu et, el salla ona,’’ dedi... Üzerimi acele değiştirip taksi ile Karaköy iskelsine geldiğimde gemi halat almıştı. Bağırdım ‘’Kapamayın kapıyı,’’ diye ve koşarak vapura atladım; son vapurmuş üstelik.
Gara geldiğimde treni buldum; bütün kompartmanları koşa koşa en öne kadar geldim. Tek korkum bana ‘’Abi beni takip mi ediyosun;’’ demesiydi… Hayır, asla… Gideceğini adım gibi biliyordum zaten… Ben sadece o anı yaşamak için gitmiştim oraya...
Ve onu buldum. Uyuyordu. ‘’Celgiiit,’’ diye bağırdım. Ayağa fırladı ‘’ağabeyyyy’’ dedi bana sarıldı. Bir süre öyle kaldık. O bir şey demeden ben, onun gideceğini bidiğimi asla kontrola gitmediğimi sadece vedalaşmaya geldiğimi söyledim...
Tren hareket etti… Gözden kaybolana kadar el salladım...
Aradan bir ay geçti. Çalıştığım yere, yani konsolosluğa bir mektup geldi. Celgit’ten idi mektup.
Aynen şöyle yazıyordu besmele ile başladığı mektubunda:
‘’AĞABEYCİĞİM SANA HASRETLE SARILIRIM… EMMİM ÜMMÜM NENEM HERKESDEN SANA SELAM SANA… BİR GERÇEĞİ AÇIKLAMAK İSTİYORUM O GÜN BANA SORDUĞUNDA BEN SANA YALAN SÖYLEDİM YATACAK YER ARAMIYORDUM… ORADAN HEMEN YUKARI ÇIKIŞ VAR… KÖPRÜYE NÖBET DEĞİŞİMİ İÇİN KULLANILAN YOL… ORADAN KÖPRÜYE ÇIKIP KENDİMİ ATACAKTIM CANIM AĞABEYİM......’’
---------------------------
başka bir sitede okudum arkadaşlar
çok içime dokundu:çok üzgünüm:
koyacak başlık bile bulamadım
sadece paylaşmak istedim
sevgilera.s.