Türkülerimiz Ve Hikayeleri

Ağgül Seni Camekanda Görmüşler

Ağgül'e varıp sorsalar; deseler ki, "Söyle terk edermisin? Yıllardır yavuklu bildiğin Mustafa'nı terek edermisin ?" Ne der acep Ağgül. Terkederim dermi ki hiç seven sevdiğini terk edermi? Ama töreler gelenekler ana babanın baskısı koparıp götürür seveni sevdiğinden. Geride kalan derdini türkülere döker. Türkülere sığınır, içini türkülere boşaltır. Giden gittiğini bilir, içine atar dertlenir kaygulanır o kadar.

Derler ki, Ağgül köyün varsıllarından Mürsel ağanın kızıdır. Güzel mi güzel simsiyah saçlar, kestane rengi gözler, salına salına yürüyüşü yürekleri yakarmış. Köy gençlerinin gözü Ağgül’de ama kimse de yan gözle bakamazmış. Nedeni de Mustafa. Herkes sayar severmiş Mustafa 'yı. Yoksul bir ailenin çocuğu olan Mustafa babası öldükten sonra evin bütün sorumluluğunu yüklenmiş, anasını ele muhtaç bırakmamış. Alnının teriyle geçimini sağlıyor. Bazen zorlansa da yakınmıyor Mustafa. Ağgül'üne de kavuşursa tasası kalmayacak. Gel gör ki, Ağgül'ün babası verimkâr değil. "Mustafa kim oluyor ki bizden kız isteyecek o ilkin karnını doyursun" diyormuş. İyi hoş ama Ağgül öyle demiyor. "Bir lokma bir hırka olsun yeter artığını istemem" diyor diyor ya dinleyen kim. Babası tam bir şehirli düşkünüymüş "Şehirli köylüden daha iyidir bizim Şefketgil şehire gitti de eli yüzü açıldı temiz yiyor temiz giyiniyorlar, benim kızım da şehirliye layık" diyor da başka birşey demiyormuş. Onlar böyle diye dursun Mustafa ile Ağgül sık sık buluşup akşam karanlığı çöküp el ayak çekildi mi soluğu Ağgül'lerin bahçesindeki ceviz ağacının altında alırlar ve "Yarın son olsun kaçıp gidelim burdan" diye kavilleşip ayrılırlarmış. Üç gün beş gün, üç ay beş ay hep kavilleşiyorlar, hep yarına bırakıyorlarmış. Sözün kısası altı ay geçiyor aradan.

Günlerden bir gün Mustafa yine gelip cevizin altında beklemiş. Ay tepede, ay tepeyi aşıyor, ay kayboluyor Ağgül yok ortada. Cevizin altında uyuyup kalıyor. Mustafa, sabahın ilk ışıklarıyla uyanıyor; gördüğü düşleri hayıra yormaya çalışıyor. Daha sonra kalkıp köyün kahvesine gitmiş. Dalgın dalgın çayını içerken çocukluk arkadaşı Zamir gelmiş kahveye. Varıp Mustafa'nın yanına yavaştan "Seninkini akşam vermişler lokumu dağıttılar elini çabuk tut kaçır yoksa havanı alırsın" demiş. Mustafa ayıkmış birden "Demek işin içinde iş varmış demek onun için gelmemiş Ağgül" diye konuşmaya başlamış kendi kendine. "Şehirden bir tanıdıklarının oğluna vermişler. Keleşzadeler'in oğluymuş. Zengin adamdırlar konakları dillere destan saray gibi. Elini tez tut yoksa gitti gider Ağgül" deyince yüreği bir ateş harmanına dönmüş Mustafa'nın. Yan babam yan. Akşamı zor etmiş Mustafa. Hemen koşmuş ceviz ağacının altına sabahı etmiş ertesi akşamı etimiş yok. "Daha kaçgün oldu kavilleşeli ne çabuk sözünden döndü" diye içi içini yemeye başlamış. Bir yandan da umudunu yitirmiyor "Ağgül bensiz olmaz döner gelir bir gün" deyip ceviz ağacına gidiyormuş sık sık. Derken düğün günü gelip çatıyor Keleşzadeler'in düğünü de şanına uygun davullar çifter çifter, kazanlar kaynıyor. Düğün üç gün üç gece sürmüş. Mustafa da daha fazla dayanamıyıp köyden kaçıp dağlara gitmiş. Ama uzaklaşamıyor gözü ceviz ağacındadır hep. Dönüp dolaşıp düğünün son günü köye geri gelmiş. Ağgül’ü arabaya bindirmişler araba ağır ağır yola düşmüş. Mustafa da köyün en yüksek tepesi olan Kırlangıçtepe'ye tırmanmış. Şehre inen yol ayaklar altında düğün alayını gözden kaybolana dek seyretmiş. Mustafa artık kolu kanadı kırık deli gibidir ne yapacağını bilemez. "Ben Ağgül'süz nasıl yaşarım, ama döner bir gün mutlaka kaçar gelir bana" deyip umutlanır. Günler günleri eskitir, aylar ayları. Hiçbir haber yoktur. Tek haber, arada şehre inenlerden yolu düşüp konağın önünden geçenlerden gelirmiş. Ağgül'ü yüzünü cama dayamış dalgın dalgın düşünürken görürlermiş. Mustafa'yı da en son elinde bir ceviz fidanıyla Kırlangıçtepe'ye tırmanırken görmüşler. Tepenin en görünür yerine diker fidanı sonra da yanık sesiyle bir türkü tutturmuş. O günden sonra kimse bilmez Mustafa'ya ne olduğunu. Kimi Çukurova'ya yerleşti der kimi ‘canına kıydı’ der. Ama Mustafa'nın son gün söylediği türkü kimsenin dilinden düşmemiş. Köyün de sınırlarını aşıp yankılanmış.

Sivas/Şarkışla-Aşık Veysel Şatıroğlu-Muzaffer Sarısözen


Ağgül Seni Camekanda Görmüşler
Siyah Saçın Sırmayınan Örmüşler
Ürüyamda Seni Bana Vermişler

Beni Böyle Yakar Gor Gider Misin
Evvel Sevip Sonra Terk Eder Misin

Acı Poyraz Gibi Deli Esmedim
Kaderime Küstüm Sana Küsmedim
Ben O Yarimden Umudumu Kesmedim

Beni Böyle Yakar Gor Gider Misin
Evvel Sevip Sonra Terk Eder Misin

alıntı
 
Dost Dost Diye Nicesine Sarıldım - Şarkışla yöresi

Aşık Veysel, hayatini anlattığı bir siirinde "Ücyüz-onda gelmisidim cihana" diyor. Yıl 1894 oluyor hesapca. Sivas'a bagli Sarkisla ilcesinin Sivrialan Koyunde dunyaya gelmis. Anasi Gulizar, bir yaz gunu koy dolaylarindaki Ayipinar merasina koyun sagmaya gittiginde; oracikta bir yol ustunde dogurmus Veysel'i. Gobegini de kendi eliyle kesmiş. Yaman kadinmis Gulizar ana. Bebesini bir caputa sarip yuruye yuruye koye donnus. Babasl Ahmet; bebenin adini Veysel koymus. Yillar gecmis aradan buyumus, konusmus, yurumus Veysel cocuk. Boylece yedi yasina varmls. O yll bir cicek hastaligi salginı olmus Sivas'ta. Kucuk Veysel de yakalanmis. Sol gozunde ,cicegin beyi cikmis kendi deyimiyle... Göz akip gitmis. Sag gozune de perde inmis, onceleri. Yalniz ışığı secebiliyormus, bu gözüyle. Babasina "Çocuğu Akdagmadeni'ne götür, orada bu gozunu acacak bir doktor var." demisler. Sevinmis Ahmet emmi. Gel gor ki talihsizlik yine yakasml blrakmamls Veysel'in. Bir gun inek sagarken babasl yanina gelmis. Veysel ansizin donuverince; yakinda bulunan bir degnegin ucu oteki gozune girivermis. O goz de aklp gitmis boylece. Veysel'in Ali adinda bir agabeyisi ve Elif adinda bir kizkardesi varmıs. Hepsi cok uzulmusler Veysel'in kotu kaderine.

Babasi merakli adammis. Halk ozanlarindan siirler okuyup ezberleterek avutmaya calismis oglunu. Sivas'in koyleri saz sairleriyle dolu. Onlar da ara slra gelip Ahmet emminin evine ugrarlarmls. Veysel ilgiyle dinlermis calip soylediklerini. Babası, oglunun ilgisini gorunce; bir saz allp vermis ona. Ilk saz derslerini, babasinin arkadasi olan Camsih'li Ali Aga'dan almls. Ve gitgide, kendini iyice saza vermis Veysel. Unlu Halk ozanlarinin siirlerini callp soylemis bir zaman. Yirmibes yasindayken (1919) anasi, babasi Veysel'i Esma adinda bir kızla evermisler ve kisa sure sonra ikisi de gocup gitmis bu dunyadan (1921). Aci ustune aci gelmis, ama bitmemis talihin kotu oyunu. Ikinci cocugu on gunlukken, anasinin memesi agzina tikanarak olmus, ardindan da karisi yanasmalariyla evden kacmis. Bu olay cok koymus Veysel'e. Daha dertli olmus ve iyice icine kapanmis. Karisi koyup gittiginde bir kizi varmis Veysel'in. Daha bir yasini bile bitirmemis. Iki yil kucaginda gezdirmis Veysel, ne care o da yasamamis. Bu siralar Veysel'i yeniden evermisler. Bu karisi cocuk vermis Asiga. Biri olmus, iki oglan, dort kiz, altisi sag. Onlar da 18 torun vermis Veysel'e.

Asik Veysel, Cumhuriyetin Onuncu ylldonumune rastlayan 1933 yilina kadar, baska ozanlarm siirlerini calip soylemis. Kendi deyislerini soylemekten utanir, cekinirmis. O ylllarda sairlerimizden rahmetli Ahmet Kutsi Tecer tanimis Veysel'i. Onun isik tutuculuguyla Veysel'in siirleri aydinliga kavusmus. Veysel; sairliginin gelismesinde Tecer'in buyuk yardimlarini gordugunu soylerdi her zaman. Veysel'in gun isigina clkan ilk siiri Gazi Mustafa Kemal Pasa icin soyledigi: "Turkiye'nin ihyasi Hazreti Gazi" misrasiyla baslayan siirdir. Bundan sonra butun yazdiklarini calip soyler olmustu. 1933 yilina kadar, koyunden disari hemen hemen hic cikmadigi halde; bundan sonra butun yurdu dolasmis, yurdunun cesitli sehirleriyle kasabalarini, koylerini yakindan tanimistir. Halk ozanlarindan en cok Karacaoglan'i, Yunus'u, Emrah'i, Dertli'yi severdi. Cagimizin ozanlarindan Ahmet Kutsi Tecer'in ayri bir yeri vardı Veysel'de. Onun araciligiyla Koy Enstitulerinde bir sure saz ogretmenligi de yapmisti Veysel. Sirasiyla Arifiye, Hasanoglan, Cifteler, Kastamonu, Yildizeli, Akpinar Koy Enstitulerinde bulunmustu. 1952 yilinda istanbul'da buyuk bir jubilesi yapllan Aslk Veysel'e 1965 yllinda Turkiye Buyuk Millet Meclisi, "Anadilimize ve Milli Birligimize yaptığı hizmetlerden dolayi" ozel bir kanunla vatani hizmet tertibinden aylik baglamisti.

Veysel'in bir baska ozelligi daha vardi; koyunde ve cevresinde ondan once bir tek meyve agaci olmadigi halde, Sivrialan'da ilk meyve bahsesini o yetistirmisti. Hem oyle bir bahce ki, icinde elmadan kaylslya, kirazdan cevize kadar turlu turlu meyve ve cicek vardl. Veysel, kardeslerinin yardimiyla bu bahceyi yapmaya basladigi zaman koyluleri "Atalarimiz bunca yil boyle bir is yapmamislar, su kor adam onlardan iyi mi bilecek ki boyle ise kalkisti?" demisler. Birkac yil sonra agaclar yetismis, meyve vermis. Koyluler onceki dediklerini hatirlayip utanmislar ve bu defa "O kor degilmis, meger kor olan bizmisiz diyerek Asik Veysel'i kutlamislar. iste boylesine uzage goren bir insandi o... Yetmis yil karanlik bir dunyada yasadi (ölümü 21 Mart 1973). Fakat karanlik gozlerindeydi yalniz, ici apaydinlikti, siirleri de oyle... Halk siirimizin bu guclu ozani yarim yuzyili askin bir sure yazdiklariyla, calip soyledikleriyle cevresine isiklar sacti. Sanirim simdi de mezarinda son uykusunu isiklar isinde uyuyordur. Yalniz cagimizda yasayanlar degil, bizden cok sonra yasayacaklar da "Dostlar Beni Hatirlasin" siirini unutmayacaklar ve her zaman rahmetle anacaklardir.

yerimseniben

Dost Dost Diye Nicesine Sarıldım

Sivas/Şarkışla-Aşık Veysel Şatıroğlu-TRT

Dost Dost Diye Nicesine Sarıldım
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır
Beyhude Dolandım Boşa Yoruldum
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Nice Güzellere Bağlandım Kaldım
Ne Bir Vefa Gördüm Ne Faydalandım
Her Türlü İsteğim Topraktan Aldım
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Koyun Verdi Kuzu Verdi Süt Verdi
Yemek Verdi Ekmek Verdi Et Verdi
Kazma İle Dövmeyince Kıt Verdi
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Ademden Bu Deme Neslim Getirdi
Bana Türlü Türlü Meyva Yetirdi
Her Gün Beni Tepesinde Götürdü
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Karnın Yardım Kazma İle Bel İle
Yüzün Yırttım Tırnak İle El İle
Yine Beni Karşıladı Gül İle
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

İşkence Yaptıkça Bana Gülerdi
Bunda Yalan Yoktur Herkesler Gördü
Bir Çekirdek Verdim Dört Bostan Verdi
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Havaya Bakarsam Hava Alırım
Toprağa Bakarsam Dua Alırım
Topraktan Ayrılsam Nerde Kalırım
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Dileğin Varsa İste Allah'tan
Almak İçin Uzak Gitme Topraktan
Cömertlik Toprağa Verilmiş Haktan
Benim Sadik Yarim Kara Topraktır

Hakikat Ararsan Açık Bir Nokta
Allah Kula Yakın Kul Da Allah'a
Hakkın Gizli Hazinesi Kara Toprakta
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Bütün Kusurlarımı Toprak Gizliyor
Merhem Çalıp Yaralarım Düzlüyor
Kolun Açmış Yollarımı Gözlüyor
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Her Kim Ki Olursa Bu Sırra Mazhar
Dünyaya Bırakır Ölmez Bir Eser
Gün Gelir Veysel'in Bağrına Basar
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

alıntı
 
Sarı Yıldız Mavi Yıldız
ah niye doğdun sarı yıldız mavi yıldız


Şöyle rivayet ederler kim: Evvel zamanda Sivas ilinden bir kervancı Halep´ten mal getirir. Tam üç yıldır kervancılar yurtlraından, baba ocaklarından ayrı düşmüşlerdir. Gurbet ilin kahrı, üç yılın hasreti yüreklerinde. Kiminin yolunu anası-babası, kimininkini sevgilisi, kimininkini de çocukları gözlüyor.

İçlerinden en genci kara yağız, uzun boylu bir delikanlı... adı Veysel, Veysel´in bıyıkları daha yeni terlemiş...

Bunlar Halep´ten aylarca yol ala ala, en sonunda, karlı fırtınalı bir kış günü Sivas´la Kayseri arası yıkık bir Selçuk hanına kendilerini zor atarlar... Handa gecelemeğe karar verip, yüklerini çözerler.. Bir insan çok uzaktan günlerce, aylarca yol alarak yurduna yaklaşır. Yurduna yaklaştığı zamana kadar, içinde o kadar rahatsız edici, dürten bi duygu olmaz.. Vakta ki memleket kokusu insanın burnuna gelir, içindeki hatıralar depreşir, işte o zaman içinde kıyamet kopar... Birşey durmadan seni oraya doğru çeker... "Ya bir kanat verse, ya bir kuş olsam..." dedirtir.

Sivas çok yakındı. Kervancılar yerlerinde duramıyorlardı. Akşam oldu. Yataklarını serip içine girdiler... Ama hiç birini uyku tutmuyordu. Veysel´in nişanlısı.. Nişanlı olduğu gibi Veysel´in gözünün önünde.. "Yatamıyorum, hayal meyal düşlerden.."

Veysel iki de bir yatağından kalkıp, ışıdı mı diye, doğudan yana bakıyor.. Veysel bir türlü yatakta duramıyor... Sabah, bir olsa! Şimdi, geceden yola çıkılımaz mı? diyor Veysel... Kar kar... Allah´ın belası bir fırtına var.

Gün ışımadan önce, doğuda, tam günün doğacağı yerde bir yıldız gözükür. Sabah yıldızıdır o.. Sabah yıldızı gözükünce yola çıkılır.. Sabah yıldızı bir gözükse.. Bu gece, bir gece değil; karanlık bir yıldır.

Veysel sevinçle çoktan beri durup seyrettiği doğuda kocaman, yalp yalp ışıyan bir yıldız görüyor.. Delicesine bağırıyor:

"Sarı yıldız... Mavi yıldız..."

Telaşla kervanı yüklüyorlar.. Kar savuruyor.. Geceye ve sarı yıldıza kar yağıyor.. Gece ve sarı yıldız üşümüş. Kervan yola düşüyor.. Kervancılarsa sevinç.. Geceye, kara, sarı yıldıza karşı şarkılar söylüyorlar.. "Bir bulut oynadı Sivas ilinden.. Ucu telli mektup geldi gelinden.." Yarın Sabah Sivas´ta olacaklar.. Veysel´i sorsanız, Veysel, kervandan belki beş yüz metre ilerde.. Atı, ağaçlar boyu yüklemiş karı göğüslüyor.. At, bazan yorulup bazen yavaşlıyor.. Veysel atı öldürecek gibi.. Veysel atı kırbaçlıyor.. Bir hayli yol alıyorlar.. Kar, arada açılıp, ortalık süt liman oluyor ve Sarı yıldız oturmuş oraya.. Sarı yıldız.. Sarı yıldız.. Sarı yıldız çoktan kaybolmalıydı.. Gün doğmalıdı çoktan dağların ardından. Tan yıldızı ışımış, ışıdı demek, biraz sonra gün doğacak demektir... Gün nerelerde?

Kar daha savuruyor... Fırtına döndürüyor.. Bir zaman geliyor ki kervan toptan kara gömülüyor. Zar-zor kervanı kar altından çıkarıyorlar.. İçlerinde kimisi "dönelim!" diye ayak diriyor.. Ötekiler dinlemiyorlar... "İşte sarı yıldız. Biraz sonra nasıl olsa gün doğar..." ve dönmüyorlar. Git, git! Sarı yıldızın bir türlü kaybolduğu, günün doğduğu yok.

"-Biz uykuluyuz da onun için zaman bize çok uzun geliyor. Nasıl olsa biraz sonra gün doğacak." diyorlar.

İçlerinden hiçbirinin aklına bu yıldızın tan yıldızı olmayacağı gelmedi.. Gözleri yıldızda.. Boyuna, kara bata çıka yol alıyorlar.. Sivas ovasının kar altındaki uçsuz bucaksız düzlüğü, gidiyorlar gidiyorlar bitmiyor... Aklı başında eski kervancılar felaketi sezinliyorlar. Kervancıbaşıya, Veysel´e, daha öteki gençlere: "Dönemlim!" diye yalvarıyorlar.. Kervancıbaşı da genç.. Veysel´in yüreğindeki aşk da gittikçe ateş alıyor.

Veysel, arkadaşlarına yıldızı gösterip: "Hepiniz bilirsiniz ki yıldız doğduktan sonra gün ışır..."

Arkadaşları ne desinler!.. Bu yıldız doğduktan sonra gün ışır. Ama yıldız ne zamandan beri orada öylecene duruyor... Ne gün ışıyor, ne birşey.. Bir kaç kere dönecek oluyorlar, dönseler nereye dönecekler.. Çarnaçar gidiyorlar... En sonunda gide gide şimdiki "Kervankıran" dedikleri yere varıyorlar. Ve orada bir tipi başlıyor; görülmedik. Kar tepeden tepeye savuruyor. Sarı yıldız tipinin arkasında.. Ve neden sonra gün usuldan usuldan karşı dağıb arkasından gözüküyor. Kervan nerede? Kervanı koydunsa bul!

Bahar geliyor.. Bahar gelip toprak kabarıyor.. Çimenler yeşerip karlar eriyor.. Kervankırandan geçen ilk yolcu , atı, eşeği, katırı, develeri, insanları ile bir kervanı orada, kara toprağa üst üste yığılmış buluyor... Bütün kervan üst üste yığılmış.. Yalnız beş yüz metre ileride, toprağa boylu boyunca uzanmış, atın dizginleri elinde, ileri doğru uçar gibi yatıyor... Üstüne de yeşil sinekler inip kalkıyor... Ve onları yerlerinden bir santim bile ayırmadan oldukları yere atıyla, katırıyla, eşeğiyle gömüyorlar.. Kervankıran dedikleri yerden geçerseniz, mezarları görürsünüz.. Veysel´in topluluktan ayrılmış mezarı, daha ileri doğru uçar gibidir..

Ve bu olay üstüne Anadolu insanları, türlü türlü türküler çıkarmışlardır. Bu türküleri şairler, şair olmayanlar, olayı kim duyup ta yüreği yandıysa ver yansın etmiş Kervankıran üstüne.. Az daha unutuyordum.. O yere Kervankıran dedikleri gibi, o yıldıza da "Kervankıran yıldızı" demişlerdir.. Hangi Anadolu köylüsüne, "Bana Kervankıran yıldızını göster" derseniz, hemencecik size gösterir...

arkasından da bu olayı anlatır.

yerimseniben



Havalanma Telli Turnam
Müzik: Aşık Veysel

Havalanma telli durnam aman... ey
Uçup getme yele karşı ah niye doğdun sarı yıldız mavi yıldız
Zülüflerin tel tel olmuş aman... ey
Dçküp getme yele karşı ah niye doğdun sarı yıldız mavi yıldız

Evler yıkan beller büken
Kanlı mı oldun kervan kıran dön...

Şahinim var bazlarım var aman... ey
Ördeğim var kazlarım var ah niye doğdun sarı yıldız mavi yıldız
Yare tenha sözlerim var aman... ey
Ben diyemem ele karşı ah niye doğdun sarı yıldız mavi yıldız

Evler yıkan beller büken
Kanlı mı oldun kervan kıran dön...

Davlumbaza vur turayı aman... ey
Tümden avladık....... ah niye doğdun sarı yıldız mavi yıldız
Getir oğlan boz kulağı aman... ey
Binem gidem yare karşı ah niye doğdun sarı yıldız mavi yıldız

Evler yıkan beller büken
Kanlı mı oldun kervan kıran dön...

alıntı
 
begendikleriniz icin rep ve tesekkur butonlarini kullaniniz aksi takdirde mesajlariniz silinecektir
 
Türkü'nün Sözleri

Çırpınıp Da Şan Ovaya Çıkınca
Eğlen Şan Ovada Gal Acem Gızı.
Uğrun Uğrun Gaş Altından Bakınca
Can Telef Ediyor Gül Acem Gızı.

Seni Seven Oğlan Neylesin Malı,
Yumdukça Gözünden Döker Mercanı.
Burun Fındık Ağzı Gahve Fincanı,
Şeker Mi, Şerbet Mi Bal Acem Gızı.


Avrupa kurban olsun kara kaşına
İngiliz,Fransız değmez döşüne
Amerika, Belçika düşmüş peşine
Bir de Alman kurban bil Acem kızı.

Kırşehir yöresi


http://www.youtube.com/watch?v=qQit7zh8M6s Kubat
http://www.youtube.com/watch?v=syEcTnc0A2U&NR=1 Neşet Ertaş

Türkü'nün Hikayesi

Acem kızı görenleri kendine hayran bırakacak güzellikte biriydi..bembeyaz bir teni , simsiyah saçları , toprak rengi gözleri vardı..her zaman o iri gözlerini çekik çekik sürmeler süslerdi..her ne kadar çok hareketli gibi görünse de bir hüzün vardı gözlerinde..gülümserken bile gitmeyen bir hüzün....
Ali hep ovaya çalışmaya gittiğinde görürdü onu.öyle güzeldi ki bakmaktan alıkoyamazdı kendini..bir yandan işini yapar bir yandan da sessizce ovanın ortasında açan çiçeği izlerdi...
Acem kızı ara sıra başını kaldırır ve Ali'nin gözlerinin içine bakardı...dudaklarında anlık bir gülümseme olur , sonra başını öne eğerdi...bu bakış bu gülümseme Ali için dünyaya bedeldi..
Geceler boyu Ali acem kızı'nı göreceği sabahları bekler ve heyecandan uyuyamazdı..
Bir gün tüm cesaretini topladı artık onunla konuşmalıydı...uygun zamanı bekledi ve onu yalnız kaldığı bir an yakaladı ve dur acem kızı korkma dedi..seni her gün izliyorum gel benim sevdiğim ol...acem kızı'nın gözlerinden bir damla yaş aktı ve koşarak uzaklaştı Ali'nin yanından...Ali anlam verememişti bu gözyaşlarına...
O günden sonra acem kızı hiç gelmedi...Ali korktu ona bir şey mi oldu diye...ama çok zaman sonra öğrendi ki sevdiği kız başka bir köye ve üstelik yaşlı bir adama başlık parası için gelin verilmişti...artık tadı yoktu yaşamanın...Ali günlerce ovada dolaştı ve bu türkü döküldü dudaklarından her soluğunda acem kızı diye haykırdı...
Acem kızı bu türküyü duydu mu ya da Ali'nin bu türküyü kendisine yazdığını biliyor mu bilinmez ama bizler yıllardır söyler ve yaşarız bu yarım kalan sevdayı.....


alıntı
 
Yöre: Sivas-Gürün, Yazyurdu köyü

Sivas-Gürün’de şimdiye kadar unutulmamış ağıtlardan biri de Yazyurdu’nda (Celkenyurt) vurulan Ömer’e yakılan ağıttır.Ömer’in ağıdı günümüzde radyo-TV ve kasetlerde çalınıp söylenmektedir.Ömer,köyünün yiğit,güçlü bir gencidir.Arka ayaklarından mandayı koyun gibi sürerek götürdüğü rivayet edilir.Avşin’in Kerevin Köyünden bir kızla nişanlanır; nişanlısı kaçırılır; nişanlısını kaçıran kişiyi Ömer, asker sevkiyatında vurur; askerlik çağı gelmiştir ama askere de gidemez; zamanın hükümeti “Vur Emri” çıkarır.1931 yılının Ağustos ayında köyünün Yoncalık mevkiinde,önceden amcaları tarafından saklanan jandarmalar tarafından vurulur. Kurşun Ömerin ağzına denk gelmiş, Ömer altın dişinden vurulmuştur ve kurşunu atan jandarma, Hakkı isminde Kayserili bir çavuştur. Bu durum ağıtta geçmektedir.Arkasından Ömer’in kızkardeşi Yeter tarafından bu ağıt yakılır.





Yoncalığın İnce Yolu
Gide Gide Kavuşuyor
Ömeri Vuran Jandarma
İlvanınan Savuşuyor (Bacın Öle)



Öle Gardaş Bacın Öle
Ölmeye De Ne Gün Göre



Yoncalığa Dikmiş Söğüt
Almamış Atadan Öğüt
Ankara’da Kemal Paşa,
Var Mı Ömer Gibi Yiğit (Bacın Öle)



Öle Gardaş Bacın Öle
Ölmeye De Ne Gün Göre



Ergen Emmim Oğlu Ergen
Yoncalığa Olmuş Sergen
Bunun Hiç Kimsesi Yok Mu
Üzerine Örte Yorgan (Bacın Öle)



Öle Gardaş Bacın Öle
Ölmeye De Ne Gün Göre

ALINTI
 
Yarim İstanbul'u mesken mi tuttun

Hikayesi şöyleymiş


Güz güneşi sarı sarı devriliyordu o ikindi üzeri de uzaklardaki mor dağların ardına. Elinde su testisi, köyün çeşme başında, sıraya girmişti. Yedi yıl önce beş altı yaşındaki kızlar şimdi varmışlardı on iki , on üçlerine. Düğün davulları aynı gün birlikte döğülen Hatça'yla Zalha'nın üçüncü çocukları koşup oynuyorlardı.Derin bir iç geçirdi.

Bir çocuğu olsaydı bâri. Oğlan değil, kızı. O zaman olsaydı şimdiye yedi yaşında. Çeşmeden su getirmese bile, evde aşa muşa el atar, ortalığı toplar, anasına can yoldaşı olurdu. Ama İstanbul gurbetinde yedi yıldır eylenen eri, istemezdi kız evlat. Erkek olmalıydı çocuğu. Erkek olmalı babası gibi bilekli, kocaman kocaman elli, ayaklı, kaşı gözü kudretten sürmeli. On yaşına varmadan, çifte çubuğa el atmalıydı. Yedi yıldır İstanbul gurbetinde eyleşen böyle isterdi oğlunu. Babasının soyunu sürdürmeli, köy çocuklarıyla dere kıyısında güleş tutup, kendi akranlarını yere kabak gibi vurmalıydı:
Gene derin bir iç geçirdi.

Yedi yıl, yedi koca yıldır İstanbul dedikleri güzeli bol, seyranı renkli İstanbul'da ne bekliyor da gelmek bilmiyordu? Sakın orda gül yüzlü, bal dudaklı, kara kaş kara gözlü bir güvercin göğsü topukluya... Ağlıyası geldi birden. Düşünmek istemiyordu bunu. O pençeli, o tuttuğunu koparan, o boylu poslu erkeğinin bir İstanbul kızına tutulup ondan dolayı sılasını unuttuğunu öğrense öldürürdü kendini. "Vallaha öldürürüm!" dedi içinden sert sert. "Günahı, vebali varsa ona. Kaba sakal hoca tevatür günah dediydi vaazda. Hele böyle bir şey olsun...."

Yanında bir karaltı. Kendine gelerek gözlerinin yaşardığına dikkat etti, sildi elinin tersiyle gözlerini.

Resullarin Emine anaydı gelen:

- Ne o kınalı kekliğim benim? dedi. Öksüzüm, yavrum. Ne ağlıyon? Telâşlandı:
- Yoook, ağlamıyorum nene...

Gün görmüş, umur sürmüş kırış kırış nene inanmadı:
- Ağlıyon kınalı kekliğim, sürmelim ağlıyon. Ben bilmem mi ne diye ağladığını? Vefasızın diktiği fidanlar meyveye geldi. Onunla gurbete gidenler yedinci sefer dönüyorlar sılaya. O nerde? Hani?

"Kınalı keklik" gene derinden bir çekti. Güneşin yarı yarıya derildiği mor dağlara baktı. Gözlerinden yuvarlananlara dur diyemiyordu gayri. Varsın aksınlardı Nene'nin dediği gibi, öksüze bu dünyada gülmek yoktu. Keten yelekli, burma bıyıklısı İstanbul gurbetinde belki de bembeyaz bir istanbul kızıyla unutmuştu sılasını. Dili de varmıyordu ama, unutmasa ne diye yedi yıldır dönüp gelmesin? Dönüp gelmedi diyelim, insan iki satır bir şeyler de mi yazamazdı? İlk gittiği aylar nasıl yazıyordu? Demek unutmuştu? Unutmuştu demek ha? Hıçkırdı. Genç, yaşlı kadınlar, ellerinin kınasıyla çiçeği burnunda kızlar toplandılar başına. Sormadılar hiçbir şey. Biliyorlardı. Sorup da ne diye yüreğini büstübün kaldırsınlar? Biri:
- Sus bacım, dedi. Sus! Bir başkası:
- Gözlerinden döktüğüne yazık!

Sağdan soldan herkes bir şey söylüyordu:
- El oğlu değil mi? En iyisinin köküne kibrit!
-Vallaha Amasyanın bardağı, biri olmazsa biri daha bence..
- En doğrusu bu ama....
- Dinlemiyor ki!
- Bu gençlik, bu tâzelik...
- Yedi yıl, yedi yıl anam. Dile kolay. İnsan eksik eteğini yedi yıl sılasında unutur mu?

Sıkıldı, bunaldı. Ağlamıyordu artık. Zaman zaman bu: Mâdem erkeği İstanbul gurbetinde yedi yıldır unutmuştu onu, o da varsın istidayı boşansın bir güzel, varsındı bir başkasına. Elini sallasa ellisi, başını sallasa...

Duramadı karıların arasında. Onüçünde bulup yitirdiği, yirmisine vardığı halde bir türlü geri dönemiyeni içinden bir sızı bir geçti. Testisini koydu çeşmenin iplik gibi akan suyunun altına. Testi dola dursun, gittiyse keyfinden mi gitmişti. İstanbul'a? Gözü kör olasıca yokluk. Düşmanına avuç açtıran yokluk yüzünden, birkaç para kazanıp öküzü ikileştirmek, birkaç dönüm tarla daha alıp babadan kalan bir kaç dönümüne eklemek için. O gece, o gece işte, nasıl yatırmıştı koluna! Nasıl okşamıştı saçlarını, neler demişti? İstanbul gurbetine gidecek, çok değil yazı orda geçirip, güze, olmazsa kışa koynunda desteyle para, dönecek. O zamana kadar bir de oğlu olmuş olursa, eh gayri, keyfine son olmıyacaktı!.

Başındaki beyat örtüyü çenesinin altında çözüp yeniden bağladı.
Yedi yıl, yedi koca yıl!
Kocasının isteğince bir oğlu olaydı bâri..

Testisinin dolup taşmakta olduğunun farkına bile varmadı: Bir oğlu olsa o zamandan bu zamana, altı yaşında mı olurdu? Bösböyük, palazlanmış delikanlı. Akranlarıyla dere kenarında güleş mi tutardı? Babası gibi pençeli olur da akranlarını yere kapak gibi mi vururdu? Ekimde tarlaya birlikte mi giderler, hasat vakti düveni birlikte mi sürerlerdi? Babasının kokusunu mu taşırdı?
- Kınalı keklik kaldın gene. Bak testin doldu, taşıyor!

Kendine geldi. İnsanoğlunun aklına şaştı. Gözleri testisindeydi güya. Testisinde olduğu halde, görememişti dolduğunu.

Çekti lülenin altından. Güldü acı acı.

Tuttu evinin yolunu. Tuttu ya, şimdi de aklından köyün yaşlıları, gençleri kaynaşmağa başlamıştı. Her kafadan bir ses:
- Deli anam deli bu!
- Doğru bacım, deli..
- Beni yedi yıldır sılamda unutacak da..
- Ben de hâlâ yolunu bekliyeceğim onu ha?

Sonra kafa kafaya, fısıl fısıl bir konuşma. Ah bu konuşma, ah bu konuşmalar... Evden içeri girerken, Dursunların Hacı'yı hâtırladı elinde olmıyarak. İnce, kapkara kaşları yıkıldı sinirli sinirli. Testiyi bıraktı kapının yanına, geçti pencerenin önünde dayandı duvara sağ omzuyla. Odada kimse yoktu, tek başınaydı ya, deminki karılar, kızlar, orta yaşlıların hayalleri doldurmuştu odayı. Alev saçan bakışlarıyla sanki topuna haykırdı:
- Dursunların Hacı, Kara Hacı başınızda parçalansın. Atın yerine eşeği bağlamıyacağım işte, bağlamıyacağım!

Kara Hacı da neydi ki sırma bıyıklı Ali'sinin yanında? Değil yedi yıl, on yıl dönmese sılasına, onu gene unutamazdı işte!

Güz güneşi çoktaan devrilip gitmişti mor dağların ardına. Gece iniyordu köye ağır ağır. Loş oda farkına varılmaksızın kararıyor, derinleşiyordu. Derken bu yandaki kapkara dağların ardından bakır kızılı kocaman bir ayın tekeri gözüktü. Sonra ağır ağır yükseldi göklere, ufaldı, bakır kızılını yitirdi, pırıl pırıl yanmağa, saz örtülü dumanlarıyla kerpiç evleri süslemeğe başladı.

Canı ne yemek istiyordu, ne de su.

Gel desen gelmez miydim? Şu güzellerin doldurduğu elmastan kadehleri ben dolduramaz mıydım?

Ali bakıyordu, sadece bakıyordu.

Oysa hem ağlıyor, hem söylüyordu:
- Ketenden yeleğini bile ben dikmedim miydi? Benim gibi bir öksüze dünyayı haram etmeğe nasıl kıydın? Yiğitliğine yakışır mıydı gurbette beklemek dayanacak özümün tükendiğini anlamadm mı?

Ali susuyor, boyuna susuyordu. Taştan ses çıkıyor, Ali'den çıkınıyordu. Sözlerinin ardını getirdi ağlıya ağlıya:
- İnsafsız yedi yıl oldu sen gideli, diktiğin fidanlar meyvaya geldi tekmil. Birlikte gittiklerinizin tümü yedişer sefer geldiler sılalarına. Buraların güzelleri çoktur ama sana yaramaz. Durmadın sözünde Ali'm. Sözünde durmayana erkek demezler biliyor musun? Kavlimizde gidip de dönmemek varmıydı vefasız?

Fakat Ali hiç ses vermeden bakmış bakmış, sonra çekip giderken duman olmuştu âdeta. Bağırmıştı ardından, bağırmış, bağırmış... Fakat Ali...

Uyandı. Güneş bir mızrak boyu yükselmişti Kalktı yaslandığı yerden:
- Hayırdır inşallah, dedi.

Kalktı usulcak, gitti kapıya, örttü, kalın tahta sürgüsünü itti. Ne olur ne olmazdı. Kara, kuru Hacı kötü dadanmıştı çünkü. Köy bakkalında kafayı çekip elinde saz, düşüyordu tek gözden ibaret evininin yakınlarına. Daha bir günden bir güne ne kapısına dayanıp böyle böyle demiş, ne de çeşmeye giderken, yahut da tarlanın yolunu tek başına tuttuğunda yolunu kesmişti. Kesmemiş, lâf da atmamıştı ama, köyün cadı karıları pek yakıştırmışlar onu Kara Hacı'ya! Yedi yıldır İstanbul'u mesken tutan vefasızını düşüne düşüne uykuya varıverdi. Dünya çoktan silinmiş, ay devrini tamamlayıp elini eteğini çekmişti dünyanın göklerinden.

Devrile kaldığı yerde mışıl mışıl uyuyordu.
Uykusunda düş.
Düşünde İstanbul gurbeti. Taşı toprağı altındandı İstanbul gurbetinin. Ali'sini aramağa gitmişti düşünde. Bulmuştu da. Güzellerin arasındaydı. Bir kıyıdan bakıyordu. Güzellerden biri dizine başını koyup uzanmıştı boylu boyunca. Bir başkası gümüş bir kupayla şarap veriyor, daha bir başkası da dudağından öpmeğe uzatıyordu dudaklarını.

O zaman, o zaman işte, gizlendiği kıyıdan çıkıvermişti. Ali şaşırmış, bırakıp güzellerini, koşmuştu yanına. Açmıştı ağzını Ali'sine, yummuştu gözünü:

http://www.youtube.com/watch?v=cYOYKj69Bx4 Şükriye Tutkun

Yarim İstanbul'u mesken mi tuttun
Gördün güzelleri beni unuttun
Sılaya dönmeye yemin mi ettin

Gayrı dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazacak sözüm kalmadı

Yarim sen gideli yedi yıl oldu
Diktiğin fidanlar meyveyle doldu
Seninle gidenler sılaya döndü

Gayrı dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazacak sözüm kalmadı

Yarimin giydiği ketenden gömlek
Yoğumuş dünyada öksüze gülmek
Gurbet ellerinde kimsesiz ölmek

Gayrı dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazacak sözüm kalmadı

İğde çiçek açmış dallar götürmez
Dağlar diken olmuş kervan oturmaz
Benim bağrım yufka sitem götürmez

Gayrı dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazacak sözüm kalmadı...


Ahmet Gazi Ayhan
Kayseri


alıntı
 
Karakaş Gözlerin Elmas


Güfte ve bestesi tamamen bana ait bulunan yukarıda başlığı taşıyan bu türküm bazı asılsız dedikodulara da vesile olmuştur. Ben bu durumu hiçbir zaman üzülmedim. Bilhassa sevindim.Çünkü, yurdum Niğde’deki müzik sever insanlar ruhunda çöreklenen bir şüpheyi, öğrenmekle yetinecekler kanısındayım.

Gerek sözle, gerekse gazete ve mektupla, bu türkünün hakiki sahibini öğrenmek isteyen ve yakın alaka gösteren vatandaşlarıma burada ayrı ayrı teşekkür ederim.

1948 yılında İstanbul da çalıştığım bir pavyonda, Emel adımla kara kaşlı, kara gözlü, hafif esmere kaçan tenli bir kıza tutulmuştum. Bu her bekar insanda olagelen, tabiat ananın sevki tabii dedikleri bir kanundu.

Aradan yıllar geçmesine rağmen Emel’i hiçbir zaman unutamıyorum. 1959 yılında Gaziantep öğretmen okulu müzik öğretmeni Nezihi Babacaner’in daveti üzerine Gaziantep’e. Öğretmen Okulunda yapılacak folklor topluluğuna iştirak etmek üzere gitmiştim. Bu sırada bir pavyonla anlaştım ve çalışmaya başladım. Aksam sahneye çıktığımda Emel’i de o pavyonda gördüm. Aradan onbir yıl gibi bir zaman geçmesine rağmen tesadüfler yine birbirimizi bir araya getirmişti.

Yattığım yatakhanenin karşısındaki odada Emel’in de yatak odası vardı. İlk aşkın verdiği hazzın tesirinden kendimi kurtaramamış olmalıyım ki o gece sabaha kadar uyuyamadım.
Şafak sökerken kapım vuruldu ve yaşlı bir hanım yanıma geldi. Evladım niçin uyumuyorsun dedi. Bende kalbimdeki duyguları yaşlı hanıma anlattım. Meğer yaşlı hanım Emel’in annesi imiş. Biraz sonra Emel de yanımıza geldi. Artık dedi, aramızdaki dağlar burada sona ermeli. Nede olsa kalp ferman dinlemez derler. Fakat Emel’in annesinin yaşlı ve gittikçe çirkinleşen hali bana bir acayip görünmüş olacak ki, o anda, mısralarını aşağıda okuyacağınız KARAKAŞ GÖZLERİN ELMAS türküsünün beste ve güfteleri bende bir şimşek hızıyla uyanıverdi. Onlar gittikten sonra kaleme ve kağıda sarılarak türküyü yazdı ve akşama pavyonda okumak üzere de kendi kendime sazımla talimini yaptım. Bu suretle bu türkü o anda ve o saniyede orada bestelendi ve güftelendi.

Niğde’ye konser vermek üzere gelen Aliye Akkılıç’a da aynı türkümün bestelerini verdim. Emin Aldemir ile birlikle Niğde’de 1960 yılında söylediler ve çaldılar.

İşte bu tarihten den sonra türküm yurdun dört bucağına yayık vermekle günümüzün meşhuru oldu.


http://baglama.satelitci.de/pages/_ali_ercan_kara_kas_gozlerin_elmas.htmlAli Ercan


Karakaş Gözlerin Elmas


Karakaş Gözlerin Elmas
Bu Güzellik Sen De Kalmaz
Pişman Olun Kimseler Almaz
Annene Bak Gör Halini

Gel Güzelim Beni Yakma
Seni Seven Kalbi Yıkma
Allah Dahi Kalbi Yıkmaz
Öldürücü Gözle Bakma

İnsanların Kalbi Belli
Canlıları Yaşatan Odur
Bir Saniye Gönlünü Kır Da
Gel De Benim Kalbime Gir

Gel Güzelim Beni Yakma
Seni Seven Kalbi Yıkma
Allah Dahi Kalbi Yıkmaz
Öldürücü Gözle Bakma

Ne Gecem Ne Gündüzüm Belli
Yaşım Oldu Kırkdokuz Elli
Bağrım Yanık Gözlerim Nemli
Yalan Dünya Yaktın Beni

Gel Güzelim Beni Yakma
Seni Seven Kalbi Yıkma
Allah Dahi Kalbi Yıkmaz
Öldürücü Gözle Bakma

Ercan Söyler Hakiki Sözü
Geçti Bahar Getirdik Yazı
Bir Gün Ölür O Zalımın Kızı
Annene Bak Gör Halini

Gel Güzelim Beni Yakma
Seni Seven Kalbi Yıkma
Allah Dahi Kalbi Yıkmaz
Öldürücü Gözle Bakma


Ali Ercan

1965 Niğde



alıntı
 
Türkü Hkayeleri bizim özümüz gecmişimiz ,her zman hatırlamak ve anlatılıp dil den dile söylenmeli ,PAYLAŞIMLARIN İÇİN TEŞEKKÜRLER...turkbayragi
 
türküler canımızdır. filmlerle falan destekleyince şahane oluyor. çoğunu bilirim.
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…