Trabzon

kronick

bize her yer TRABZON:)
Kayıtlı Üye
12 Temmuz 2006
1.807
29
44
Trabzon'un kuruluşu M.Ö.2000 yıllarına inmektedir. Erzurum'dan geçen ve İran sınırına varan, Avrupa ile Asya'yı birbirine bağlayan tarihi İpek Yolunun başlangıcında kurulan Trabzon şehrinin ilk kurucularının Ortaasya ve Kafkaslardan bölgeye gelen Turani Kavimlerden Marlar, Tibarenler ve Moskların olduğu tarih kitaplarında yer almaktadır.

Trabzon'un kuruluşundan itibaren geçirdiği devreler şöyle sıralanabilir.

I.Devir: Kuruluşundan serbest şehir oluncaya kadar geçen devir (M.Ö.2000-M.Ö.750).

Bu devir karanlık geçen bir devirdir. Bahçecik mevkiinde bulunan bazı kalıntılar bize bu bölgeye ilk defa Kafkasya'dan Mosklar, Tibarenler ve Marların gelerek tarım ve balıkçılık ile meşgul olduklarını bildirmektedir. Orta Asya'da ve Orta doğu'dan gelen ticaret yollarının denize ulaştığı yer olan Trabzon'un ticari ve stratejik önemi bu dönemde de Ege kıyıları halkınca biliniyordu.

Efsane olmakla birlikte meşhur Argonatlar Seferi bunu gösterir. "Colehide-Kolşit" denilen şimdiki Gürcistan'ın bir kısmını ve oradan batıya doğru Trabzon'a kadar uzanan sahili içine alan mıntıkanın ormanlarının zenginliği ve dağlardaki madenler daha o zamanlarda meşhurdu. Milattan çok önce geçtiği sanılan seferin gayesi Kolsşit'te asılı olduğu dilden dile dolaşan bir altın postu elde etmekti. "Altın post" un bu bölgenin zenginliğinden kinaye olduğu söylenir. Her halde buraların servetine alâmetti. Bazı rivayetlere göre madencilik sanatı bu bölgede oturan bir kavim tarafından bulunmuştur.

II.Devir: Serbest Şehir Devri (M. Ö. 750 M. S. 50).

Bu devir M.Ö.8. Yüzyıl ortalarından Miladın ilk yüzyılı ortalarına kadar süren devirdir. Bu devirde M. Ö. 756 yılında Sinop'tan kolonizatör Miletliler Trabzon'a gelmişlerdi. Zamanlarının en iyi denizci ve tüccarları olan bu kolönizatörler aslen iyonya'nın en önemli merkezlerinden Milet şehrindendirler. Buna nisbeten Miletliler veya Mileliler diye tanınırlar.

Ege kıyılarından kalkıp boğazları aşarak Karadeniz'e çıkan ve herşeyden önce ticaret fikriyle hareket ettikleri söylenen Miletliler ilkin M. Ö. 785 yılında savaşla Sinop'u'ele geçirmişlerdir. Tabii limanıyla Sinop Şehri bu insanların merkezi olmuş ve oradan Karadeniz'in her tarafına, alışverişe elverişli buldukları noktalara yayılmış ve yerleşmişlerdir.

Miletliler, Sinop'u elde ettikten 29 yıl sonra Ordu ve Giresun ile birlikte, kendilerinden önce var olan Trabzon'a da gelmişler ve ne şekilde olduğu bilinmeyen bir surette yerleşmişlerdir.

Şehirden ilk bahseden, M. Ö. 400 yılında Onbinlerin bakiyesi olan sekizbin küsür kişilik ordu ile Trabzon'a gelen Yunanlı komutan ve filozof Ksenefon'dur. Şehir O'nun zamanında Sinop'a belli bir vergi ödüyordu. Onbinler Trabzon'da kendi dilini konuşan Sinop'a mensup Miletlileri buldular. Bir ay kadar Trabzon'a misafir kaldıktan sonra memleketlerine deniz yoluyla ulaşmak istediler. Ancak, Trabzonluların gemilerinin önemli bir kısmı seferde olduğu için ordunun yanlızca bir kısmının Trabzonluların yelkenleriyle denizden, diğer kısmının ise karadan yollarına devam ettiği kaydediliyor.

Miletliler, Trabzon'dan Asya'nın göbeğine ve Ortadoğuya ulaşan ticaret yolları üzerinden akan alışveriş hareketlerinin bağlanıp çözüldüğü Trabzon'da çok büyük servetler elde etmişler ve merkezleri olan Sinop'u her sahada geride brakmışlardı. Trabzonluların yüzlerce parçalık gemileri gelen ve giden ticaret emtiasını Karadeniz'in her tarafına ve boğazları aşarak Ege kıyılarına taşıyordu.

M. S. birinci yüzyılın ortalarına kadar, bazı sarsıntılarla birlikte devam eden bu serbest şehir dönemi Roma hakimiyeti takip etti.

III. Devir: Roma Devri (50-395)

Romalılar, diğer Yunan sömürgelerine yaptıkları gibi Trabzon'a da "Serbest Şehir" ünvanı ve imtiyazını bırakmışlardı. Trabzon Romalılar için doğuda bir üs ve iaşe merkezi halini almıştı. Karadeniz'deki Yunan sömürgelerinin merkezi olan Sinop, Roma döneminin başında önemini kaybetmişti. Trabzon ise giderek güç kazanmış ve Karadeniz'in en işlek iskelesi, en canlı ticaret merkezi haline gelmişti.

Romalılar Trabzon'a konumundan dolayı özel önem veriyorlardı. Roma imparatoru Adrian M. S. birinci yüzyılda şimdiki Kalepark / Güzelhisar'ın denize doğru uzanan kayaların altını oydurarak bir liman yaptırmıştı. Osmanlı devrine kadar işe yarar halde kalmış olan bu liman sonraları kumla dolmuş ve kullanılmaz hale gelmiştir.

Latince Bella Castron limanı olarak anılan bu liman, Avrupa-Asya ve Ortadoğu ticaretinde çok önemli bir yere sahipti. İçten veya denizden gelen transit emtia deve ve gemilerden, limanın tam üstündeki etrafı surla çevrili olan ve zamanına göre umumi mağaza mahiyetinde olan bu antrepoya boşaltılır, içeriye veya taşraya gidecek olan emtia dahi oradan yüklenirdi. Burası Avrupa'dan Asya'nın ortalarına kadar ulaşan tarihi ipek yolunun deniz ucundaki basamağında kurulan bugünkü manasıyla bir serbest bölge idi.

Trabzon'un asıl şehirden bir buçuk iki kilometre doğuda bulunan bu transit limandan başka dahili ticarete mahsus bir limanı daha vardı. Bu ikinci liman şehrin denize paralel giden kale duvarının önünde ve bugünkü moloz mevkiinde idi. Doğu taraftan şehir surlarının denize uzatılmış bir kolu ve bir kulesi tarafından korunan Moloz Limanı son yıllara kadar ayakta kalabilmiş, ancak sahil yolunun açılmasıyla birlikte kalıntılarının önemli bir kısmı yok olmuştur.
 
Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!
ilk değirmendere köprüsü...

Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!
atapark-gülbaharhatun camii

Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!
trabzon lisesi

Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!
taksim parkı

Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!
trabzon genel görünüş
 
Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!
sahil şeridi

Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!

Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!

Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!
 
Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!

Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!

Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!

Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!

Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!

Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!

Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!
 
Horonlar neşeli zamanlarda; Bayram, düğün, dernek, askere uğurlama ve arkadaşlar arasında düzenlenen eğlencelerde oynanır.

Yürekleri dolduran coşkular, sevinçler buralarda horona dönüşür. Nerede bir durak, bir oturak yeri varsa orası ''HORONDÜZÜ'' dür. üstünde horon oynanmayan tek bir düzlük yoktur Karadeniz'de...

Horon Karadenizin soluk alışı, yürek atışı, dalgalanışıdır.

Horon doğa ile insanın elele, kol kola şahlanışıdır.

İneğiyle, çadırıyla, çoluğu-çocuğuyla, silahıyla, giysisiyle dağlara çıkması, yol boyunca yol havalarının kemençe ve davul-zurna eşliğinde çalınıp söylenmesi, horon oynaya oynaya yolların bitirilmesi ve yayla düzüne silah atarak, nara atarak ve tabi ki horon oynayarak (sallama ritminde) kollar halinde girmeleri, halka içinde saatlerce horon oynamaları bahara olan özlemin coşkuya dönüşmesi, dile gelmesidir.

Karadeniz'e özgü horonun yapısında tarım kültürünün varlığı apaçık ortadadır. Horonda görülen öne eğilmeler ve kolların öne uzatılıp sallandırılması; tarlada kazma ile çapa yapılması gibidir. Horoncuların el tutması ve hamle yapmaları ile belcilerin ''VOL ATMA'' hamleleri aynıdır.


Karadeniz'de yalnız başına iş yapmak çok zor olduğundan horon; Karadenizlinin her işte elele verilmesini, birlikte çalışmaya duyduğu ihtiyacı anlatmasıdır.


Doğa yapısının sert ve dağlık oluşu, denizinin ve havasının kararsızlığı horon oyunlarında göze çarpar.



''Mısır Gumulları hep, beraber bağlanır;
İşte, horoncular da, öyle halkalanırlar...


Dizili horon ise, bel bellmek gibidir;

Tavaya birer birer, hamsi dizilmesidir...


Omuz titretmeleri, hamsi can çekişmesi;

Çıkarılan o sesler, rüzgarın ıslık sesi...


Hele o silkenmeler, ağaçlarda fırtına;

O çabukluk benziyor, martı kanatlarına..


Dalgalar gider-gelir, bir kararda durmazya;

Horoncular da öyle, uyar davul zurnaya...


Kemençe; horonun sevgi küpü, kaşığıdır;

Neş'eli zannederler, en garip aşığıdır...


Horon; yağmur duası, horon, çareye koşmak;

Zafer için zıplamak,, yahut suyu okşamak...


Horon; tetikte dumrak, kayık küreği çekmek;

Horonda alın teri, horonda emek çekmek...


Horon bayram yapmaktır, halk murada erince;
Canlanmayan var mıdır, oynayanı görünce.



Bu sevinç gösterisi, hem bolluk, hem bereket,
Dağ-bayır, iniş-çıkış, elbet lazım hareket. ..

Horon deyince akla Akçaabat geliyor,
Bunu hem Türkiye ve hem de Dünya biliyor. ..

Karadeniz horonu, horonların beyidir,
Karadenizli korkmaz, eğlenceden bellidir...

Fişek, saat ve çizme seferberlik işidir,
Kalleşlik edenleri hesaba çekişidir...

Horon, bir oyun değil, bir folklor kanunudur,
Oyna horoncu oyna,i horon, milli konudur... ''



Horonlar Üç Bölümden Oluşur

1. DÜZ HORON BÖLÜMÜ: Horon oynanmaya başlarken ağır tempoda oynanır. Bundan ötürü oyunun bu bölümüne ''ağır horon bölümü'' de denir. Oyun halkası saat ibresinin tersi yönünde döner. Söylenen türkülere ellerle tempo tutulur. Müzik ne kadar yüksek tempolu çalınırsa, oyuncular da o kadar kıvrak ve hareketli olurlar. Ritim arttıkça vücut dikleşir, kollar yukarıya kalkar. Gelen komutla ''yenlik yenlik'' ''alaşağı'' ya da ''ufak ufak'' diğer oyuncular da uyarılarak doğrudan sert bölüme geçildiği gibi yenlike bölüme de geçilir.

2. YENLİK BÖLÜMÜ: Kollar aşağıya iner, dizler kırık ve bel kısmı dizlerin açısında öne doğru eğiktir. Kol çıkarmalar ve omuz sallamalar bu bölümde ön plandadır. Adımlar geriye, yana ve öne basarak belli alan içinde gezinilir. Vücudun yapmış olduğu çalımlar yumuşak ve hafiftir. Oyunun ritmi düz horon bölümüne oranla biraz daha hızlıdır. Komutçudan gelen ''alaşağa'', ''aloğlum'', ''kimola'', ''taktum'', ''yıkoğlum'' veya ''ıslık'' şeklinde gelen komutla sert bölüme geçilir.

3. SERT BÖLÜMÜ: Diğer bölümlere nazaran hareketler daha sert ve canlıdır. Omuz sallamalar daha seri, ayaklar yere daha sert basar. Oyunun en gösterişli, temposunun oldukça yüksek olduğu ve oyuncuların tüm yeteneklerini ortaya koyduğu bir bölümdür. Oyuna devam edilecekse tekrar düz horon bölümüne geçilir.


 
Horoncu şahsiyetler
Çoğumuz için horonu cazibeli kılan horonun kendisi kadar horoncu şahsiyetlerdir. Mesela, Arhavili Yaşar Turna kemençe çalmadaki ustalığı kadar horonculuğu ile de ün yapmış unutulmaz bir isimdir.

Horonların isimlendirilmesi

Horon isimlerine topluca baktığımızda, bunların şahıs, akraba grubu ya da yer adları olduğunu görürüz.
Bakhva(Bakhoz) : Adını, Furthuna vadisi Laz köylerinden Bakhva ya da Bakhoz’dan almıştır. Son derece dinamik bir horondur.
Rize: Adını Rize kelimesinden alır. 5/8 ritmdeki horonların en bilinenidir. Arhavi yöresinde bu horon Rize-Pazar adıyla bilinir. Bu da horonların yöreye göre farklı isimlendirilebildiğini göstermesi açısından iyi bir örnektir.
Kotuna : ...
Paaçkul: Daha çok Ardeşen ve Furthuna vadisi köylerinde bilinen bir horondur. ...
Tzarişkha[c]: Adını Pazar ilçesine bağlı “Tzarişkha” adlı köyden alır. Tarz olarak diğer horonlara göre farklıdır. Oldukça düşük tempolu bir danstır.
Dumli: Adını “Dumli” adlı bir şahıstan alan bir horondur. Ardeşen, Çamlıhemşin, Pazar civarında horonculuğu ile bilinen birisidir. Horona eşlik eden bir şarkı bulunmaktadır. ...
Memethina[d]: Adını “Memethina” adlı bir şahıstan alan bir horondur. Kaynağı bilinmemekle beraber, diğer horon adlarının isimlendirilmesine dayanarak, “Memethina” adlı bir kişiye atfen bu horonun adlandırıldığını söyleyebiliriz. Özellikle Arhavi’de iyi bilinen, ve tulum eşliğinde oynanan bir horondur. Tarz olarak Hemşin isimli horona benzer.
Hemşin :Adını Hemşin yöresinden alan ve oldukça yaygın olarak bilinen bir horondur.
Alikha: (Ali + kha) “-kha” Lazcada isimlerin sonuna konan bir ektir. Alikha, Memethina’da olduğu gibi bir horona isim olmuştur.
Mtzanu: Furthuna vadisinde bir Laz köyünün adıdır. Eski Mtzanu ve Yeni Mtzanu olmak üzere, ritim ve melodik olarak farklı versiyonları vardır.
Phaphilati: Bugünkü Pazar’da bir Laz köyünün adıdır. Rize horonuna benzer bir horondur. Horonun en tipik karakteristiği kollar yukarıda iken birden aşağıya salınması ve aynı anda horonun durmasıdır. Ayrıca, Arhavi’de “Phaphilati” adını taşıyan bir köy ve aynı ada sahip bir horon vardır ki bu horon Pazar – Phaphilati horonundan farklıdır.
Anzhel: Rize - İkizdere’de bir köyün adıdır. Ancak bu horon Pazar ve Ardeşen çevresinde bilinir. Ardeşen’de oldukça yaygın bir horon olarak karşımıza çıkar.
Mimikhi: Furthuna vadisi Laz köylerinden Mtzanu’da bir ailenin ve aynı zamanda bir horonun adıdır. Duygu dolu ve düşük tempolu bir melodisi vardır. Tarz olarak Rize isimli horona benzerlik gösterir. Bu horon “Kaçkar” adıyla da bilinmektedir.
Tolikçeti: Furtuna vadisi Laz köylerinden “Tolikçeti”nin adıyla anılan bir horondur. Melodisi bilinmekle beraber geniş çevrelerce bilinen bir horon değildir.
Ğvandi: Furthuna vadisi Laz köylerinden “Ğvandi”nin adıyla anılan bir horondur. En önemli özelliği horona hareketli bir şarkıyla eşlik edilmesidir. Son dönemlerde yaygınlaşmıştır.
Eskiden, “Pozoni Vadisi”nin[e] uzak köylerinde Zeçifina (Zülküf) adında horoncu bir adam yaşıyordu. Zeçifina, horonu oldukça yavaş bir tempoda ve kendine has tarzıyla yorumlayışı sayesinde bu bölgede bir isim haline gelmiş ve artık günümüzde de temposu düşük horonlar “Zeçifina horonu” adı ile adlandırılır
 

Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!
Horon sadece bedenle oynanan bir halk dansı değildir. Horoncular bedenleri ile değil, ruhları ile oynarlar. Beden hareketleri ruhsal coşkunun bir tezahürüdür. Horoncu kendini tulum sesinin ritmine ve derinliğine bırakır. Bu şekilde saatlerce horon oynamaya devam eder. Gün ortasında başlayan bir horonun ertesi günün sabahına dek sürmesi ruhsal bir motivasyonu zorunlu kılmaktadır. Aksi takdirde beden çok çabuk yorulacak ve horon kısa sürecektir. Bu yüzden ruhsal motivasyonu yakalayamayanlar uzun süre horon oynayamazlar. Tulum sesinde insan ruhuna hitap eden bir derinlik vardır. Horonun oynanma süresi uzadıkça horoncuların mistik bir havaya bürünmelerinden bu kolayca gözlemlenebilir. Horonu seyreden bir kişi dinsel bir tapınma töreninde olduğunu düşünebilir. Özellikle horonda belli bir süre geçtikten sonra oyuncular ruhsal bir havaya bürünürler. Horoncu, horonun belli bir aşamasından sonra trans haline geçer, büyük bir coşkuya kapılır. Zikir törenlerinde hedef; yaradana ulaşmak olsa da horoncunun asla böyle bir amacı olmaz. "Dionysos ilk koralarını Anadolu 'da Tmolos dağında kurduğunu söyler. Sonra Euripides, türlü vesileler bularak Dionysos için Anadolu 'da yapılan dansları, horonları tanımlar. Nasıl el ele verip halka halka tepinirlermiş, nasıl ayaklarını; yere vurunca başlarını havaya atarlarmış. Koro başı "Euhay!" diye bağırınca nasıl kendinden geçesiye hora teperlermiş!" [7]
Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!
Evet horon her yönüyle dinsel bir ayini hatırlattığı için olacak günah olduğunu savunanlar hep var olmuş. İnanca göre, horon oynayan birinin namaz kılabilmesi için boy abdesti alması gerekmektedir. Kimileri, horon oynamadıkları gibi, zevk alarak horon seyredilirse günaha gireceklerine de inanırlar.

Horon bir isyan, bir başkaldırı olarak nitelendirilmiş din adamları tarafından. Bu, o kadar etkili olmuş ki, belli bir yaşın üzerinde olanlar, hacca gidenler, sakal bırakanlar dine dönüşün bir göstergesi olarak önce horon oynamamak için yemin etmişlerdir. Birçok tulumcu, din adına tulum çalmayı bırakmıştır. Bazı durumlarda tövbe ettiği halde kendini tutamayıp horona katılan ve akabinde sakal kesenlere dahi rastlamak mümkündür. Halk arasında söylenen "tu/um şişer saruk baştan düşer"[8] sözü horona karşı geliştirilen dinsel tepkiyi çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Bugün Rize'de, Trabzon'da tulum çalınmamasının bir nedeni de dinsel baskı altında tutulmasıdır. Bu da gösteriyor ki din, Doğu Karadeniz'de dilsel, kültürel asimilasyonda çok önemli bir role sahip olmuştur.

Dinsel yaklaşımların bu derece katı olması, addi bir soruya yol açmaktadır. Din adamlarının horonla alıp veremedikleri şey neydi? Neden horona bu denli karşı durdular? Yoksa horon, Doğu Karadeniz halklarının bir zamanlar dinsel ayinlerinde oynadıkları bir oyun muydu?

Evet. "Lazlar, baharda ekime başlarken, sonbaharda hasat sonu, denize çıkmadan önce, savaş öncesi ve sonrasında “oxvame” adı verilen tapınma yerlerine gider, yırtınırcasına horon oynarlardı. Oxvame, köyün yüksek ve düzbir yerinde bulunurdu ". Bu ifadeler Lazların çok tanrılı dinsel inanışlarında horonun dinsel tapınma biçimi olduğuna dair göstergelerdir. Sadece Lazlara özgü olmayan bu duruma, komşularında da rastlanır. Hemşinlilerin Ağustos ayında yayladan inişlerde kutladıkları Vartivor şenlikleri iyi bir misal teşkil eder. Bu şenlik bir hafta kadar sürer ve şenlik boyunca horon oynanır.

TULUM ŞİŞER HORON TUTUŞUR

Tulum şişer, sağ el üstte olacak şekilde eller tutulur, bir çember oluşur. Böylece horon tutuşmuş olur. Alanın genişliği oranında çok sayıda insan oyuna katılabilir. Katılan biri oyunu bozmayacak kadar horonu iyi bilmek zorundadır. Her horonda bir horonbaşı bulunur. Bu kişi oyunu çok iyi bilen, konuşmasıyla oyuna ahenk katan, liderlik özelliğine sahip biri olmalıdır. Horonun akışı, yönetimi, temposu, hangi figürün kaç kez tekrarlanacağı ve sonrasında hangi figüre geçileceğı tamamen bu kişi tarafından belirlenir. Horonbaşlarının kişiliği horonun da kişiliği olur. Tulumcu oyunun akışına göre tulum çalar. Tulumcuyu gayrete getirmek için onu öven, bazen de kızdırmak için onu yeren sözler söylenir. Horon sırasında horonbaşı dahil herkesin söyleyeceği sözler tulumun melodisine uygun olmak zorundadır. Horon sırasında konuşulmaz. Horonbaşı oyunu bozan birini dışarı atabilir. Bu, horondan atılan için hoş bir durum olmasa da çoğu zaman gurur meselesi yapılmaz.

Horoncular da oyunun ritmine uygun anlamlı ya da anlamsız sesler çıkarabilirler, horonbaşına, tulumcuya ya da dışardan birine sataşabilirler. Karşı tarafta aynı şekilde melodiye uygun olarak cevap verebilir. Bu da oyunların neşeli, keyifli ve ahenkli geçmesine yardımcı olur. Horon esnasında türküler söylenir. Bir grubun söylediği türküler bir başka grup tarafından tekrarlanır.

Karadeniz insanı doğaya, horon Karadeniz insanına, Karadeniz müziği ise biraz da horona göre biçimlenmiş. Son yıllarda Karadeniz'de ortaya çıkan dilde, kültürde, müzikte ve sosyal yaşamdaki dejenerasyon beraberinde nitelik arayışlarını da ortaya çıkarmış. Zuğaşi Berepe, Kazım Koyuncu, Birol Topaloğlu, Fuat Saka, Volkan Konak gibi sanatçılar genelde Karadeniz, özelde Laz kültürü üzerinde tarihsel gerçekliğe yakışan ürünler ortaya koymaya başlamışlardır. Bölgenin etno-kültürel değerlerini gün ışığına çıkarmaya çalışan dergiler çıkarılmaya, kitaplar yazılmaya başlandı. Sevindirici gelişmeler olmakla birlikte halk kültürüne sahip çıkılmadığı sürece kültürel değerlerin süreç içinde eriyeceği açıktır.
 
Link Silinmiştir.
Link Silinmiştir.


Bu görsele ulaşılamamaktadır/Silinmiştir.Bu görsele ulaşılamamaktadır/Silinmiştir.

şimdilik bunları buldum:1yes2:
 
Link Silinmiştir.


Link Silinmiştir.


Link Silinmiştir.


Link Silinmiştir.


Link Silinmiştir.
 

sis dağı-alıntıdır
Görele ilçe sınırları içerisinde bulunan Sis Dağı, Doğu Karadeniz sıradağları'nın uzantılarından biridir; yüksekliği 2182 metredir. Sahile 40 km. uzaklıkta olan Sis Dağına 1.5-2 saatte ulaşılmaktadır. Sis Dağı üzerinde yirmiyi aşkın oba vardır. Obalar çevrede bulunan köy ve kasabaların adları ile anılır. Obalardan bazıları şunlardır: Eynesil, Şarli, Gülefyurdu, Ağalar Tamı, Ağılık Düzü, Yatak Yeri, Bakır Alanı, Erkek Su, Han Yanı, Ambarlı ve Örümcek Obaları olarak sayabiliriz. Deniz seviyesinden en çabuk ulaşılan ve en yüksek yer olması Sis Dağının önemini artırmaktadır. Sis Dağına ulaşım için daha çok iki güzergah kullanılır. Eynesil Ören Beldesi yolu, Şalpazarı, Geyikli ve Ağasar derelerini takip eden yol. Bunları dışında yakın çevre köylerde kendi belirledikleri patika yollardan ulaşırlar.Her yıl çevre yerleşim yerlerinin katılımı ile Temmuz aylarında Sis Dağı şenlikleri yapılır.Sis Dağı "C statüsünde Milli Park" olarak korunmaya alınmıştır.
 

trabzon-maçka sümela ( meryem ana ) manastırı-alıntıdır
 
uzun zamandır uğrayamıyorum.fotoğraflarla geri dönüüm..:)))


alıntı....
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…