- 16 Temmuz 2007
- 1.849
- 18
- 46
TANIDIK BİR YABANCI
Hava soğuk, hem de çok. Güneş henüz doğmadı, aydınlıkla karanlık arası bir hali var gökyüzünün. Öğle saatlerinde bile kapalı olan hava, sanki bugün daha iyi. Umutluyum, güneş bugün bana tekrar gülümseyecek.
Üşüyorum… Soğuk hastane duvarları arasında tek kişilik bir odada, içinde bedenimin kaybolduğu, beyaz örtülü kocaman bir yataktayım. Burada her şey beyaz; hastane beyazı ve dayanılmaz hastane kokusu…
Pencereden bakarken gözüm ilk ışıkları görünen güneşe takılıyor, görüntü bulanıklaşırken, acılarımı unutuveriyorum.
Kendime geldiğimde güneş çoktan doğmuştu. Şimdi bütün güzelliğiyle gökyüzünde parıldıyor. Hiç bulut yok, kışın ortasında olmamıza rağmen sevdiğim bütün çiçeklerin kokusunu duyuyorum.
Kendi odamda olduğumu anlayınca hayretten donakaldım. Her zaman dağınık elbiselerim, hep aynı yerde üst üste atılmışlar. Oyuncak dolabımın kapağı açık, bütün oyuncaklarım etrafa dağılmış, neredeyse adım atacak yer yok. En sevdiğim arabaya takılıyor gözüm; babamın iki yıl önce aldığı kocaman, uzaktan kumandalı bir araba bu. Bir de futbol topum var köşede bir yerlerde uzun süredir elimi bile sürmediğim…
Bu top bana vücudumu hatırlatıyor, uzun zamandır ayaklarımı kıpırdatamıyorum. Aslında onları hissetmiyorum bile. Tek sorunum bu değil; ama ben en çok buna üzülüyorum. Uzun zamandır vücudumun her tarafı sargılar içinde, yerimden bile kalkamıyorum.
Bu top bana uzun süredir kıpırdatamadığım ayaklarımı hatırlatıyor. Tekrar onlara bakarak kıpırdatmaya deniyorum, umutsuzca…
Son zamanlarda her şey daha da kötüye gidiyordu. Bazen acıdan uyuyamıyordum. Hatta iki gün önce… Hatırlamak bile istemiyorum.
Her şey bu kadar kötüye giderken buna ne demeli peki? Bu sefer bir şeyler olacak sanki, bu farklı, hissedebiliyorum…
İlk kez ayaklarımı oynatabiliyorum! Yine de hala korkuyorum; üstümdeki örtüyü kaldırmak istiyorum, ama korkuyorum.
Gözüm tekrar oyuncaklarda geziniyor. En sevdiğim renk; mavi boyalı duvarı geçip masama bakıyorum.
Koskoca odada, masa bambaşka bir edayla durur gibi gelir bana. Sanki unuttuğum bir şeyleri anımsatmak içindi bu masa… Gözüm çerçeveye takılıyor, içindeki resimden bir yıl önce kaybettiğim babamı hatırlıyorum.
Babam… ve onu kaybettikten sonra annemle paylaştıklarımız, anılarımız, her şey…O benim her şeyim…
Bir resimle bütün bunları tekrar yaşamak gerçekten üzüyor beni. Tek dayanağım annem. Durumum ne kadar kötü olursa olsun, onu hatırlayınca buruk bir tebessüm konuyor dudağıma. Onu seviyorum…
Düşüncelerim kapının açılmasıyla bozuluyor. İçeriye hiç tanımadığım biri giriyor. Yüzünde kocaman bir gülümseme var. Hayır, hayır aslında gözlerinin içi gülüyor.
Korkak bakışlarımı ondan kaçıramıyorum. Sanki bu adamı tanıyorum; bana o kadar yakın…
Hiç konuşmuyor, yatağımın baş ucuna geliyor, eğilip kulağıma: ‘’Haydi gidelim’’ diyor.
Kalkıyorum…
Odadan çıkıp koridorda yürümeye başlıyoruz. Burası bizim ev değil, ama güzel bir yer… Sanırım burayı seveceğim. Burada her şeyden, herkesten uzaktayım. Hiç sorunum yok, hasta değilim.
Yürüyoruz…
Ya annem! Ona hiçbir şey söylemedim. Yanımdaki adam soruyorum: ‘’Merak etme, annen nereye gittiğini anlayacaktır.’’diyor.
Bir pencerenin önünde geçiyoruz; annemi görüyorum; hastanedeki yatağımın yanında, başucumda duruyor. Hep yaptığı gibi saçlarımı karıştırırken hafif tebessüm ediyor. Gözlerinden süzülen birkaç damla yaşı görüyorum.
Yol arkadaşım elimi tutuyor.Gitme zamanı; babam beni bekliyor.
Hava soğuk, hem de çok. Güneş henüz doğmadı, aydınlıkla karanlık arası bir hali var gökyüzünün. Öğle saatlerinde bile kapalı olan hava, sanki bugün daha iyi. Umutluyum, güneş bugün bana tekrar gülümseyecek.
Üşüyorum… Soğuk hastane duvarları arasında tek kişilik bir odada, içinde bedenimin kaybolduğu, beyaz örtülü kocaman bir yataktayım. Burada her şey beyaz; hastane beyazı ve dayanılmaz hastane kokusu…
Pencereden bakarken gözüm ilk ışıkları görünen güneşe takılıyor, görüntü bulanıklaşırken, acılarımı unutuveriyorum.
Kendime geldiğimde güneş çoktan doğmuştu. Şimdi bütün güzelliğiyle gökyüzünde parıldıyor. Hiç bulut yok, kışın ortasında olmamıza rağmen sevdiğim bütün çiçeklerin kokusunu duyuyorum.
Kendi odamda olduğumu anlayınca hayretten donakaldım. Her zaman dağınık elbiselerim, hep aynı yerde üst üste atılmışlar. Oyuncak dolabımın kapağı açık, bütün oyuncaklarım etrafa dağılmış, neredeyse adım atacak yer yok. En sevdiğim arabaya takılıyor gözüm; babamın iki yıl önce aldığı kocaman, uzaktan kumandalı bir araba bu. Bir de futbol topum var köşede bir yerlerde uzun süredir elimi bile sürmediğim…
Bu top bana vücudumu hatırlatıyor, uzun zamandır ayaklarımı kıpırdatamıyorum. Aslında onları hissetmiyorum bile. Tek sorunum bu değil; ama ben en çok buna üzülüyorum. Uzun zamandır vücudumun her tarafı sargılar içinde, yerimden bile kalkamıyorum.
Bu top bana uzun süredir kıpırdatamadığım ayaklarımı hatırlatıyor. Tekrar onlara bakarak kıpırdatmaya deniyorum, umutsuzca…
Son zamanlarda her şey daha da kötüye gidiyordu. Bazen acıdan uyuyamıyordum. Hatta iki gün önce… Hatırlamak bile istemiyorum.
Her şey bu kadar kötüye giderken buna ne demeli peki? Bu sefer bir şeyler olacak sanki, bu farklı, hissedebiliyorum…
İlk kez ayaklarımı oynatabiliyorum! Yine de hala korkuyorum; üstümdeki örtüyü kaldırmak istiyorum, ama korkuyorum.
Gözüm tekrar oyuncaklarda geziniyor. En sevdiğim renk; mavi boyalı duvarı geçip masama bakıyorum.
Koskoca odada, masa bambaşka bir edayla durur gibi gelir bana. Sanki unuttuğum bir şeyleri anımsatmak içindi bu masa… Gözüm çerçeveye takılıyor, içindeki resimden bir yıl önce kaybettiğim babamı hatırlıyorum.
Babam… ve onu kaybettikten sonra annemle paylaştıklarımız, anılarımız, her şey…O benim her şeyim…
Bir resimle bütün bunları tekrar yaşamak gerçekten üzüyor beni. Tek dayanağım annem. Durumum ne kadar kötü olursa olsun, onu hatırlayınca buruk bir tebessüm konuyor dudağıma. Onu seviyorum…
Düşüncelerim kapının açılmasıyla bozuluyor. İçeriye hiç tanımadığım biri giriyor. Yüzünde kocaman bir gülümseme var. Hayır, hayır aslında gözlerinin içi gülüyor.
Korkak bakışlarımı ondan kaçıramıyorum. Sanki bu adamı tanıyorum; bana o kadar yakın…
Hiç konuşmuyor, yatağımın baş ucuna geliyor, eğilip kulağıma: ‘’Haydi gidelim’’ diyor.
Kalkıyorum…
Odadan çıkıp koridorda yürümeye başlıyoruz. Burası bizim ev değil, ama güzel bir yer… Sanırım burayı seveceğim. Burada her şeyden, herkesten uzaktayım. Hiç sorunum yok, hasta değilim.
Yürüyoruz…
Ya annem! Ona hiçbir şey söylemedim. Yanımdaki adam soruyorum: ‘’Merak etme, annen nereye gittiğini anlayacaktır.’’diyor.
Bir pencerenin önünde geçiyoruz; annemi görüyorum; hastanedeki yatağımın yanında, başucumda duruyor. Hep yaptığı gibi saçlarımı karıştırırken hafif tebessüm ediyor. Gözlerinden süzülen birkaç damla yaşı görüyorum.
Yol arkadaşım elimi tutuyor.Gitme zamanı; babam beni bekliyor.