Zeynep ve Derviş'e
Nasıl da çok istemiştim
savaşa gitmeden
sevgilimle evlenmeyi
ama nereden bilebilirdim
ki silahın
demirine çarpıp
saklandığım yeri belli edeceğini
parmağımdaki yüzüğün...
Nasıl unutursun
ilk gunleriydi İstanbul'a taşındığınızın
usulca dokunmuştun hanımeli kokan
bir duvara yaslı beyaz bisiklete
-Binmek ister misin
diye bir sesle irkilip
ayrılmıştın hayal dünyasından
Annenin dizlerine yatırıp
sarı saçlarını
saatlerce taramayı düşlediği Ömercik
duruyordu işte tam karşında
ki yaramazlık yaptığında
az mı dua ederdi
onun gibi uslu olmana
Kalır mıydın hiç altında
böylesi sıcak bir davranışın
sen de cebinde taşıdığın
kolonya kapağını uzatmıştın ona
ve başlamıştı bir arkadaşlık
çatılarına martıların konduğu
Çiçekçi sokaklarında
Evlerin arasından
bakmak isterken Kız Kulesi'ne
acemisi olduğun bisikletten düşmüştün
gitmiyor gözünün önünden
filmlerdeki gibi yardımına koşması
üstelik o gün ilk kez
yara bandıyla tanışmıştın
Kaybettin Ömerciği
şoförlük yaptığını duymuştın bir ara
ama bu şehirde
taşradan gelen bir çocuğa
bisikletini verecek insanların
yaşadığına inanıyorsun yine de
siyah ve kıvırcık saçlarınla
Sözgelimi
bir cenaze törenine
katılır gibi yürüyorum sokaklarda
ve iğneyle tutturulmuş
çocukluk fotoğrafım
gülümsüyor ceketimin
yakasında
Son dileği
asılacağı ipin üstünde
yürümek olan
bir cambazım sözgelimi
cellatın düğümleyerek
boynuma geçirdiği ip
düşürüyor sonunda beni
her gösteride alay ettiğim
yaşamdan
Bir mehteranım sözgelimi
çalgılar arasında
yürürken savaş alanına
üç adımda bir
geriye döner
ve yaşlı gözlerle anarım
sevgilimi...
Büyüklerle ben yapamıyorum
çocuklar da almıyor beni oyunlarına
devlet dairesinde
yangından kurtarılmayacak
sıkışmış bir çekmece gibiyim
açılamıyorum sana
Kardeşiyle sokaklarda hep
bir örnek giydirilen sen
nasıl sevmezsin eşitliği
yürürken düşen çoraplarını
aynı hizaya getirmek için
annen değil miydi önünde diz çöken
Öpüşme sahnesinin tam ortasında
içeri girdiğin yazlık sinemanın
yer göstericisiyim
yürüyorsun fenerimin ışığında
yer: Kız Kulesi
ve sonu ayrılıkla bitecek
hüzünlü bir aşk filmini oynuyor
beyaz duvarında
Bir kez olsun çıkmazken ağzından
seni sevdiğimi
her gün söylememi yadırgama
bil ki bu şehirde
iskelenin verilmesini
beklemeden atlarım vapurlara
Son karesi gibi Red Kit'in
batan güneşe doğru
sürerken atımı
gitme kal demeni bekliyorum
ama yalnızca
rüzgar çekiştiriyor atkımı
Kesik bileklerimi göstererek girdim
sinema kapısından içeri
bendim sefer öncesi
korkaklar kadınlarının yanına dönsün
sözüyle padişahın
ordudan ayrılan yeniçeri
Kapındaki postalları görünce
balkona astığın sutyenin
damlalarıyla ıslanan kedinin
tüylerini okşarayarak uzaklaştım
kuleler ki hüzne bir bıçak
gibi saplanan sunay'a kın
Beyaz peynir tabağı
ve su katılmış rakı kadehi
Kız Kulesi'dir çilingir sofrasının
sen ki yoksun manzarada
ilk ışıklarını yakan
bir vapur güzelliğiyle akşamın
Kapımı çalarsan bir gün
eşikteki ayakkabılara aldanıp
evimin içini kalabalık sanma
atmaya kıyamayan annem
bütün ayakkabılarımı
dizmiş yalnızlığıma
Gecenin karanlığında
bir sinema salonu gibi uzanan şehirden
gitmek düşer payıma
çıkış kapısı diye bakıyorum nicedir
gökdelenlerin tepesinde yanan
kırmızı ışıklara